29 Haziran 2009 Pazartesi

Önce öyküler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Önce bir öykü kitabından söz edelim. Konya Selçuklu’dan ulaşan Ayşe Korkmaz’ın “Bir Düşe Bağlanmak” adlı 102 sayfalık öykü kitabı masamda, sayfalarında şöyle bir gezmek istiyorum.
Romantik kitap yayınları arasında Günyüzü görmüş. Zeki Oğuz “ Ayşe Korkmaz’ın gelecekte iyi öykücülerimizden biri olacağına inanıyorum. Son yıllarda öykücülüğümüzde bir kırılma, zayıflama var. Ayşe’nin bu boşluğu dolduracağına inanıyorum” diyor.
Bu görüşler doğrudur. Öykücülüğümüzdeki kırılmanın yanı sıra, şiirimizdeki kaybolma bir başka felaket, sıkıntı.
Ayşe Korkmaz’ın öykülerinde anlatılanlar yabancımız değil. Şurada veya önceki gün, dün yüz yüze gelmişiz pek çoğuyla sanki. Başlıklarından da anlaşılanlar hissedilenler var: Annem, Sevgisiz bir yaşam ve ey sevgili ölüm, Çığlık, bir başka yaşamak vd. Öykülerin başına konulan anlamlı görüntüler, kitabın zenginliğini sağlamış.
-“Deniz, gecenin içinde kayboldu. Mavi tülden elbisesi, yerini dipsiz bir karanlığa bıraktı. Saatlerdir dalgaları seyrediyorum. Yarış halindeler sanki. Ulaşamadığım, hayal bile edemediğim yerlere doğru koşuyorlar” (S.40, Aşk için’den)
Ayşe Korkmaz: 1968 yılında Konya’da doğdu. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Matematik Bölümünü bitirdi. Konya’da MEB’ye bağlı bir ilk öğretim okulunda, matematik öğretmeni olarak görev yapıyor.
ADAM GİBİ
Nusret Turan Ankara’da yaşayan şairlerimizden. Kendisi adam gibi adam. Şiirlerinden birisinin adı “Adam gibi”. İnsanda bulunması gerekenlerden, özellik ve güzelliklerden sözediyor Nusret Turan. 12 dörtlükten meydana gelen sözkonusu şiirin bir dörtlüğü:
Dedikodu yapmıyorsan,
Yapanları kınıyorsan,
Hep barışık oluyorsan,
Adam gibi bir adamsın..
Sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyorum efendim.
BİLMİYORSUN
Isparta ilimiz merkezinden Fatma Uçarlar’ın “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” adlı şiir kitabının 39 ncu sayfasında yeralan “Bilmiyorsun” adlı, başlıklı şiirinden:
Senden uzak geçti, bunca yıllarım,
Hala çağırıp da gel! Demiyorsun..
Sen gelince, atlas olur çullarım,
Seni seviyorum bil; demiyorsun…
*
Baktım da çok çabuk geçmiş bu çağlar,
Dünlerin ardından, bugünler ağlar,
Yüreğim yas tutar, karalar bağlar,
Yanarak oldum bir kül, bilmiyorsun..
Yazımızın sonu. Noktamızın konuluşu. Bir başka yazımızda, bir başka sohbet ortamımızda buluşmak üzere efendim.
***

Kendini unutan adam
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bir ülkücünün romanı… Kendini unutan adam. Osman Oktay’ın kalemiyle Günyüzü gören ve 2 nci baskısı yapılan roman. 244 sayfayla yeniden okurların karşısına çıkarılan roman kahramanı Galip Erdem. Biyografik roman alanında başarılı bir yayın olarak karşımıza çıkıyor.
Şöyle sayfalar arasına girelim ve 25 nci sayfanın başında girişinde yer alanlardan bazı bölümler, cümleler nakledelim, bakalım Osman Oktay burada ne diyor?, ne yazıyor:
Çocukluğu doğum yeri olan Rize’ye bağlı Fındıklı’da geçti. İlköğrenimini burada, 11 Mart İlkokulunda yaptı. Babası o yıllarda Sarıkamış’ta idi ve uzun yıllar ayrı kaldılar. Bu süreyi annesi Zekiye hanımla birlikte geçirdi. Başka kardeşi yoktu. İleride politikaya atılacak olan Şadi Pehlivanoğlu ile akraba gibiler ve iki akrabanın evleri arasından bir dere geçiyordu.
Pehlivanoğlu ilkokulda O’ndan bir-iki sınıf önde bulunuyordu. Ancak, Galip zeki bir çocuktu ve daha ilkokulda iken ortaokul-lise kitaplarını okuduğu için bilgisi çoktu.
ZAMAN ZAMAN – YER YER
Osman Oktay zaman zaman alıntılar yapmış, kaynaklar göstermiş, yer yer bunların yorumlarıyla gerçek bir anlatım zenginliği ortaya koymuş, sayfalara aktarmış.
-“Cezaevinden çıktıktan sonra baktı olmuyor; Dahi Galip, amatörce başladığı gazetecilikten sonra Fakülteyi de askıya aldı ve asker oldu. O yıllarda lise mezunları askerliklerini yedek subay olarak yapıyorlardı”..
Satırlar, bölümler, daha doğrusu ara başlıklar arasına sıkıştırılan, buralarda anlatılanlar. Bir başkası;
-“Tercüman, 1960’lı yılların popüler gazetelerinden biriydi. Otuz yaşında iken bu gazetenin birinci sayfasında ve sağ alt köşesinde yazılar yazmaya başladı. Yazıları ilgi ile okunuyordu. Galip Erdem imzalı yazılarına ise 13 Ağustos 1961 tarihinde başladı ve yazdığı dönemlerde hep O’nunla olan-Mektuplar-klişesini kullandı. Bu yazı O’nun okuyucularıyla tanıştığı bir sohbet yazısı idi”..
Kitabın bölümlerine bakıyoruz:
-Has kul, Ülkücünün çilesi, Milliyetçi ailelerin tabii üyesi, Galip hoca, Avrupa Avrupa duy sesimizi, havaya düşen hükümler, ah kara kedi vah kara kedi, Mamak yollarında, Politikayı sevmeyen “politikacı”, hey gidi günler hey, kabanda yolculuk ve mukadder son, kitap için ne dediler (Sevinç Çokum, Adil Erol, Mehmet Nuri Yardım, Arslan Tekin, İsa Kayacan, Cemal Tuzcuoğulları),imzaları.
Osman Oktay, ülkücünün kendisine ait hayatı olabilir mi? Diye soruyor ve “Bu hele de Galip Erdem’se!” dedikten sonra dört dörtlükten meydana gelen bir şiir naklediyor. Bu şiirin bir dörtlüğü.
Bu toprak cihanda bir ayrı güzel,
Koynunda açılır gül başka başka,
Yosma kırlarının gelin yüzünü,
Baharları örten tül başka başka…
Şiirin sonuna düşülen not, cümle: Bu şiiri –muhtemel dir ki-Çocukluktan gençliğe adımını attığı günlerde yazmıştı.
Hemşehrim, araştırmacı-yazar Osman Oktay’ı kutluyor, tebriklerimle, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
***
Martıların çığlığı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Fethiye’li şair ve yazarlardan Cahit Yargıcı’nın yeni bir şiir kitabı geldi.
Adı: Martıların Çığlığı. Ekim 2008 içinde Günyüzü görmüş. Edebiyatımızın güney temsilcisi FETAV Kültür Komisyonu Başkanı Ünal Şöhret Dirlik hocanın “Cahit Yargıcı’nın şiirleri” başlıklı iki sayfalık bir sunuşu var.
Ünal Şöhret Dirlik hoca, yazısının-sunuşunun bir yerinde; “Öz geçmişinde okuyacağınız gibi o, Fatsa’lıdır. Şiirlerinde Fatsa’yı, doğduğu köyü, anasını, babasını ve hatta evlerinin önündeki dut ağacını bile betimler” diyor.
Cahit Yargıcın’ın eşi, emekli Türk Dili Edebiyatı Öğretmeni Sevil Yargıcı hanım, önsözle görüşlerini ortaya koyuyor. Eşi için, “O, azmi, çalışkanlığı, dürüstlüğü ve insancıl kişiliği ile yaşadığı çevreye bilgi, görgü, saygı ve sevgisiyle örnek insandır” anlatımıyla devam ediyor.
Cahit Yargıcı ise 4 sayfalık “Onlar bizim çocuklarımız” başlığı altında çocuklardan sözediyor. Çalışma hayatındaki genel görüntünün kesitlerinden örnekler veriyor. Çalış’ta gün batımı, adlı başlıklı şiir 19 ncu sayfada başlıyor. Şöyle efendim:
Denizin serinliğine hasret,
Bir çakıl taşıyım,
Kıyıya itildim dalgalarla.
Binlerce balık öptü beni,
Yosunlar arasında.
Zemini olmuştum mercanların,
Deniz kestanelerinin.
Oysa şimdi..
Güneş yakıyor beni.
Cahit Yargıcı, şiirin duygu yüklü yönüyle iç içe. Ele aldığı konuların seçiminde, işlenişinde, mısralarla sayfalara aktarılışında, dökülüşünde zorluk çekmiyor. Ağlayan vatan’ın ardından “bir şiir de benden” diye karşımıza çıkıveriyor.
Hep geçmişine özlem duyan, anılarıyla günümüze kadar gelip yerleşen, bağdaş kurup oturan O’dur. Pek çok alandaki özlemleri, köyüne duyduğu özlemlerde düğümlenir. Ve bir haykırıştır sürüp giden:
Doyamadım köyüm sana,
Doyamadım Gökçelim,
Adı gibi Gökçe köyüm.
Karları kar, yazları yaz,
Güzleri, bereketli köyüm..
Kitabın adı olan “Martıların Çığlığı”yla bir başka sesleniş, haykırış örneği vardır Cahit Yargıcı’da.: “Kasım güneşi sarmış denizi/Maviliği berrak koyulaşmış körfezin/Çığlık çığlığa martılar uçuşur/Şöleni var martıların”.
Cahit Yargıcı: 01 Ocak 1950 tarihinde Ordu-Fatsa-Gökçeli köyünde doğdu. Ege Üniversitesi Yer Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Topraksu Bölge Müdürlüklerinde, Köy Hizmetleri Müdürlüklerinde çalıştı. İlk şiir kitabı “İçimdeki Irmak” 2006 yılında okurlarıyla buluştu. Cahit Yargıcı 2007 yılında emekli oldu ve yaşamını Fethiye’de sürdürüyor.
FAİK BAKOĞLU’NDAN GELENLER
1- Zümrüt Rize Gazetesi: 60. yayın yılına merhaba diyen gazetenin sahibi: Faik Bakoğlu.
2- Öğretmenevlerimiz Dergisi: 14 ncü sayısı çıktı.
