24 Ocak 2011 Pazartesi

1 Gölhisar HEM 1.Teke Yöresi Yaren Gecesi (2007)
Burdur’un Saz ve Söz
ustalarının sayıları artıyor (1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ağustos 2005’de yayınladığım “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları–1” adlı kitabımdaki eksikler nedeniyle, 2 ncisinin yayınlanması kararımdan sonra, bazı araştırmacı hemşerilerimden değişik ölçülerde yardım gördüm. Özellikle kaydetmeliyim ki, bu yardım sahiplerinin başında, Abdurrahman Ekinci ve Yılmaz Tunç hocalarımız geliyor.
            Gölhisar Halk Eğitim Merkezi Müdür Başyardımcısı olarak görevini başarıyla sürdürmekte olan Yılmaz Tunç, saz ve söz ustaları konusunda bir Danışman gibi çalıştı. Eksikliklerimiz, yanlışlıklarımız var mı?, baktı, fotoğraflar ve biyografiler konusunda tekrar tekrar
yardımda bulundu, araştırmalarını bana ulaştırdı.
            Yılmaz Tunç hocanın, Aralık 2010’un ortalarında, önceki ricalarım üzerine; Ömer Erdoğan, Mustafa Avcı, Ramazan Serttaş, Hilmi Utman, Günal Teke, Ali Elmas, Nazmi Güngör, Oğuz Çelik, Ramazan Şengün, Çağatay Tunç, Recep Güçer, Turgut Karagöz, Ramazan Erbilek, Halil İbrahim Gökmen, İbrahim Karagöz, Galip Şahinkurt, Şahin Şahinkurt, Fatih Burdurlu, Hüsnü Çakar, Mehmet Çakar, Emin Erdoğan, Erdal Erdoğan, Bekir Erkaya, Ali Erbil, Recep Paksoy’un biyografi ve fotoğraflarını (bir bu kadar da öncekilere ilave ederek) gönderdiği için teşekkürlerimi ve tebriklerimi sunmak istiyorum.
            1- Ömer Erdoğan: 29.01.1955 tarihinde Gölhisar-İbecikdere köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, İmam Hatip Okulu’nun orta ve lise kısmını Burdur’da tamamladı. Burdur lisesini dışarıdan bitirerek, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyoloji ve İdare Bölümünden 197
8 yılında mezun olan Ömer Erdoğan, Gölhisar Lisesinde Felsefe öğretmenliği, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürlüğü yaptı.
            İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü görevini vekâleten yürüten Erdoğan, sonra Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü, Gölhisar Lisesi Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Değişik konulardaki makaleleri, yerel ve ulusal gazetelerde yeraldı. Teke Yöresi Yaren gecelerinin gerçekleştirilmesinde bölge sanatçılarının araştırılması ve desteklenmesinde önemli hizmetleri oldu.
            2- Mustafa Avcı (Ali oğlu): 09.09.1939 tarihinde Tefenni ilçesinde (Gölhisar) doğdu. Ortaokul mezunu olan Mustafa Avcı, Gölhisar’daki bazı ilkokullarda vekil öğretmenlik yaptı. Burdur Defter
darlığında tahsildar ve öteki görevlerde çalıştı. 1985 yılında emekli olan Arzuhalcilik yaparken, Armutlu mahallesi muhtarlığına seçilen, bu görevi iki dönem sürdüren Mustafa Avcı 64, yaşında bilgisayar öğrendi. Araştırmalarını, internet sitelerinde yayınladı. Değişik konularda yazdığı şiirleriyle, mahalli gazetelerdeki köşelerinde yayınladıklarıyla dikkat çekti.
            3- Ramazan Serttaş: 1950 yılında Gölhisar’da doğdu. Babasının çoban olması nedeniyle, keçi ve oğlakların arkasında koşarken, sipsi ve kaval çalmayı öğrendi. Baba mesleği saç kavurmacılığının yanında, 1983 yılında düğünlerde zurna çalarak bu mesleğe adım atan, zurna çalmayı öğrenişini; “Önce kendi kendime Kibyra Antik kentin çevresinde aylarca çalıştım. Sonra, davulcu Hilmi Utman’la birlikte çalarak pişirdim” şeklinde anlatan Ramazan Serttaş, kavurmacı ve mahalli sanatçı olarak çalışmalarını sürdürdü. Gölhisar’lı mahalli sanatçı Ahmet Serttaş’ın babası olan Ramazan Serttaş, yörenin otantik oyunlarını iyi oynayanların başında yeralıyor.
            4- Hilmi Utman: 1956 yılında Gölhisar’da doğdu. Baba mesleği davulculukla yedi yaşlarında tanıştı. Babası Süleyman Utman’ın çok iyi zurna üflediğini, davulcusu Mustafa Dayının güzel davul çaldığını belirten Hilmi Utman, ağabeyleri Osman ve Mehmet’in de çok iyi zurna çaldıklarını, ağabeyi Ali Utman’la düğünlere gittiklerini söylüyor. Komşusu Ramazan Serttaş’la tekrar çalışmaya başladıklarını bu beraberliği 25 yıl sürdürdüklkerini, mahallenin Ramazan davulunu da çaldıklarını ifade eden, boş zamanlarında çiftçilik yapan Hilmi Utman Gölhisar’da yaşıyor.***
2 Gölhisar HEM 1.Teke Yöresi Yaren Gecesi (2007) 
Burdur’un Saz ve Söz
Ustaları sıralaması (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İkincisinin yayın hazırlığı içinde bulunduğum “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları–2” adlı kitabım için Gölhisar’dan Yılmaz Tunç hocanın gönderdiği biyografilerden:
1- Emin Erdoğan (Arap Emin):  1950 yılında Gölhisar’da doğdu. 9 yaşlarında, Gölhisar Armutlu mahallesinde çobanlık yapan Ali Hasyalçın ve Bayram Türel’in, yüksek tepelerde çalıların arasında bazen tek, bazen çift sipsi çalmalarıyla etkilenen Emin Erdoğan, (küçük Emin) oğlakları otlatırken, sipsi üfleyen çobanları dinledikçe, heyecanlanıyordu.
Birgün, “bana da sipsi yapıverin” diyerek, sipsi istedi. Çobanların verdiği sipsi ile kendi kendine öğrenmeye başladı. Bazen sipsi üflerken oğlakları çevre tarlalarda “zarar” açtı.
Sipsiyi 4-5 ay içinde iyice öğrenen, zurnacı Vızıl Mehmet’in yanında davul çalarak, düğünlere katıldı, sipsi üflemeye başladı. Düğünün birinde öfkelenerek davulu bırakan, Dirmil-Çatak köyünde Mehmet dayıdan zurna yapmasını isteyen Emin Erdoğan’a Mehmet dayı (Emin Erdoğan’ın yaşı 36 olduğu için) “Sen bu yaştan sonra zurna öğrenemezsin” diyerek yapmak istemeyince ısrar üzerine Emin dayıdan bir zurna aldı. 4 ay çalışarak zurnayı öğrendi. Kızılyaka köyünden Nazmi Güngör’le düğünlere gitmeye başladı. Arap Emin, oğlu Erdal’ı yetiştirip, bir ekip oluşturdu.
2- Erdal Erdoğan (Arap Emin’in oğlu ): 1980 yılında Gölhisar’da doğdu. İlk olarak davul çalmaya başlayan, 15 yaşında saz çalmayı öğrenen, babasıyla birlikte düğünlere giden, saz çalıp türkü söyleyen, zurna çalmayı askerden geldikten sonra öğrenen Erdal Erdoğan, babasıyla birlikte, düğün, eğlence ve şenliklere gitmeyi sürdürüyor.
3- Bekir Erkaya: 1968 yılında Gölhisar ilçesi Asmalı köyünde doğdu. 1990 yılından itibaren davul çalmaya başlayan, davulu şevkle çalarken, bazen kendinden geçen, bölgede “iyi davulcular” arasında sayılan Bekir Erkaya, ek iş olarak çiftçilik yapıyor.
4- Ali Erbil (İshaklı Arap Ali): 1965 yılında Çavdır ilçesi İshak köyünde doğdu. Eski ustalardan Büyükalanlı İsmail Gülay’ın yanında 15 yaşında çırak durarak başladı. Beş yıl çıkarlığı sırasında zurna üflemeyi öğrenen, sonra kendi ekibini kuran, zurnanın yanında saz çalmayı da öğrenen düğün, eğlence ve şenliklere grubuyla katılan “Bölgede zurnayı en iyi üfleyenlerin başında” yeralan Ali Erbil, meslektaşları arasında “Arap Ali” lakabıyla biliniyor.
