26 Ağustos 2009 Çarşamba

Tasavvuf edebiyatımızın ilk büyük şairi:
Yunus Emre (1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yunus Emre’nin şiirleriyle karşılaşmayanımız yok gibidir. O, Tasavvuf edebiyatımızın ilk büyük şairidir. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımızı biliyoruz. Yunus Emre’yle ilgili bildiklerimiz, din ve tasavvuf büyüklerinin rivayetlerinden oluşan menkıbelere dayanmaktadır.
Risaletü’n-Nushiye adlı mesnevisini 1307–1308 yıllarında yazmış olmasından yola çıkarak yaptığımız değerlendirmelere göre; XIV. Yüzyılın başlarına kadar yaşadığı kabul edilmektedir.
Son araştırmalara bakarsak; Yunus Emre’nin 1240–1241 yıllarında, muhtemelen Eskişehir’de doğduğu, seksen iki yıl yaşayarak 1320–1321 yıllarında vefat ettiği tahmin edilmektedir.
Yunus Emre’nin iki defa evlendiği, bu evliliklerinden iki çocuğunun olduğu, Konya, Şam ve Azerbaycan’ı dolaştığı bilinmektedir. Aşık Çelebi, Rıza Tevfik, Bursalı Mehmet Tahir, Hüseyin Vassaf gibi araştırmacılar, şairin okuma-yazma bilmediğini, medrese eğitiminden geçmediğini; İsmail Hakkı Bursevi, Abdulbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş gibi araştırmacılar ise, medrese eğitimi almış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yunus’un ümmiliğini Hz. Peygamber’den kinaye bir ümmilik kabul edenler de vardır. Aslında Yunus, ümmi olmadığını düşündürecek kadar ilim sahibidir.
O’nun ilmi, ilahi aşk ve güzel ahlakla elde edilmiş ledünni (ilham yoluyla elde edilmiş) bir ilimdir. Menkıbeleri ve şiirlerinden anlaşıldığına göre; Yunus Emre, tasavvuf yoluna girmeden önce, güçlü bir medrese öğrenimi görerek yetişmiştir. Yunus Emre’nin menkbevi hayatı daha çok Hacı Bektaş-ı Veli “Velâyetname”sine dayanmaktadır. Rivayetlerden birine göre; Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıkar ve, “Ben bir fakir kişiyim. Bu yıl ekinimden nasip alamadım. Ümittir ki bu yemişi alıp buğday verirsiniz” der. Birkaç gün bekledikten sonra ayrılacağı Hacı Bektaş’a haber verilir.
Hacı Bektaş; “sorun bakalım, buğday mı ister, nefes mi?”der. Yunus’un “buğday” cevabı bildirilince, Hacı Bektaş-ı Veli; “Varın söyleyin, alıcın her tanesi için bir (iki) nefes verelim” buyurur.
Cevaben Yunus Emre; “Ehlim var, nefes karın doyurmaz. Lütuf ederse buğday versinler. Kifaf edelim” der. Hacı Bektaş-ı Veli bu defa; “Alıcın çekirdeğine on nefes verelim” dese de o kabul etmez. Kendisine istediği kadar buğday verilir. Yunus Emre yolda buğdayıyla giderken, “Vilayet eri bana nasip sundu, alıcın her çekirdeğine karşı on nefes verdi. Ne olmayacak iş ettim. Buğday sayılı günde tükenir, nefes bir ömür yeter. Ola ki himmet eder, nasibi verir” diye düşünür.
Yunus Emre Dergâha varıp halini arzeder. Hacı Bektaş’a istediği haber verilince, “O şimdiden sonra olmaz, biz onun kilidini Tapduk Emre’ye verdik”der. Yunus Emre bunun üzerine Tapduk Emre’ye gider. Tapduk Emre, “hoş geldin” halin bize arzolundu. Hizmet et, emek yetir, nasibini al” buyurur. Bunun üzerine Yunus emre, Tapduk dergâhına kırk yıl odun taşır. Bu kırk yıl boyunca Yunus Emre’deki istidat, tasavvufi eğitim yoluyla işlenir. Teslimiyeti, samimi hizmetleri sonucu olgunluk mertebesine erer. Daha sonra şiirleriyle halkı irşat etmek üzere yeniden gurbete çıkar.