3- Yeni Bor Gazetesi: 35. yayın yılı içinde olan gazetenin sahibi: Abdurrahman Yılmaz.
4- Mersin Tercüman Gazetesi: 298 nci sayısı yayınlandı. Sahibi Abdi Satıroğlu.
5- İstikbal Gazetesi: Mersin’de yayınlanıyor. 578 nci sayısı çıktı. Sahibi: Fatma Aydın.
6- Güneyde İmece Gazetesi: Mersin’de yayınlanıyor. 2026 ncı sayısı çıktı Sahibi: Nazmi Akdağ.
7- Hakimiyet Gazetesi: 56 ncı yayın yılı içerisinde Mersin’de yayınlanıyor. Sahibi: H.Mete Aktaş
8- Özgür Haber Gazetesi: Mersin’de yayınlanıyor. 407 nci sayısı çıktı. Sahibi: Halil Arslan.
9- Niğde Yankı Gazetesi: 41 nci sayısı çıktı. Sahibi: Yavuz Malkoç.
10-Rize Haber Dergisi: 33 ncü yayın yılı içerisinde. Sahibi: Hamza Kazmacı
***
Türkmenistan’dan güçlü bir
ses: Annaguli Nurmemmet
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ülkelerde, Toplumlar içinde yaşayan, yazıp yayınladıklarıyla, bundan öncede kişilikleriyle önemli isim ve imzalar arasında yer alanlar vardır.
Türkmenistan’ın ünlü, işadamı, diplomat, roman yazarı ve benzeri fazla olmayan sıra dışı bir isim ve imza Annaguli Nurmemmet hakkında yazmak için bir fırsat kolluyordum.
Birgün, merkezi Ankara’da bulunan TÜRKSAV’ın Başkanı Yahya Akengin telefon ederek, 26.04.2009 tarihinde, Ankara Kumrular sokaktaki Adnan Ötüken Kütüphanesi salonunda Annaguli Nurmemmet’le ilgili bir toplantı düzenlediklerini, bu toplantının sayın Nurmemmed’in 50 nci yaş günü nedeniyle hazırlandığını söyleyerek, katılmam yönünde davette bulundu.
Anılan gün, yer ve saatte toplantı başladı. Yahya Akengin’in açılış konuşmasından sonra bazı konuşmacılar Annaguli Nurmemmed’in diplomat kişiliği yanında, özellikle yazdığı romanlarda ciddi mesafe aldığını, Türk dünyasının önde gelen yazarları arasında bulunduğunu anlattılar.
Mütevazi bir kişiliğe sahip olan Annaguli Nurmemmet yazıp yayınladıklarıyla nerede bulunduğunu çok iyi bilen, anlayan ve kişiliğini ona göre yön veren önemli bir şahsiyet olarak beni etkiledi.
204 sayfalık ciddi bir yayın gerçekleştirilmiş (Exford 2009) çıkışlı. Bu kitapla Annaguli Nurmemmet hakkında yazılanlar, söylenenler bol resimli olarak şekillendirilmiş. İngilizce, Rusca ve Türkçe olarak metinler sayfalardaki yerlerinden bizimle merhabalaştılar.
Örnekler var ifade edilen, anlatılan. Annaguli Nurmemmet hakkında ortaya konulan. Bunlardan bazıları imzaları itibariyle şöyle efendim:
1- Alem-Cihan’da şairliğini ve romancılığını aynı eserin potasına yerleştiren Annaguli Nurmemmed’in, romanın kurgusuna duygu ve düşünce akışına yerleşmiş onbeş sonesi ve birkaç serbest şiiri yeralıyor (Yahya Akengin)
2- Mesela Amerika’da yaşasaydı, Amerika vatandaşı olsaydı ve kitaplarını İngilizce yazsaydı, şu anda dünyanın en tanınmış yazarlarından birisiydi (Namık Kemal Zeybek)
3- “Oğuz Yurdu-Büyük Göç” romanları yalnız Türkmen veya Türk’ün, Kırım Tatarı veya Özbek’in kadim tarihini canlandıran, damarlarını açıp gösteren roman değildir (Yunus Kandimov),
4- Türk okurunun da yakından tanıdığı üç ad: Cengiz Aytmatov, Anar ve Annaguli Nurmemmet (Doğan Hızlan)
5- Diplomasinin karmakarışık, bıçak sırtı dünyasında başarılı bir kariyere sahip olan Annaguli Nurmemmed’in başlı başına bir “dünya” olan edebiyat dünyasında da hatırı sayılır bir isim olduğunu öğrenmiş olduk (M. Kemal Erdemol)
6- Ankara’da önceleri bir diplomat olarak tanıdık Annaguli Nurmemmed’i. Daha sonra bir yazar olarak gördük. Kültürel konularda daima aktif rol aldı (Hikmet Eren),
7- Annaguli: Oğuz’un yanında bir yiğit, Ahmet Yesevi’nin müridi. Selçuk Ağa’nın torunu, Sultan Sencer’in akıl hocası, Alparslan’ın savaşçısı, Türk’ün halısı, sancısı ve nicesi (Ali Metin)
8- Annaguli Nurmemmet’in “düşünce ağırlıklı” tarihi romanlar serisinde, bugünlerde kafamızı kurcalayan bir çok sorunun cevabını yazarla beraber çaktığımız tarihi yolculuğumuz sırasında alabiliyoruz. (Doç.Dr. Gülzura Cumakunova)
***
Ekber Goşalı’dan iki kitap
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’den seslenen Ekber Goşalı’nın iki kitabı var masamda. Bunlar sırasıyla;
ÖLÜ YOKUŞU
Ekber Goşalı’nın Vektor Neşirlerevi yayınları arasında Günyüzü gören 76 sayfalık 7 hikayesinin yeraldığı kitabı. Redaktorlar: Prof. Dr. Elçin İskenderzade, Osman Enveroğlu.
Dünya Genç Türk Yazarlar Birliğinin Başkanı olan Ekber Goşalı, şiirde olduğu gibi hikayede de başarıya giden yolun üzerinde epey mesafe almış.
Ele aldığı konular, bu konuların işlenişi usta bir hikaye yazarının fotoğrafını yansıtıyor bize.
Tehran Alişanoğlu’nun sunuşu var ilk sayfalarda. Kitap içinde yeralan hikayelerin başlıkları:
Hakk dünyası, Sağ olmuş, Yarımcık sohbet, Bizim hudaverdinin bir günü, Yaşantı,Yasda gelen zegler, Gözlenti.
ÖLÜMLERİN ÖTESİ
Ekber Goşalı’nın Vektor Neşirlerevi yayınları arasında Günyüzü gören 136 sayfalık şiir kitabı. Redaktorlar: Prof. Dr. Elçin İskenderzade, Namık Hacıheyderbeşli. Prof. Dr. Muharrem Kasımlı’nın bir sunuşu var iki sayfada.
Altıncı sayfada merhaba denilen şiirin ilk dörtlüğü şöyle efendim:
Hergün verilmemiş bir salamım var,
Her gün gördüklerim gözümden çıkar,
Benim bu dünyadan bir alasım var,
Bir de bir adam var sözümden çıkar.
Ekber Goşalı’nın uzun veya kısa şiirlerinde hep hasret, özlem, Türklük duygularının ağır bastığı görülüyor.
Ekber Goşalı: 03 Nisan 1973 tarihinde Tovuz’da doğdu. Teknik Üniversitesiyle, Azerbaycan Prezidenti yanında Devlet İdarecilik Akademisinden mezun oldu. Azerbaycan Yazıcılar Birliğinin üyesi olan Ekber Goşalı, Azerbaycan dışında uluslar arası özelliği bulunan onlarca toplantıya katıldı.
Azerbaycan’da ve dışında onlarca mukafat aldı. Bir süre, Uluslar arası gençlik ve medeniyet tedbirinde Azerbaycan’ı temsil etti.
BİR KİTAPÇIK BİR DÖRTLÜK
Nuhçıvan Devlet Üniversitesi’nden Galibe Hacıyeva’nın, “Ömer Faig Nemanzadenin eserlerinde dil ve dilcilik meseleleri” adlı kitapçığı, dil ve dilcilik konusunda önemli çalışmaların, araştırmaların sonucu olarak ortaya konulmuş. İlmi redaktor: Fergane Kazımova.
HAGGIN SAZINDA (Gülaye Şınıxlı)
Bir hava çalınsın haggın sazında,
Salamı nur olan danın eşgine.
Kainatı, yeri, göyü, insanı,
Bu güzellikde yaradanın eşgine.
***
Yüksel Başaran’ın şiir dünyası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Vefatla aramızdan ayrılanların dünyalarını değiştirenlerin geride bıraktıkları üzerinde durarak, yazdıkları ve sözettiklerini araştırmak, ortaya koymak, görmek önemliliğini koruyor, koruyacaktır.
Yüksel Başaran: Osman Ali ve Semiha’nın çocukları olarak 15.09.1960 tarihinde Emet’te doğdu. Isparta’da yaşadı. Değişik konularda yazdığı ve yayınladığı şiirleriyle dikkat çekti. Merkezi Isparta’da bulunan Göller Bölgesi Yazarlar ve Şairler Derneği üyeleri arasında yeralan Yüksel Başaran 14 Nisan 2009 tarihinde vefat etti ve Isparta şehir mezarlığında toprağa verildi.
Şimdi, Melahat Ecevit hocanımın,Yüksel hanımın çocuklarından temin ederek bana gönderdiği Yüksel Başaran şiirlerinin mısraları arasında bir gezinti yapmak istiyorum efendim:
YÜKSEL BAŞARAN’IN ŞİİR DÜNYASI
Yüksel Başaran, hayatın zorlukları içinde yürürken, zaman zaman çekingenlik içinde, zaman zaman kırgınlık içinde ve bazen yakaladığı mutluluk sınırlılığından sonra “çeker giderim” diyebilecek azim ve kararlılığını ortaya koyuyordu. Önce “Zor geldi bana” başlıklı şiirinden:
Bir dediğin ötekini tutmadı,
Yalana alışmak zor geldi bana.
Deli gönlüm umduğunu bulmadı,
Umutla yaşamak zor geldi bana.
Ve arkasından bir soru: “Ne zaman biter?” başlığıyla ortaya koydukları mısralar, duygular Yüksel Başaran’ın: Bilmem ki bu azap ne zaman biter?/Sevgiler kaybolur, mutluluk yiter/Her gelen bir tekme vurur da gider/Biçarenin yüzü gülmez cihanda..
Ve rahatsızlığının sürdüğü günlerde, doktorlardan çare bekler, adeta yalvarır. “Bir çare bana” diye seslenir doktorlara: Bildiğin ilacı çekinme dene/Canım ağır gelir oldu bedene/Neşterin değse de razıyım tene/Yalvarırım doktor bir çare bana.