5- Recep Paksoy: 10.08.1940 tarihinde Gölhisar-Yeşildere’de doğdu. Çocuk yaşlarında keçi-koyun güderken (otlatırken) kaval çalmayı öğrenen, sipsi yapıp üflemeyi öğrenen, on yaşında İlkokulda okumaya başlayan, 1955 yılında ilkokuldan mezun olan Recep Paksoy, İzmir-Torbalı’da pamuk topladı, tütün işçiliği yaptı. Köyündeki zurnacı Ahmet dayıdan zurna öğrendi. Askerliği sırasında Alay yürüyüşlerinde zurna üfledi. Denizli’nin Gövçelik köyünde (sonra belde oldu) Ramazan davulu çalan Recep Paksoy, zurnasıyla dostluğunu sürdürüyor.***
3 Gölhisar HEM 1.Teke Yöresi Yaren Gecesi (2007) 
Burdur’un Saz ve Söz Ustaları serisinden (3)
  Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Burdur’un Saz ve Söz Ustaları serisinin 2 nci kitabının yayın hazırlıklarını sürdürüyorum. Abdurrahman Ekinci ile Yılmaz Tunç’un yardımları var takdir edilecek, alkışlanacak ölçüde.. Yılmaz Tunç hocanın gönderdiği isimlerden:
            1-Turgut Karagöz: 01.06.1966 tarihinde Dirmil ilçesine bağlı Ballık (Maşta) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde tamamladı. 20 yaşına kadar köyünde çobanlık yapan, güreş sahalarında pehlivan olarak görünen, çiftçiliği yanında müzisyenliğini sürdüren Turgut Karagöz, saz, sipsi ve zurna çalmaktadır.
            Yörenin türkülerini sazıyla birlikte iyi söyleyenlerden, seslendirenlerden olan Turgut Karagöz, yazın doğum yerinde, kışın Antalya’nın Kaş ilçesinin Kınık beldesinde sera işiyle uğraşmaktadır.
            2- Ramazan Erbilek: 26.03.1963 tarihinde Dirmil ilçesi Ballık (Maşta) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde bitiren, sanatını çobanlık yaparken öğrenen, köyündeki mahalli sanatçılarla ekip oluşturarak düğünlere giden, çiftçilikle uğraşan Ramazan Erbilek şenlik, festival ve etkinliklere giderek, cura, saz, davul çalmakta, türkü söylemektedir.
            3- Halil İbrahim Gökmen: 01.09.1962 tarihinde Dirmil ilçesi, Ballık (Maşta) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde bitirdi. Çiftçilik ve çobanlık yaptı. Zurna ve sipsi çalan, düğün, şenlik, festival ve etkinliklere katılan Halil İbrahim Gökmen, köyünde balcılıkla uğraşmaktadır.
4. İbrahim Karagöz: 04.08.1984 tarihinde Gölhisar ilçesi Uylupınar köyünde doğdu. İlkokulu köyünde bitirdi. Ortaokulu Çavdır’da devam ederken, Uylupınarlı mahalli sanatçı Mustafa Kırlı’nın yanında düğünlere gitmeye başladı. Önce davul sonra bağlama çalmayı ustasından öğrendi. Bağlamasını askerde daha da geliştiren, düğün, şenlik, festival ve etkinliklere katılan İbrahim Karagöz, “yöremizin türkülerini, bizden sonra gelenlere en güzel şekilde aktaracağım” diyor.
            5- Galip Şahinkurt: 1936 yılında Çavdır ilçesi Kayacık köyünde doğdu. 1950 yılında başladığı bağlama çalmayı 1977 yılına kadar sürdürdü. “Kayacıklı Galip” adıyla tanındı. Düğün ve eğlencelerde yıllarca adından sözettirdi. Gurbet ve uzun havaları yörede en iyi okuyanların başında yeralan “Galip Dayı”nın oğlu ve torunu da O’nun yolunda yürümektedirler.
            6- Şahin Şahinkurt: 1962 yılında Çavdır ilçesi Kayacık köyünde doğdu. Babası gibi saz çalıp söyleyen, düğün, şenlik, festival ve etkinliklere katılan, asıl mesleği çiftçilik olan Şahin Şahinkurt saz, davul ve zurna çalmaktadır
            7- Fatih Burdurlu (Kayacıklı Galip Şahinkurt’un torunu): 1987 yılında Burdur’da doğdu. Dede mesleği olan mahalli sanatçılığı babasının yanında davul çalarak başlayan, 9 yaşında Yusufça Havuç Festivali karşılama ekibinde davul çalan, o günün TSE Başkanı Mehmet Yılmaz Arıyörük tarafından, TSE’li davulcu seçilen, lise mezunu olan, okul yıllarında düğünlere gitmeye başlayan, bir ekip oluşturan, kendi kasetini çıkaran, görüntülü klip yapan Fatih Burdurlu, yerel televizyonlarda programlara katılırken, kaset çalışmaları yanında, düğün ve etkinliklerde hizmet vermektedir.
            8- Hüsnü Çakar: 1976 yılında Gölhisar’da doğdu. Küçük yaşlarda baba mesleğinin içine giren, asıl 1989 yılında adımını atan, yöre çalgılarından zurna, sipsi ve davul çalan, düğün, şenlik ve etkinliklere katılan Hüsnü Çakar Gölhisar’da yaşamaktadır.
            9- Mehmet Çakar: 1949 yılında Gölhisar’da doğdu. Zurna, sipsi ve davul çalan, asıl mesleği çiftçilik olan, mahalli sanatçı olarak 1971 yılında çalışmaya başlayan, düğün, şenlik ve etkinliklere, televizyon programlarına katılan Mehmet Çakar, zurnasını üflerken ince bir ses çıkardığından yörede “Vızıl Mehmet” olarak bilinmektedir.***
4 Gölhisar HEM 1.Teke Yöresi Yaren Gecesi (2007)
Burdur’un Saz ve Söz
Ustalarından yedi isim (4)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur’un Saz ve Söz Ustaları (2) adlı kitabımda yeralacak yeni isimler var sütunumuzda. Bu yeni isimler, Gölhisar Halk Eğitim Merkezi Müdür Başyardımcısı, araştırmacı yazar Yılmaz Tunç hocadan geldi. Bu isimlerin biyografileri efendim:
            1- Günal Teke: 1967 yılında Gölhisar ilçesi Elmalıyurt (Pırnaz)da doğdu. Yöresel çalgılardan sipsi, zurna ve davul çalan, düğün, eğlence ve şenliklere katılan, küçük yaşta çobanlık yaparken öğrendiği mesleğini severek icra eden Günal Teke, kamyonu ve kepçesiyle müteahhit firmalara iş yapmaktadır.
            Sekiz yıldır (2010) sürdürülen Torosların organize ettiği en uzun yürüyüşlerden Göcek-Gürsu-Pırnaz Yayla Yolculuğunu muhtar olduktan sonra, Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğüyle birlikte destek vermektedir.
            2- Ali Elmas: 01.11.1985 tarihinde Gölhisar’da doğdu. 8 yaşındayken, babasının aldığı darbuka aracılığıyla müzikle tanışan, müziğe karşı ilgisini okul yıllarında geliştirerek mahalli sanatçı Ahmet Serttaş’ın yanında, 13 yaşından itibaren düğünlerde ve eğlencelerde saz çalıp söyleyen Ali Elmas; “Ustam, yurtdışına gidince onun boşluğunu doldurmak için-Elmas Müzikal-adlı bir müzik grubu kurdum. Kısa zamanda bölgede tanınan ve aranan sanatçı oldum. Halen bu hizmetimi, halkımıza sunmaya çalışıyorum” diyor.
            3-  Nazmi Güngör:  1952 yılında Dirmil-Kızılyaka’da doğdu. Sipsi, zurna ve saz çalan, sipsiyi çobanlık yaparken öğrenen, zurna çalmayı ustası Mahmut Kılınç’tan öğrenen Nazmi Güngör, düğün, eğlence ve şenliklerde çalıp söylemeyi sürdürüyor.
            4- Oğuz Çelik: 21.01.1991 tarihinde Çavdır ilçesinin Büyükalan köyünde doğdu. İlkokulu köyünde okuyan, baba mesleğini sürdürmeye çalışan Oğuz Çelik, okul gecelerinde, koro ve solo türküler söyledi. Öğretmenlerinin derslerde bile türkü söylettiklerini anlatan, davul, zurna ve bağlama çalan Oğuz Çelik, babasının bu meslekle ilgilenmesini istemediğini söylüyor.
            Babası Ümmet Çelik’le beraber düğün ve konserlere giden, duyarak müzik aletlerini çalmasını öğrenen; “Müzik hayatımda çıkmam gereken daha çok adım var” diyen Oğuz Çelik Gölhisar Meslek Yüksek Okulunda okuyor (2010)
            5- Ramazan Şengün (Mecbur): 29.08.1974 tarihinde Gölhisar’da doğdu. İlköğrenimini tamamladıktan sonra, inşaatlarda çalışmaya başlayan, dayısının mesleği oluşu nedeniyle müzikle ilgilenen Ramazan Şengün, Ahmet Serttaş’ın yanında müziğe başladı. Önce davul, sonra zurna çalmayı öğrendi. Düğün ve eğlencelerde mesleğini iyice geliştirdi. Festival ve televizyon çekimlerine katılan Ramazan Şengün; “Cennet Gölhisar’ımızın değerini bilmek lâzım. Gölhisar ve yöre müziklerini elimden geldiğince ileriye taşımaya çalışacağım”diyor,
            6- Çağatay Tunç: 1993 yılında Gölhisar’da dünyaya geldi. 11 yaşında bağlama kursuna yazılıp, iki yıl devam eden, sonra müzik aletlerine karşı ilgi duymaya başlayan Çağatay Tunç; “Emekli öğretmen, sazbilimci Abdurrahman Ekinci hocam, yöre çalgısı olan, Teke yöresinde yoğun olarak çalınan curayı hediye etti. Sonra darbuka ile tanıştım. Müzik öğretmenim Salih Öznalbant çalışmalarımda rehberlik etti. Sipsi üstadı Hüseyin Demir’in sipsi hediye etmesiyle, sipsiye karşı ilgim arttı. Kendi kendime sipsi çalmasını öğrendim. Şu anda bağlama, cura, sipsi, darbuka ve davul çalmaktayım” diyor. Çağatay Tunç, halen Gölhisar Anadolu Lisesinde öğrenimini sürdürüyor (2010)
            7- Recep Güçer: 1963 yılında Dirmil-Maşta’da doğdu. Sipsi ve zurna çalan, sipsiyi çobanlık yaparken, zurnayı da köylerdeki düğünlerde ustalarından öğrenen, 20 yıl bu mesleği icra eden, çevre il ve ilçelerdeki düğün, eğlence, festival ve şenliklere katılan, köy muhtarlığında birinci azalık yapan, Recep Güçer geçimini bal üretimi yaparak sağlıyor.***
Hasan TÜRKEL
Hasan Türkel’in Sevda Karası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Hasan Türkel, Burdur’da gazetecilik yapıyor. Burdur Gazetecisinin yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmeni. Önceki yıllarda yazdığı, yayınladığı şiirleriyle kitaplarıyla biliniyor, tanınıyor.