Yunus Emre, Konya, Şam ve Azerbaycan dahil geniş sayılabilecek bir coğrafyayı dolaşmıştır. Çağdaşı büyük mutasavvıf Mevlâna Celâleddin’le görüşerek, yolculuğunu doğduğu yer olan Porsuk çayının Sakarya’ya döküldüğü Sarıköy’e dönerek tamamlamıştır. Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de gömüldüğü yere, 1970 yılında yeni bir mezar yapılmıştır. Anadolu’nun birçok bölgesinde, Ona ait mezarın bulunması şaire duyulan büyük sevginin göstergesi olarak kabul edilmektedir.
***
Tasavvuf edebiyatımızın ilk büyük şairi:
Yunus Emre (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kendisinden sonra gelen binlerce düşünce ve sanat adamını derinden etkileyen, şiirleri bugün de en az aydınlar kadar halk arasında dillerden düşmeyen Yunus Emre’nin, Türkçe edebiyatın en büyük şairi olduğunu söylemek yanlış sayılmaz.
Yunus emre, şiirlerinde kullandığı süsten, gösterişten uzak temiz bir Türkçe ile şiirimizin en temiz ve berrak kaynaklarından birini oluşturmuştur. Allah ve insan sevgisini, dostluğu, kardeşliği, merhamet ve yardımlaşmayı esas alan, öğütleyen İslâm tasavvufundan kaynaklanan ve güçlü bir lirizmle beslediği şiirlerinin yüzyılları aşıp gelmesi tesadüfi değildir.
Bazı şiirlerinde aruzu, büyük çoğunlukla hece

ölçüsünü kullanan Yunus Emre’nin Divan’da üçyüz altmış kadar ilâhi ve nefes topladığı görülmektedir. Şiirinin temel birimi beyit, biçmi ilâhidir. Müstezat ilâhiyi sever. Aruzla yazar, Türkçe hece ölçüsüne uygun olan “hezec” ve “recez” bahrlarını kullanır genellikle. Kusursuz bir kafiye yapısına sahip Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük şairi olarak kabul edilmektedir. Yunus Emre, bir ozan, yahut bir saz şairi değil, dini-tasavvufi Türk edebiyatı alanında kendine özgü bir tarzın temsilcisidir.
Kur’an ve sünnet esaslarından hareketle, bütün insanlığı Allah’ı zikre ve kardeşliğe davet eden Yunus Emre, şiirlerinde, ölüm, fanilik, gurbet ve dervişlik konularını işlemiştir. Yine de onun şiirlerinde en çok işlediği konu ilahi aşktır. O’na göre “aşk makamı” yüce bir makamdır.
Yunus Emre, ne dünya, nede ahiret hesabındadır. O, hasret ile doludur. İlâhi aşktan sonra, Yunus Emre’nin düşüncesinde, en köklü yere sahip olan fikir, ölüm fikridir. Şaire göre ölüm “sevgiliyle buluşmaktan” başka bir şey değildir.
Beylikler döneminin karışık Anadolu’sunda yaşamış olan Yunus Emre, dünya ile tümüyle bağlarını koparmamıştır. Bu nedenle de gündelik olaylar şu dörtlüğünde olduğu gibi karşımıza çıkar:
Bu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere,
Gök ekini biçmiş gibi..
Yunus Emre’nin dili, ortak İslâm medeniyeti içinde öteden beri gelişmeye başlamış ve ortak medeniyet dillerinden Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İslâmi Türk dilidir.
Orta Asya’da Ahmet Yesevi ile başlayan tasavvuf şiirinin doruk noktasına Yunus Emre ile çıktığı, Anadolu erenlerinin en büyüğünün Yunus Emre olduğu kabul gören gerçeklerin başında gelmektedir.
Yunus Emre’nin üçbin şiir söylediği, fakat bu şiirlerin Molla Kasım adlı bir zahid tarafından şeraite aykırı bulunduğu için tahrip edildiği, yılların gerisinden gönümüze akıp gelen değerlendirmelerdendir. Molla Kasım, Yunus’un şiirlerini ele geçirip, bir su kenarına oturur. Bin tanesini yakar, bin tanesini de suya verir. Üçüncü bindeki şiirleri okumaya başlayınca, şu dizelerle karşılaşır:
Derviş Yunus bu söze eğri büğrü söyleme,
Seni sığaya çeken bir Molla Kasım gelir..