Bu genel tablo üzerinde, hayatın getirdiği sıkıntılar içinde mücadele edebilmek için güç-kuvvet arar. Zaman zaman bulur, zaman zaman kaybeder. Ve bir razılık içinde şöyle seslenir:
Ana, baba, kardeş çare olmadı,
Biri gelipte halimi sormadı,
Derde dayanacak gücüm kalmadı,
Gurbet elde naçar yaşar gezerim.
Yüksel Başaran, hayat bağından sözeder bir başka şirinde. Soldurdu yıllar diye seslenir. Gerçek dostlarına sitemde bulunmak ister “dilim varmadı” sınırlaması içinde sıkışıp kalır. Çaresizlik içinde sağlığa hasrettir. Derman yolunda yürürken birkaç dert ortağı bulur. Yalnızlığı içinde şaşırıp kalır ve “yetti canıma gayri” demekten kendini alamaz.
Anasına duyduğu bağlılık ve arayış büyüklüğü vardır Yüksel Başaran’ın duyguları arasında başında. Şöyle seslenir “son istek” olarak Bayram arifesinde yakardın kına/Affedeceksen öpeyim elini ana/Tam seveceğim derken doya doya/Felek yollarımızı ayırdı ana..
Beklediği ümitle gözledikleri dönmeyince; şöyle seslenir Yüksel Başaran; Aylar geçti göremedim yüzünü/Tutamadın verdiğin sözünü/Yanarken kül ettin aşkın közünü/Sevgini sineme çeker giderim..
ECEVİT, UÇARLAR VE KAYACAN’DAN
1-Yüksel’im: Gül benzin vakitsiz soldu sarardı/Söndü ışıkların dünyan karardı/Ondört nisan günü ölecek ne vardı/Hakkım sana helal olsun Yüksel’im (Melahat Ecevit)
2-Yüksel’e: Nefes olan ılık rüzgar/Bindirdi seni kır atına/Adın gibi yükseltti/Arşın en güzel katına (Fatma Uçarlar)
3- Yüksel Başaran, hayatın sıkıntılarını aşabilmek için mücadele verirken, sürekli “Bu azap ne zaman biter?” diye sordu. Ama kimseden, hiçbir yerden cevap alamadı! (İsa Kayacan)
***
Telefar: Ortadoğu’nun
en büyük ilçesi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dergilerin getirdikleri… Kapaklarındaki genel görüntüleriyle beyinlerimizde yer edenler. Sıralanıp gidenler, sıralanıp gelenler.
Derginin adı: Ortadoğu Analiz. Aylık uluslar arası ilişkiler dergisi olarak Ankara’da yayınlanıyor. Elimdeki beşinci sayısı. Dergi, Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı-Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin yayını olarak Günyüzü görüyor.
Ortadoğu Analiz Dergisinin Mayıs 2009’da yayınlanan 5 nci sayısındaki kimlik bölümüne bakıyoruz.
Sorumlu yazı işleri müdürü: Habib Hürmüzlü, Editör: Burak Bilgehan Özpek, Yönetici editör: Ogün Duru. Yönetim Merkezi: Mithatpaşa Cad. No: 46/3-4 Kızılay-Ankara. Tlf: 0312 430 26 09
Dört isim ve imzadan oluşan yayın kurulu, 27 isim ve imzadan oluşan Danışma Kurulu var derginin.
Ortadoğu Analiz Dergisinin 76 sayfası Türkçe, geri kalan sayfalar Arapça olarak verilmiş. Bol fotoğraflı sayfaların tamamı Telafer’e ayrılmış. Bu sayı, Telafer özel sayısı olarak şekillenmiş, yayınlanmış.
Derginin sayfalarına doğru dönüyorum. Sayfalarda imzaları görülenlerden bazıları şöyle sıralanıyor: Serhat Erkmen, Mustafa Ziya, Habib Hürmüzlü, Bilgay Duman, Oytun Orhan, Ali Oğuz Diriöz vd.
Başkan Hasan Kanbolat, başyazısının bir yerinde; “Telafer’i tarihsel bütünlüğü içinde ele almaya çalıştık” diyor.
Sayfalardaki yazılar arasında, başında yeralan spotlardan bir sıralama yapmak istiyorum efendim:
- Telafer: Ortadoğu’nun en büyük ilçesi,
- Telafer’de aynı aşiretten, hatta aynı aileden insanlar Şii, Sünni veya Alevi olabilmektedir.
- Unutulmuşluğun karanlığında umudun aydınlığına uzanan bir Türkmen kenti: Telafer
-Telafer halkının çatışmayı sürdürme niyetinde olanları dışladığı görülmektedir.
- Hükümetin ayırdığı kaynakların büyük bir kısmını Musul Vilayet Konseyi kullanmaktadır.
- Telafer’in en önemli sorunlarının başında susuzluk ve sulama projelerinin yapılamaması gelmektedir. Çok büyük miktarda arazi atıl durumdadır.
- Telafer hakkındaki en önemli olgu Telafer’in sorunlarının çözülebilmesi için idari Teşkilatlanmasında değişiklik yapılması gerekliliği ve doğrudan Bağdat’a bağlı bir vilayet olması zorunluluğudur.
- Irak’ta nüfus ve coğrafi özellikleri açısından il olmaya en uygun durumdaki yerleşim yeri Telafer’dir. Telafer’in vilayet olması bugün ortaya atılmış yeni bir öneri değildir.
- Telafer’in halen Irak’ta bulunan 18 vilayete ek olarak yeni bir vilayet ilan edilmesi bu ilçede yaşayan insanların modern, müreffeh ve daha insanca bir yaşama kavuşmanın temel yolu gibi görünmektedir.
- Telafer’in nitelikleri ile ilgili bilgiler, Türk devletinin stratejik hafızasında yaşatılmaya devam edilmiştir.
- Telafer ayarlanması tüm Avrupa ülkelerinde Irak halkının işgale karşı mücadelesinin bir sembolü halini almış ve İngiliz hükümetinin Irak’a karşı politikasını değiştirmesine neden olmuştur.
-Amerikan askerinin girdiği son şehir Telafer’di.Telafer 9 ay hükümetsiz kaldı.

***
Dünyasını değiştiren
Yüksel Başaran için iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Vefatla aramızdan ayrılanların ardından ortaya koyduklarımız, duygularımız, sayfalara, sütunlara döktüklerimiz, aktardıklarımız oluyor.
Merkezi Isparta’da bulunan Göller Bölgesi, Yazar ve Şairler Derneği üyelerinden Yüksel Başaran 14 Nisan 2009 tarihinde vefatla aramızdan ayrıldı. Azerilerin deyimiyle dünyasını değiştirdi. Allahtan rahmet diliyor, yakınlarına sevenlerine başsağlığı dileklerimi sunuyorum efendim.
Isparta’da yaşayan iki şairimiz, şairemiz Melahat Ecevit ve Fatma Uçarlar, Yüksel hanımın vefatı üzerine duygularını şiirleştirmişler. Anılan iki şiir imzalarıyla şöyle. Buyurun birlikte okuyalım:
YÜKSEL’İM (Melahat Ecevit)
Ne acılar çektin, iyiyim dedin
Ekmek aş yerine zehiri yedin
Melahat abla helal et dedin
Hakkım sana helal olsun Yüksel’im.
*
Gül benzin vakitsiz soldu sarardı
Söndü ışıkların dünyan karardı
On dört nisan günü ölecek ne vardı
Hakkım sana helal olsun Yüksel’im.
*
Aşılmaz dağları koydun araya
Sen gittin kor düştü işte şuraya
Yenik düştün çare bulmaz yaraya
Hakkım sana helal olsun Yüksel’im.
*
Birgün demiştin ya bu dertten yana
Ölecek demişler öyle mi bana
İnanma şakadır demiştim sana
Hakkım sana helal olsun Yüksel’im
*
Düşlerime girdin yine dün gece
Şiir yazdım dedin bak hece hece
Engel çekilmiyor ölümlü güce
Hakkım sana helal olsun Yüksel’im.
*
YÜKSEL’E (Fatma Uçarlar)
Önceleri,
Hazan mevsiminde
Ölünür sanırdım.
Baharda da ölürmüş insan,
Hatta, hayata doymadan..
Bahara, hiç yakıştıramadım
Çünkü bahar;
Doğuştur,
Diriliştir,
Belki de bahar,
Yeniden doğurtmak
Yeniden diriltmek,
Yeniden var etmek için
Yumuşacık pamuk gibi
Kabaran toprağıyla kucaklıyor
Yeniden yeşertmek için,
Nisan yağmuruyla yıkıyor
Günahsız bedenleri…
Seni de baharda,
Nisan yağmuruyla verdik
Toprak ananın kucağına..
Zemzem oldu Nisan yağmuru,
Kuruyan dudağına…
Daralan sinene,
Nefes olan ılık rüzgar,
Bindirdi seni kır atına,
Adın gibi yükseltti
Arşın en güzel katına..
***
Şemsettin Küzeci’den:
Irak Basın Tarihi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Araştırmaya yönelik çalışmalar, inceleme ve değerlendirme sonucu yayınlananlar, günyüzü görenler daha bir önem taşıyorlar. Bu yayınların kalıcılıkları bir başka biçimde karşımıza çıkıyor.
Kerküklü Şemsettin Küzeci’nin 1869-2009 yılları arasındaki, Irak Basını üzerine yaptığı araştırma “Irak Basın Tarihi” adıyla 270 sayfayla kitaplaştırıldı. Kitap, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin 40 ncı yılı kitapları arasında, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün katkılarıyla, bu iki kuruluşun logolarının ön kapakta yeralmasıyla yayınlandı.
Bence, gerek İletişim Fakültesi, gerekse Basın-Yayn ve Enformasyon Genel Müdürlüğü çok önemli ve kalıcı bir yayın çalışmasını daha gerçekleştirmiş oldular.
Kutluyorum efendim.
Şemsettin Küzeci’nin değişik kişilere yönelik bir teşekkürü var ilk sayfalardan birinde. Sonra, Küzeci’nin kısa biyografisi yeralıyor. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Korkmaz Alemdar’ın önsözü dikkat çekici. Hoca bir yerinde:
-”Şemsettin Küzeci Irak’taki gelişmelerin iletişim boyutunu başarıyla incelemiştir. Irak’ta varolan Arap, Kürt, Türkmen ve Süryanilerin 140 yıllık yazılı, görsel, işitsel ve elektronik basın tarihini kapsayan bu kitap aynı zamanda Irak’ın zenginliğini ortaya koyacak nitelikte bir çalışmadır” diyor.
