31 Aralık 2010 Cuma

2009 yılında, gazete ve dergilerdeki yayın görüntüm: 964 ayrı yazı, 4 bin 184 kez yayın (1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Yıllar itibariyle, gazete ve dergilerde yayınlanan yazılarımla ilgili yaptığım değerlendirmeler- yayınlar ses veriyor, dikkat çekiyor. Bu çerçevede, bu noktadan bakılarak 2009 yılında bu satırların yazarı İsa Kayacan’ın yazdıkları, yayınladıklarıyla ilgili genel tabloya bakalım:
            Bu genel tablo, bendenizin kendimle ilgili, gazete ve dergilerde yayınlanan yazılarımla ilgili notlarım gün, hafta, ay ve yıl itibariyle yan yana getirilişinden ortaya çıkıyor:, 2009 yılında 964 ayrı yazı yazıp, 38 gazete, 14 dergide toplam 52 ayrı yayın organında 4 bin 184 kez okuyucu karşısına çıkmışım (bu rakam ulaşılan okuyucu sayısının artışıyla farklı bir sonuca ulaşabilir), okuyucuyla buluşmuşum... Bir başka ifadeyle 2009 yılında da ‘rekora’ giden yolda yürümüşüm, ayak izleri bırakmışım.
            Kayıt altına aldığım günlük, haftalık, aylık ve yıllık notlarımı 01 Ocak -31 Aralık 2009 arası, yani 12 aylık sürede, gazete ve dergi isimleri itibariyle değerlendirme, alt alta koyup, sıralama, toparlama sonuçlarıma göre;
1- Belde Gazetesinde (Ankara, 356 ayrı yazı),
2- Olay Gazetesinde (Ankara, 293 ayrı yazı),
3- Yarın Gazetesinde (Ankara, 315 ayrı yazı) olmak üzere, toplam 964 (gün-yazı) ayrı yazımın, günlük olarak yayınladığı ortaya çıktı. Bu 964 ayrı yazımın değişik yerleşim birimlerinde yayın yapan, gazete ve dergilerde “gün-sayı olarak” olarak 4 bin 184 kez yayınlandığı, okuyucu karşısına çıktığı, çıktığım, yıllık kayıtlarımın teker teker-satır satır değerlendirilişiyle anlaşıldı, görüldü.
Şimdi, yukarıda kaydedilen 3 ayrı gazeteye ilâve olarak İsa Kayacan’ın yazılarının yayınlandığı gazete ve dergilere, yayın-gün sayısı itibariyle şöyle bir göz atalım:
4- Sonsöz Gazetesi (Ankara, 344 yazı),
5- Gündem Gazetesi (Ankara, 303 yazı)
6- 24 Saat Gazetesi (Ankara, 301 yazı),
7- Anayurt Gazetesi (Ankara, 155 yazı),
8- Yenigün Gazetesi (Burdur, 267 yazı),
9- Burdur Gazetesi (216 yazı),
10-Burdurlu’nun Sesi Gazetesi (152 yazı)
11-Kent Gazetesi (Kilis, 161 yazı),
12-Gaziantep’te Zafer Gazetesi  (237)yazı,
13-Van Postası Gazetesi (268 yazı),
14-Vangölü Ekspres Gazetesi (140 yazı),
15-Ses-15 Gazetesi (Bucak-Burdur, 50 yazı)
16-Tefenni’nin Sesi Gazetesi (46 yazı)
17-Pınar Gazetesi (Gölhisar-Burdur, 42 yazı)
18-Yeni Söke Gazetesi (45 yazı),
19-Söke Ekspres Gazetesi (9 yazı),
20-7 Mart Gazetesi (Borçka-Artvin, 18 yazı),
21-Fethiye Gazetesi (92 yazı)
22-Babaeski Söz Gazetesi 86 yazı)
23-Şafak Gazetesi (Aydın, 25 yazı),
24-Sorgun Postası Gazetesi (37 yazı)
25-Hürfikir Gazetesi (Lüleburgaz, 32 yazı)
26-Zümrüt Rize Gazetesi (28 yazı)
27-Çoruh’un Doğduğu Yer Gazetesi (Bayburt, 22 yazı),
28-Oğuzeli Gazetesi (Bucak-Burdur  88 yazı) ***
2009 yılında, gazete ve dergilerdeki yayın görüntüm: 964 ayrı yazı, 4 bin 184 kez yayın (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            29- Güzelhisar Gazetesi (Aydın), Yozgat Gazetesi, İleri Gazetesi (Yozgat), Bakış Gazetesi (Aydın), İleri Gazetesi (Ceyhan-Adana), Çukurova Medya Gazetesi (Adana), Eğitim Dünyası Gazetesi (Ankara), Özden Gazetesi (İstanbul), Önder Gazetesi (Keşan), Bayburt Postası Gazetesi, adlı gazetelerde toplam 37 ayrı yazımın yayınlandığı görüldü. Yayın (gün) sıralamasında ilk onda yeralan Gazeteler: Belde Sonsöz, Yarın, Gündem, 24 Saat, Olay, Van Postası, Yenigün, Gaziantep’te Zafer, Burdur.