Bu beyti okuyan Molla Kasım şaşırır, tövbeye gelir ve Yunus Emre’nin ermiş bir kişi olduğuna inanır. Ne var ki iş işten geçmiştir. Elde sadece bin tane şiir kalmıştır.

***
FOTOĞRAF: MOLLA KASIM (YUNUSCA-Mustafa CEYLAN)
*******************************************************
Tasavvuf edebiyatımızın ilk büyük şairi:
Yunus Emre (3)

Prof. Dr. İSA KAYACAN
ESERLERİ:
Yunus Emre’nin iki eseri vardır. Bunlardan Risaletü’n Nushiyye olarak bilineni 1307 yılında mesnevi şeklinde yazılmış, tasavvufi bir nasihatnamedir. Yunus Emre’nin bu eserinde ahenk ve âşıkanelik olmamakla birlikte sembolizmi mükemmeldir. Eserde kavramlar soyut olup teşhis sanatıyla işlenmiştir. Didaktik bir eser olan bu risale, insanın kâmil olma yolunda yaşadığı manevi yolculuğu anlatır.
Yunus’un öteki asıl eseri ise, düşünce dünyasını da ortaya koyduğu Divan’dır. “Yunus olduysa adım pes ne aceb/Okuyalar defter-ü divanımı “beyitinden anlaşıldığı kadarıyla, Yunus Emre hayattayken Divan-ı bulunuyordu, şeklinde yorum yapmak, bunu gerçek olarak kabul etmiş yanlış olmaz.
Yunus Emre’yi ilim ve edebiyat dünyasına ciddi anlamda tanıtan ilk kişi, isim ve imza Fuat Köprülü’dür. “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1918)” adlı eserinde Ahmed Yesevi ve Yunus Emre etrafında gelişen Türk tasavvuf edebiyatı tarihi, geniş şekilde incelenmiştir.
Cumhuriyet döneminde Yunus Emre üzerine ilk ciddi araştırmayı ise Burhan Toprak yapmış ve Yunus’un şiirlerini “Yunus Emre Divanı-(1933–34)” adıyla yayımlamıştır.
HAKKINDA YAZILANLARDAN
1- Yunus Emre bir bakıma Mâvlana ile adeta aynı inancı ve aynı dünya ve hayat görüşünü paylaşmıştır. Mevlâna’nın Farsca terennüm ettiklerini, çok uzun ve geniş bir ufukta, bize aydınlığı gösterdiklerini Yunus Emre çok daha kısa tesirli bir Türkçe ile şakımıştır. (Abdülkadir Karahan)
2- Yunus Emre’nin sanatı tamamiyle “Milli” yani “Türk” bir sanattır ki, bunu tahlil edecek olursak, başlıca iki unsura tesadüf ederiz: Evvela ona ahlaki-süfiyane esaslarını veren “İslami-Nev-Eflâtuni” unsur. İkinci olarak; lisanın edasını, şeklini, veznini veren milli unsur. Birisi “Esas”ı, diğeri “Şekl”i teşkil eden bu iki unsur. (Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, 1986)
3- Bu dünya, insanın bakıp bakıp doyamadığı kızıl, yeşil donanmış pırıl pırıl bir gelindir. Ölümü en sakin ve soyut çizgilerle anlatan Yunus, ölüme geçiş acılarını en dehşetli imajlarla, hayatı da bir çocuğun dünyaya bakışı kadar taze, renkli ve parlak, canlı kelimelerle anlatıyor (Sezai Karakoç, Yunus Emre, 1989).
4- Şiirimizin ustalarından, rahmetli Halil Soyuer’in sekiz dörtlükten meydana gelen “Gizlidir” başlıklı şiirinin bir dörtlüğü: Halil diye doğmuş biri/Yunus olmuş onun pir’i/Belki de bunca şiiri/Yazanda, Yunus gizlidir..