“Irak Basın Tarihi”adlı, Şemsettin Küzeci imzalı kitabın içindekiler bölümüne bakıyoruz: Üç bölüm karşımıza çıkıyor. Bu bölümler içinde yeralanlardan;
-Irak’ta Kraliyet döneminde iletişim politikaları (1921-1958),
- Cumhuriyet ve Baas Partisi döneminde kitle iletişimi (1958-2003)
- İşgal sonrası kitle iletişimi ve basın özgürlüğü (2003-2007)
Ekler ara başlığıyla da verilen değişik bilgiler, belgeler dikkat çekmekte kitap içerisinde.
Uzunca bir giriş yapılmış. Buradan öğrendiklerimizden; “Irak’ta Basın Kanunu 1908 yılında Osmanlı’nın Meşrutiyet Kanunu’ndan sonra 16 Temmuz 1909’da oluşmuştur. Mart 1954’te çıkan 24 nolu kararla 163 gazete ve derginin imtiyaz hakkı iptal edilmiştir.” denişi de dikkat çeken cümleler arasında yeralıyor.
Yer yer zengin görüntüler karşımıza çıkarken, yer yer de istatistiki bilgilerle karşılaşıyoruz.
Gazeteler, öteki iletişim araçları hakkında bilgi verilirken, mümkün olduğunca detaylandırılarak bilgiler sıralanıyor. Bir örnek sayfa 85’den:
-”Türkmeneli Dergisi: ITC Enformasyon Dairesi tarafından üç ayda bir Türkçe olarak çıkarılan siyasi ve kültürel konuları kapsayan bir dergidir. 2003’den sonra yayını durduruldu. 2007’de yeni kadroyla tekrar yayına başladı”.
Radyolar, televizyonlar, özel gazete ve dergiler genel bir değerlendirme düzeni içinde sayfalara aktarılan bilgilerle okurların, araştırmacıların karşısına çıkarılıyor.
Şemsettin Küzeci’yle, GÜ. İletişim Fakültesi Dekanlığı ve Basın Yayın Erformasyon Genel Müdürlüğü yetkililerini kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
Not: Irak’ta Arapça, Türkçe, Süryanice, Kürtçe yayınlanan gazetelerin ilk sayfalarının görüntülerinden oluşan serginin açılışıyla, “Irak Basın Tarihi” adlı kitabın tanıtımı, Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü sergi salonunda 11.06.2009 tarihinde gerçekleştirildi.
***
Mehmet Akif Ersoy
Sempozyumu bildirileri kitaplaştırıldı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi “Sanki üç yıllık üniversite” değil derken, hizmet ve gelişme grafiğinin yüksekliğiyle takdir edip alkışladığımız, bu üniversiteye doğru bakışlarımızı yoğunlaştırdığımızda, gördüklerimizin önemliliği ve gelişmişlik çizgisi bizi hem sevindirdi, hem de düşündürdü.
Gelişmeler güzel. Sevindiriciliği beraberinde getiriyor. Düşündürüşü ise, daha bir gurur verici.
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, birbiri ardına yayınlandığı kalıcı ve geniş kapsamlı kitaplarla göz dolduruyor.
Bunlardan bir yenisi; “Uluslarası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu Bildiriler Kitabı” adının taşıyıcısı, iki ciltlik geniş kapsamlı yayın karşısında şapka çıkardık. Kutladık, alkışladık.
19, 20, 21 Kasım 2008 tarihlerinde Mehmet Akif Ersoy Üniversitesince düzenlenen “Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu’na sunulan bildiriler iki cilt halinde pırıl pırıl bir baskıyla kitaplaştırılmış.
Birinci cilt 488 büyük sayfa. İkinci cilt 489 da başlayan 994 de sona eren bir sayfa düzenlemesiyle karşımıza çıkıyor.
Editörler: Prof. Gökay Yıldız, Prof.Dr. M.Zeki Yıldırım, Yrd.Doç.Dr. Şevkiye Kazan, Yrd.Doç.Dr.Hülya Yazıcı Okuyan. Sempozyumun Başkanı, Düzenleme Kurulu ve Sekretaryası var. Buralarda görev yapan değerli bilim adamlarımız-isimlerimiz, imzalarımız var.
Birinci ciltte yeralan bildirileriyle katkıda bulunanların sayısı 56. İkinci ciltte bildirileriyle yeralanların sayısı ise 46 olarak görülüyor. Yani toplam 102 bildiri sunulmuş Mehmet Akif Ersoy Sempozyumuna.
Sempozyum açılış konuşmaları çerçevesinde, Rektör Prof.Gökay Yıldız’ın konuşmasında yerlanlardan bir cümle: “Ulusal birliğimizi güçlendiren, ulusal duygularımızı coşturan İstiklal Marşı’mız, büyük yurt sevgimizi, paylaştığımız ortak değerlerimizi, ortak ülkümüzü anlatan dizeleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının en önemli simgelerindendir”
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Nahçıvan Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Lutfiye Asgerzade “Mehmet Akif Ersoy ve Azerbaycan Şairleri” başlıklı, adlı bildirisinin bir yerinde:
- “Medeniyetin beşiğini İslam dünyası sayan, medeniyetine ve prensiplerine bağlı kalmakla yükselmenin mümkünlüğüne inanan Mehmet Akif milli ahlakı, milli ruh telakki eder, onun iflasını en büyük ölüm sanırdı” diyor.
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof.Dr.Menderes Coşkun’un bildirisinden: “Her ne kadar kendi şairliğini kısmen sanat, kısmen tevazu, kısmen de mükemmeliyetçi tavrı gereği bazı manzumelerinde eleştirse de Akif büyük bir şairdir ve güzel şiirleri vardır.”
Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu sonunda, iki “Mehmet Akif Denizi” ortaya çıkarılmış. Bildirilenlerin getirdikleri ciddi araştırma ve değerlendirmeler sonucu ortaya konulmuş.
Gururumuz Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Burdur’un, Burdurlu’nun geleceğinde önemli bir eğitim-öğretim anıtı olarak yükselmeye devam edecektir. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
***
Adnan Binyazar hocanın
gözü ve kalemiyle: Burdur

Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’dan bir mektup aldım. Ekinde bir gazete kupürü vardı. Önce mektup:
- Saygıdeğer İsa Bey; Gönderdiğiniz gazetelerdeki amcam Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili yazılarınız ve vefalı, kadirşinas davranışlarınız için teşekkürlerimi iletirken, Burdur’la ilgili bir yazıyı da size hoşnut eder düşüncesi ile gönderiyorum. Selam ve saygılarımla (Nuran Ş. Karakılıç-Ankara, 04.06.2009)
Mektubun ekindeki gazete kupürü usta kalem Adnan Binyazar’ın “Ayna” köşesindeki “İzlenimsel bir yazı” başlıklı yazıydı. Hoca, Cumhuriyet Gazetesindeki yazısında Burdur’dan, Burdurludan sözediyordu. Özetlemek, kısa alıntılarla yayınlamak istedim önce. Ama cesaret edemedim. Aynen alıp yayınlamak istedim. Nuran hanıma teşekkür ediyor, Adnan Binyazar hocanın 19 Mayıs 2009 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki makelesini aynen aşağıya alıyorum efendim. (İzlenimsel bir yazı: Adnan Binyazar-Cumhuriyet Gazetesi, 19.05.2009):
-Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Türkçe Topluluğunun çağrılısı olarak, “Türkçe Yazmak” konulu bir konuşma yapmak üzere Burdur’daydım.
Burdur’a akşam alacasında vardık. Anadolu’da bir kente girerken, hele baharsa, belleğimde şiirler sıralanır. Günışığının kavak yapraklarına yansıyan puslu aydınlığı geceye karışırken dilimde Cahit Külebi’nin dizeleri:
“Orda, derenin içinde/İki üç akçakavak./ Tekerler döner, başım döner,/ Kavaklar yeşeriyor, dön geri bak”
Kavak, tarla kıyılarında gelin gibi dizilir de birinin yaprağı öbürünün yaprağına değmez . Hafif bir yel esmeye görsün, yapraklarda sarılı yeşilli ipilemeler...
Gece karanlığında Anadolu kentleri derin sessizliklerdir, birkaç aşevidir, oteldir...
Otelimin adı Atam Hotel!
Aydınlığı içinde saklı bir ad...
“The Marmara” uydurmacıları, ad nasıl koyulur; öğrensinler Anadolu’dan!..
Duvarlara, Atatürk’ün sanatsal portreleri asılmış. Burası otel değil, bir sergievi.
Çalışanların giyimi kuşamı, ilgisi, yüzü okşayan ılık hava, odaları düzeni, temizliği, resimdeki Atatürklerin yüzünü nasıl güldürüyor!..
Sanatın ateşi yanıyor, uygarlığın ışığı parlıyor Anadolu’da...
Otellerde sorunlar uyutmazdı beni, o gece, güzellik coşkusu uyutmadı.
Kahvaltıda, Türkçe topluluğunun akademik danışmanı Dr. Hülya Yazıcı Okuyan, topluluk başkanı Ayhan Özdil, sabah çiçeği yüzlü öğrencilerle bir aradayız.
Toplantı 14.00’te başlayacak. O saate kadar Burdur’un doğasıyla başbaşa kalıyoruz. Burdur’a gidip de Susamlık’tan bakmayanlar, kentin güzelliğini gördüm demesinler.
Göl kıyısındaki “Sofra” ya uğrarlarsa, kulaklarında bülbül ötüşüyle ayrılırlar Burdur’dan...
Gökte utangaç bulutlar dolaşıyor; göl yeşilliğin ortasında göğün puslu maviliğini soluyor.
Bol yağmur yağınca daha da serpilip ışılayan bu yeşil, sanırım yalnız Burdur’a özgü.
Sanki, gölün solukları arasından Fakir Baykurt çıkıp geldi; onu kucakladım, “Ey Fakir’im, bu yeşilden, bu maviden mi aldın sözcüklerinin rengini?..” dedim.
Üniversite yerleşkesine adımımı atınca, sanki 1950’lerin Dicle Köy Enstitüsü’ndeydim. Ortada ne asık suratlı duvarlar, ne insanı ürküten yapılar... Öğretim üyesinden öğrencisine, herkes bir işin ucundan tutmuş, koşuşturup duruyor.
Yerleşkenin bir köşesinde şantiyeyi andıran çadırlar... Üniversitelilerle ilköğretim öğrencileri bir araya gelmişler, bilimsel deneyler için araç gereç üretiyorlar.
Şu iyi bilinsin; Atatürk’ün teknikte de ilerlemeyi öngören “Çağdaş uygarlık düzeyi” ne molla kafasıyla değil, “üretici eğitim” anlayışıyla ulaşılacaktır.
Salonda yüzlerce öğrenci, konuşmacıyı bekliyor. Toplantıya katılan Rektör Prof. Gökay Yıldız, yönetimsel işlev yönünden öğretim üyeleriyle de, öğrencilerle de, dostça bir uyum içinde. Bu, öğrencilerin salondaki duruşlarından belli oluyor. Rektöre beslenen bu saygıda, onun yarattığı özgür eğitim ortamının etkisi seziliyor.