DERGİLER
1- Çağrı Dergisi (Ankara, 2 yazı),
2- Ankara Edebiyat Dergisi (1 yazı),
3- Erciyes Dergisi (Kayseri, 1 yazı)
4- Kümbet Altında Dergisi (Tokat, 3 yazı),
5- Tuna Boyu Dergisi (Bulgaristan, 1 yazı),
6- Kardeşlik Dergisi (Bağdat, 1 yazı),
7- Işık Dergisi (Kerkük, 1 yazı),
8- Folklor Etnografya Dergisi (Bakü, Azerbaycan, 1 yazı),
9- Dikili Ekin Dergisi (1 yazı),
10-Sarızeybek Dergisi (Söke-Aydın, 1 yazı),
11-Maki Dergisi (Mersin, 2 yazı),
12-Burdur TSO Dergisi (1 yazı),
13-Burdur Yöremizin Kültür, sanat ve edebiyat bülteni (2 yazı),
14-Yol Dergisi (Ankara, 1 yazı).
2005 – 2009 YILLARINA AİT YAZILARIMIN YAYINLANDIĞI GAZETE VE DERGİLER AÇIKLAMASINDAN-YAYININDAN SONRA, İKİ MEKTUP:
1-Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan, Üstadım: Yıllar itibariyle, yazılarınızın yayınlandığı gazete ve dergilerdeki sayıları gördükçe, seviniyor, sizinle gurur duyuyorum. Öncelikle, diktiği çınarın gölgesine bağdaş kurup gövdesine yaslandığınızı ve yılların çalışmalarını gözünüzde slayt şeklinde izlediğinizi düşünüyorum.
            Haklı olarak gururunu duyup, hissedebilmek herkese nasip olan bir durum değildir. Bundan emin olmanızı istiyorum.
            Önce memleketin her köşesini, sonrada kendi memleketinizi kucakladınız tabi. Ne düşüncelerde mi diyeceksiniz?. Başarmanın mutluluk ve gururuyla...
            Yaptığınız bu güzel hizmetlerden dolayı çalışmalarınız süresince ulaştığınız, gönüllerini aldığınız tüm okurlarınız adına, defalarca candan teşekkür ve tebrik ediyorum.
            Ömrünüz uzun, başarılarınız daim ve dostluğunuz kaim olsun efendim. (Osman Tekerci, Edebiyat Öğretmeni-Bucak-Burdur, 04 Aralık 2010)
            2-Yurdumuzun her yerinde yayınlanan yazılarıyla, halkımıza san’at-kültür öğretmenliği yapmakta olan, çalışkan, üretken, dost yazar Prof. Dr. İsa Kayacan’a gönülden teşekkür ve sevgilerle (M. Kemal Yılmaz, Ankara, 04 Aralık 2010)             ***
Mehmet Nuri Parmaksız’dan:
Türk Edebiyatında ağıt yakma geleneği ve ağıt-destanlar
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanlar isimleriyle, insanlar ortaya koydukları eserleriyle biliniyor, takdir edilip, alkışlanıyorlar. Ya da tersine tanınmıyor, alkışlanmıyorlar.
            Mehmet Nuri Parmaksız, eğitim dünyamızın önde gelenlerinden. Lise edebiyat öğretmenliğindeki başarılarını, ortaya koyduğu eserleriyle de taçlandırdı. Kısa adı İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin Genel Başkanı.
            Mehmet Nuri Parmaksız, varmak istediği hedefle ilgili araştırmalarını yaptıktan sonra, kademe kademe inceliyor. Karar verdikten sonra, hedef yolculuğuna çıkıyor ve kısa zamanda varıyor.
            Bana yenilerde ulaşan bir araştırma-kitabı var Mehmet Nuri Parmaksız’ın,  merkezi Ankara’da olan Akçağ Yayınları arasında günyüzü gören. Adı: Türk Edebiyatında Ağıt Yakma Geleneği ve Ağıt-Destanlar. 360 sayfayla şekillenen kitabın önsözü Parmaksız hocaya ait. Önsözün bir yarende:
            -“Çok geniş bir kültürel zenginliğe ve geçmişe sahip olan Türk edebiyatı içinde biz, çalışmamızın ana konusunu, matbaanın kullanılmaya başlanmasıyla birlikte, tek sayfa şeklinde matbaalarda basılarak satılan ağıt konulu destanlar üzerinde durduk” deniyor.
            Mehmet Nuri Parmaksız bu eseriyle, edebi alandaki çalışmalarının doruğuna çıkıp, bağdaş kurup oturmuştur. Eğitim ve araştırma alanındaki görünen- görünmeyen yüzleriyle ileriye yönelik, kalıcı çalışmalara imza atan bir isim ve imza olduğunu kanıtlamış, dosta-düşmana karşı sevinç ve üzüntüler yaşatmasını bilmiş, başarmıştır. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
            Kitabın içindekiler bölümüne, sayfalarına bakıyoruz, gördüklerimizden:
-Türk edebiyatında ağıt ve ağıt yakma geleneği, Türkiye sahasında ağıt kavramı, Türkiye dışındaki Türklerde ağıt ve ağıt yakma geleneği,
-Aşık tarzı edebiyatta, destan kavramı ve destanlar üzerine yapılan çalışmalar,
-Aşık edebiyatında destanların yazılış süreçleri,
-Ağıt konulu destanların destan türü içindeki yeri,
-Ağıt-destanların şekil ve üslup özellikleri,
Türk edebiyatında ağıt: İnsanoğlu yaşadığı müddet boyunca etrafında vuk’u bulan hadiselerden etkilenmiştir. Onu derinden etkileyen en acı olay, ölümdür. İnsanlar, tarihin başlangıcından itibaren ölüm karşısındaki hislerini, yazdıkları şiirlerle dile getirmeye çalışmışlardır. Ölüm sonrası, insanların ölenin arkasından söylediği şiirler “ağıt” olarak adlandırılmıştır. (Sayfa: 13-Giriş)
            ***
            GÜNÜN HABERLERİ:
            1. Teşekkür belgesi: Sayın İsa Kayacan; İLESAM’ın kültürel faaliyetlerine katkılarınızdan dolayı teşekkür eder, ilim ve edebiyat alanındaki hizmetlerinizin devamını diler, saygılar sunarım. (Mehmet Nuri Parmaksız, İLESAM Genel Başkanı, 25 Aralık 2010 – Ankara)
            2. Burdur Belediyesi Kültür Yayınları arasında, yayınlanmasına karar verilen, İsa Kayacan’ın “Burdur’dan Kültür Yağmuru” adlı kitabının yayın (baskı) hazırlıklarına başlandı.