ŞİİRLERİNDEN
Yunus Emre’nin şiirlerinden: 1-Aşkın aldı benden beni/Bana seni gerek seni/Ben yanarım dün-ü günü/Bana seni gerek seni (Kül’den)
2- Bir garip ölmüş deyeler/Üç günden sonra duyalar/Soğuk su ile yuyalar/Şöyle garip bencileyin (Soğuk su’dan)
3- Gökyüzünde İsa ile/Tur dağında Musa ile/Elimdeki âsâ ile/Çağırayım Mevlâm seni (Dağlar ile, Taşlar ile’den)
4- Ne dilersen Haktan dile/Kılavuzla gir doğru yola/Bülbül âşık olmuş güle/Öter “Allah” deyu deyu (Şol cennetin ırmakları’ndan)
5- Gönlüm düştü bu sevdaya/Gel gör beni aşk neyledi/Başımı verdim kavgaya/Gel,gör beni aşk neyledi (Baştan ayağa yâreyim’den)
6- Bir hastaya vardın ise/Bir içim su verdin ise/Yarın anda karşı gele/Hak şarabın içmiş gibi (Gök Ekini’nden)
KAYNAK: Işık, İhsan: (Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, cilt 9 Ankara 2007)
***

Münevver Düver’in sanat dünyası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Son yıllarda, şairelerimiz arasında, münevver Düver ismi ve imzası dikkat çekmeye başladı. Ankara’daki imza günleri bu dikkat çekişin başlangıcı oldu. Değişik sanat etkinliklerindeki performansı o’nun sanat ve edebiyata verdiği önemi gözler önüne serdi.
Adana’dan iki gazete geldi geçenlerde. Bu gazeteler, “Zirve” ve “Türkay Haber” adlarının taşıyıcısıydılar.
ZİRVE GAZETESİ: Günlük olarak sekiz sayfayla yayınlanıyor. Ofset tekniğiyle okurlarının karşısına çıkan, çıkarılan gazetenin sahibi: Kürşat Uçuk. Sorumlu yazı işleri müdürü: B. Ali Güvensoy. Yayın kurulu var. Yerel haberlerin ağırlıklı olduğu gazete sütunlarında değişik makale yazarları dikkat çekiyor. Bu arada, Münevver Düver’in hazırladığı, “Dilin isyanı” ana başlığı altında verilen, yayınlanan şiirlerin imza sahipleri şöyle sıralanmakta:
Mansur Ekmekçi, Murat Duman, Nevzat Seçen, Kerim Özbekler, Nusret Turan, İsa Kayacan, Hatice Türken, Ahmet Canbaba, Şükrü Öksüz, Gündüz Aydın, Münevver Düver, Bolat Ünsal. Şimdi, Münevver Düver’in “Adana ve ilçeleri güzellemesi”nden bir dörtlük sunalım:
Dünyanın gözünde her dem uludur,
Bir başka güzeldir canım Adana’m,
Dört kıtadan geçen kervan yoludur,
Bir başka güzeldir, canım Adana’m…
şimdi ikinci gazetemiz “Türkay Haber’in sayfalarına dönelim efendim. Buyurun:
TÜRKAY HABER GAZETESİ
Ferman Gökdal’ın sahipliği ve genel yayın yönetmenliğinde yayınlanan Türkay Haber’in sorumlu yazı işleri müdürü: Verda Yoldaş. Haber müdürü: Dursun Dağtekin, Reklam ve abone sorumlusu: Dilek Özsoy. Kültür Danışmanı: Münevver Düver.
Gazetenin ikinci sayfasında, tam sayfada kültür penceresinden bakıyor Münevver Düver. Pek çok şairin fotoğraflarıyla birlikte şiirleri yer alıyor. Gazetenin 108 nci sayısındaki kültür sayfasında şiirleri yer alan şairlerimiz:
Nusret Turan, Kerim Özbekler, Ahmet Sargın, Nevzat Seçen, Şükrü Öksüz, Münevver Düver, Murat Duman, Bolat Ünsal, İsa Kayacan. Şimdi burada kendim için iltimas geçip gazetenin ilgili sayfasında yer alan “Ece Köyünde Akşam” adlı, başlıklı şiirimin son dörtlüğünü aşağıya almak istiyorum:
Bu yamaçların ta eteğinde,
Görünür selvilerin gölgesi,
Sonra arıların peteğinde,
Bir vızıltı, bir de ezan sesi.
Böylelikle, gazetede “fısıltı” diye yazılan kelimeyi, vızıltı” olarak düzeltmiş olduk efendim.
Türkay Haber gazetesinin 100 ncü sayısı da elimde. Münevver hanım bu sayıdaki kültür penceresinden bakışında, sayfanın tümünü bendenize, yani İsa Kayacan’a ayırmış. Teşekkürlerimi sunmak istiyorum buradan. Mansur Ekmekçi, Münevver Düver ve Baki Yıldırım’ın 2008’in ortalarında yaptıkları Ankara seyahatleri sırasında, Davut Cömert’in bürosundaki görüntülerimiz de sayfanın zenginliğini sağlamış.