Havasından mı, suyundan mı, sokaktaki insanlar da içtenlikli, saygılı davranıyor birbirine.
Rektör, düşünsel bir bütünleşme duygusuyla, konuşmadan edindiği izlenimleri öğrencilere de aktarıyor.
Havaalanına doğru yol alırken, Burdur’da geçirdiğim yirmi saatin sonucunu yazıyorum defterime:
Burdur, doğanın uygarlık yüzüdür.
binyazar@gmail.com
***
Aysel Al’dan yeni bir kitap:
Ay Sele Düştü
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiir kitaplarının getirdikleri, sayfalarındaki gezinti sonunda ortaya çıkıyor. Okuyanın, inceleyenin, eleştiri için yola çıkanların kanaatları sonuçta pekişiyor, şekilleniyor.
Aysel Al, Ankara’lı şairlerimizden daha doğrusu şairelerimizden.
Yenilerde bir şiir kitabı yayınlandı. Adı: Ay Sele Düştü. Kitabın adının altında önceki şiir kitabından yola çıkarak” Kırçiçeğim neredesin?” diye soruyor.
112 sayfayla şekillenmiş kitap. Üçüncü sayfada, rahmetli babası Şükrü Al için yazdığı şiiri ve babasının bir fotoğrafıyla okurların, şiirseverlerin karşısına çıkıyor Aysel Al. Bu şiirin bir dörtlüğü şöyle:
- Acılar içinde kıvranıyorsun,
Sevgimi ilaç yaparak,
Acıların geçse diye,
Yalvarıyorum Allaha...
Ve bendenize ait, bu satırların yazarına ait bir önsöz var 6 ve 7 nci sayfalarda yeralan. Bir yerinde; “Aysel Al’ın şiir dünyasında, genelleme içerisindeki kültürel dünyasında gözle görülen gelişmeler, geçmişle bugün arasındaki farklılıklar vardır” demişim. Bunun doğru olduğunu bir kez daha burada belirtiyor ve Aysel Al’ın önümüzdeki yıllarda farklı bir hüviyetle karşımıza çıkacağı yönündeki görüşümü bir kez daha yineliyorum efendim.
İlk sayfalardaki şiirlerin başlıkları: Ay, sel, Ayseller, Aysel şeklinde uzayıp gidiyor. Arkasından “Aşkım” diye attığı, koyduğu başlığın altında şöyle sesleniyor, içten samimi ve katıksız. Sayfa 12’deki “Aşkım” ın ilk bölümü;
Aşkım;
Seni yanımdaymışsın gibi hissettim,
Seni görmek istedim,
Ve teninin kokusu alevlendi tenimde
Belki de, konuşmak istedim,
Ama cevap gelmedi...
Duyarsızların, duyarlı hale dönüşmesini beklemek yıllar alıyor. Aysel Al, duygularını anlatmaya, sayfalar üzerine aktarmaya devam ediyor. Sayfa 98 ve 99 da yeralan bir başka Aysey Al şiiri “Buldum” adının taşıyıcısı. Önce arıyor, sonra buluyor. İki bölüm bu şiirden:
Kimi zaman yüzündeki aydınlıkta/ kaçıp giden yıllarda/ Yaşanan baharında/Aradım seni... dedikten sonra, arayıp bulunuşun mısraları şekilleniyor bu kez:
- İki damla gözyaşında,
Bazen bir şiirin yankıları arasında.
Yaşamın başlangıcında, buldum seni.
Aysel Al, yazdıklarını yayınlamadan önce dinlendiriyor. Gerekirse, güvendiği kişilerle değerlendirmelerde, mısraları üzerinde tartışmalarda bulunuyor. Bu özellikleri Aysel Al’ın şiir dünyasındaki yolculuğunu ciddiye aldığını gösteriyor.
Ay Sele Düştü, adlı şiir kitabının arka sayfalarında, önce yayınladığı iki kitabıyla ilgili yazılanlardan bölümler ve yazanların isimleri-imzaları yeralmış. Bu imza sahipleri: Ahmet Tufan Şentürk, İsa Kayacan, Mustafa Ceylan, Ahmet Özdemir, Abdullah Satoğlu, Hüseyin Yurdabak, Hüseyin Yıldız, İsmail Kara, Zübeyir Daras, Abdurrahim Karakoç, Bolat Ünsal... Tebriklerimi sunuyorum efendim.
***
Burdur TSO’nun yeni
döneminde, yeni ufuklar
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Her yeni dönem, bir yeni ufuklar tablosu ortaya koyar. Burada yeni hedefler vardır, varılmak istenilen nokta veya noktalar vardır.
Burdur ilimizin, Ticaret ve Sanayi Odası’nca üç ayda bir yayınlanan “Burdur TSO” dergisinin Mayıs 2009 ayına ait 5 nci sayısı günyüzü gördü.
26 sayfalık derginin imtiyaz sahibi, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası adına Yönetim Kurulu Başkanı: Yusuf Keyik.
Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü: Ahmet Can. Editörlük görevini de üstlenen Ahmet Can’dan sonra, Hulusi İlhan ismi de derginin yayımında katkıda bulunanlar arasında, başında yeralıyor.
Altı isim ve imzadan oluşan yayın kurulu var Derginin. Ön dış kapakta bazı anonslar var. Ön iç kapakta ilginç bir Atatürk ve Celal Bayar fotoğrafı. Altında: 09 Ekim 1937 Nazilli Sümerbank’ın açılışında Atatürk Fabrika Müdürü Fazlı Turga’dan pamukla ilgili bilgi alırken, açıklaması.
Fotoğrafın altındaki satırın altında büyük harflerle, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hakimiyeti milliye, hakimiyeti iktisadiye ile güçlendirilmelidir” sözü yeralıyor, anlam yüklü bir hatırlatma olarak.
Yeni Dönem heyecanıyla Yusuf Keyik’in; “Seçimler bitti. Ama bu seçimin kazananı kaybedeni yoktur. Seçimi Burdur kazanmıştır. Kimseye kırgınlığımız da yoktur. Herkesi kucaklayarak yolumuza devam edeceğiz” şeklindeki sözleri dikkat çekici olarak görülüyor.
Burdur Ticaret ve Sanayi Odasının 2008/2012 dönemindeki yönetim kurulu Yusuf Keyik’in Başkanlığında: Ali Gür, İbrahim Solak, Ö.Faruk Gündüzalp, Şükrü Ürküt,B.Osman Aslanboğa, Osman Kısaoğlu, Alaettin Seçilmiş, Tahsin Eren’den oluşmuş. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
Gazeteci kökenli ve Burdur TSO’nun Basın Danışmanı Ahmet Can’ın “değerli üyelerimiz” başlığıyla bir değerlendirmesi veya sunuşu var. Bunun bir yerinde sayın Can;
-”Bu sayımızdaki kapak konumuzu, yeni dönemde yeni ufuklara şeklinde belirledik. Bunun esprisine bakacak olursak; ilimiz ve bölgemizin Oda ve Borsa seçimlerinin, yerel seçimlerin gerçekleşmiş olması ile yeni yönetimlerle ve bir de yeni Burdur Valimiz İbrahim Özçimen’le yeni yönetim tablosu oluştu. İl müdürlükleri detaylarıyla da yeralan bu tabloda uyumluluk, yeni ufuklara yönelme ve çalışma heyecanını gözlemlemek mümkündür” diyor.
Sonraki sayfalarda yeralaların başlıklarından bazları: Burdur’da 4 yıldızlı otel de işletmeye açıldı, icat çıkaran Üniversite: MAKÜ’de konuşuldu, micro kredi uygulaması Burdur’da başladı, Burdur tanıtımı, Burdur’da ekonomik seyir, Prof. Dr. İsa Kayacan’ın 22.01.2009 tarihli Ankara Mektubu: Burdur TSO’nun faaliyetleri-hedefleri vd.
GÜNÜN HABERİ: Burdur’un en eski yerleşim merkezlerinden olan Tefenni Belediyesi’nin makam aracı yoktur. Bir pikap, bir dolmuş, 3 kepçe, 2 kmyon, 2 itfaiye, bir traktör, 1 çöp aracı, 1 cenaze taşıma aracı bulunuyor. Belediye Başkanı Bayram Kavak : “Tefenni halkına hizmetin en iyisini verebilmek için gerekirse eşekle bile giderim” diyor. (Ses-15 Gazetesi, Bucak-03.06.2009)
***
Yozgat Türkü zengini
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Böyle bir sonuç için, araştırmak, değerlendirmek ve yayınlamak gerekli. Bu gerekli olan, gereklilik için aranan çalışma yapılmış.
Merkezi Ankara’da bulunan Yozgat “Dernekler Federasyonu” yayınlarının 2 ncisi olarak 240 sayfayla, Hayrettin İvgin, Salih Turhan, Ömer Ünal üçlüsünce araştırılmış, değerlendirilmiş ve yayınlanmış. Kitabın adı: Yozgat Türküleri ve Oyun Havaları.
Bu kitap için; “Sürmeli Türkülerinin- Sürmeli Tavrı-denen bu bağlamdaki özel çalış biçiminin doğduğu, Yozgat halk müziği külliyatını içermektedir” deniliyor.
Yozgat, rahmetli eşimin memleketi olması nedeniyle, bu ilimiz merkezi ve ilçelerinde çokca bulunmuşluğum var. Yozgat çamlığındaki testi-kebabı günlerimizi sevgi ve buruklukla hatırlıyorum. Eşimin kardeşlerinin, Yozgat sürmelisini bütünüyle okuyuşlarını, seslendirişlerini anılarımın ilk sıralarında görüyorum. Yiğidin harman olduğu Yozgat insanının, ciddiyetini, kararlılığını, yiğit ve mertliğin gerçeklerinin sıcaklığını halâ yaşıyor ve gururla taşıyorum.
Dersini almış da ediyor ezber: Yozgat Türküleri ve Oyun Havaları adlı kitabın sunuşu, Yozgatlı Dernekler Federasyonu Genel Başkanı Ahmet Koç’un. Başkan sunuşunun bir yerinde;
- “Yozgat halk musikisine ilgi duyan ve bu geleneğin ortaya koyduğu eserler için yapılan bu çalışma bir başvuru kaynağı niteliğindedir” diyor. Kitabın hazırlanışında emeği geçen, imzası bulunanlar var. Bunlar: Bilgisayarlarla nota yazımı: Cengiz Kurt, Kapak Tasarımı: Erhan İvgin, Metin dizgi: Ömer Ünal.