            3. MAKÜ, Tefenni Meslek Yüksek Okulu’na, İsa Kayacan’ın bağış olarak gönderdiği kitap ve dergi sayısı 505’e ulaştı.
            4. Burdur – Tefenni Ece Köyünde bulunan “İsa Kayacan Kütüphanesi”ndeki kitap ve dergi sayısı 8 bin 150’ye ulaştı. ***
Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu’dan: Dörtlükler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitap isimleri, bu kitapların yazarları-şairleri…
Kaleme alanlar, yayınlayanları.
            İbrahim Agâh Çubukçu hoca, yaşının rakamlarını ters çevirerek (zaten varolan) delikanlılığını ortaya koyuyor.
            Hoca, birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla da dikkat çekiyor, takdir toplayıp alkışlanıyor.
            160 sayfalık dörtlüklerden oluşan “Dörtlükler” adlı şiir kitabı, Aralık 2010’nun başında bana ulaştı. Sayfalarında gezme fırsatını yenilerde bulabildim.
            Dörtlüklerin “başlıkları” yok. Adı üstünde dörtlük, dörtlükler. İbrahim Agah Çubukçu hocanın dörtlüklerindeki mısralar, kendisiyle barışık duygulardan oluşuyor, dünyaya bir renkli bakış, güzelliklerle dolu anlatımlar bütünü bütünleri kitap içindeki dörtlükler. İlk dörtlük 7 nci sayfada karşımıza çıkıyor, çıkarılıyor. Buyurun birlikte okuyalım:
Dünya değirmeni dönüp duruyor,
Sonbaharda yaprak dalda kuruyor,
İşim tıkırında diyerek durma,
Felek bazen de bir tokat vuruyor.
            Nasihat dolu, uyarı dolu mısralar, hocanın toplum yönlendiriciliğini, doğru yolun göstericiliğini yapması bakımından önem taşıyor. Kitabın 129 ncu sayfasında “şiirler” başlığı altında verilenler var. Yani dörtlükler dışındaki şiir anlatımı, görüntüsü ve bütünlüğü hâkim 129 ncu sayfadan sonraki sayfalarda yer alan şiirlerde.
            Son bölümden, bu bölümden, 132 nci sayfada yer alan “Güzelleme”den iki dörtlükle devam edelim:
Duruşun onurlu soyu gösterir,
Gözlerine baksam yüreğim erir,
Bakışın, gülüşün ferahlık verir,
Bereket getiren sel misin nesin?.
            *
Agâh’ım tenhada durmaz gezerim,
Kötülüğü sevmem nefsi ezerim,
Yüreğim yanıyor şiir yazarım,
Ateş körükleyen yel misin nesin?.***
Bütün Dünya Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dergiler, gazeteler, getirdikleriyle önem kazanıyor veya adı-sanı belirli bir süre sonra, kaybolup gidiyor, silinip gidiyor.
            Başkent Üniversitesi yayını “Bütün Dünya 2000” orta boy kitap boyutunda, aylık yayınlanıyor. Yönetim Merkezi: (10. sk. No: 45, Bahçelievler-Ankara).
            Başkent Üniversitesi adına sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal. Yayın Genel Yönetmeni: Mete Akyol. Yayın Genel Yönetmeni Yardımcısı: Mehmet Muhsinoğlu, Sorumlu yazı işleri müdürü: Gülçin Orkut. Kimlikte daha pek çok isim ve imza var.
            Ayrıca, Seçiciler Kurulu, Sürekli yazarlar sütunundaki isim ve imzalar bir hayli fazla maşallah.
            Bütün Dünya’nın beş ayrı sayısı var masamda. Bütün Dünya’nın kapağında, manşet olarak verilenler, spot olarak verilenler var.