            Hasan Türkel’in, Burdur Gazetesinin 18 bin 835 nci sayısında, 4 ncü sayfada “Sevda Karası” adlı, başlıklı dört ayrı bölümden oluşan bir şiiri yayınlandı. Bu şiirden bölüm örnekleri vermek istiyorum efendim:       Birinci bölümden:
Sevda sihirli kelime,
Hele karası,
Çocuk aşkı gibi,
Kendinden bile sakladığın,
Kavuşmak, kaybetmek,
Tablonun renkleri,
Oysa nasılda karışıktır renkler yaşamda?.
            Ve Hasan Türkel, ilk heyecandan sözediyor, hep çocuk olduğundan, çocuk kaldığından sözediyor. Mayasında bulunanlar üzerinde durup “tutkulu sevmelerden” bahsediyor uzun uzun. Biz bölüm dedik ama, şiirin bazı noktalarından sonra fotoğraflar konulmuş, biz de bölüm dedik. Doğrumu, yanlış mı?. Bize göre ikinci bölümden:
Ben sevdim mi kesilir yerden ayaklarım,
Bir uçarım, bir uçarım,
Kamyon çarpmış gibi,
Kırık dökük perişan..
            Soluklanmıyor bile Hasan Türkel. Alt alta getiriyor mısralarını, duygularını. Bize okumak düşüyor, değerlendirmek, izlemek düşüyor. Bize göre üçüncü bölümden:
Yeniden sevdaya vefaya sarılıp,
Öyle kalkarım,
Sevgi dilenciliktir çoğu zaman,
Hele hırsızlık, badem tadındaysa,
İşte o zaman yandın.
            Haram edilmiş şaraplar gibi, hem içip yudum yudum, hem de her yudumda tasalanmanın görüntülerini sergiliyor Hasan Türkel. Şiirin, Sevda karasının sonuna gelince gördüğümüz mısralardan birkaçıyla noktamızı koyalım:
İçimdeki bıçkın çocuk,
“Ölmeyecek miyiz, eninde sonunda” der,
Hiçbir şey yapamazsam,
Ağlarım kendi feylime...
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, 2006 yılında kurulan, 15 yeni Üniversite arasında, 2010 öğrenci tercih sıralamasında 2. oldu.
2. Burdur Belediye Başkanı Sebahattin Akkaya: Dereboğazında Mehmet Akif Kent Ormanı oluşturacağız.***
Burdur TSO Dergisinin yeni sayısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kuruluşlarımızın yayınları, bu yayınlar arasında, içinde yeralan dergiler, getirdikleriyle beğeniliyor, alkışlanıyor, aranıyor.
            Burdur Ticaret ve Sanayi Odası kültürel ağırlıklı (kitaplar) yayınlar yanında, üç ayda bir “Burdur TSO” adında bir de dergi yayınlıyor. Bu derginin Haziran 2010 ayına ait 17 nci sayısı bana ulaştı. Burdur’da Dilek Ofset Matbaada basılan, pırıl pırıl görünümlü derginin, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası adına imtiyaz sahibi: (Yönetim Kurulu Başkanı) Yusuf Keyik, Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü: Ahmet Can, Grafik tasarım ve mizanpaj: Hulusi İlhan, Editör: Ahmet Can, Yayın kurulunda isimleri yeralanlar: Ali Gür, Ömer Faruk Gündüzalp, Şükrü Ürküt, Osman Kısaoğlu, Ahmet Can.  Tlf:0248 234 62 05
            -Şehrimiz nüfusunun artmaması göçe, göç sorunu da istihdama yönelik yatırımların yeterince sağlanamamasına bağlı oluşmaktadır. (Yusuf Keyik, Başyazıdan)
            -9 bin yıllık antik tarihin derinliklerine uzanan ve bin yıllık Türk tarihinin kollarında yaşayan, yolların kavşağında, huzurlu, öğretimde şampiyon ve hızla modernleşen, sanayileşme potansiyelleri yüksek bir şirin şehirdir Burdur (Ahmet Can, Editörden).
            Kapak dosyası: Ana caddelerden trafik manzaraları (değişik fotoğraflar-görüntüler)
            Kısa adı BAKA olan, Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı: Bölgenin “kalkınma anayasasını” hazırlıyor, başlığıyla verilenler dikkat çekici olarak görülüyor.
            -Medya genelde halka açık büyük şirketleri haber yaptığı için aile işletmeleri ve şirketlerinin sorunları genelde gölgede kalır. Oysa ekonomilerde 10 şirketten 9’u aile şirketi vasfını taşımaktadır (Sedat Öz, Burdur TSO Genel Sekreteri)
            -Aile şirketlerinde kurumsallaşma firmaların geleceğidir (Sayfa:20)
            -Bireysel başarıdan, kurumsal başarıya geçmeliyiz (Feyzi Oktay, Burdur OSB Başkanı, Sayfa:21).1.Yörük Fuarı gerçekleşti.
            Son on yılda 5 vali değişti.. Bu valiler; Kadir Koçdemir, M. Rasih Özbek, Can Direkçi, M. Rasih Özbek, İbrahim Özçimen, Süleyman Tapsız (görevde). Burdurlular valilerini hep sevdi (Sayfa: 24)
            BUTSO Meclis Salonu yenilendi (Açılışı: 07 Mayıs 2010) Sayfa 26
            Bölgemizin tanınmış gazetecisi Bülent Ecevit’ten Keyik’le röportaj (S.27)
            -Keyik: Ezme’ye patent belgesi geldi, hayırlı olsun (Sayfa:28)
            -Ahilik kültürüne muhtacız (Recep Kalkan, Burdur Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birlik Başkanı, Sayfa:30)
            -Polonya Cumhuriyeti Büyükelçiliği Müsteşarı Michal Mierzwa ile Burdur TSO’da Polonya-Türkiye ticaret ve yatırım müzakeresi yapıldı (Sayfa: 31),
            -Vergi rekortmenlerine ödül töreni 26 Şubat’ta yapıldı (Sayfa: 32)
            GÜNÜN SÖZÜ:
Mutluluğum sizlerin ufak dükkânlar yerine büyük, haşmetli fabrikaların yapıldığını gördüğüm gün daha artacak ve yükselecektir. (Mustafa Kemal Atatürk)***
Burdur TSO:
2023’e, yeni Burdur kapıları açalım
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kuruluşlarımız, daha doğrusu kuruluşlarımızın yöneticileri hizmetleriyle, getirdikleri, işlerlik kazandırdıkları projeleriyle takdir toplar, alkışlanır ve yıllar sonra hatırlananlar arasına girerler.
            Burdur Ticaret ve Sanayi Odası yöneticilerince getirilenler, ortaya konulanlar, işlerlikleriyle yılların ilerisine gidebilecek, kalabilecek görüntü ortaya koymaları bakımından önem taşıyorlar, anlam taşıyorlar.
            Burdur TSO, adlı dergi 36 sayfalık genel görünümüyle, pırıl pırıl bir baskı getirisinin ağırlığıyla, beğenilen ve beklenilen bir dergi olarak biliniyor.
            Burdur TSO Dergisinin Kasım 2010’da yayınlanan 18 nci sayısında yeralanların görülüp, değerlendirilmesi, değerlendirilebilmesi için ön-dış kapaktan sayfaların bulunduğu kısma adım atıyoruz.
            Kapakta: Mehmet Akif’le açılan kapı. Burdur DSYB Tarım ve Hayvancılık fuarına kapı açtı, cümlelerinden sonra, hatta önce, başlığımızı oluşturan: “2023’e yeni Burdur kapıları açalım”la verilen, verilmek istenilenlerin büyüklüğünü görerek, tebriklerimizi sunmak, alkışlamak istiyoruz.