Bayram Durbilmez hocanın “Sürmeli Yarim” adıyla “Yozgat Sürmelisi’ni dinledikçe gönül yaraları depreşenlere” yazdığı altı dörtlükten oluşan şiirini 4 ncü sayfada görüyoruz.
Önsöz, kitabın yazarları adına Salih Turhan tarafından kaleme alınmış. Bir yerinde: “Yozgat, Nida Tüfekçi gibi bir ustanın memleketi olması sebebiyle gerek-Sürmeli Türküleri- gerekse “Yozgat tavrı-denen bağlamanın farklı çalınış biçimi ile ön plana çıkmış illerimizdendir”deniyor.
Türkülerin sayısı 94. Uzun havalar 18. Oyun Havaları sayısı, 9. Bazı türkülerin hikayeleri anlatılmış, nakledilmiş, Kitap içinde Yozgat’ın tarihçesiyle söze başlanıyor. Sonra Yozgat Halk Müziğine toplu bir bakış var. Halil Bedii Yönetken ustanın 06 Ocak 1946 tarihinde Sivas Ülke Gazetesinde yazdığı “Yozgat müzik ve oyun folkloru” başlıklı uzunca ve sımsıcak yazısı, kitabın zenginliğini artırmış.
Türküler, yöresi, kaynak kişisi, Derleyen ve Notalayan şeklinde bilgi kayıtlarıyla, türkü sözleri ve notasının görüntüsüyle ilmi bir araştırma özelliği taşıyor. Nida Tüfekçi, Soner Özbilen, M. Sarıözen, gibi ustaların isimleri ön sıralarda yeralıyor.
Sayfa 148. Sabahınan esen seher yeli mi (Yozgat sürmelisi, itfaiye tavrı, sürmeli çeşitlemesi) açıklamalarından sonra, Yöresi: Yozgat, Kaynak: Hamdi Tüfekçi, Fevzi Akyol, Derleyen: Nida Tüfekçi, Notalayan: Nida Tüfekçi, Kemal Koldaş isimleriyle karşımıza çıkıyor. Bu türkünün ilk dörtlüğü (hepimizin bildiği):
- Sabahınan esen seher yeli mi,
Benim gönlüm divane mi deli mi,
Yoksa bugün ayrılığın gönü mü (aman),
Aman sürmelim aman,
Böyle bir yayının gerçekleşmesini sağladıkları için, Yozgatlı Dernekler Federasyonu yöneticilerini kutluyorum.
***
Gülten Ertürk’ün yeni üç kitabı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Sanat ve edebiyat dünyamızdaki yürüyüş ve gayretleriyle, mesafe alma azim ve kararlılığını gösterenlerden bir isim ve imza. Gülten Ertürk.
Yenilerde üç ayrı kitabı ulaştı bana. Bu kitaplar sırasıyla:
BEYPAZARI KURUSU
Kitabın adı yanında, yani tam adı olarak: Beypazarı Kurusu-Bu bir efsanedir, yazıyor. Minik boy 96 sayfayla, Ankara’da Gündüz Kitabevi Yayınları arasında günyüzü görmüş.
Kitabın adı olan başlığın altındakilerden: “Günün birinde yolunuz Başkent Ankara’nın ilçesi Beypazarı’na düşerse; insanların akın akın uğradıkları taş fırınlardan Türkiye’nin hiçbiryerinde göremeyeceğiniz ve tanımadığınız görünüşü pastaya benzeyen fakat gevrek türünde kuru ismi verilen geleneksel yiyeceği aldıklarını görürsünüz”
Kitabın genel akışı, bu cümle üzerine bina edilmiş, anlatılmış. Ünzile ile Mehmet’in aşklarının anlatıldığı uzunca bir öykü olarak sunulmuş. Gülten Ertürk’ün şairliğinden sonra, yazarlığını da öğrenmiş olduk efendim.
BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR
Gülten Ertürk: 1969 yılında Beypazarı’nda doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Beypazarı’nda tamamladı. Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Sanat Eğitimi Yüksek Okulundan birincilikle mezun oldu. 1991 yılından itibaren Beypazarı Meslek Lisesinde öğretmen olarak çalışmaya başladı.
Belirli Gün ve Haftalar (İlköğretim Şiirleri) adlı kitabın, Gülten Ertürk hanımın mesleğiyle yakından ilgisi olduğu için, yukarıda kısa biyografisinden sözettim. 96 sayfalık büyük boy kitap, Ankara’da Gündüz Kitabevi Yayınları arasında okurlarıyla, öğrencileriyle buluşmuş, buluşturulmuş.
Gülten Ertürk şiirleri, resimlerle zenginleştirilmiş. Sayfa 11 deki ilk şiir “Okul açıldı” başlığının taşıyıcısı. İlk dörtlüğü şöyle:
- İşte yine açıldı okullar,
Yolları doldurdu çocuklar,
Özlemiş okullu arkadaşlar,
İyi ki okullar açıldı.
Gülten Ertürk hanımın bir başka kitabı, şiir kitabı “Gönlümden Damlalar” adıyla yayınlanmış.
GÖNLÜMDEN DAMLALAR
96 sayfayla, Gündüz Kitabevi Yayınları arasında okurlarıyla buluşmuş, buluşturulmuş. Gülten Sultan-Gülten Ertürk, sunuşunun girişinde; “Şiir, şair için ekmektir, sudur. Benim için de öyle; ama ben bu ekmeği suyu paylaşmak istiyorum. Şiir adına, şairlere rehberlik eden ve bu günlere gelmemi sağlayan hocalarıma” diyor. Sayfa 15 deki “Göz yaşartanım” adlı şiirden:
- Sensiz dolaşmıyor damarda kanım,
Dinmiyor nedense acır sol yanım,
Göğüs kafesimde sen benim canımm,
Sende kaldım yine göz yaşartanım...
Gülten Ertürk, gerek şiirde, gerekse düz yazıda, denemede epey yol almıştır. Gelecekte bu yolum km uzunluğu artacaktır.
***

24 Haziran 2009 Çarşamba

Yiğit, mert ve
kahraman: Köroğlu

Prof. Dr. İSA KAYACAN

Saz şairi Köroğlu ile, halk öyküleri kahramanı Köroğlu arasında benzerlik olup-olmadığı, daha doğrusu bu iki ismin aynı isim olup-olmadığı henüz kesinlik kazanmış değildir.
Adıyla, sanıyla, şöhretiyle meşhur öykü kahramanı Köroğlu’dan başka aynı adı taşıyan bir aşığın varlığından ilk kez Evliya Çelebi sözeder. Evliya Çelebi, öykü kahramanı Köroğlu’nun Kuzeybatı Anadolu’da (Bolu taraflarında) eşkiyalık yapmış şöhretli bir haydut olduğunu da kaydetmektedir.
Ahmet Kutsi Tecer, Paris Milli Kütüphanesi’ndeki bir el yazmasında Köroğlu adına kayıtlı üç şiire rastlamıştır. Bu şiirler dil ve üslup bakımından farklı bir saz şairinin varlığını düşündürmüştür.
Fevziye Abdullah Tansel’in, Hasan Eren’in ve Cahit Öztelli’nin araştırma ve yayınları da bu görüşleri kuvvetlendirmekte, desteklemektedir.
Aşık Köroğlu, şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre;III. Murad’ın saltanatı döneminde (1574-95) Anadolu’da yaşamıştır. Özdemiroğlu Osman Paşa’nın komutasındaki orduda Osmanlı-İran savaşlarına katıldığı, adı geçen komutanın ölümü üzerine (1585) bir ağıt yazdığı bilinmektedir. Şiirlerindeki dil ağdalı olduğu için okur-yazar olabileceği düşünülmektedir.
Köroğlu’nun ünü daha çok Doğu Anadolu Bölgesinde yayılmıştır. Bu bölgede halk Köroğlu’nu yolu dağlardan geçen zengin kervanlarından aldığı paraları fakirlere dağıtan bir halk dostu olarak tanıyıp sevmiştir.
Şairin yaşadığı devirde Kayıkçı Kul Mustafa, Kuloğlu, Geda Muslu gibi tanınmış şairlerle birlikte adı anıldığı için, yaşadığı dönemde de meşhur olduğu sanılmaktadır. Koçaklama ve türküleri dil ve ahenk bakımından güçlü ve liriktir. Din ve tasavvuf konularına pek ilgi göstermeyen Köroğlu, aşk şiirlerinde sağlam bir teknik ve samimi ifadeler kullanmıştır.
Bunların dışında savaş destanları, mersiyeleri ve kahramanlık şiirleri de vardır. Fakat bu şiirlerin Köroğlu’na ait olup olmadığı kesinlik kazanmadığını da burada ifade edelim.
Köroğlu’nun iki koçaklamasında yeralan duygular yabancımız değildir. Bunlardan;
Benden selam olsun Bolu Bey’ine,
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır,
O gıcırtısından, kalkan sesinden,
Dağlar seda verip, seslenmelidir.
*
Mert dayanır, namert kaçar
Meydan, gümbür gümbürlenir,
Şahlar şahı divan açar,
Divan, gümbür gümbürlenir.
Hakkında yazılanlardan: Köroğlu, ünlü bir halk hikayesi, daha doğrusu bir halk romanıdır. En az dörtyüz yıldan beri sanat susuzluğunu gidermekte, kahramanlık duygularını beslemektedir. Yiğit ve mert bir kahraman tipi olan Köroğlu, her Türk gencinin ruhunda onun gibi karakterli olma ülküsünü besledi. Halk şiirinin koçaklamalarında hep onun örnek alındığı görülür.
Köroğlu bir kanun kaçağı, devlete karşı gelmiş bir dağ adamıdır. Yollar keser, kervanlar vurur. Babasının gözlerine mil çektiren zalim Bolu Beyi’nin ordularını bozar, dağıtır. Sık sık Bolu’yu basar, şehrin altını üstüne getirir (Cahit Öztelli, Üç Kahraman Şair: Köroğlu-Dadaloğlu, Kuloğlu-1974)
KAYNAK: Işık, İhsan (Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, cilt: 6, Ankara, 2007
***
Güzellemeleriyle tanınan
halk şairi: Karacaoğlan

Prof. Dr. İSA KAYACAN
Karacaoğlan’ın doğum tarihiyle ilgili değişik bilgiler var. Bazıları 1600’lü yıllar derken, bazıları kesinlik içinde 1606’da Adana’nın Bahçe, Feke ve Kozan üçgeni içinde konup göçmekte olan Varsak Türkmenlerinin obalarında doğduğunu kaydediyor.
Bazı araştırmacılar, Karacaoğlan’ın “yaş destanı”ndan hareket ediyor;
Bin on beşte beratçığım yazıldı,
Seksen beşte belkemiğim bozuldu,
Bin doksanda mezarcığım kazıldı,
Mısralarından hareket ederek genel değerlendirmelerde bulunmaktadırlar.