            Bütün Dünya’nın sayfalarında yer alanların sayısı da aynı yoğunlukta, çoğunlukta. Sayfalarda yeralanlar, gazetecilik anlayışı ve tekniğiyle karşımıza çıkıyorlar. Fotoğraflar yerli yerinde, yerlerinde. Yazarları itibariyle bazı başlıklar:
-Kırksekiz saat bekletilen gemi (Aziz Nesin, Mayıs 2010)
-Vahdettin dosyası (Sinan Meydan, Mayıs 2010)
-Çiçeğin domatesleri (Muzaffer İzgü, Mayıs 2010)
-Bana verilen görevi yaptım (Mehmet Muhsinoğlu, Mayıs 2010)
-Evliliğin eskimemesi için (Yücel Aksoy-Mart 2010)
-Bir güzel insan simgesi Doğramacı (Mete Akyol, Nisan 2010)
-Okumak Dünyaya açılan pencere (Bekir Özgen, Nisan 2010)
-Ermeni tasarılarının kaynağı ABD kongresi (Gürbüz Evren-Nisan 2010)
-Usta yazarların kaleminden Atatürk (Konur Ertop-Temmuz 2010)
-Cevizci Madam’ın evi (Mehmet Ünver, Temmuz 2010)
-Hiç aklımdan çıkmıyor ki Lavoisier (Mete Akyol, Ağustos 2010)
-Hakimiyet-i Milliye yazıları (Cengiz Önal-Ağustos 2010)
-Yeni medya yapılanması (Gürbüz Evren-Ağustos 2010)
-Hakimiyet-i Milliye Gazetesindeki “Ulusal Egemenlik” başlıklı ilk başyazı, Mustafa Kemal tarafından, Hakkı Behiç Bey’e not ettirilerek yazdırıldı (Cengiz Önal, Sayı:147, Sayfa 49)
***
            İki biyografi bir mektup
Prof. Dr. İSA KAYACAN
“Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabımda yeralacak, Burdur’dan iki biyografi aşağıda. Bunlardan sonra, Almanya’dan Kemal Petricli’nin bir mektubu var:
            Şükrü Hekimoğlu: Burdur Yaren Geceleri’nin cümbüşçü üstadı Şükrü Hekimoğlu, nam-ı diğer ‘Elmor’, 1948 yılında Burdur’da doğdu. İlkokulu Burdur Hüsnü Bayer’de, Ortaokulu Burdur Lisesi’nde okudu. Esnaf olarak hayata atılan Hekimoğlu, 1977–94 yıllarında Burdur Şeker Fabrikasında çalıştı. “Eşim, oğullarım ve torunlarımla Burdur’umda yaşamayı çok seviyorum.” diyen Hekimoğlu, dedeleri, amcaları, dayıları, babası ve hatta damatları gibi müzikle uğraşmakta ve boş zamanlarını da cümbüş yapımıyla geçirmektedir.
            “Daha 4-5 yaşlarından itibaren, babamın katıldığı, Burdur’un meşhur ‘Yaren Ziyafetleri’ geleneği içinde yer aldım. Bu ekipten Cümbüşçü Hekimoğlu defte Ali Güler, Darbukada Ünal Şavklı ile birlikte özel günlerde müzik yapmaktayım” diyen Hekimoğlu, Burdur’un geleneksel eğlence kültürünü yaşatmaya devam eden hekimoğlu Burdur’un ziyafet geleneği ve oyunlarını gelecek nesillere aktarmak üzere, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları içerisinde yeralan ‘Burdur’un Folklorik Eğlence Kültürü (2010)’ kitabının derleyicisi olarak görev yaptı.
            Hulusi İlhan:  1979 yılında Denizli’de doğdu. İlkokul, Ortaokul ve Lise eğitimini Burdur’da tamamladı. 2002 yılında, Süleyman Demirel Üniversitesi, Burdur Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği Grafik Ana Sanat Dalı Bölümünden mezun oldu.
            2003- 2009 yılları arasında, Bilgi İşlem Uzmanı olarak görev yapan, 2009 yılında Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nda Grafiker olarak göreve başlayan, TSO’nun resmi web sitesi, üç aylık dergisiyle, Oda’nın yayımcılığını yapan, TSO yayınları arasında çıkan kaynak kitap niteliğindeki yayınlarla, çok sayıda afiş-broşür türü eserin dizgi tasarımlarını ve tanıtım CD’lerini gerçekleştiren, dizgi-tasarım uzmanı, grafiker Hulusi İlhan Burdur’da yaşıyor.
            MEKTUP:
            Değerli dost, Sayın İsa Kayacan; Sizi tanımak için geç kalmış sayılmam ama bunca iyilikleriniz geçmiş yılları da içine aldığına inandığımı sağladı. Siz, bana yeterli bir dostsunuz. İyi ve karakteri temiz, iyi niyet sahipliğini sağlam tutmuş, insanların gönlünde taht kurmuş, sevilen, sayılan, dünyada eşi enderi bulunmayan yegâne kalbi altından üstün bir gerçek dostsunuz.
            Hayattan anlamayan insanlar, sizin yüceliğinizi de anlamazlar. Önce sizi tanımak, hayatınızın içinde perçinleşmiş doğruluğu, yardım severliği, her yere yetişmekle öpülesi gereken ellerinize büyük saygı gösteren milyonlarca insandan fazla insan olduğuna inanmaları gerekir o sizi anlamayanların. Ama ben yine de diyorum ki; sizi tanımayan kalmamıştır. Benim garip düşüncemi lütfen bir latife olarak kabul ediverin.
            Bunca yaşıma geldim, dünyayı gezdim, yazdım, çizdim ama sizin gibi asil, gurursuz, her insanla aynı ayarda yürüyen, gezip yaşayan, uyum sağlayan tek bir insana rastlamadım. (Kemal Petricli, Köln–29 Kasım 2010)
            ***
Konrad-Adenauer-Vakfından: 
Gazetecinin el kitabı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ile Konrad-Adenauer-Vakfı yayını olarak, Wolf Schneider, Paul-Josef Raue’nin yazdığı, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinden Işık Aygün’ün dilimize çevirdiği, aynı fakültenin İletişim Gazetesi editörü Ahmet Kadri Kurşun’un düzeltmenliğini yaptığı 276 sayfalık “Gazetecinin el kitabı” adlı yayın, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi yayınlarının 16 ncısı olarak günyüzü görmüş.
Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye temsilcisi Dr. Wulf Schönbohm’un önsözüyle başlıyor. Buranın bir yerinde:
            -“Gazetecilik mesleği çok etkin ve sorumluluk isteyen bir meslektir.Bu sebepten dolayı geleceğin gazetecilerinin iyi bir mesleki eğitim almaları önemlidir. Bu eğitimde gazetecilik mesleğine ilişkin etik değerlerin verilmesi de dahildir” deniyor.
            Daha iki önsöz daha var kitabın ilerleyen sayfalarında. Bu isim ve imzalar; İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı-Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Suat Gezgin, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinden Işık Aygün şeklinde sıralanmakta.
            Kitap hakkında, başlığıyla verilenler bir sayfaya yerleştirilmiş. Bir yerinde bu değerlendirmenin: “Bu kitapta, diğer pek çok kitapta bulunmayan çeşitlilikte mesleki deneyimler ve ayrıntılı eğitici örnekçeler yeralmaktadır. Yaygın haber teknikleri, uygulamaya dayalı olarak bir biçimde, uygun örnekler eşliğinde tanıtılmakta ve gazetecilerin sorunları dile getirilmektedir” şeklinde devam edişi görülmekte.
            Kitabın amacı, ara başlığı, başlığı altında verilenler var anlatımların başladığı ilk sayfada. Buranın bir yerindekilerden:
            -“Çalışmamızda, gerekli olduğunu düşündüğümüz durumlarda, genelde hizmet içi uygulamalarda ve bu mesleğe yönelik kitaplarda pek karşılaşılmayan bir yenilik yaparak yetersiz gördüğümüz mevcut geleneksel yöntemler yerine yeni örnekçeler sunmayı uygun gördük”.
            Kitap içindeki ana başlıklardan ve bazı alt başlık örneklerimiz:
            Gazeteciler, nasıl bilgi toplar?, Gazeteciler okuyucuları ve dinleyicileri nasıl bilgilendirirler?, Renkli enformasyon, görüş, okur nasıl kazanılır?, Yazmak ve redakte etmek, Yazı işleri, etik, Gazetenin geleceği, Gazetecilik eğitim ve gazeteci tipleri.
            Gazeteciler okuyucuları ve dinleyicileri nasıl bilgilendirirler?.. Bu sorunun altında yeralanlardan: Her konuda bilgilendirmek neden bu kadar zordur?, Haber nedir?, Haberin içeriği nelerden oluşur?, Haber nasıl yazılır?, Söyleşi, Dikkat, sayılar!, Gazetecilerin çoğunluğu eleştirel değil, Pek çok gazeteci yönlendiriyor, Analiz-Sentez, Perde Arkası…
            Not: “Gazetecinin El Kitabı”nı bana gönderen, Zümrüt Rize Gazetesinin sahibi, sayın Faik Bakoğlu’na teşekkür ediyorum (İK).
            ***
            Bir dergi ve değişik kitaplar
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Masamın üzerinde bir dergi var Balıkesir Akçay’dan geliyor. Adı: İda Körfez Fanzin. “Söylenecek sözü olanların limanı” hatırlatması var ismin, logonun altında. Hazırlayan: Ahmet Yılmaz Tuncer. Para ile satılmıyor. Yazışma adresi: P.K. 53 Akçay-Balıkesir, olarak kaydedilmekte. Normal kitap boyutunda. Şiirler, yorumlar-yazılar var sayfalarda. Kitap tanıtımları da dikkat çekiyor.
            Ahmet Yılmaz Tuncer’in “Yok olup gitmek” adlı, başlıklı şiiri kapakta yeralmış. Bu şiirden: Seus tapınağının merdivenlerinde/Yaşanan aşklar üzerine/Yazılır oldu şiirler.
            Yine Ahmet Yılmaz Tuncer’in “Sabaha biriken” adlı uzunca bir şiiri, uzun soluklu bir anlatımı dikkat çekiyor.
            İda Körfez Fanzin’in sayfalarında imzaları bulunanlardan bazıları şöyle sıralanmakta: Bülent Güldal, H. Senday Özdamar, Metin Turan, Nazım Hikmet Ran, Mehmet Önder, Fikri Coşkun, Nalan Çelik, Erhan Tığlu, Mehmet Rayman, Ergül İlter, H. İrfan Önder, Cevat Turan İhsan Arı vd.
DEĞİŞİK KİTAPLAR HAKKINDA KISA KISA
1-Derin Kar Senesi (Fazıl Bayraktar, öyküler,  144 sayfa)
2-Ahir Gözlerin (Şiirler, Hasan Hüseyin Yılmaz, 112 sayfa)
3-Güz Günleri (Ali Haydar Karahacıoğlu, şiirler, 64 sayfa)
4-Şeker Dikeni (Ahmet Şahinoğlu, taşlamalar ve deyişler, 128 sayfa)
5-Güzden önce Aşktan sonra (Belgin Turan, şiirler, 112 sayfa)
6-Mutluluk şarkısı (Ramazan Hoş, şiirler, 126 sayfa)
7-Şeyh Servet’ten Günümüze kimlik Bozumu (Nurettin Özcan, araştırma, inceleme, 180 sayfa),
8-Şiirde Saklı Tesellim (Sema Akkurt, 48 sayfa),
9-Gülistan’ın Gülleri (Tarık Torun, şiirler, 160 sayfa)
10-Tarihten Ta…. Atatürk’e Türk Destanları, (Ali Kayıkçı, 196 sayfa)
11- İLESAM 2008 Şiir Antolojisi (176 sayfa)
Bu Antolojinin 130 ncu sayfasında, rahmetli İlkan San’ın kısa biyografisi, fotoğrafı ve iki şiiri var.