            Anlaşılıyor ki, bu konuda Burdur Ticaret ve Sanayi Odası öncülük edecek, böyle bir niyetleri var, projeleri var. Derginin iç sayfalarına doğru adımlarımızı hızlandırdığımızda, konuyla ilgili beklenilen, görülmek istenilen bilgiler netleşiyor. 8 nci sayfadan: 2023 hedefler kapısından, hızlı tren de geçecek. Burdur üzerinden Antalya’ya hızlı tren 2011’de bitecek.
            -Antalya’yı Eskişehir, Konya ve Burdur üzerinden hızlı tren hattında bağlayacak proje çalışmaları, bir yıl sonra tamamlanacak. Yeni bir hatla olacak sözkonusu  bağlantıyla İstanbul Limanı, Antalya Limanına bağlanmış olacak..
            Bu açıklama, Antalya’da İnşaat Mühendisleri Antalya Şubesince gerçekleştirilen “1.Antalya Ulaşım Sorunları ve Çözüm Önerileri Konferansı”na katılan, Ulaştırma Bakanlığı Danışmanı Pro. Dr. Mustafa Karaşahin’in konuşmalarından, açıklamalarından alınan bilgiler olarak, aktarılıyor.
            Burdur TSO Dergisinin Kasım 2010 ayına ait 18 nci sayısında yer alanlardan bazı alıntılar:
            1 -Burdur’un yatırım ‘Yatırım-İstihdam’ sorununun gelip dayandığı son nokta, ‘Sanayi yatırım ve ticari olan’ eksikliği ve belirsizliği noktasında düğümlenmektedir (Yusuf Keyik),
            2 -Burdur’un gelişmesi adına, gelişimin çıkış yollarını kapatan tıkaçları görmek zorundayız. Yani öncelikle sorunların gelip dayandığı, düğümlendiği noktaları ele almalıyız (Ahmet Can).
            Burdur Ticaret ve Sanayi Odası Dergisinin, Oda adına sahibi: Yusuf Keyik, Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü: Ahmet Can, Tasarım: Hulusi İlhan. Editör: Ahmet Can, Yayın kurulu: Ali Gür, İbrahim Solak, Ö. Faruk Gündüzalp, Şükrü Ürküt, Osman Kısaoğlu, Ahmet Can.
            Burdur TSO’nun kitap yayınları:
1-Gelişen Burdur (TSO), , Faaliyetlerimiz (2005-2008,TSO), Burdur İli Kalkınma Düzeyi Araştırması (TSO), Burdur Destanı-Bensiz Olmaz-(Prof. Dr. İsa Kayacan), Burdur’un Folklorik Eğlence Kültürü (Ahmet Can).***
T. Turan Atasever’den: “O ve Ben”
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, yazarlarımız, geleceğe önemli mesajların iletilmesi, ulaştırılması için çaba-gayret sarfedenlerin tümünde bulunması, olması gereken bir önemli nokta: İnaçlı olmalarıdır.
            T.Turan Atasever, yıllarca Ankara’da görev yaptı, bu ilimizde yaşadı. Sonradan İzmir’e nakletti, gitti ve şimdi O “Bir İzmirli” artık.
            Yazdıkları, yayınladıkları var T. Turan Atasever’in. Bunlar, şiir, düzyazı-röportaj vb. türlerdeki edebi ürünler.
            O’nun duygu zenginliği, anlatım biçimi, sunuş-okuyuş şekli, ses tonu, çok az insanda vardır. O, önce dinler, toparlar, sonra değerlendirir, kendine özgü bir oluşum yapısı içinde beyninde şekillendirdiklerini, kalem aracılığıyla kağıda, kağıtlara döker. Bunlar, şiirdir, yazıdır. Ama T. Turan Atasever imzasının altına girdiler mi büyürler, sayfalardan taşar, gönül meydanlarına sığmazlar.
            T. Turan Atasever’in yayınladığı her kitap ses getirdi, yankı yaptı, gönüllere yerleşti. Hele son yayınladığı “Sesim-I”le söylemek istediklerim fazlasıyla gerçekleşti, kulaktan kulağa, dilden dile dolaştı. Sevenleri, dostları O’nunla gurur duydu, huzur ve mutluluk içine girdi.
            Elinizdeki “O ve Ben-Sesim II’de, masanızdan eksik etmeyeceğiniz, coşmak, duygu denizinde kulaç atıp, kulvarlarda koşmak isteyeceğiniz zamanların yol gösteren kitabı olacaktır.
            T: Turan Atasever, inanç zenginliği ve inaç dünyasının genişliğiyle bilinen, bu duygularla yaşayan bir dostumuz olduğu için, bu noktadan hareketle yazdığı şiirlerini kapalı dosyalarda tutmak, saklamak istemediği için, ; “Binbir adınla dilde/Sensin yüce Allah’ım/Ebedi, son menzilde/Sensin yüce Allah’ım” diye yola çıktığı için; “Ben, Tanrı’nın aşkını/İçmişim dut gibiyim!/Taş yaparım taşkını/Hazreti Lut gibiyim” diye kesin çizgilerle sınırlılık netlikleri ortaya koyduğu için; “O…O! dediğimde yüce varlıktan/ Beni yaradandan bahsediyorum1/İçimdeki ‘Ben’i varetti yoktan/’O’nun bir aksidir ben’ler diyorum” teslimiyeti, anlatımı, açıklamaları için kitabının adını “O ve Ben” koyduğunu, doğru bir karar verdiğini, inanç yolculuğunun zirvesine ulaştığını görüyoruz.
            T. Turan Atasever’in şiirlerinin mısraları arasındaki gezintiniz başlamadan, bu mısraların bir araya getirildiği, bütünleştirildiği ve şiirleştirildiği görüntülere bakınız, başlıklardan bile ne söylenmek istendiğini, nereye doğru yolculuğa çıkıldığını, nereye varılacağını, varıldığını hemen anlar, görürsünüz.
            Vermek istediğimiz başlık örneklerimizden bazıları: Ben, O ve içimdeki ben, Allah’ım, Yüce Tanrım, Allah diyerek, O’nu arıyorum, gönlüm sen’le dolsun, Pişir beni, Bende, benden içeri, O’na doğru, Allah’a şükür, nasip olsun, Bayram gününde, Kadir gecesi, Ya Muhammed, Yetiş ya Muhammed, Şehitler ölmez, kullar var, çözüm beni, Ebedi huzur, Yunus’u görüyorum, Gel, gel diyor Mevlâna, Ahilik, Dini istismar edenlere, Müslüman komşulara, Vefasız dostlar nerdesiniz?
            T.Turan Atasever, gözü-gönlü gören, yanlışı yerip, doğruyu öven, yazdıkları, yayınladıklarıyla gönüllere yerleşen, bir isim, bir kalem sahibidir. O’nu seviyor, tebriklerimle, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.***
Mithat Erden hocanın şiirlerinden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
2010 yılının ikinci yarısının ortalarında, İzmir’den Rukiye Karadadaş hocamız telefonla aradı. Bir yazımı ve benimle ilgili bir yazıyı okumuş, Burdur-Tefenni Ece köyünden oluşum nedeniyle, geçmiş yıllarını hatırlamıştı.
            Rukiye hocamız, 1960 yılından önce Tefenni Ortaokulunda öğretmenlik yapmıştı. Bu yıllarda, aynı okulun Müdürü olarak görev yapan Mithat Erden hocamızın Ankara’da oturduğunu söyledi. Mithat Erden hocamızla, Ankara ODTÜ Çamlık sitesindeki evinde görüştüm, ziyaretim sırasında hasret giderdik, kitaplarından şiirlerinden verdi. Yazdım, makale olarak yayınladım.
            Yine bir gün Mithat Erden hocamız, telefonla beni aradı. Heyecanlıydı, Siirt ortaokulunda görev yaptığı yıllarda bu ilimizde önemli izler bıraktığı için, öğrencilerinin (bugünün yetişkinleri) kendisi için bir gün düzenleyeceklerini, heyecanının buradan ileri geldiğini söyleyince ben de sevindim.
            Cumhur Kılıççıoğlu dostumun sahibi, sorumlu müdürü ve başyazarı olduğu, haftalık renkli olarak yayınladığı “Mücadele Gazetesi”nin 22 Kasım 2010 tarihli 4127 nci sayısında, “Siirt’in yaşayan en büyük öğretmeni 89 yaşında Mithat Erden’e uzun ömürler diliyoruz” başlığı yanında, Mithat Erden hocamızın bir fotoğrafı ve ikinci sayfada, hocanın biyografisi içerisinde, ülke yönetiminde önemli görevler alan talebelerinin bulunduğu, bunların isimleri kaydedilirken, 1946-47 yıllarında Siirt’te öğretmenlik yaptığı belirtiliyor ve bir cümle olarak; “1950-52 yıllarında Burdur-Tefenni ilçesinde ortaokul müdürüyken-Yeni Siirt-adlı bir gazete çıkardı” notu düşülüyordu. Hocanın “Ben buyum” adlı şiiri bana ulaştırıldı ve o şiirden bir  yazımda sözettim, mısralarından örnekler verdim. Bu şiir; “Ben bir Türk’üm, ben bir Kürd’üm, ben bir Çerkez’im, ben bir Laz’ım/Onbeş dilden çalar, söyler ince telli bir sazım” diye başlıyordu.