Karacaoğlan,Çukurova’da Toroslu Türkmenler arasında yetişmiştir. Kilis, Maraş, Kırşehir, Erzurum gibi birçok Anadolu şehri ile Rumeli, Mısır, Trablus, Suriye gibi çeşitli ve geniş bir coğrafyayı gezip tanıdığını görüyoruz.
Türk Halk Edebiyatının önemli adlarından biri olan şairin şiirlerinin ünü, xVII. Yüzyılın sonlarında Azerbaycan ve Kırım’da yayıldı. Türküleri halk arasında geniş beğeni topladığı gibi, saraylarda da söylenip çalındı.
Karacaoğlan, Divan ve Tekke şiirinin etkisinde kalmadı. Koşma, semai, türkü ve söylediği kimi destansı şiirlerinde insan ve doğa güzelliği, aşk, hayranlık, yoksulluk, gurbet, zamandan şikayet ve ayrılık gibi temaları işledi. Yabancı kelime ve tamlamalardan uzak durmasını bildi.
Anadolu çevresinde kullanılan kelime ve deyimlere şiirlerinde çokca yer verdi: Hırızma, döndeli, balaban, gövel, sübe v.b. Canlı halk dilini kullanan Karacaoğlan’ın şiirlerinde Türkçeye sinmiş, köylü konuşmalarına kadar yerleşmiş yabancı kelimelere de sıkça rastlandığını görmekteyiz.
Karacaoğlan gençliğinde çok serüvenli, uçarı bir hayat sürmüş, ihtiyarlığın gücü yetmezlikten kaynaklanan elemini şiirlerinde anlatmıştır. Göçler, giyim kuşam, düğünlerde şiirlerinde zengin şekilde izlenir. Karacaoğlan’da tasavvuf ve ilahi aşk düşüncesi yoktur.
Ölümü bir kurtuluş olarak gören halk şairlerinden farklı olarak Karacaoğlan, ömrünü dünya hazları ve arzuları doğrultusunda geçirmek arzusundadır. Bunun yanında, dine karşı saygılı ve inançlıdır.
Daha çok dış dünyayı, dünyevi zevkleri, özellikle sevgilinin hallerini ve güzellere düşkünlüğü vardır. Her yönüyle Divan Şairi Nedim’e benzediği söylenebilir. Dilinin sadeliği, açıklığı, samimiliği, söyleyiş kıvraklığı, yerel söylemleri ustaca kullanması ve irtacali söyleme kabiliyeti de Karacaoğlanın özellikleri arasında sayılmaktadır.
Karacaoğlan’ın bildiğimiz koşmalarından birinin ilk dörtlüğü:
Uryan geldim, yine uryan giderim,
Ölmemeğe elde fermanım mı var,
Azrail gelmiş de can taleb eyler,
Benim can vermeğe dermanım mı var...
Hatırlatmasından sonra, xIx. Yüzyılda yaşamış; Silifkeli, Nizipli Karacaoğlanların bulunduğunu, Yozgatlı Karacaoğlan’ın xVI. Yüzyılda yaşadığı hatırlatmasında bulunalım.
Karacaoğlan’ın ölümü kimi kaynaklara göre 1679’dür. Kimi kaynaklara göre de 1688 olarak kaydedilmektedir.
Hakkında yazılanlardan: Karacaoğlan’ın arada bir Ermeni, Gürcü, Kürt, Rum ve sarışın Firenk güzellerinden ve özellikle Arab gelin ve kızlarından bahsettiği görülür. Ama o, çoğunca gurbet elde kendi yurdunu aradığı gibi, kendi soyundan gelen güzelleri de hasretle anar. (Müjgan Cunbur).
Kaynaklar: Özdemir, Ahmet: Dörtyüzüncü Yılında Karacaoğlan, Bordo-Siyah y. İstanbul, 2006-290 sayfa)
2-Işık, İhsan: Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (Cilt, 5, Ank. 2007)
***
Dr. Mehmet Sılay’ın iki kitabı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Meslek alanları dışına çıkarak, yazıp yayınlayanların, bu konuda, bu alanda başarılı olanların sayıları az değildir.
Mehmet Sılay Tıp doktoru. Bu sahadaki başarılı çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Parlamenterliği vb. Bir, Irak seyahatimiz sırasında bana ulaşan iki kitabı elimde Dr. Mehmet Sılay’ın. Bunlar:
HATAY EVLİYALARI
190 Sayfayla Merkezi Ankara’da bulunan, Keşif Yayınları arasında Günyüzü görmüş. Sılay, sunuşunun sonunda; “Önce kendi değerlerimizi tanıyıp ziyaret etmek ve onlarla iftihar etmek hakkımız. Onların birer efsane yada mitoloji – masal değil gerçek kahramanlar olduğunu çocuklarımıza öğretmekle, tanıtmak ve sevdirmek zorundayız. Yoksa gençlerimizin, yabancı turistlerden hiçbir farkı kalmaz” diyor ve kitabın özetini ortaya koyuyor.
Kitap içinde yeralan isimlerden bazı örnekler verelim:
- Samandağın’da Hıdır Aleyhisselam, Hatay’da ve dünyada Hıdır ziyaretleri efsanelerdeki Hıdır, Habibi Neccar ve cihadı, Reyhanlı’da Şeyh Ubeyd, Kırıkhan’da Bayzedi Bestami, Ahmet Kuseyri, Molla Arap, Antakyalı Ahmet, vd. “Güzel Anadolumuzda; evliyaları ve eşkiyaları Hatay kadar çok ve çeşitli başka bir il tanımıyorum” diye söze başladığı önsözünün girişinden sonraki bölümlerden anlıyoruz ki, Mehmet Sılay Hatay tutkunu sevdalısı. Sayfa 153’e bakıyoruz. Burada “Ali Baba” anlatılıyor. Girişi:
- Belen’in Benlidere Köyü’nde 1879 yılında doğdu. 21 Kasım 1984 tarihinde 105 yaşında vefat etti. Mezarı Dörtyol’a bağlı Kuzuculu Beldesi’nde, sessiz ve asude bir portakal bahçesindedir. Uzaklardan gelenleri ağırlamak için kenarda küçük bir mescit yapılmış olup, belirli zamanlarda ibadet edilir ve zikir halkaları oluşur.
Görülüyor ki, Dr. Mehmet Sılay’ın dili, sade, anlaşılır ve gelecek kuşaklara intikal bakımından önem ve anlam taşıyor.
MEHMET AKİF’İN SEYAHATLERİ
Dr. Mehmet Sılay, manevi değerlerimizin ortaya konuluşu ve sahip çıkılması yönündeki değerlendirme ve yayınlarıyla ilk sıralarda yeralan isim ve imzalarımızdan. İkinci kitabı, daha doğrusu bizdeki ikinci kitabı:
- “Seyyah-ı Beyaban Mehmet Akif” adının taşıyıcısı efendim. Yani, Mehmet Akif’in seyahatleri olarak karşımıza çıkan, çıkarılan 240 sayfalık Erguvan Yayınevi yayınları arasında Günyüzü gören önemli bir yayın, önemli bir kitap.
Mart 2009 baskılı, çiçeği burnunda taptaze bir kitap, merkezi İstanbul’da bulunan Erguvan Yayınları bütünlüğü içinde okurlarına ulaştırılmış. Yayınevi imzasıyla sayfalara aktarılan sunuşun bir yerinde; “Biz Akif’in kısa da olsa bu seyahatlerini önemsiyoruz. Onun bu seyahatlerinde vatan müdafaası ve Allah’ın dini söz konusu olunca nelerin yapılması, nelere katlanılması gerektiğini, dahası ona, bir millete İstiklal Marşı yazmanın ruhunun nasıl verildiğinin künhünü, kaynağını, aşkını öğreniyoruz” deniliyor.
Seyahatlerden: Sahraların gezgini, Bir Osmanlı seyyahı, Hilvan, Beyrut, Antakya, vd.
15 dolayında kitabı yayınlanan Dr. Mehmet Sılay Hatay’da doğdu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Essen Üniversitesinde ihtisasını tamamladı. İskenderun Devlet Hastanesinde Başhekimlik görevini yürüttü. 20. Dönem Hatay Milletvekili olarak Parlamentoda görev yaptı.
***
Burdur’dan yeni yeni
Prof. Dr. İSA KAYACAN

Burdur’a her gidişimde yeni yeni isim ve imzalarla karşılaştığımı söylemeli, sevincimi kaydetmeliyim. Bir şiir sever… Şiir denemeleri bulunan bir hemşehrim daha. Adı: Hacer Göçer. İki şiiri var elimde, yenilerde bana ulaşan. Bunlar:
DİRMİL’im (Hacer Göçer)
Ah! Yeşil, güzel Dirmil’im,
Her yönünle canlısın,
Soğuk sularınla kebabınla,
İlimizde şanlısın.
Yurdumun dört köşesinin,
Dağlarında, ovalarında çanların,
Düğünlerde sipsin, ses verir, çınlar,
Kezban yenge tüngür, cemilem oynar.
*
Ah! Yeşil, güzel Dirmil’im,
Sana gönül bağladım,
15 sene gurbette,
Senin için ağladım.
Ben, Dirmil’i Dirmilliyide çok sevdim,
Eller, allar giysin, ben kareli,
Çok uzaklardan geldim, oldum buralı.
Şu Dirmil’in yüksek karlı dağlarında,
Bülbül öter yeşil, zümrüt bağlarında,
Gel gidelim Dirmil’e yaz aylarında…
*
Ahh! Yeşil güzel Dirmil’im,
Her yönünle canlısın,
Bahar olsun, güz olsun,
Çamlarınla şanlısın.
*
Bak, alşalvarlı, karanfilli geline,
Kına yakmış, alal, ak eline,
Sırma saçın dökmüş ince beline…
Dirmil’im, Dirmil’im güzel Dirmil’im.
*
İSA KAYACAN (Hacer Göçer 08.05.2009)
Tefenni’nin Ece köyünde doğmuşsun,
Burdurun sesi, sazı, sözü olmuşsun,
Şiirinle gönüllere taht kurmuşsun,
Kendisi Ankara’da,
Gönlü Burdur’da yaşayan,
İyi ki varsın İsa Kayacan.
Ali Yücel: 20 Nisan 1947 tarihinde Burdur ilinin Aziziye köyünde doğdu. İlkokul tahsilini Aziziye köyünde, Ortaokul tahsilini Konya’da tamamladıktan sonra, 1966 yılında Bursa Bölge Ziraat Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Tarım Bakanlığı bünyesinde ziraat teknisyeni olarak çalışmaya başlayan Ali Yücel, daha sonra iktisat Fakültesinden mezun oldu. Son görev yeri olan Burdur Tarım İl Müdürlüğü Destekleme Şube müdürüyken, 1994 yılında emekli oldu. Aziziye Folklor ekibi Derneğinin kurucuları arasında yeralan, 15 yıllık araştırmasını 2008 yılında” Bana Göre İslam Dini” (Fıtratın Sesi) adlı kitapta toplayan Ali Yücel Burdur’da yaşıyor.