Bu şiirlerden Selam adlı olanının bir dörtlüğü:
Cenneti andıran irem bağlara,
Her zaman dumanlı yüce dağlara,
Yurduma ulaşan tozlu yollara,
Gönülde yer eden dostlara selam.
            *** 
Mithat Erden’den: Ortadoğu ve Orta Asya’da İmparatorlukların batışı ve yeniden doğuşu
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Fransızca dan çeviren: Mithat Erden. Uluslar arası İlişkiler ve Stratejiler Enstitüsü yayınları arasında yayınlanan 142 sayfalık bir kitap.
            Önsöz, İkinci Dünya Savaşı öncesinde İmparatorlukların durumuyla sayfalar başlıyor. Değişik imzaların, farklı-çeşitli görüşleri var.
            Önsöz’den: “Bu incelemenin konusu, İstanbul’u Tahran’a İslamabat üzerinden Lahora bağlayan hattır. Yani, Kafkasya ve Orta Asya’yı kapsayan ve Arap olmayan bölgedir.
            Arap olmayan Ortadoğu Bölgesi, Osmanlı İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu ve Türk Moğol İmparatorluğu gibi üç büyük İmparatorluğun beşiğidir. Bugün dahi bu üç İmparatorluğun hatırası bu bölge insanlarının belleğinde hala yaşamaktadır”. Araştırmanın içeriği, yayının genel görünümü, anlamı ortaya çıkıyor böylece.
            M. Mari Caboriean, İkinci Dünya Savaşı öncesinde İmparatorlukların durumundan söz ederken, üç ayrı süreç üzerinde duruyor. Bunlar özetle:
            Birinci süreç: 1500 yıllarında başlayan yeniden yapılanmadır.
            İkinci süreç: Bir taraftan özellikle İngiltere ve diğer taraftan Rusya gibi Avrupalı devletlerin sömürgeci İmparatorluklarının yayılmasıdır.
            Üçüncü süreç: Avrupa ile temas ve etkileşimin başlaması, milliyetçilik cereyanlarının ortaya çıkması ve geleneksel İmparatorluklarla, sömürgeci İmparatorluk sistemlerini tehlikeye sokan ulusal devletlerin kurulmaya başlamasıdır.
            Ve bu üç süreç ayrıntılı olarak anlatılıyor, gerçekler gözler önüne seriliyor efendim. Değişik imzaların ortaya koyduklarının başlıklarından bazılarının sıralanışı:
- İmparatorlukların yeniden doğuşu doğru mu?. Çindeki belirsizlikler (M. François Thval-İris)
- Pakistan’lıların istekleri (M.Minchael Barray-UNESCO),
- İran’ın rolü (Bernard Hourcade-CNRS),
- Türkiye’nin Rolü (M. Semih Vaner-CERİ)
- Müslümanlar Hindistan’da (Büyükelçi Lewin)
Ve sayfa 109’da başlayan, M. Semih Vaner (CERİ) imzalı Türkiye’nin rolü başlığı altındakilerin, 114 ncü sayfadaki Üçüncü konu: Ekonomik gelişmeden bir paragraf:
            - Türkiye, Türkçe konuşulan topraklardaki Türk dünyasında, sürmekte olan Kuzey - Güney yarışmasında özel bir konum işgal etmektedir. Fakat Türkiye, Sovyetler Birliği tarafından ekonomik gelişmeleri geciktirilmiş bölgeleri yanına çekecek kadar güçlü değildir.
         ***
Azerbaycan’daki Pervane Namıkgızı’ndan:
Türk-Azeri Şehidleri
 Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kerimova Pervane Namıkgızı, 1992 doğumlu, Azerbaycan (Bakü) Kafkas Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Çocuk denecek yaşına rağmen, Ağdamda görüşerik/Bir sevinç göyersin/Ebedi güneş/Atatürk’le könül sohbetim/Türkiye’nin Pervanesi Atatürk, adlı kitaplarından sonra 72 sayfalık “Türk-Azeri Şehidleri” adlı kitabını da yayınladı. Tebriklerimizi sunalım önce.
            01 Haziran 2010 tarihinde Ankara’da “Hakk dünyaya ahiret evine sayısız eserler ithaf eden İsa Kayacan’a” cümlesiyle imzalayan Pervane Namıkgızı, gelecek için ümitli olduğumuz gençlerimizin başında geliyor.
            Bakü’de, Oskar Neşriyyat kuruluşunda basılan kitap, Pervane’nin dünyasında yeralan gerçeklerin yansıtıcısı.
            Önsöz, Oktay Rıza imzasının taşıyıcısı. Müellifden, yani Pervane’den de bir sunuş var.
Pervane bir yerinde:
“Şeki’deki Türk şehidliğinde Türkiye’den gelip ganını Azerbaycan toprağına gatan bir Türk esgeri mezarında özüne toy edir. Oğlu şehid olan ananın elindeki silahı alıb:
“Ana diz buyurdun,
Bura doğma toprağımdır,
Ganımız Türk ganıdırsa,
Azerbaycan bayrağı,
Türkiye’nin bayrağıdır” diyor, deniliyor. Şiirler ve fotoğraflar birbirinin zenginleştirilişini sağlıyor.