            Mithat Erden hocamızın Siirt Mücadele Gazetesinin yukarıda belirttiğim sayısında yeralan şiirleriyle bilgili  bilgiler bazı dörtlük örnekleri:
            “Selam” adlı Mithat Erden şiiri ve ötekiler beşer beşer bölümden oluşuyorlar. Mısra, bölüm-dörtlük örneklerimiz efendim:
SELAM (Mithat Erden)
Selam sana deli Botan,
Selam sana dağlık vatan,
Selam sana Meleto’nun,
Omzunda ağran tan.
SİİRT BATTANİYESİ (Mithat Erden)
Seni hangi iklimlerin mekiği,
Hangi elin, hangi iğin ipliği,
Parmak parmak, beyaz tüyle dokumuş?.(1948)
BUTUM AĞACI(Mithat Erden)
Siirdi süslersin, allar giydirip,
Ele sığmaz kıza şallar giydirip,
Nişanlılar günü sallatırsın ip,
Dalını sevdiğim butum ağacı. (1952)            ***
Sevinç Atan’dan: Dört şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankaralı şair, yazar ve araştırmacılarımızdan Sevinç Atan’ın dört ayrı şiiri var masamda. Bunlar; Bana Leyla, Hadi gel yar, Kirpiğinin gölgelerinde, Kaptanın kızı adlarıyla karşımıza çıkan şiirler
            Sevinç Atan 48 yıldır sanat ve edebiyatın içinde. Özellikle şiire verdiği emekleri fazla.  O’nun şiirlerindeki duygular, sıklıkla işlenmişlerden uzaktır. Yani, yenilikler peşindedir
Sevinç Atan. Masamdaki ilk şiiri “Bana Leyla”dan:
-Deli gönlüm niye bilmem yanılıp sevdi seni,?
Bana Leylâ, sana Mecnun diyeceklerdi hani?
Bu nasıl bir kara sevda, yine ağlattı beni.
Bana Leylâ, sana Mecnun diyeceklerdi hani?.
            İkinci şiiri Sevinç Atan’ın “Hadi gel yar” başlığıyla karşımıza çıkıyor. Gün batarken sevda yıllarının birbir gözleri önünden geçişini anlatmakla söze başlıyor şairemiz. Her sokaktan, her duraktan salınan selâmlarının hesabı görülüyor, değerlendirilip, sonuçlarıyla karşılaşılıyor. Bu şiirin son dörtlüğü:
-Sen ki, halâ  özlenensin, bende hasret toz duman,
Söylenen her şarkı sensin, beklenensin her zaman,
Gökyüzünden kalbe akmış yıldızımken hatıran,
Her bahardan, her çiçekten buseler çaldım sana.
            Ve Sevinç Atan şiirlerinden bir başkası “Kirpiğinin gölgelerinde” başlığıyla karşımıza çıkıyor. “Sevda ile baksan ne olur bir kere canân?”diye soruluyor ilk olarak. Bu şiirden bir dörtlük efendim:
-Varsın bakışın kalbimi bir kor gibi yaksın,
Aşkın beni alsın da, derinlerde bıraksın,
Bilsem ki o an mahvıma ferman olacaksın,
Ölsem ne çıkar kirpiğinin gölgelerinde?.
            Dört dörtlükten meydana gelen “Kaptanın kızı” adlı şiirindeki duygularıyla da dikkat çeken Sevinç Atan mısralarından yaptığımız seçmelerle noktamızı koyalım:
Mehtaba sevdalıydı, yıldızlara nişanlı,
Hayalinden gemiler geçerdi anlı-şanlı,
Samanyolu’na yoldaş mehtapla eş zamanlı,
Sahilden rüzgâr gibi geçti kaptanın kızı.            ***     
Nilüfer Dursun’un şiir dünyası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’lı şairelerimizden, eğitimci ressam araştırmacı ve yazarlarımızdan, İngilizce’ye yaptığı çevirilerle dikkat çeken isim ve imzalarımızdan Nilüfer Dursun’un şiir dünyasında mini bir gezinti yapmak istiyorum efendim:
            Nilüfer Dursun’un şiirleri uzun soluklu anlatımlar olarak karşımıza çıkıyor
            “Evcilik Oyunu” adlı, başlıklı şiirinde; “Sıcak yuva, çocuklar her genç kızın hayali” diye söze başlıyor. “Birlikte nefes almak, tek yürek olmak demek/Yetişmediği yerde, eşine destek vermek” şeklinde devam eden mısralar. Ve yine devam edenler:
-Aşk da yaşanabilir, biraz çaba umutla,
Yüreğini açarsan, karşındaki insana.
“Son Liman” adlı şiiriyle Nilüfer Dursun, bir başka anlatım dünyasının yollarında yürüyor. İlk dörtlüğü şöyle bir şiirin:
-Herkes bir yol tutturmuş, türlü işler peşinde,
Huzuru bulan çok az, ailede, işinde,
Dürüst kalmak zorlaştı, hayat keşmekeşinde,
Son liman huzurevi olacak bu gidişte.
            Nilüfer Dursun’un şiir dünyasında gezerken, hayatın değişik kesimlerindeki fotoğraf kareleriyle sıklıkla karşılaşıyoruz. Bu kez “Çılgın Babaanne”den sözediyor şairimiz. Bu konuda, O’na karşı diyecekleri var birbiri ardına sıralanan. Önceki yaşantısını bir kalemde silmek istiyor, “bir kalemde geçin” diye kestirip atıyor kararlılıkla. “Sadece bir kez platonik aşkı beynimde yaşadım/Kâğıt üzerinde kalmaktan öteye geçemediler” diyerek dönüm noktasının, dönüm noktalarının altına koyduğu kalın çizgileri gösteriyor.
            Ve son Nilüfer Dursun şiiri: Merhametten maraz çıktı.
            Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiirde, insan olmanın zorluğundan, her yüze gülene mesafeli olma döneminin başladığından, merhameti nedeniyle ne hallere düştüğünün net görüntüsünden bahsediyor uzun uzun. Bu şiirin bir dörtlüğünde de şöyle diyor:
Pek çok mesleğim oldu, öğretmenlik dışında,
Ressamlığa soyundum, elli küsur yaşında,
Kavak yelleri eser, halâ delibaşımda,
Merhametten düştüm, mendil açacak hale.
            *** 
T. Turan Atasever’den: 
kararlı, güçlü şiir örnekleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’dan İzmir’e transfer olan, edilen isim ve imzalardan, şair ve yazarlardan T. Turan Atasever’in kararlılık örnekleri, güçlülük belirtileri tablosuyla bize ulaşan şiirlerinden seçme mısralar nakletmek istiyorum. Bunlardan, “Beni Ansın”dan:
-Nemlenecek kimi gözler,
Söylenecek tatlı sözler,
Bazıları elbet özler,
Bilen dostlar beni ansın..
            Seni (Allah gecinden versin) dostların daim anacaklardır.. Sevgili T. Turan Atasever hoca, sen kimseyi incitmedin, kırmadın” adam gibi adam” olduğun için, seni herkes seviyor, alkışlıyor.
            T. Turan Atasever vefasız dostlarından sözediyor” Nerdesiniz”? diye soruyor. O’nun tespitleri daha doğrudur, daha nettir.
Beş ayrı dörtlükten oluşan..  Nerdesiniz?”in son dörtlüğü efendim:
-Her yerde beni bulup,
Benim sevgimle dolup,
Neş’eme ortak olup,
Bölenler, nerdesiniz?.
            Müslüman komşulara, Dini istismar edenlere, Ahilik, Kullar var, Yetiş ya Muhammed, Su, İnsanlar tandım, Yunus’u görüyorum (vd) başlıklı şiirleriyle dikkat çeken, göz dolduran T. Turan Atasever, sanat ve edebiyatımızın zirvedeki isim ve imzalarındandır.
            O, T. Turan Atasever yıllarla hesaplaşır zaman zaman. Genel değerlendirmeler içine girer fırsat buldukça. Yedi dörtlükten oluşan, meydana gelen “Yıllar” dan iki dörtlükle noktamızı koyalım:
. Bunca zamandır beni,
Peşine takmış yıllar,
Tenime her yıl yeni,
Çiviler çakmış yıllar.
*
Gönül hep ona esir,
Dilimde şarkı, şiir,
Bakıyorum şöyle bir,
Su gibi, akmış yıllar
            T.TURAN ATASEVER’DEN:
AZİZ DOSTUM İSA KAYACAN’A
Hayatta tanıdığım samimi, dost ve yaran
Seni unutmayacak ömrü oldukça Turan.
(İzmir, 29 Kasım 2010)***
Mezopotamya 
Gazeteciler Cemiyeti’nden: Sempozyum
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Zümrüt Rize Gazetesinin sahibi, değerli dostum Faik Bakoğlu’nun gönderdiği bir zarf dolusu gazete ve yayının içinde, Mezopotamya Gazeteciler Cemiyetinin Mayıs 2010’da Mardin de düzenlediği, “Mezopotamya Demokratik Açılım Sempozyumu ve 2. Uluslar arası Mezopotamya Başarı Ödülleri” adlı 122 sayfalık, bilgiler bütünlüğü yeralıyor kitapta.  
            Sempozyum Koordinatörü: Cemil Aydoğan. Yayın koordinatörü: Oğuzhan Dalkıran. Mezopotamya Gazeteciler Cemiyeti’nin adresi: Hükümet Cad. Genç Aykut İşhanı Zemin Kat No:2-3 Kızıltepe-Mardin.