***
Melahat Ecevit’ten iki yeni şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN

Şairler, şaireler yazdıklarıyla, yayınladıklarıyla takdir topluyorlarsa, toplayabiliyorlarsa, yazdıkları alanda başarıya ulaşmışlar demektir.
Şiir, kelimelere ruh ve canlılık verebilme sanatı olarak ifade ediliyor. Değişik ifade ediliş şekilleri de var tabi.
Melahat Ecevit, Isparta ilimizden sesleniyor yıllardır. Yazdıkları, yayınladıkları var beğenilen, alkışlanan.
Melahat Ecevit’in iki yeni şiiri daha geldi bana. Bunların isimleri: Canın yansın ve tavuklarım. Birinci şiirden:
Ben böyle değildim yıllar evveli,
Gören derdi kırkbir kere maşallah,
Ne hallere düştüm sevdim seveli,
Canım yandı, canın yansın inşallah
*
Sözlerin dikendir, dilin bıtırak,
Yerinden kalkmazsın sanki oturak,
Emirler yağdırdın kaşın çatarak,
Canım yandı, canın yansın inşallah..
Can yakanın, canının yanması için dualar etmek kadar normal ne olabilir. Hele, görenlerin süt dökmüş kedi kadar masum zannettikleri kişinin, giysiler içindeki görünüşüyle adam sanılan kişinin, beş vakit konuştuklarının doğru sanılmasının yanlışlığının görülmemesi, insanın çileden çıkması, çıkarılması anlamına gelmiyor mu?.
İnsanın anasından emdiklerinin burnundan gelmesi, karşıdakinin bakışlarının bağırları delmesi, sanki yedi kat ‘el’ olarak kabul edilmesi, bu inançla yapılan değerlendirmeler içinde yorumlanması ne kadar acıdır değil mi?
Ve: İpe undan başka bir şey sermedin/Aşka dair zekat bile vermedin/Saçlarıma aklar düştü görmedin/Canım yandı, canın yansın inşallah, denilmesi bir hak değil midir?.
Hele; Zor günler geçirdim her an yanında/Kafir kanı varmış senin kanında/Şeytan solda sıfır kalır yanında/Canım yandı, canın yansın inşallah, denilişi duyguların yığın büyüklüğünü göstermiyor mu?
TAVUKLARIM
Melahat Ecevit hocanım, merhum Yaşar halasına ithaf etmiş bu şiirini. İlk dörtlüğü :
Sakın ha, gitme kal filan demeyin,
Benim evde birçok bekleyenim var,
İsterseniz gelin görün ne deyim,
Yol gösteren deyus tavuklarım var…
Gıt gıt gıt gıdaklayan mızıkacılardan kimi öfkelidir, kimi sorgulayıcıdır, içlerinde döğüş neferi olanlar vardır, iyi soylu ve iyi cinsten olanların duruşları bir başkadır tavukların… Melahat Ecevit hocanım tavuklar üzerindeki anlatımını şu dörtlükle noktalıyor:
Bazıları sakin, hep senli benli,
Bazıları sakin, saçar nedenli,
Eşinirken ayak çatal dikenli,
Gözü yaşlı deyus tavuklarım var…
Tavuklar üzerindeki duygularını, böyle yerli yerinde, ustalıkla anlatılabilen ayırım ve sıralamanın kalem sahibi alkışlanmaz mı?. Elbette alkışlanır efendim. Tebrikler Melahat Ecevit hocanım tebrikler
GÜNÜN HABERİ:
Burdur’da 58 yıl önce Teknik-İş ve Torna Atölyesi adı altında kurularak küçük çapta tarım aracı imal eden Ertuğrullar, “Türkiye’nin ilk pamuk hasat Makinesi”ni üretti (Ses-15 Gazetesi, Bucak, Burdur, 12.04.2009)
***
Irak bize ırak değil
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kerkük kökenli olup, Azerbaycan’da yaşayan Türkmen kardeşlerimizden, Prof. Dr. Gazanfer Paşaev’in kitaplarından birinin adı: “Irak bize ırak değil”di. Bende bu isimden kopya çekerek, böyle bir başlık attım.
Mart 2009’un sonunda Bağdat’a yaptığımız seyahatte Kerbela ve Necef kentlerindeki 1. Fuzuli Festivali çerçevesindeki incelemelerimiz sırasında bana ulaşan yayınlardan:
1-Işık Dergisi: Edebi kültür dergisi olarak, Türkmen Işık Edebiyatçılar Grubu tarafından mevsimlik olarak yayınlanıyor. 11 nci sayısı Kış–2008 olarak Günyüzü gördü. Işık Dergisinin İmtiyaz sahibi: Hacı Sami Yusuf Tütüncü. Mahmut Kasapoğlu’nun” Kahramanlığımız” adlı şiirinden:
Azmimiz, irademizle,
Atalardan kalan izle,
Biz dostlarla, dostlar bizle,
Birlikte meydanda durduk,
Sarsılmayan temel kurduk.
Bir başka dergi, Türkmen kardeşlerimizin yayınladığı dergilerden biri:
2- Kardeşlik: Kültür edebiyat ve sanat dergisi olarak, Türkmen kardeşlik Ocağı tarafından Bağdat’ta yayınlanıyor. Genel Yayın Yönetmeni: Dr. Mehmet Ömer Kazancı. 231–232 ve 233-234 ncü sayıları ayrı ayrı yayınlandı. M.Ö. Kazancı’nın “Bağdat Trajedisi” nden:
Yürekler sıkışıp kalmış arada
Ne hatırda aşk var, ne de sırada,
Bir el pusattadır bir el yarada
Kalpler kime şiir yazacaktır?
Bir başka dergi, Irak Türkmenleri kadınlar Derneği tarafından çıkarılan, yayınlanan “Yıldız” dergisi.
3-Yıldız Dergisi: Kültürel dergi. Irak Türkmenleri Kadınlar Derneği tarafından üç ayda bir yayınlanıyor. Başyazar Münevver Molla Hassun. Yazı işleri müdürü: Fuat Demirci. Fazıl Mahmut Kanber’den:
Ederem havar havar,
Havara gelsen ne var,
Geldi kurban bayramı,
Kurbanın olsam ne var
Kitaplar, getirdikleri sayfa sayfa. İçerik olarak zenginlik içindekiler. Bunlardan:
4-Hangi Şehre Gitsem Sen Varsın: Şubat 2009’da Bağdat’ta 116 sayfayla basılan Dr. Nusret Merdan’ın öykülerinden oluşan kitap, Türkmen Kardeşlik Ocağı yayınlarının 17 ncisi olarak Günyüzü gördü.
5-Sümer Melodileri: Ali Şükür Bayatlı’nın şiirlerinden oluşan kitap, Kerkük’te yayınlandı. Kitap, Türkmenlerin dedesi Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve Türkmen şehitlerine armağan edilmiş.
6-Kerkük’ün Sesi Gazetesi: Sekiz normal sayfayla Bartın’da yayınlanıyor. İmtiyaz sahibi: Göngör Yavuzaslan, Genel Yayın Yönetmeni: Şafak Göngör. İdare Merkezi: Piryancılar Cad. Bilaloğlu İşh. Kat.1 Bartın.
***
Durmuş Öcal’dan mektup var
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mektuplar.. yazılmış biçimiyle özlenen, okunuş biçimiyle gözlenen duyguların sayfalara aktarılmışları. Yıllardır, mektuplarla haberleşmiyoruz. Telefon, internet vb. gibi haberleşme araçları ciddi bir şımarıklık tablosu ortaya koyuyor.
Durmuş Öcal, yazıp yayınlamaya hevesli, Burdur çakışlı bültenleriyle dikkat çeken bir hemşehrim. Geçenlerde bir mektup aldım uzunca yazılmış. iki ayrı şiiriyle de dikkat çekti hemşehrim Durmuş Öcal. Önce mektupdan bazı satırlar verelim, nakledelim, sonra şiirler gelsin sırasıyla. Buyurun:
Sayın, sevgili, can ve gönül dostum Prof. Dr. İsa Kayacan: Bildiğim kadarıyla, dostlar , suçlar, borçlar unutulmaz, unutturulmaz. Hele senin gibi üst düzeyde olan candan, canından, yaptığı hizmetlerden bir nebze olsun usanmayan, ihmallik etmeyen kişiler için hayat okulu olarak bizleri doğru yolu gösterenler için.
İnan ki seni hiç unutmuyorum ve unutmak istemiyorum. Seninle tanışalı 10 yıl oldu. Bir ağabey ve bir kardeş gibi yol gösterici olanlar senin yaptığını özkardeşim bile yapmaz. Sizleri üstün kişi olarak değil, bir gönül dostum olarak özlüyorum. Şu ezanların okunduğu ve ruhuma dokunduğu vakitte özlüyorum. Sonsuz saygı ve sevgilerimle hoşça kal, unutulmayan dostça kal. Allaha emanet ol. Sevgilerimle.. Seni özledim, hem de çok özledim. (Durmuş Öcal, Burdur, 06.05.2009)
İSA KAYACAN’a (Durmuş Öcal, 06.05.2009)
Bir adımına, bin adım geleceğim,
Ölene kadar, seni hep seveceğim,
Gel deyince, yanına geleceğim,
Elimden gelen nesneyi vereceğim.
*
HAYAT BU (Durmuş Öcal)
Şu yalan dünyada yaşanacak,
Bir nefes soluktan başka,
Neyimiz var, onu sen bilir misin?
Sevgiler kayboluyor, bir dirhem verir misin?
*
Yaşadığımız hayat çok ucuz,
Yaşanmayan hayat pahalı,
İnsanlar hep yok oluyorlar,
Mezara girmeyi gönül, verir misin?
*
İşte tüm insanlık kişilik dramı,
Ucuza alınıyor ölmenin, öldürmenin gramı,
Hey cani insan, sende unutma sıranı,
Mezar seni de çağırdı, gider misin?
*
Bak düşman değil, dost karşıda
Ne istiyorsan hepsi var çarşıda,
İstiklal söyleniyor Marşıda,
Sende şehitler gibi mezara, gidecek misin?
*
Sende dön arkana bak, gelen var,
Muradına zevkini eremeyen var,
Ucuzda olsa, pahalıda olsa al,
Ölüm senide bir gün alacak, bilir misin?
*
Beyitleri, meyitleri şiirleri yazanlar,
İşte görünüyor, makineyle mezar kazanlar,
İnsanlık dışı, pazarlarda gezenler,
Mahşerde ebediyen yanacak, bilir misin?