Burada, Münevver Düver’in, “Kutsal kültür hizmetinin hizmetkârı: İsa Kayacan” şeklinde kullandığı başlık hoşuma gitti, beğendim.. Bir teşekkür de bu sayfa ve anılan başlık için efendim.
GÜNÜN HABERİ: Gazeteci- Teknoloji uzmanı Hüseyin Kayacan, Burdur’da bir “ilk” yayın olacak “Burdur fıkraları” adlı araştırmasının kitap- yayın hazırlıklarını sürdürüyor. İlgili çevreler Hüseyin Kayacan’ın bu konuda geciktiği yönünde yorum yapıyorlar.
***
Şeyh Ali Semerkandi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’nın ilçesi olan, bir şiir etkinliği vesilesiyle gittiğimiz Çamlıdere’de Şeyh Ali Semerkandi’yi daha yakından tanıma fırsatı bulduk.
İstanbul Gaziosmanpaşa Müftüsü Hüseyin Aşık’ın yazdığı, kaleme alıp yayınladığı bir kitap var bize ulaşan. Tam adı:
Çamlıdere’de medfun Kibar-ı Evliya’dan Şeyh Ali Semerkandi. Hayatı Menkıbeleri.
248 sayfalık kitabın arka kapağında, hepimizin bildiği ve sık sık söylediği “Niyet hayır, akıbet hayır” sözü var. Bu ünlü sözün Şeyh Ali Semerkandi’ye ait olduğunu hatırlıyoruz.
Çamlıdere’li aydınlar, Şeyh Ali Semerkandi’yle ilgili geniş bilgi sahibiler. Türbe ziyaretimiz sırasında bize verdikleri bilgiler detaylı. Çamlıdere eski müftüsü Hüseyin Aşık’ın yazdığı bir önsöz var. Bir yerinde:
-“Ankara ili’nin Çamlıdere ilçesinde medfun bulunan Şeyh Ali Semerkandi hazretleri büyük velilerden biri olup, ibret dersi veren örnek bir hayat levhasının sahibidir” deniliyor.
Sayfa 12’de bir hatırlatma var. Burada;
-“Şunu açıkca belirtmek gerekir ki Şeyh Ali Semerkandi’nin ismi Türkiye’nin yani Anadolu’nun bazı yerlerinde bazı türbelere ve bazı makamlara yöneltilerek yadedilir. Hatta İslâm âleminin bir çok yerlerinde de geçer. Yalnız muhtelif yerlerde Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerinin ismini taşıyan türbelerde yatan zatlar bu zatın halifeleridir” denilmektedir.
Kitap içinde, Şeyh Ali Semerkandi’nin sözlerinden, mesnevisi olarak kabul edilenlerden örnekler var. Bunlardan:
Besmele ile başlarım söze,
Allah’tan oldu ilham bize,
Neler görünüyor gözümüze,
Bir Arifi billahi anlatayım size.
*
Rasüllah Mekke’den Medineye göç etti,
Bir hurma ağacı kendine tazim etti,
Bu mübarek ağaçtan bir çubuk kesti,
O çubuğu Asay-i şerif yaptı
Şeyh Ali Semerkandi: Ankara ilinin Çamlıdere ilçesi kabristanında mevcut bulunan türbesinde mütevellileri, halifeleri, müridanı ve gönüldaşları ile yatan Şeyh Ali Semerkandi, hicri 720 ve miladi 1300 senesinde İsfahan’da doğdu. Hz. Ömerü’l-Faruk’un dördüncü batından zuhur eden nesline mensup torunudur.
GÜNÜN HABERİ: Burdur’da şehit annesi Vesile Alyanak’ın “Ümit” adlı şiir kitabı Valilik yayını olarak günyüzü gördü. Tebrikler Vesile Anne, tebrikler Sayın Vali İbrahim Özçimen.
***
Yazanlar... Yazılanlar
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yazanların yazdıkları, yazılarak ortaya konulanlar. Hep önemlilik taşır, anlam zenginliği taşır. Şairleri, imza sahipleri itibariyle gündemimde yer alanlar… Şiirlerinden kısa kısa bölümler:
GÖR (Mustafa Ceylan)
Işık salkımıyla bağ yap özünü,
Hoşça bak her şeye, çevir yüzünü,
Karanlık gecede yumma gözünü,
Soğuk güneşlere sıcak, ol da gör.
‘Ölmeden evvelce öl”de böyle gör.
Mustafa Ceylan’ın bu şiiri altı dörtlükten meydana geliyor. Son bölüm vurgulanmış, beş mısra ile şekillendirilmiş, anlatılmış., bütünleştirilmiş.
SU (Abdullah Satoğlu)
Lale şairi olarak bilinen Abdullah Satoğlu’nun ünlü su şiiri de zihinlerdedir. Su gerçeğini en iyi anlatanların başında yer alan Abdullah Satoğlu, bu şiirinde şöyle söze başlıyor:
Ey Rab’bın en büyük nimeti,
Sen Kâbe’de Zemzem,
Cami avlusunda sebil,
Erciyes’te pınarsın,
Aband’da gölsün nefis bir tablo gibi,
Gül yaprağında şebnem,
Her duasında rahmetli annem:
“Su gibi aziz ol!”derdi.
Annem gibi aziz olan su,
Sebil sebil cami avlusu..
Arkasından, 20 Ekim 2008 tarihinde aramızdan ayrılan İlkan San’ın “Yolcuyum Dostlar” adlı şiirinden aldığımız bir dörtlük efendim:
YOLCUYUM DOSTLAR (İlkan San)
Şiirde, şarkıda adım kalacak,
Sevdiğim insanlar beni anacak,
Batmayan güneşim orda doğacak,
Bir başka aleme yolcuyum dostlar..
Şiirler, yazanlarıyla, daha doğrusu şairleriyle biliniyor veya unutuluyor. Zaman bu konuda en hassas terazi. Bir başka şairin, daha doğrusu şaire Kadriye Göktepe’nin bir dörtlüğü efendim:
BARIŞIK (Kadriye Göktepe)
Gönlüm senle barışık,
İstesem de küsmüyor,
Aklım karma karışık,
Ne yapsam çözülmüyor..
Yazanların yazdıkları… Yayınladıkları..Bize ulaşanlar, bunların bölümleri arasından seçip sayfaya, sütunumuza aldıklarımız.
GÜNÜN HABERLERİ:
1- :Burdur Gazetesinin 15.08.2009 tarihli sayısında yer alan gazetenin muhabirlerinden Hacer Zeren’in yazar Yusuf Erkan’la yaptığı ropörtajın bir yerinde; “Burdur’da kısır çekişmeler var. Kabul etmek gerek” denilişi anlamlı ve dikkat çekiciydi.
2- Serhad Artvin Gazetesinin 13.08.2009 tarihli sayısında yer alan görüntülü haberlerden birinin; “Şavşatlı Şair Ercan Gündüz yayınladığı şiir kitaplarını satamadığı için çöp kutularına atıyor” şeklinde başlık taşıması, Türkiye’de sanat ve edebiyata verilen önemin göstergesiydi.
***
Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Zaman zaman sorarız: Emniyette miyiz?.
Emniyette olduğumuzu söyleriz, böyle kabul ederiz. Daha doğrusu böyle kabul etmek doğrularımız arasında yeralır.
Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Dergisi mesleki, fikir, hizmet içi eğitim haberleşme ve kültür dergisi olarak üç ayda bir yayınlanıyor. Anılan derginin eski sayılarından biri 57 nci sayısı, Temmuz -Ağustos-Eylül 2008 aylarına ait olan sayısı elimde.
106 sayfalık derginin sahibi: Vali, Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal. Genel Yayın Yönetmeni ve Yayın Kurulu Başkanı: Mustafa Çankal. Değişik isim ve imzaların derginin başka bölümlerindeki hizmetlerinde görevli oldukları görülüyor.
Polis Dergisinin haberleşme adresi: Necatibey Cad. No:70 Çankaya-Ankara, şeklinde kaydediliyor.
Oğuz Kağan Köksal imzalı bir başyazı. Bu başyazının bir yerinde; “Polisiye başarının salt çalışmayla sağlanamadığı, toplumsal desteğin de bu başarıda önemli bir gösterge olduğu gerçeğinin de farkındalığını yakalayan polisimiz, toplum destekli polis uygulamalarıyla başarılarını desteklendirmektedir” deniyor.