            Önsöz, Mardin Valisi Hasan Duruer’in. Sayın Vali önsözünün bir yerinde:
            -“Farklılıkların zenginliğe dönüştüğü barış ve huzurun hâkim olduğu Mardin’in bu özelliği ile tüm Türkiye’ye örnek olacağını umarak, bu ülkede yaşayan her bir vatandaşın etnik kökeni, inancı, dini, dili her ne olursa olsun, birinci sınıf vatandaş olduğu, köklü medeniyetimizde ayırımcılığa yer verilmediğini hatırlatmak istiyorum” deniyor.
            Biyografiler var ilerleyen sayfalarda. Bu isimler; Cemil Aydoğan, Mueyed Teyib, Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, Murat Girgin, Mehmet Altan, Mithat Sancar, Ali Bulaç, Şanal Yurdatapan, Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Av. Fetullah Erbaş, Vildan Saim Tanrıkulu. Konuşmacılardan:
- Yüzyıllarca şiddet ve hoşgörüyle iç içe yaşayan aynı sınırlar içinde Anadolu halklarının kardeşliğiyim (Cemil Aydoğan),
- Biz insanlar birbirimize karşı saygılı olmalıyız (Mueyed Teyib)
- Kızıltepe’de yüksek okul şeklinde ilk üniversite nüvelerini oluşturmaya yönelik çalışmalarımız devam ediyor (Prof. Dr. Serdar Bedii Omay)
- Mardin’de olmak, taşın içindeki kardeşlik ve özgürlük hikayelerini başka dillerde ama hep aynı alfabeyle okumaktır (Murat Girgin),
- Dilerim, açıldık sağlıklı, olumlu yeryüzü standartlarına büyük bedeller zaten ödenmiş bunu daha da arttırmadan bir şekilde nihai hale getirir kapatırız (Prof. Dr. Mehmet Altan),
- Türkiye, 1950-1960 döneminde, Osmanlı Devletinden sonra ilk kez İslâm Dünyası, başta Japonya olmak üzere Asya kıtasına yönelmiştir (Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu)
- Her dilin kendine ait, kendine özgü çekirdek bir bölgesi vardır (Ali Bulaç),
- Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin dönüm noktası 1987’dir. (Vildan Saim Tanrıkulu),
- Buralarda çekilen acılar Orta Anadoluya bile ulaşmıyor, oraya tam tersi yalanlar gidiyor (Şanar Yurdatapan)…

17 Ocak 2011 Pazartesi

KONUK YAZAR

Hayatımda, yüreği Burdur için; İsa Kayacan kadar sevgiyle çarpan bir başka insan görmedim...
Oktay ZERRİN 
Bir Burdur Âşığı: Prof. Dr.İsa Kayacan... 
Ben hayatımda yüreği Burdur için bu kadar sevgiyle çarpan bir başka insan görmedim desem yalan olmaz hani! Prof. Dr. İsa Kayacan hocamızdan söz ediyorum. Kendisini ilk kez Anayurt Gazetesi`nde yayınlanan kültür, sanat, edebiyat ve diğer konulardaki yazılarıyla tanıdım. Yazılarını okudukça O`ndaki Burdur sevdasına ve insan sevgisine hayran kaldım. 
O, tam bir Burdur âşığı. 
Her beş yazısından birinde mutlaka Burdur tarihi ve kültürünü dile getirir. 
Prof. Dr. İsa Kayacan yıllardır Basın kurumu`nda üst düzeyde ve pozisyonlarda görev yapmış aydın, memleketsever, manevi değerlere bağlı ve saygılı, engin hoşgörüsü ve sevgisiyle örnek bir aile babasıdır. O`nun yazmış olduğum "Gel Burdur`a, Burdur`a" adlı bir şiirimi Türkiye`deki bir çok yerel ve bölge gazetesinde yayınladığını ve "Burdur Şiiirleri" adlı bir kitap çalışmasının bulunduğunu biliyorum. Hatta sağolsunlar sözünü ettiğim bu şiirimin yayınlandığı gazaeteleri de adresime göndeme zahmet ve nezâketinde bulundular.
Yine sayın Kayacan, bana gönderdiği bir mektupta kendisi'nin şiirlerinden beste olan varsa şiiri ve notasıyla kendisine iletmemi ve yayınlayacağı kitabında yer vereceğini belirtmişti. Fakat ben rahatsız olduğum şeker hastalığımın ve yoğun işlerimin çok artması nedeniyle sayın hocamın bu mektup ve isteğine maalesef cevap veremedim. Kendisinden bu vesileyle çok özür dilerim. 
Ben sadece 3 ay gibi çok kısa bir süre ud dersi aldım, fakat sonra bırakıp kendimi evde geliştirmeye çalıştım ve hâla da bu çalışmayı sürdürüyorum. Beste yapmak öyle kolay bir iş değil. Öncelikle çok iyi nota bilgisi, bunun yanında iyi bir mûsiki eğitimi ve kariyeri gerekir. Sayın İsa Kayacan hocamın 2 şiirini amatörce bestelemeye çalıştım fakat çok eksiğim var nota yazımı konusunda. Sanırım yardım almam gerekecek tecrübeli besteci dostlardan. O nedenle şimdilik bu konuyu askıya aldım. Belki ilerde bitirebilirsem sayın hocama armağan edeceğim inşallah. 
Gelelim asıl mevzûya: Evet, Prof. Dr. İsa Kayacan hocam tam bir Burdur sevdalısıdır. Keşke herkes memleketini bu şekilde çok sevebilseydi! O, bir gönül insanı. O, bir sevgi insanı. O, bir insan sarrafı! Böyle değerli bir şahsiyeti tanımış ve hakkında şiir, yazı ve beste yapmış olmaktan gurur duyuyorum. 
Hacettepe`de okuyan oğlumu bir ziyaretimde Anayurt Gazetesi`nin Kızılay`daki merkez binasına gitmiştim bir kaç kez. O zamanlar maalesef hocamı gazetede göremedim.Yazılarını e-maille gazeteye gönderdiğini ifade ettiler. İlk ziyaretimde o zaman hayatta olan Anayurt Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şakir Nazlım ile tanışıp kısa bir sohbetimiz olmuştu. Kendisine hocam sayın İsa Kayacan için yazdığım ve bestelediğim o şiiri vermesi ricasında bulunmuştum. İletmişler. Allah`tan rahmet diliyorum, mekânı cennet olsun inşallah. 
Gazeteye bir başka ziyaretimde bu defa da Anayurt Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı ve İmtiyaz Sahibi sayın Naci Alan bey ile kısa bir tanışma ve sohbetimiz olmuştu hatta o zaman yanında gazetenin köşe yazarlarından sayın Nusret Kebapçı beyfendi vardı. Bu vesileyle sayın Alan ve sayın Kebapçı`ya ve tüm Anayurt Gazetesi çalışanlarına sevgi ve selamlarımı iletirim. 
Evet Prof. Dr. sayın İsa Kayacan hocamız kendini bildi bileli basın ile iç-içe ve özellikle de Anadolu Basını denince ilk akla gelen güzide isimlerden, şahsiyetlerden birisi. Böylesine seçkin ve saygın bir şahsiyeti, değeri, insanı anlatmaya ne kalemler ne de zaman yeter ! Kendisini yürekten kutluyor,çalışmalarında başarılar diliyorum. Ne mutlu Burdur`a ne mutlu Burdurlullara ki böyle bir Burdur âşığına sahipler!.

15 Ocak 2011 Cumartesi

Torunum Nazlı Aykut’un 
üç yeni şiiri
 Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Torunum Nazlı Aykut, Ankara Arı Okullarının 6-D, 247 nolu öğrencisi. Nazlı’nın denemeleri, şiirleri var yayınladığım.
            2011’in ilk günlerinde yazdığı üç yeni şiirini nokta ve virgülüne dokunmadan aşağıya alıyorum efendim. 
            
            HOŞGELDİN 2011 
                (Nazlı Aykut, 05.01.2011) 
            Hoş geldin 2011,
            Bize çabucak geldin, bu acele nedir?
            Koskoca 2010 gelip geçti,
Bu yılki planın nedir?
            *
            Geçti 2010 sevinçlerle, hüzünlerle,
            Geçecek 2011 sevgi dolu düşlerle,
            Bu yılki dileğim benim,
            Biraz başarı, biraz eğlence...
            *
            YETER Kİ BENİM OLSUN 
            (Nazlı Aykut, 06.01.2011) 
            Çok uzak yerlere gitmek isterdim,
            Sessiz, güzel, ışıl ışıl olsun.
            Hep bir yerleri dolaşmak isterdim,
            Yeter ki benim olsun.
            *
            Tozpembe rüyalarla büyümek isterdim,
            Kötülükten uzak olsun.
            Uçmak isterdim diyar diyar,
            Yeter ki benim olsun.
            *
            Kuşlar ötsün benim için,
            Güneş doğsun dünya için,
            Dürüstlük artsın insanlık için,
            Yeter ki benim olsun.
            *
            BEN 
            (Nazlı Aykut, 06.01.2011) 
            Saf ve temiz olmak isterdim,
            Doğmamış bir   bebek gibi.