            Şiirlerin başlıklarından: Sayfa 20’de başlayan” 5 yaşlı şehid gız”. 21 nci sayfada küçük kızın fotoğrafı var. “Garabağın Hocalı şeherinde 5 yaşlı körpe gızcağızı Ermeniler öldürüpler. Ona hasrediyorum” deniyor.
            PERVANE’NİN YENİ ŞİİRLERİ
            Pervane Namıkgızı’nın yeni şiirleri var bana ulaşan. VIII. Uluslararası Türkçe Olimpiyatlarına katıldığına ilişkin “Türkiye bir güneştir” başlıklı şiirinin girişinde Pervane Namıkgızı şöyle diyor:
Siz ey dünya gençleri,
Hoş geldiniz güneşe,!
Türkiye bir güneştir,
Biz onun ışınları,
En güzel nimet vatan!..
En güzel nimet Ana!..
*
            BAHTİYAR VAHAPZADEYE İTHAFTIR
Nasıl vatanına bağlıydı canın,
Öylece bağlıydın Türk toprağına,
Sarıldı cenazen Azerbaycan’ın,
Hem de Türkiye’nin al Bayrağına.
            ***
Oturduğumuz Mahallenin “Ayrancı” adı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Oturduğumuz mahallenin adı: Ayrancı. Aşağı Ayrancı, Yukarı Ayrancı şeklinde bir ayırım var.
            Mahalle adıyla ilgili çalışmaların “Ayrancı Mahallesi “Muhtarlığı tarafından yapılması gerekirken, bu konudaki araştırmalar Remzi Oğuz Arık Mahallesi Muhtarı Süleyman Demircan tarafından yapılıyor ve bize ulaştırılıyor bu çalışmalar.
            Süleyman Demircan’ın bize ulaştırdığı “Ayrancı semt raporu” var elimizde. Bu raporda yeralanlar bilmediklerimiz, duymadıklarımız olarak karşımıza çıkıyor. Raporun ilk satırları:
            -“Mustafa Kemal ve ekibi 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya geldiğinde, kentin nüfusu 20 bin, 1945 yılında 226 bin, 1970 yılında 1.200’dür. Cumhuriyetin ilk yıllarında Alman mimar Jansen tarafından bir kent planı hazırlanır. Bu plan 300 bin nüfusa göre hazırlanan bir plandır. Yenişehir, Cebeci, Maltepe konut bölgeleri, Dikimevi, Ulus güzerghı 19 Mayıs Spor Salonu, Ulus Gençlik parkı, Hipodrom, Üniversiteler, Kızılay TBMM bu plana göre gelişir”
            Ayrancı semtiyle ilgili verilen bilgilerden: 1933 yılına kadar Meclis bahçesi, Teneke mahallesi, sonra Tatar vatandaşların yoğunlaşmasıyla Tatarlar mahallesi olarak bilinir. 1965 yılına kadar bu mahallede oturan Tatar kökenli vatandaşlar, hayvan besler, süt ürünleri üretirler, yoğurt, ayran pazarlarlar. Bu günkü yeni ismi “Ayrancı” ismi de buradan gelmektedir.
            Remzi Oğuz Arık Mahallesi Muhtarı Süleyman Demircan, “Yerel yönetimlerden, kentimiz ve semtimiz için taleplerimiz” başlığı altında sıraladığı 24 maddede önemli görüşler ortaya koyuyor, anlaşılır biçimde taleplerini sıralıyor. Bunlardan bazıları:
1- Yerel yönetimlerin, halkın karar süreçlerine katılması, karar mekanizmalarında yeralmaları için demokratik ortamı yaratmaları,
2- Kentin dokusunu bozan tek yön trafik uygulamasına son verilmesi için hukuki sürecin acilen başlatılması,
3- Semtimize cevap verecek kadınlar lokalinin yapılması,
4- Kent içindeki baz istasyonlarının kentin dışına çıkarılması için yaptırım sağlanması,
5- Bestekâr sokağı ve Şimşek sokağının 2 ayda bir gün, etkinlik yapmak için kültür ve sanat sokağı olarak düzenlenmesi,
6- (24) Semtimizdeki ağaçların budanıp temizlenmesi..
            ***
             Mehmet Sılay’dan İskilipli Atıf Hoca
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Araştırmalarıyla, yayınlarıyla dikkat çeken isimler hep takdir görmüşlerdir, alkışlanmışlardır.
            Mehmet Sılay Tıp doktoru. Önceki dönemlerde Milletvekilliği yapan, araştırmacı-yazar. Yenilerde bir kitabı daha bana ulaştı.
Adı: İskilipli Atıf Hoca (1876–1926).
            382 sayfalık kitap, merkezi İstanbul’da bulunan “Düşün Yayıncılık” tarafından günyüzüne çıkarılmış, yayınlanmış.
            Mehmet Sılay bu kitapla, araştırmasıyla İskilipli Atıf Hocanın, hayatını ve eserlerini incelemiş, yayın sayfalarına aktarmış. Sonraki sayfalarda, kitap bölümlerinde; sonun başlangıcı hareket noktası yapılıyor, hocanın tutuklanışı, mahkemeden ayrıntılar, anıt mezar projesi, detaylı biçimde anlatılıyor, naklediliyor.