Derginin sayfalarında makale ağırlıklı bir yayın görünümü ortaya konulmakta. Bu alandaki isim ve imzalardan bazıları: Dr. Erhan Güney, Fatih Balcı, Eyüp Şahin, Rahmi Töre, Mustafa Baz, Gökhan Akkoca, Zafer Tunç, Muharrem Canpolat, Dr. Aygün Erdoğan, Murat Günbeyi, Tarkan Gündoğdu, Hüseyin Öztürk, Özlem Dalabakan, Bülent Tansel, Barış Akgüç, Serdar Ünaldı, A. Serdar Çelebi, Erkut Kırmızıoğlu, Haberler: Polis dergisi imzasının taşıyıcıları efendim.
Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal’ın bir eğitim seminerinde yaptığı konuşmalardan spotlaştırılanlar arasında yeralanlardan bazıları:
- İlçe Emniyet Müdürlüğü, sadece polislik değil, aynı zamanda yöneticilik gerektirir,
- İletişimin önemli bir yönü de hizmet ettiğimiz halkımızla olan iletişimdir,
- İnsanların bir görevi başarıyla yapabilmesi için bulunduğu görevi önemsemesi birinci şarttır.
- Bir personelin ses tonu kuvvetlidir ve etkili olabilir. Vatandaşla muhatap olacak olan personelin etkili ses tonunun yanı sıra düzgün diksiyona sahip olması da önemlidir. Karakola gelen vatandaşla ilk olarak böyle personelin muhatap olması gerekir.
EMNİYETTE MİYİZ?
22.05.2008 tarihinde güpegündüz saat 16.00’da çelik kapı kırılarak evimdeki laptop (bilgisayarımı) çalanlardan haber yokken, burada yine aynı soruyla devam etmek ve Ankara AŞTİ’ deki bir hırsızlık olayından bahsetmek istiyorum: Bu satırların yazarı olarak bendeniz, 17 Ağustos 2009 pazartesi günü 14.30 Kamil Koç otobüsüyle İzmir’den hareket edip, 23.00 dolaylarında Ankara’ya indim. İniş sırasında, cüzdanım içindeki fişleri çıkartıp, cüzdanımı cebime koyarak, bagajdaki eşyalarımı aldım. 10-15 adım sonra, cüzdanımın yerinde olmadığını fark ettim. Geri döndüm, otobüs görevlileriyle, otobüsün içine baktık. Cüzdanım yoktu. İçinde nüfus cüdanım, sürekli basın kartım, TC Başbakanlık emekli kartım, Garanti Bonus kartım, Vakıfbank kredi, Ziraat Bankası Bankamatik kartım, Gazeteciler Cemiyeti kartım, İLESAM kartımın bulunduğu cüzdanımın çalındığına ilişkin başvurumu, AŞTİ içindeki polis karakoluna bildirdim.
Burada görevli polisin “belge almak istiyorsan Çiftlik Polis karakoluna gideceksin” demesi üzerine, “neden oraya?" diye sorduğumda, kendilerinin “nokta” yani yönlendirme görevi yaptıklarını söylemesi beni üzdü. Cüzdanım çalınmıştı, param yoktu. Çiftlik karakoluna hangi parayla nasıl gidecektim?. Buradaki çelişkiyi çözemedim!..
19.08.2009 tarihinde Çiftlik Polis Karakoluna gittim. Tutanak tutuldu, bir örneği bana verildi. Cüzdanım ve içindekilerden ses yoktu. Öğrendim ki, Jandarmadan alınan görevlerin büyük bölümü Çiftlik Polis Karakolunun hizmet alanına dahil edilmiş. Bu semtler: Çayyolu, Ümit köy, Dodurga, Alaçatı, Koru sitesi, Yaşam kent şeklinde sıralanıyordu!. Bu bölgeler için tek karakol yeterli mi acaba?

1 yorum:

lensingam dedi ki...

merhaba hocam ben ercan gündüz yorumunuzu yeni okudum. 1. kitabım olan gönül sarayı ile ilgili 7 gazeteye yorum yazısı göndermiştiniz.sizinle ankara kalesindeki şiir toplantılarında tanışmak ve elinizi öpmek kısmet olmuştu tel=05066534439 sizi tekrar saygıyla selamlarken tekrar ellerinizden öpüyor saygıyla selamlıyorum.