            Hani derler ya,
            “Doğum ölümün başlangıcıdır” diye,
            İşte öyle gibi.
            *
            Bulut gibi mavi olmak,
            Suçsuz ve güçsüz,
            Yıllarca kötü hissetmek,
            Ölmüşten farkı olmamak…
            *
            Ben de herkesten aldım acıyı,
            Hayatın gerçekleri gibi,
            Unutmadım geçmişi
            Bir de bu derdim varmış gibi.
***          
Bedri Aybars’dan :
Türk Musikisi temel bilgileri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Hangi alanda olursa olsun, meslek olarak görülenlerin, kabul edilenlerin uzman kişilerce icra edilmesi, yerine getirilmesi önem taşıyor, anlam taşıyor. 
            Seçkin insan, değerli şair ve yazar dostum
Vedat Fidanboy aracılığıyla bana ulaşan bir kitap.
Adı; Türk Musikisi Temel Bilgileri…
Yazarı (imza sahibi): Bedri Aybars.. 
            Kitap büyük boy 260 sayfayla yayınlanmış. Musikinin tarihi gelişimi, nota,usuller,aralıklar,makamlar ,örnek eser notaları gibi ana başlıklarla aktarılmış.Teknik kontrol:H.Özgen Gürbüz.Editör:Burhan Turan imzalarıyla  karşılaşıyoruz.                         
            Bedri Aybars “kitap hakkında” yazdıklarıyla, çalışmalarının içeriğiyle  ilgili  bilgi veriyor.Bir yerinde:”Bu kitapta geçen musiki  terimleri değişik kaynaklarda farklı şekillerde gösterilmektedir.Bu nedenle bu terimler  hem bu kaynaklar,hem de yaygın kullanım dikkate alınarak yazılmıştır” denilişi dikkat çekiyor.
            Önsöz, H.Özgen Gürbüz  imzasının taşıyıcısı.Özgen Gürbüz hoca önsözünün bir yerinde şöyle diyor :”Çalışmalarını,içten çabalarını,titizliğini ve samimiyetini çok  yakından bildiğim gerçek dost,çok iyi araştırmacı değerli Bedri Aybars beyefendi,yıllardır topladığı kaynakları ve notaları derleyerek elinizdeki kitabı hazırladı”.
            Kitabın birinci bölümünde; Genel bilgiler ve tarifler, ikinci bölümde:Düzüm ve usuller,Üçüncü bölümde :Aralıklar, Dördüncü bölümde:Türk musikisinin formları, biçimleri , Beşinci bölümde: Makamlar ve bu ana başlıklar altındaki detaylandırıcı,açıklamalı başlıklar yeralıyor.Ekler bölümünde,örnek eserler verilmekte.
            Genel bilgiler çerçevesinde; Türklerin l3 ncü yüzyıldan itibaren yazılı eserler meydana getirmeye başladığını, insanların ilk yazıyı günümüzden 6 bin yıl önce yani,MÖ.4 bin yılında bulduklarını,Enstrümantal musikisinin; Yalnız sazlarla yapılan musikiye dendiğini, Solo için: Ses veya sazların tek olarak yaptığı musikiye verilen ad olduğunu, Solistin:Tek ses veya sazla musiki yapan  icraya dendiğini, Koronun: Bir çok ses ile yapılan musikiye verilen ad olduğunu, Koristin: Koroda bulunan her bir ses sanatçısı için kullanıldığını, öğreniyor, hatırlıyoruz.
            Verilen örnekler sayfalarında, makamların, müzik ve söz sahiplerinin bir düzen içinde verilediğini görüyoruz.
            Sayfa 66’daki nota: Kürdi şarkı, Bahar gibi yaz gibi. Müzik:Bedri Aybars,Söz: İlkan San/Uşşak şarkı,İçimdeki dünyaya çağırsam gelir misin, Müzik:Bedri Aybars,Söz:Vedat Fidanboy/Karcığar şarkı, Bir yüce dağ düşün(vay haline vay)Müzik:Hüseyin Soysal,Söz:Halil Soyuer /Mahur Fantezi, Gülüşünü hayra yordum (sitem) Müzik: Bedri Aybars, Söz: Vedat Fidanboy.
            Bedri Aybars:l944 yılında Kırşehir’de doğdu. Kara Harp Okulundan l965 yılında İstihkâm Subayı olarak mezun oldu.l966 yılında istihkâm Okulunu bitirdi.l993 yılında Kıdemli Albay rütbesiyle emekli oldu.
Türk Sanat Müziği çalışmalarına l986 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı Sanat Müziği Korosunda başladı. Pek çok bestekârdan, müzik uzmanından yararlandı. Değişik koroların kuruluşunda görev alan, pek çok koronun yöneticisi olan Bedri Aybars’ın l5 bestesinden  8’i TRT Repertuarında bulunuyor.***  
Ata Eğitim 
Dergisinin ilk sayısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Dergilerimiz var, gazetelerimiz var… Yayınlandıklarında, yani ilk sayılarında “merhaba” dediklerinde ses getiriyorlar. Bunun aksi, şöyle bir görünüp, kaybolup gidiyorlar.
          Gazeteci dostum Murat Kocakök’ün gayretleriyle, Eren Atakay’ın sahipliğinde “Ata Eğitim Dergisi”nin ilk sayısı Aralık 2010’da okurlarıyla, eğitim dünyasıyla selamlaştı, merhabalaştı.
           Derginin kimliğine bakıyoruz: Eren Atakay’ın sahipliği dışında, Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak  Murat  Kocakök, Yayın Danışmanı: Dr. Oğuz Poyrazoğlu isimleriyle karşılaşıyoruz.. Editörler olarak: Aslı Atakay,Meltem Yılmaz isimleri karşımıza çıkıyor.Altı kişilik isimler katkıda bulunanlar arasında sıralanıyorlar.
          Ata Eğitim Dergisinin yazışma adresi: Bahçelievler 7.Cad.71.Sok(eski 22) No:2-2 Çankaya-Ankara şeklinde kaydediliyor.
          İçindekiler sayfasına baktığımızda,dolu-dopdolu bir dergi görünümüyle karşılaşıyoruz.İmzalarıyla okurlarının karşısına çıkan,merhaba diyen kalem sahipleri,yazarların sıralanışı efendim:
         -Murat Kocakök, Dr.Oğuz Poyrazoğlu,Rabia Sultan E.Akın,Hakan Bingül,Aslı Atakay,Oktay Taş,Meltem Yılmaz, Nur Öz Bolat, Mustafa Kılıç, Prof. Dr. İsa Kayacan…
         Bu isimlerden, dergi sayfalarından aldığımız bazı cümleler:
        1-Ülkelerin kalkınmasında en önemli gösterge eğitime yapılan yatırımdır.(Murat Kocakök, sayfa)
        2-Zamanınızı en iyi yönetin. Kendinizi zorlayın ve engellere rağmen vazgeçmeyin. (Prof. Dr. Nejdet Atabek, sayfa:5)
       3-Yurtdışında eğitim almanız, yabancı dil bilmeniz sizi mesleki avantajlı ve tercih edilir bir konuma getirecektir(Aslı Atakay, sayfa:22)
       4-Eğitim bu ülkenin en temel sorunlarından ve en önemlilerinden biri olmaya devam ediyor (Oktay Taş, sayfa:26)
        5-2005 yılında Ankara’da kurulan MCD Gençlik Kulübü, ülkemizin bir çok ilinden Ankara’ya çeşitli üniversitelere okumaya gelen öğrencilere kendilerini geliştirebilecekleri eğitim imkanları sunuyor. (Hakan Bingül, sayfa:30)
       6-Sınavların bireyin geleceği üzerindeki etkisi gerçekten çok büyüktür(Nur Öz Bolat sayfa:34)
      7-Dilimize karşı ilgi gösteriyorsak, saygı gösteriyorsak, titizlik içindeysek, ortaya kişiliğimizin genel görüntüsü çıkar. (Prof. Dr. İsa Kayacan, sayfa:44)
      8-Şanlıurfa’da bir şeyh efendinin nefesinden öte, akılcılığı rehber kılacak bir nefese, çözüme ihtiyaç var. (Meltem Yılmaz, sayfa:46)
     9-Satrancın en güzel yanlarından biri de her yaştan bireye benzer katkıyı sağlaması ve heyecan vermesidir. (Dr. M. Sabri Koçak, sayfa:63)
            GÜNÜN SÖZLERİ:
1. İlkeli gazetecilik, demokrasinin güçlenmesine, büyük katkı sağlar. (Süleyman Tapsız, Burdur Valisi)
2. Basın, Cumhuriyetin vazgeçilmez unsurudur. (Sebahattin Akaya, Burdur Belediye Başkanı ***
Türkçemi istiyorum!
 Prof. Dr. İSA KAYACAN
TDK’nın sözlüğüne bakıyoruz: Türk; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan kimse. Türkçe; Türk dili. Türkçecilik; Türk dilini yabancı kurallardan ve kelimelerden arıtma akımı…
          Devletimizin kurucusu Yüce Atatürk; “Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yerer ki, bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmasını bilecektir” (930) diye dikkat çekiyordu.
          Peki, biz ne yapıyoruz?
          Dilimizi koruma, kendi aramızda veya fert olarak dilimizin üzerine titriyor muyuz?
Yazarken, okurken dil yanlışlıklarıyla ilgili titizliğimizi koruyor muyuz?
          Çoğu zaman, TDK’nın üzerine attığımız, TDK şemsiyesi altına sığındığımız olur. Şu inceltme işareti (şapka) dediğimiz (^) yi kullanmamız gereken yerlerde bile, görmemezlikten gelir, ihtiyaç duymamazlığımızı bir doğruluk gibi göstermeye kalkışırız.
          Yazalım: “Kazım”. Bunun içindeki ikinci harfin üzerine (^)yi koymadan okuyun. “Ben kazım”. Halbuki “Kâzım” adından söz ediyoruz, söz etmek istiyoruz.
          “Hala” babamızın kız kardeşi. Ama şapka koyarsak “Halâ” devam eden anlamına gelmiyor mu?
“Vakıf olmak” ta, vakıf kuruluşundan söz ediliyor. “Vâkıf” olmaktaysa, bilgi sahibi olmaktan bahsediliyor.
          TABELÂLARIMIZDAN KOVULAN TÜRKÇE
          Ankara’nın Kızılay bölgesindeki, Bahçelievler’in 7 nci caddesindeki, Kavaklıdere semtinin Tunalı Hilmi caddesindeki iş yeri tabelâlarına bakınız: Yabancı hayranlığının alıp yürüdüğünü, Türkçenin adeta tabelâlardan kovulduğunu (!) görürsünüz.          
          Ülkemizin pek çok yerinde; Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Antalya, Muğla, Trabzon, Bursa gibi illerimizin tamamında, hatta ülke genelinde demek daha doğru olur, iş yerlerine açılış ruhsatı verirken, Belediyelerimiz; “Arkadaş sen iş yeri mi açacaksın?.  İsmi mutlaka Türkçe olacak, yoksa ruhsat vermiyoruz” diye kestirip atılan bir karar bütünlüğü sergileseler,  bu bütünlük süreklilik haline getirilebilse, inanıyorum ki iş yeri adlarının tamamı Türkçe olacak, Türkiye’de, Türkler arasında yaşandığı gerçeği ortaya çıkacaktır.
YANLIŞLIKLAR UMURUMUZDA OLMALI!
          Yanlışlıklar umurumuzda olmalı, bizi üzmeli, düşündürmeli. 
          Kitap adlarına bakıyoruz: “Benim Yazdıklarım”. Böyle bir kitap adı olabilir mi? “Benim” kelimesini kaldırıp okuyun:  “Yazdıklarım” . Doğrusu bu değil mi?
          -“Anı ve hatıralarımı yazıyorum”. Anı ve hatıra aynı anlama gelmiyor mu? Ya anılarınızı, ya da hatıralarınızı yazınız! 
          -“Olanak ve imkânlarımı ortaya koydum”. Olanak ve imkân aynı anlama gelmiyor mu? Ya olanaklarınızı, ya da imkânlarınızı ortaya koyunuz.
          -“Herkes yasa ve kanunlar önünde eşit olmalı” . Yasa ve Kanun aynı anlama gelmiyor mu? Ya Yasa’ dan bahsediniz, Ya da Kanunlar’ dan söz ediniz.
          -“Geri iade ettim”. Geri-geriye doğru vermek….İade-iade etmek, vermek: “İade ettim” denilse doğru olmaz mı?
          Radyo ve TV’lerdeki spiker ve program sunucularının Türkçemizi katledişlerini daha ne kadar seyirci kalacağız, tahammül edeceğiz?
UZUN LAFIN KISASI
          Bütün bunlardan önce, ülkemizin değişik alanlarındaki vatandaşlarımız için hazırlanan, başta Anayasa dili olmak üzere,  diğer yasalarımızın dili yaşayan Türkçe olsa, herkesin anlayabileceği bir biçimde ortaya konulsa, doğru olmaz mı?
          Uzun lafın kısası, hangi alanda görev yaparsak yapalım,  Türkçenin üzerine titremek durumundayız. Doğruları arayıp bulmak, yazmak zorundayız. Yazdıklarımız, yayınladıklarımız mutlaka anlaşılır olmalı, örnek alınacak yönlerinin fazlalığı bulunmalıdır.
          Yoksa bir gün gelecek hepimiz: “Türkçemizi istiyoruz” diye bağıracağız, ama iş işten geçmiş olacak. Ve bizi duyan, dinleyen kimse kalmayacak efendim!.. ***
KONUK YAZAR:
Bir mitoloji kahramanı:
Gazeteci-Yazar İsa Kayacan
Hasan TÜRKEL
            Gazeteci- Yazar İsa Kayacan ve onun yazılarıyla, Burdur Gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladıktan sonra tanıştım denilebilir. Daha önceden de Yenigün Gazetesinde ve Burdur Gazetesinde çıkan yazılarını tek tük okumuştum. Sayın Kayacan’la birlikte olduğumuz platformlarda farklı şeyleri savunup, farklı şeyler seslendirdik. Onun konuşmacı olduğu bir panelde ben, gazeteciliğe bakışımın ondan ayrı olduğunu bir dinleyici olarak belirtmiştim. Sayın Kayacan’la farklı şeyler düşünüyor ve savunuyor olmak, benim ona bakışımı asla değiştirmedi. Benim gözümde İsa Kayacan, bir mitoloji kahramanı gibidir.
            Gazetemizin bürosuna haftada üç- beş kez İsa Kayacan’dan posta gelir. Postayla gelenler, ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine değişik şehirlerde yayınlanmış, yerel gazetelerdir. Gelen gazetelerde İsa Kayacan’ın köşe yazıları vardır ve Sayın Kayacan gazetelerdeki köşe yazılarını kolayca bulunsun diye keçe kalemle- özenle işaretler. Gelen yazılarda, mutlaka Burdur Gazetesi ile ilgili bir şeyler vardır. Türkiye’deki yerel gazeteleri kaynaştırmak, onlar arasında bilgi alışverişi sağlamak konusunda İsa Kayacan, tek örnek olarak bir kahramandır.
            Bir keresinde Burdur Gazetesinde yayınlanan benim bir şiirimi, Sayın Kayacan köşesine alarak, neredeyse yirmiye yakın Türkiye’nin değişik illerinde yayınlanan yerel gazetelere taşımış. Ve sonra da kendisine ulaşan o gazeteleri, özenle gazetemize ulaştırdı.  Burdur’da yerel basında yer alan kayda değer ne varsa bilin ki, İsa Kayacan, onları, Anadolu’nun dört bir köşesindeki yerel gazetelere taşımaktadır. Gazetemiz de aynı özenle, Gazeteci Yazar İsa Kayacan’a ulaştırılmaktadır. Gazeteci Yazar İsa Kayacan, bu çalışmaları ile ülkenin her yanından yerel gazeteleri kaynaştırmakta, onlara güç ve şevk vermektedir.
            Barem adlı bir derginin Temmuz sayısında İsa Kayacan’la yapılan bir söyleşi yer aldı. Sayın Kayacan bu söyleşide, gazeteciliğinin yanında, felsefeciliğini de konuşturarak, vefayı eskiden biz İstanbul’da bir semt olarak görürdük; ama şimdi Amerika’da bulunan bir semt gibi görür olduk diyor. Gazeteciliğe başlayış öyküsü de oldukça ilginç. Kayacan, habere giderken,  yol parası için 25 kuruşunun olmadığını vurgularken, ilk haberinin gazetede çıkması ile yaşadığı mutluluğu da çok sade ama bir o kadar da etkileyici biçimde aktarıyor.
            Medyadaki yozlaşmaya da söyleşide değinen Sayın Kayacan, buna, siyasetteki yozlaşmanın yol açtığını, şimdilerde medya patronlarının, her dönem başka siyasinin yanında yer aldığını belirtiyor. Anadolu basınının Kurtuluş Savaşındaki önemini de vurgulayan Sayın Kayacan, Anadolu’daki ilk gazetenin Kurtuluş Savaşında, bir vagonda basıldığını anlatarak, o günlerin unutulmuş bir gerçeğini de gözler önüne seriyor.
            Yerel basında bir küçük ilde, birilerinin aleyhinde haber yapmanın zorluğunu da aktaran Sayın Kayacan; Anadolu basınının, savunulanın aksine, yerel kalmasından yana olduğunu, yerel basında sadece teknolojinin değil, gazetecilik anlayışının da geliştirilmesi gerektiğini çok güzel ortaya koyuyor.
            Bırakın ülkenin dört bir yanından yerel gazeteleri kaynaştırmasını, bırakın Burdur’da yayınlananları ülkenin her yanına taşımasını, bırakın Anadolu basınını; bir trafik polisi gibi her yana aktarmasını, bu söyleşideki savundukları ile bile, İsa Kayacan bir kahramandır.   Bana göre eşine artık rastlanmayan yüz yıllar ötesinden bize mesajlar ileten bir mitoloji kahramanıdır. İsa Kayacan, gazetecilikte benim kahramanımdır. (Burdur Gazetesi, 03.08.2007)
            Mitoloji (TDK) :
1) Mitleri, doğuşlarını, anlamlarını yorumlayan, inceleyen bilim.
2) Bir ulusa, bir dine, özellikle Yunan, Lâtin uygarlığına ait mitlerin, efsanelerin bütünü.