            Önsöz’ün bir bölümünden: “Meşhur İstanbul gazetelerinden Tanin, Akşam, Cumhuriyet, Vakit, Tasvir-i Efkar, Son Telgraf, Tevhhid-i Efkar ve özellikle yarı resmi Hakimiyet-i Milliye’de beklenen haber yayınlanır: İki Mürteci asıldı!.. Mürteci hocalar bu sabah asıldılar!..
            İrtica kitapları müellifi İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi haklarındaki idam kararı bu sabah infaz edilmiştir.. Kışın en soğuk perşembesi olan 04 Şubat 1926, şüphesiz unutulması mümkün olmayan bir ‘şahadet’tir”..
            Muhammed Atıf 1876 yılında İskilip’in Tophane köyünde doğdu. Okuyup yazmayı dedesinden öğrendi. 1904 yılında ve yirmisekiz yaşında, arkadaşlarının delâletiyle tanıştırılan Safranbolulu Fatma Zahide hanımla sade bir dini merasimle evlendi. 1910 yılının ilk ayında Atıf hoca, günümüz YÖK Başkanlığına muadil Medreseler Müfettişi olarak tayin edildi. Değişik, gazete ve mecmualarda makaleler yazdı.
            Yazarını idama mahkum ettiren, küçük hacimli suç aleti kitap: Frenk Mukallitliği ve Şapka küçük bir risale.
Dört bölümden oluşan uzun bir makale aslında…
            Şapka İktisası Kanunu: Yaz mevsiminin en sıcak günlerinden biri. 24 Ağustos 1925. Burası Kastamonu şehir meydanı. Arka planda Nasrullah camii şadırvanı. Kürsüde devlet Başkanı. Elindeki şapkasını meydanda toplanan millete gösteren Mustafa Kemal, Cumhuriyet dönemi tarihi nutuklarından birini daha irad ediyor:
            -“Efendiler, uygar ve milletlerarası kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir.. Onu giyeceğiz”..
            Necip Fazıl Kısakürek “Son devrin din Mazlumları” isimli kitabında İstiklâl Mahkemesinde yargılanan İskilipli Atıf hoca ile İstiklâl mahkemesi hakimi Kılıç Ali ile arasında şöyle bir konuşma cereyan ettiğini anlatır:
            -Kel Ali bir ara büyük bir hışımla Hocaya dönerek:
            -Sen şapka aleyhinde bulunmuşsun! dedi,
            Hoca sakin ve vakur bir tavırla:
            -Evet efendim, Şapka Kanunu çıkmadan iki sene evvel şapkanın bir Müslüman kisvesi olmadığına dair bir risale yazmıştım, dedi.
            Kel Ali: Şimdi ne yapıyorsun?, diye sordu.
            Hoca: Kanunlara riayet ediyorum, diye cevap verdi.
            ***
Cumhur Turan’dan: Demon
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Cumhur Turan’ın kendi deyimiyle  “üç uzun öykü” merkezi Ankara’da bulunan Payda yayıncılık, yayınları arasında kitaplaştırılmış. Adı: Demon.
            Cumhur Turan hoca, ilk sayfalardan birinde, “Başlarken” başlığı altında şunları söylüyor:
            -Bir yerlerde sıkışıp kalmış, yaşamların toprağında üretilmiş üç uzun öyküyü; üç kocaman damla gibi akıtarak getirdim. Her birisini yazarken nasıl farklı iklimlerin içinde yürüdüysem, sizin de okurken aynı duyguyu yaşayacağınızı umuyorum.
            Öyküler; Demon, Zıbıkçı, Tebası.. Pardon! Karısı Kezban, adlarının taşıyıcısı olarak görülüyor.
            Arka kapakta, bu üç öyküyle ilgili birer özetleme yapılmış, anlatımla öyküler hakkında bilgiler verilmiş. Buradan kopya çekerek devam edelim mi?:
1- Demon: 0 günlerde pek çok şey keşfedilmemişti. Merakı da içinde barındıran bir heyecan yaşamı yürütüyordu. Yıllar birbiri üstüne aktı ve bir gün, ne yeni bir heyecan ne de buna dair beklenti kaldı. Artık her gün bir önceki günün yinelenmesine dönüşmüştü. Sevişmek bile tek düze alınan bir yemekti. Öylesi bir yemekti ki, bir zamanlar alınan ta, akan zamanın anaforunda yitirilmiş, sırf cinsel gereksinimi gidermek için zaman zaman yutulan bir hapa dönüştü.
2- Zıbıkçı: Her şey bitti derken; çözüm, öngörülmeyen bir pencereden içeri şaşırtıcı bir düşsellikle dalar. Öyle ki, biri bu çözümü önerse “saçmalama”ya da “kafayı mı sıyırdın” dersin. O denli sıra dışıdır. Ama zamanın değirmeninde ne sıra dışılıklar olağanlaşarak yaşamdaki yerlerini almışlardır ki; Pakize’nin dünyasında da böyle olmuştu.
3- Tebası.. Pardon! Karısı Kezban: O geceyi bir netlikle ve ince ayrıntısına kadar yeniden yaşarmışcasına anımsamıştı. Sayrılığı onu çok duyarlı hale getirmiş olmalıydı. İçinde bir kez dönmeye başlayan film, beyninin arşivinden gelen yeni makaraların gösterime girmesiyle sürmedeydir.
Cumhur Turan’ın şiirde mi başarılı, öyküde mi başarılı olduğunun ayırımı oldukça zor… Her alandaki başarılarını hemen görüyor ve anlıyorsunuz, kabulleniyorsunuz efendim.

Hiç yorum yok: