26 Ocak 2012 Perşembe

09 - 25 OCAK 2012

Anadolu Basını, bir ustası, 
Cahit Çelebi’yi de sonsuzluğa uğurladı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Milli mücadelenin kazanılmasında harcı olan Anadolu Basını, binlerce ustanın yetişmesinde, yetiştirilmesinde okul olmuştur, olmaya devam etmektedir. 1960’lı yıllardan itibaren, Anadolu Basınıyla, Anadolu Basın mensuplarıyla iç içe olma gayreti içindeki bir kalem sahibi olarak, Anadolu Gazetecileri arasında yüzlerce basın mensubu, gazeteci tanıdım. Hele, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünde çalıştığım yıllarda, düzenlediğimiz Anadolu Basını Bölge toplantılarında bu sayı arttı, binlere ulaştı.
1970’li yılların başında, Anadolu’da yayınlanan gazetelerde yazı ve şiirlerimin yer aldığı gazeteler arasında Bitlis Birlik Gazetesi de vardır. Bu Gazete’nin kimliğinde Cahit Çelebi adı da geçiyordu. O yıllarda önce Bitlis Birlik gazetesiyle, sonra 1980’li yılların ortalarında Anadolu Basınının sorunlarının tespiti için gittiğimiz iller arasında yer alan Bitlis ve öteki illerde yaptığımız çalışmalar sırasında, Bitlis’te beş minareyi seyrettik Vehbi Çelebi öncülüğünde. Sonra, Ankara’da Anadolu Basın Birliği bünyesindeki çalışmalar içinde Cahit beyle birlikte olduk.
Cahit Çelebi arkadaşımızın, Bitlis’ten ayrılması gerektiği gerçeğini yakinen bilenlerdenim. Tekirdağ’a nakledip, kuruluşu eski bir gazete olan Tekirdağ Yeni İnan’ı devraldı. Ailesiyle birlikte bu gazeteyle bütünleşti Cahit Çelebi. O’nun deyimiyle, “Avrupalı oldu”. “Nereden geldin?” diyen kendini bilmezlere “Nereden geldiğini” anlatan, anlamlı cevaplar verdi. Ankara’ya gelişlerinde fırsat buldukça buluşur, dertleşirdik. Birbirimizi sever ve sayardık. Gazetesinin ilk sayfasındaki “Kıssadan-hisse” köşesinde, kısa ama anlaşılır mesajlar veren yazıları dikkat çekerdi. Tekirdağ’a birkaç kez gittiğimde, gazetesinin idarehanesinde saatlerce konuştuk, dertleştik. Çocukları aile fertlerim gibi bana yakındılar. Ağabey Vehbi Çelebi, soyadları gibi Çelebiydi.
Tekirdağ Yeni İnan gazetesinde yıllarca günlük yazdım. Son yıllarda ara vermiştim. Gazetenin 20 Ocak 2012 tarih ve 17 bin 225 nci sayısı, logosu siyah alarak yayınlanmıştı. Bana, Ankara’ya posta yoluyla gelişinde beş-altı gün geçiyordu.
“Acımız büyük- Gazetemiz sahibi Cahit Çelebi’yi kaybettik” manşetiyle karşılayınca, gözlerime inanamadım, baktım, tekrar baktım.. Okudum, doğruydu. Usta gazeteci Cahit Çelebi vefatla aramızdan ayrılmıştı. Cahit Çelebi kimdi?..Cevaplayalım:
Cahit Çelebi: 1940 yılında Bitlis’te doğdu. 1956 yılında Yeşil Bitlis Gazetesinde çalışmaya başladı. 1965 yılında Bitlis’te yayınlanan üç ayrı gazetenin birleşmesini sağlayarak “Bitlis Birlik” Gazetesini kurdu. Sahibi olduğu bu gazetenin başyazarlığını 1978 yılına kadar sürdürdü. Hobi olarak, kayak sporuyla yakından ilgilenen Cahit Çelebi, 1965- 1978 yılları arasında Bitlis’te Kayak Kulübü Başkanlığı, kayak öğretmenliği ve Kayak Federasyonu üyeliği yaptı.
Yerel gazeteciliğinin yanında, TRT’nin, İstanbul’daki pek çok gazeteyle, Anadolu Ajansı’nın Muhabirliğini yapan, 1978 yılında Tekirdağ’a göç ederek, 1952 yılında kurulan Yeni İnan Gazetesini imtiyaz ve tesisleriyle birlikte satın alan;, Basın Şeref kartı sahibi olan Cahit Çelebi, gazetedeki Hak’tan ve halktan yana uyguladığı yayın politikasıyla “marka” bir gazete, gazetecilik anlayışı ortaya koydu.
Bir süredir rahatsız olduğu hastalıktan kurtulamayarak 18 Ocak 2012 tarihinde vefat eden, Cahit Çelebi’nin cenazesi 19 Ocak 2012 tarihinde Tekirdağ Ortacami’de ikinci namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından şehir eski Mezarlığında toprağa verildi.
* 1985 yılında tanıştığım Cahit Çelebi’yle, kesintisiz 27 yıl kardeşliğimiz devam etti (Hakkı Sarıgül),
* Cahit ağabeyimiz, çok sevdiği gazeteciliği, Tekirdağ ve Tekirdağlıların iyiliği ve kamu menfaatleri için kullandı (Mustafa Çetin)
* Cahit Çelebi, basının ve gazeteciliğin onurunu her ortamda, her şeye rağmen koruyabilen, Anadolu Basınının usta kalemlerinin başında geliyordu (İsa Kayacan) ***
Cumhuriyetin aydın eğitimcilerinden:
Öğretmen Nadir Şener Hatunoğlu

Prof. Dr. İSA KAYACAN
1970’li yıllardan bu yana tanıdığım, cumhuriyetimizin aydın öğretmenlerinden, başöğretmenlerinden Nadir Şener Hatunoğlu hoca, yetiştirdiği binlerce öğrencisiyle, ülkemiz eğitimine, kültürüne ve sosyal hayatına değerli hizmetlerde bulundu, bulunmaya devam ediyor.
Matematik alanında icadları bulunan, Nadir Şener Hatunoğlu, öğrencileriyle öylesine bütünleşmiştir ki, nerede, nasıl, hangi ortamda olursa olsun, öğrencileriyle yan yana geldi mi, bir masa etrafında buluşdu mu, gözlerinin içi güler, gençleşir, gençleşir bir delikanlı edasıyla “Öğretmen Nadir Şener Hatunoğlu” selamı verir. Bu genel görüntü O’na çok yakışır.
Nadir Şener Hatunoğlu hocanın; “Sayın Kayacan; bildiğiniz üzere öğretmen, sadece konusunu bilen değil, aynı zamanda kişiliğidir. On iki yıl önce Prof. Dr. Tosun Terzioğlu’na 23.08.2000 tarihide bir mektup yazmıştım. Şimdilerde öğretmen seçiminde örnek olur diye güncelledim ve ‘mersinogretmenokulu.net’ sitesine gönderdim” notuyla bana ulaştırdığı satırlar:
Matematik eğitim-öğretiminde, öğretmen faktörüne değinen görüşlerinizi, herkes sıfır farklı benimser. Ben doğrularınızı yinelemek yerine, somutlaştıran olaylar sunmak istiyorum size. Biliyorsunuz; öğretmenlik mesleğinin bir boyutu da kişilik’tir. Anlatacağım olaylar, bu kapsamdadır. Parantez içi olarak şunu vurgulamak gerekiyor; olaylarda kişi ve/veya kurum adlarının anılma nedeni, öykülerin sanal olmadığını kanıtlamaktır.
OLAY:1- Yıl 1979-80 olmalı. Okul, Ankara Fen Lisesi. Okulun iştah kabartan olanakları, bir matematik öğretmeninin torpille atanmasına yol açar.
Öğretmen ders anlatmaktadır. Öğrencinin biri, belki problemi irdeleyen ya da başka çözüm yolu öneren bir soru yöneltir…Öğretmen tahta başında uğraşır; ama bir türlü işin içinden sıyrılamaz. Olabilir..Ancak öğretmen çocuğu mim’ler.Akşam evde, çocuk için özel bir soru düzenler. Ertesi gün O’nu sözlüye kaldırır. Çocuk bilemez. Bu da olabilir. Olabilir de; öğretmenin bir de hıncını örste döverek:
-Baak; gördün mü; sen de bunu çözemedin! diyerek rahatlamış.
OLAY: 2- Yıl 1957.Yer, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü. Metot öğretmenimiz, Naşit Sarıca. (Sonradan parlamenter.) Bize doğruyu öğretmek için şu olayı anlattı:
Milli Eğitim müdürüydüm. Kulağıma geldi ki bir matematik öğretmeni, ders yılı başında FEN kolunu seçen öğrencilerin yarısından çoğunu ürkütmüş. (Deyim kendisinindir.n.ş.h.) Örneğin çocuğun birine demiş ki: “Ne o Ahmet; sen de mi fen’i seçtin! Ne casaretle! Matematikten aldığın sıfırları unuttun mu!?” demiş. Doğal olarak çocuk da mühendislik hayalini çöpe atıp, bölüm değiştirmiş. Sakın ola ki sizler böyle davranmayasınız!..
OLAY:3- 1957’li E.Hv. Generalden dinlemiştim. Okul, Kuleli A.Lisesi. Ders matematik. Bir öğrenci sözlü sınava kalkmış. Çocuk ipin ucunu yakalamış; adım adım çözüme yaklaşırken, öğretmen huzursuzlanmış. Bir elinin içiyle öteki elinin arkasını şaplatarak dövünmeye başlamış:
Yahu şuna bak hele; çözecek be, çözecek! Eyvah!.
OLAY: 4- Yıl 1959. Yer, Kars- Kâzım Karabekir (Kılavuz) öğretmen okulu. öğretmen- öğrenci, kardeş ilişkisi içinde. Her şey saydam. Yeni mezun genç bir arkadaşım, (Ben beş yıl kıdemliydim.) yazılı kağıtlarını sınıfa götürerek, çocukların notlarını okumuş. Bu arada itirazı olanların kâğıtlarını sınıf huzurunda yeniden incelemiş. Ancak öğrencinin biri, sınıf huzurunda mahçup olmamak için olacak ki, öğretmen sınıftan çıktıktan sonra izleyip, lokalin bahçesinde arkadaşımızın yanına yanaştı. Yazılı kağıdını tek başına görmek istediğini söyledi. Arkadaş kağıdı çocukla birlikte incelerken birden şöyle dedi çocuğa:
-Bak koçum; işte şurada çuvallamışsın!
Ben kıdemliyim ya; ayrıca da kardeş gibiyiz. Hemen bilgiçlik tasladım:
-Briçte yanlış kağıt çıktığımızda bize” çuvalladın! de ama, sakın çocuklara bir daha öyle deme; olmaz mı? 
Efsane Eğitimci “Koca Müdür”
Mithat Erden’in anıları

Prof. Dr. İSA KAYACAN
Geçmişte yaşanılanların ‘not’ olarak tutulması, gelecekteki değerlendirilmeleriyle ilgili çalışmalar, ortaya konulanlar önemlilik taşır, anlam zenginliği içinde karşımıza çıkarlar, çıkarılırlar.
“Anı” olarak kabul ettiklerimiz, zaman içinde farklı boyutlara ulaşırlar. Her insanın, her kalem sahibinin, anılarını yazabilmesi, gün yüzüne çıkarabilmesi kolay değildir.
Ancak, Mithat Erden hoca yaradılışında olanlar, o yetenek, azim ve kararlılık içinde olanlar, yaşadıklarını anılara dönüştürebilirler, geleceğe ışık olabilirler, ışık tutabilirler.
Mithat Erden hoca, 04 Nisan 1921 tarihinde Siirt’te dünyaya geldi. Çocukluk, gençlik-öğrencilik yıllarından sonra eğitim ordumuzun güçlü komutanları, efsane isimleri arasında yer aldı. Kuruculuğunu yaptığı, ortaokul seviyesindeki eğitim kurumlarında hep öncülük etti, başöğretmen olarak adlandırıldı, ödüllendirildi.
Bu başarı dolu öğretmenlik, kurucu müdürlük ve yöneticilik günlerine ilişkin yüzlerce olayı üzülerek, sevinerek, mutluluk duyarak yaşadı. Sandıklı, Tefenni, Osmaneli Ortaokullarının kurucu müdürü olarak, öğrencileriyle, halkla toplumun diğer kesimleriyle içiçe oldu.
Bendenizin de Mithat Erden hocadan sonraki yıllarda mezun olduğum Tefenni Ortaokulundaki günleriyle ilgili anılarını satır satır, kelime kelime okudum. Yakinen bildiğim Tefenni Ortaokuluyla ilgili ortamdaki fotoğraf görüntülerinin, Mithat Erden hocanın zihninde, tespitlerinde şekillenip netleşirken, Mithat Erden öncülüğünün netliğini yan yana getirip, değerlendirdim, alkışladım.
O, Mithat Erden hoca, 29–30 yaşlarında, çiçeği burnunda bir eğitimci, gittiği, çalıştığı yerlerde “Koca Müdür” olarak adlandırılıyor, hitap ediliyor. O, Mithat Erden hoca kuruculuğunu yaptığı ortaokullarda sıfırdan işe başlıyor, temel atıyor, sevgi binaları yükseltiyor, canlı, çalışır, örnek gösterilir kuruluşların ortaya çıkmasını sağlıyor.. Cumhuriyetin aydın öğretmenlerinden, yöneticilerinden biri olduğunu, önde gelenlerden biri olduğunu gösteriyor, öğrencileriyle, öğretmen arkadaşlarıyla, çevre halkıyla bütünleşiyor.
Anılarını kaleme alırken, böbürlenmeyen, öğrencileriyle aynı seviyede yürüyen, öğretmen arkadaşlarının başarılarına destek olan çoğunluğu köy kökenli öğrencilerinin velileriyle sürekli görüşen, yoksulluğun temelindeki sıkıntılardan hareket ederek, başarıya giden yoldaki desteklerini esirgemeyen bir öğretmen, yönetici Mithat Erden kalemiyle, güçlü bir anlatımla kitaplaşanlar.
Mithat Erden hocanın tespitleri doğru, kalemi netlik içinde, cümleleri herkesin anlayabileceği bir anlatım düzeyini koruyor. Bu genel görüntü, yazılan, ortaya konulan, kitaplaştırılan anıların geleceğe taşınması bakımından kolaylık sağlıyor, inandırıcılıklarıyla karşımıza çıkıyor.
Mithat Erden hocanın anıları arasındaki gezintinizde görürsünüz: O, eğitim camiası dışındaki çalıştığı kuruluşlarda da hep dürüst, doğrudan, doğrulardan yana tavır koymuş, hayalinde bulunan matbaa kuruluşunu gerçekleştirdikten sonra, devredilmesiyle ilgili anlatımlarında da gerçekçilikten ayrılmamıştır.
Kayboluşların önlenmesi olarak görülen yazdığı, yayınladığı, kalıcılıklarını sağladığı anılarıyla Türk Eğitim ve çalışma hayatı tarihlerine ışık tutan, örnek olan, “Efsane eğitimci, Koca Müdür”, yönetici, dürüst, örnek insan Mithat Erden hocamızı kutluyor, sevgi saygılarımı sunuyorum efendim.
Doç.Dr. Recep Rehimli’den:
Azerbaycan Devlet Personel Yönetimi

Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Kitaplar, dergiler..Değişik noktalardan bana ulaşan, ulaştırılan kitaplar.Prof. Dr. Hayrettin İvgin dostumun bana ulaştırdığı. Doç. Dr. Recep Rehimli imzalı bir kitap. Adı:  Azerbaycan Devlet Personel Yönetimi.
256 sayfayla şekillenen kitap, Azerbaycan kamu personel yönetimi sistemi hakkında detaylı bilgilerin getirilişini sağlaması bakımından önem taşıyor. Ankara’da Kültür Ajans Yayınlarının 128 ncisi olarak günyüzü gören kitap; Monografik bir inceleme olarak sunuluyor. Azerbaycan Devlet Personel Yönetimi Sisteminin çağdaş, bilimsel, teorik açıdan araştırılmasına yönelik bir yayın olarak görülüyor.
Dört bölümden meydana gelen kitap; Bağımsızlıktan önceki dönemden söz ederek başlanılmış. Tarihsel gelişme sürecinde Azerbaycan  Kamu Personel Sistemi detaylarıyla sayfalara dökülmüş.
Bağımsızlıktan sonraki dönem hakkında da geniş bilgi verilmekte. Temel haklardan, çalışma hakkından, daha pek çok “hak”dan sözediliyor. Devlet memurlarının ödev ve sorumlulukları sıralanıyor. Denetimin tanımı ve amacı hakkında bilgilendirme yapılıyor.
Devlet memurlarının yönetim dışı denetimi; Siyasi ve yargı denetimi de, hiyerarşik denetim ve idari teftiş şeklinde sıralanmakta.
Doç. Dr. Recep Rehimli’nin iki sayfalık bir önsözü var. Önsözün bir yerinde; “Azerbaycan’da kamu personel sisteminin yeniden oluşturulması ve bu alanda reformların yapılması sürecinde dikkatli olunması gerekmektedir” deniliyor.
Sayfa 38’de başlayan “Siyasal yapı” dan söz edelim kısaca, giriş olarak;
18 Ekim 1991 tarihinde kabul edilmiş, Azerbaycan Cumhuriyeti Bağımsızlık Beyannamesinin 13. maddesinin 3. fıkrasına göre: Yüce yürütme yetkisi Azerbaycan Cumhurbaşkanına mahsustur. Aynı zamanda 1995 yılında kabul edilen devletin en önemli varlık nedenlerinden biri olan, daha doğrusu devleti hukuka bağlayan Azerbaycan Anayasasının 7,8 ve 99. maddelerine göre, Azerbaycan Cumhurbaşkanı hem devlet başkanı hem de yürütmenin başıdır.
Azerbaycan’da ilk parlamentarizm tecrübesi 20.. yüzyılın başında yaşanmıştır. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin mevcut olduğu 23 ayda, yani 28 Mayıs 1918’den, 28 Nisan 1920’ye kadar olan kısa bir devrede milli parlamentonun oluşturulması ve dönem için demokratik ilkelere esaslanan 21 Temmuz 1919 tarihinde parlamento seçimlerinin yapılmasıyla ilgili yasanın kabul edilmesi Azerbaycan tarihinde parlamentarizmin formalaşması ve gelişmesi için önemli adım sayılabilir.
1991 yılında yeniden bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Meclisi 125 milletvekilinden ibarettir.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1-    Bir günlük adalet, 60 yıllık ibadetten faziletlidir (Hazreti Muhammed)
2-    Adalet olmadan düzen olmaz (Camuş)
3-    Yasama, yürütme, yargı içiçe geçmişse, Anayasa yok demektir (Rousseau)
4-    Haksızlık yapıp, herkesle birlikte olmaktansa, adaletli davranıp, tek başına kalmak daha iyidir (Gandhi)
5-    Medeniyetin ilk şartı adalettir (Freud)
Mustafa Kemal Atatürk:
Şiir dildir, dilin özüdür

Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bize ulaşan dokümanlar, kaynakları itibariyle önemlilik kazanıyor, bu önemliliğiyle değerlendirmelerimiz arasında yer alıyor.
20 Kasım 2011 tarihinde, Ankara’da, Ahmet Sevgi Kültür Evi’nde gerçekleştirilen, “Şiir ve Musiki” konulu toplantıya katılanlardan, İmar ve İskan eski Bakanlarımızdan, sayın Selahattin Babüroğlu tarafından bize ulaştırılan iki ayrı dokümandan, araştırma ve değerlendirmeden bazı satırlar, mısralar aktarmak istiyorum efendim:
Selahattin Babüroğlu hoca, 19 Mart 2011 tarihli bir toplantıdan, dostlarıyla bir araya geldiği, gelindiği toplantıdan söz ederek söze başlıyor. “Sanatçılar olmasaydı, canlılar arasında ayrıcalıklı yerimizi alabilir miydik?” diye sorduktan sonra sayfalara döktüğü görüşlerini şöyle sürdürüyor:
“Değerli dostlarım; Büyük senarist Gazi Mustafa Kemalimiz bir toplantısında, şair kime denir sorusunu sorduğunda, gelen yanıtların hepsini dinler. Toplantıda bulunan bir kişinin; ‘şiir söyleyene şair denilir’ sözünü duyunca, Atatürk gülümser, ‘işte aradığım cevap budur’ der. Çünkü şiir yazılmaz, söylenir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bir diğer ifadesi de; ‘Hiçbir şiir ilk mısra denilen sihirli duygudan, büsbütün uzak duramaz. Şiir dildir, dilin özüdür’ olmuştur”.
Selahattin Babüroğlu hoca, “Ben de;  Şiir bireyseldir, vasıtasızdır. Doğrudan şimşek gibi çıkar, gelip söylenir düşüncesindeyim” diye ilavede bulunuyor.
Anlatımlardan almaya, nakletmeye devam ediyoruz: Ruslar Birinci Dünya Savaşında Erzurum’u işgal etmişti. Bizim Erzurum’da da sıkışınca “Yoğurt koydum dolaba” türküsü ile idare ediliyor. Ta ki bizim kuşağın Edebiyat öğretmeni, o ünlü hocamız Sıtkı Dursunoğlu’nu Milli Marş gibi söylediğimiz aşağıdaki şiiri yazana kadar:
Tarihler ağlar, vatan yanarken,
El’ler öz yurdunda nara atarken
Ufukta ümit nuru parlarken,
İlk sesi haykıran yüce Erzurum.
    Selahattin Babüroğlu hocanın bize getirdiği, verdiği 16.11.2011 tarihinin taşıyıcısı “Sessizlik” başlığı altındaki Yüksek İnşaat Mühendisi Cahit Ürün imzalı uzunca bir şiir var. “Dedenin özlemi” başlıklı 11 ayrı dörtlükten oluşan bu şiirden:
    Büyüdüler, kanatlandı uçtular,
Sıra ile birer birer yuvadan,
Şimdi onlar, ana-baba oldular,
Böyle kurmuş düzeni yaradan.

Her birinin okul çağı su gibi,
Aktı geçti gözlerimin önünden,
Birde baktık ev kurmanın telaşı!,
Kalan ise bir resim düğünden.
    ***
Dergiler yayınlandıkça
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dergiler yayınlandıkça, bize ulaştıkça, geldikçe, sayfalarındaki gezintilerimiz sürüyor. Yeni bir dergi değerlendirme yazımızla sizinle birlikteyiz efendim:
1- ÇİFTCİ VE KÖY DÜNYASI DERGİSİ: Kısa adı TZOB olan, Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Merkezince Ankara’da aylık yayınlanan, pırıl pırıl baskılı ve zengin içerikli bir dergi. 320 nci sayısı masamda bu derginin. Sahibi: Ş.Şemsi Bayraktar. Yazışma adresi: GMK Bulvarı No: 25 Demirtepe – Ankara.
2- TÜBİTAK BÜLTENİ: Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunun Bülteni. Sahibi: Prof. Dr.Yücel Altınbaşak. Yönetim yeri: Atatürk Bulv. No:221 Kavaklıdere-Ankara. Anılan bültenin 119 ncu sayısı bize ulaştı.
3- BÜTÜN DÜNYA DERGİSİ: Başkent Üniversitesinin kültür yayını. 2011 yılının 1 nci sayısı masamda bu derginin, Sahibi: Prof.Dr.Mehmet Haberal. Yazışma: 1. Cad.No:77 Bahçelievler-Ankara.
4- KIBATEK BÜLTENİ: İzmir’de yayınlanıyor. 51 nci sayısı masamda bu bültenin. Sahibi Leyla Işık. Yazışma: 855 sk.No: 10/A Konak-İzmir
5- GÖZDE YAŞAM DERGİSİ: Fethiye ilçemiz merkezinde, Leyla Doğutekin’in sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğünde yayınlanıyor. 33 ncü sayısıyla 3 ncü yayın yılına merhaba dedi. Yazışma: Taşyaka Mhl. 218 Sk. Ap.3, D.3 Fethiye –Muğla.
6- ANADOLU’NUN SESİ GAZETESİ: Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünce aylık yayınlanan Gazetenin 301 nci sayısı bize ulaştı. Anadolu Basınıyla, Ankara arasında bir haber köprüsü niteliği taşıyan Gazete ilgiyle izleniyor.
7- ÇINGI DERGİSİ: Kayseri ilimiz merkezinde iki ayda bir yayınlanan “Çıngı” Dergisinin 10 ncu sayısı bana ulaştı. KAYSADER adına sahibi: Süleyman Karacabey olan derginin yazışma adresi: P.K.212 Kayseri.
8- YENİSES DERGİSİ: Osmaniye ilimiz merkezinde aylık yayınlanan “Yenises” Dergisinin 191 ve 192 nci sayıları ayrı ayrı geldi. İmtiyaz sahibi Hasan Bölük olan derginin yazışma adresi: Atatürk Cad. No:201-Kat.3 Osmaniye.
9- GÜNCEL SANAT DERGİSİ: Antalya’da iki ayda bir yayınlanan “Güncel Sanat” Dergisinin 15 nci sayısı geldi. İmtiyaz sahibi: H.Hüseyin Bayır olan derginin yazışma adresi: P.K.66 Alanya-Antalya.
10- KUMRU DERGİSİ: Gaziantep ilimiz merkezinde üç ayda bir yayınlanıyor. 7 nci sayısı bana ulaşan derginin sahibi: Abdülhadi Bay. Yazışma adresi: Düğmeci Mahl. Sabuncu Cad. Ali Veli İşhanı Kat. 4, No: 502 Şahinbey-Gaziantep.
11- AYDIN EFESİ DERGİSİ: Aydın ilimiz merkezinde iki ayda bir yayınlanıyor. 5 nci sayısı bana ulaşan derginin sahibi: Şükrü Öksüz. Yazışma adresi: Yedieylül Mhl. Esko İşh. B-Blok, No:1-5 Aydın.
12- YESEVİ DERGİSİ: İstanbul’da aylık yayınlanıyor. Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Erdoğan Aslıyüce. 216 ncı sayısı masamda olan Yesevi’nin yazışma adresi: P.K.30 Beyazıt-İstanbul.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Kaptanın ustalığı,  deniz durgunken anlaşılmaz (Lukıanos)
2. İnsanların yaptığı sahte paralar kadar, paraların yaptığı sahte insanlar vardır (S.J.Harrıs)
3. Hayat, yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır (C.Pavese)
4. En insani davranış, bir insanın utanılacak duruma düşmesini önlemektir (Nıetzsche)
5. Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, en iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim (Montaıgne)
***
Osman Akkoç’un bir şiiri ve
Ardeşen’den Kivi bilgileri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Burdur ilimize bağlı Gölhisar ilçemizde yaşayan, araştırmacı-Gazeteci-Yazar ve Çağdaş Halk Ozanı Osman Akkoç’un Gölhisar Gündem Gazetesinde yeralan şiirlerinden birinin adı: Anne. Bu şiir yedi ayrı dörtlükten meydana geliyor. Anılan şiirden üç ayrı dörtlük alalım aşağıya. Buyurun:

ANNE (Osman Akkoç)
Ömrümün her gününü, senin için adadım,
Seninle geldi neşem, seninle ağız tadım.
Dilimde şahadettir, ilahidir o adın,
Ne kadar büyüsem de, kucağına al anne.

Sensiz Dünya zindandır, Seninle cennet bana,
Şu ihtiyar halimle, bir çocuk zannet bana,
Ne olur ninni söyle, sesini dinlet bana,
Yanımdan hiç ayrılma, ölene dek kal anne.

Neler neler etsem de hakkını ödeyemem,
Bağırıp çağırsan da, sana bir şey diyemem
Ne su içerim sensiz, ne bir yemek yiyemem
Yüzün cennettir senin, her sözün baldır anne.

ARDEŞEN’DEN KİVİ BİLGİLERİ

Zümrüt Rize Gazetesinin sahibi, değerli dostum Faik Bakoğlu’nun gönderdiği yayınlar-gazeteler, dergiler arasında yeralan bir broşür: Ardeşen Kivi Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanlığının hazırladığı “Kivi’nin Başkenti Ardeşen” adlı broşürde kivi hakkında önemli bilgiler yeralıyor. Kivi’nin, Ardeşen’de çaydan sonra yıllık yaklaşık 12 milyar lirayla ikinci gelir kaynağı olduğu hatırlatılıyor kivi hakkında bazı bilgiler veriliyor bu bilgilerden:
Kiviyi keserken en kolay yollardan biri, kiviyi ortadan ikiye kesmek ve bir kaşık yardımıyla yemektir. Ayrıca, kiviyi boylamasına bıçakla soyabilir, üst ve alt sert kesimlerini çıkarıp yuvarlak dilimler halinde kesebilirsiniz.
Kivi subtropikal bir meyvedir. Bu yüzden buzdolabında saklanması gerekir. Kivinin çabuk olgunlaşmasını istiyorsanız kapalı bir plastik kap içerisinde bir elma, bir armut ya da muzla saklayın.
Kivi a,b,c vitaminleri açısından zengindir. Kalsiyum, demir, fosfor, çinko, bakır gibi değişik minareleri bünyesinde barındırmaktadır.
***
Adapazarı’ndan ‘Değirmen’ Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    22-25 Eylül 2011 tarihlerinde, bu tarihler arasında, Elazığ ilimiz merkezinde gerçekleştirilen “19. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları” programlarının sonunda, bize ulaştırılan yayınlar arasında yer alan dergilerimizden biri: “Değirmen” adının taşıyıcısıydı.
    Edebiyat ve düşünce dergisi olan “Değirmen”in 24 ncü sayısı masamda. Büyük boy kitap boyutunda 142 sayfalık “Değirmen” Dergisinin Sahibi: Adem Yıldırım, Genel Yayın Yönetmeni: Rüstem Budak, Edebiyat Editörü: Mehmet Doğan, Bilim Editörü: Ali Öztürk. Dört kişilik yayın kurulu var. Yazışma adresi: Tığcılar Mhl. Döner geçit Sk. Altun İş Merkezi, No-4-3 Adapazarı-Sakarya.
    Değirmen imzalı bir başyazı var. Sonra şiirlerle başlanıyor. İlk sayfalarda şiirleri bulunanlar: Mehmet Özdemir, Mehmet Doğan, Mustafa Celep, Mehmet Aycı, Süleyman Unutmaz, Halil İbrahim Polat, isimli şairler şeklinde sıralanıyor. Mehmet Özdemir’in “Düşe sığınan çocuk” adlı, başlıklı şiirinden:
Anne derdimi devşir, sabahı gözüme sür,
Ateş deryasındayım, ruhum rotasız gemi,
Ah çarşıda kirazı ağlar buldum kendimi,
Babam ki gözlerinden buluta su yürütür.
Öteki sayfalara bakıyoruz; Dr.Ali Öztürk, R. Güngör Kalkan, Mustafa Oral, Cafer Gariper, vd. imzalı düz yazılar, araştırma ve hikâye ağırlıklı anlatımlar dikkat çekiyor. Kibar Ayaydın’ın, “Gurbetten şiir ile dönen adam-Yahya Kemal Beyatlı” adlı, başlıklı araştırması başarılı bir araştırma, değerlendirme ve yorum olarak görülüyor.
MEKTUP
Değerli dost, sayın İsa Kayacan; İki gazete gelmişti. Yine sonsuz teşekkürler, renkleriyle beraber. Size hayranım. Verimli, yılmayan sevilensiniz.
Ayrıca İnternet yoluyla ilettiğiniz yazılar birer harika. Toplumsal bir yol sizinki. Benimki, romantik çerçeveye içine yakın mı, pek bildiğim yok! Hiç tanımadığım, duymadığım isimleri görüyorum yazılarınızda.. Hem de resimli.. Bunları nasıl topluyorsunuz, düşünsem bulamam.. Her takdire layık olduğunuzu şimdi daha iyi anlıyorum.
Benim yazılarım sadece Sorgun’da yayına alınıyor. Öyle bir an geliyor bırakıversem şunun yakasını diyorum.. Belki bir gün.. Size sıhhatler, kendinize iyi bakın.. Sevgiler, saygılar. Acele yazdım özür dilerim (Kemal Petricli, Köln-Almanya, 11 Kasım 2011)
    ***
Mithat Erden’in Türkçeleştirdiği:
Emir Timur’un vasiyetleri ve standartları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Meti Osmanov’un, “Emir Timur’un (Timurlenk) Vasiyetleri ve Standartları” adlı kitabını, Azericeden aktaran Mithat Erden. 126 büyük sayfayla yayınlamış Türkçeye kazandırılmış.
İçindekiler bölümüne bakıyoruz. Bazı başlıklar:
Tuğluk Timur Hanla görüştükten sonra gönlüme gelen birinci geneşik/Devlet kurma arefesinde ikinci geneşiğim/Saltanatımı düzene sokmak için üçüncü geneşiğim/Saltanatımın başlangıcında yaptıklarım dördüncü geneşiğim…
Böyle devam edip giden başlıklar. 2 nci bölümde; Yeminle yanıma gelip sığınma dileyen Türk, Arap ve Acem Tayfalarının Hümayendeleri konusunda tüzük… Diğer konularda yayınlanan tüzükler. Örneğin 21 nci tüzük: Saltanatı idare etme hakkında tüzük olarak yayınlanmış.
Bu eseri Özbekçe’den Azerice’ye tercüme eden Meti Osmanoğlu’nun önsözü var ilk sayfalardan birinde. Yalnız sesin yurtları başlığı ve altında, Rauf Perbi’nin “Ben yalnızsam, sesim de yalnız” şeklindeki önemli sözü, görüşü. Önsözden birkaç cümle:
-“Tarih de ana gibi, vatan gibi insanın alınyazısıdır. Ondan kurtulmak mümkün değildir; onu ne değiştirebilirsin ne de onu bir tarafa atabilirsin. Atalarımızın tarih boyunca yarattığı medeniyete kazandırdığı eserler, savaşlarda kazandığı zaferler, uğradığı mağlubiyetler gibi, Türklüğün tarihinde kanlı katliamlar da az değildir”.
Sayfa 78’de “Vezir tayin etme tüzüğü” yeralıyor: “Buyurdum ki, vezirlerin şu dört özelliğe sahip kişilerden seçilmesi gerekir:
En’am : Nimetlerden (mal-mülk) faydalanma imtiyazı,
İtibar: Saygınlık,
İhtiyar: Tercih hakkı,
İktidar: Yetki’dir.
“Olgunlaşmış vezir, devletin münasebetlerini düzenleyecek, mülki ve mali işlerini aslının-neslinin temizliğini göstererek en yüksek seviyede yerine getirecek, alınası yerden alıp, verilesi yere iletecektir”.. Devam ediyor cümleler, açıklamalar.
Mithat Erden hoca, kitabın arka kapağında açıklamasıyla dikkat çekiyor. Bu açıklamadan:
-1989 yılında “Şark Yıldızı” Gazetesinde yayınlanan bu eser, çağdaş Özbekçe’ye Elihan Sağun ve Habidullah Karamatov tarafından tercüme edilmiştir. Eseri ciddi bir inceleme ve karşılaştırma ile Özbekçe’den Azerice’ye çeviren Meti Osmanova’ya ve ondan önce eserin eksiksiz hale getirilmesinde emeği geçen bütün Türk bilim adamlarına burada takdir ve teşekkürlerimizi arzetmeyi bir görev ve borç bilmekteyim. Türk dünyasına hediye edilen bu nadide eseri Türkçe’ye çevirmekten büyük mutluluk duymaktayım.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız (Konfüçyüs)
2. Her aptal onu beğenen başka bir aptal bulur (Boileau)
3. “Yapamaz”lara kulak asarsanız, hiçbir zaman yapamazsınız (David Lloyd George)
4. Çevrelerine uymak için, kendilerini yontanlar, tükenip giderler (R.Hull)
5. Şans, alınan yenilgileri gülümsemeyle karşılayabilmektir. Azimli insan şanslı insandır (Anonim)
***
Nevzat San ve Mesut Kayabaş şiirlerinden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Kırklareli-Babaeski ilçemizden Nevzat San ve Burdur merkezinden Mesut Kayabaş şiirlerinden örneklerimiz var bugün sütunumuzda efendim. Nevzat San’dan iki, Mesut Kayabaş’dan bir şiir. Buyurun birlikte gözden geçirelim:

BAZAN (Nevzat San-1963)
Kalbimde ızdırabını duyarım inan;
Aşkın..
Yıllar önce sokakta karşılaşan;
Bakışın..
Saadetini tadarım bazen..

Gözlerimde yağmurlu günlerden kalma; Sis..
İçimde kımıldanır o ızdırab veren;  His..
Aşkı tadarım bazen..

Mesut günlerden birkaç hatıra yaşarım; Hayalde…
Denizin maviliklerinde ararım gözlerini; Sahilde..
Maziyi düşünürüm bazen..

Güneşin alev kollarında görürüm;
Saçlarını..
Ve karanfillerin kızıllığında bulurum;
Dudaklarını…
Tabiatta yaşatırım seni BAZAN..

GÖZLERİN (Nevzat San- 1964)
Gözlerin tüm gözlerden güzel ama yalancı,
Onlara ram olmak bilemezsin ölümden acı,
Kollarını açmış bir deniz gibi mavileri,
Çekici, lakin girdap gibi karanlık derinleri..

SATIVER GİTSİN (Mesut Kayabaş)
Eğer seviyorsan utanma aşktan,
Gönlünü gönlüme salıver gitsin.
Güzel gözlerinle aklımı baştan,
Düşünme güzelim alıver gitsin.

Karlı dağlar gibi yücesin bende,
Eri de içime sızıver gitsin.
Şarkıda, şiirde hecesin bende,
Aşkın defterine yazıver gitsin.

Sana olan aşkım dünyadan büyük,
Ömrünü ömrüme katıver gitsin.
Leyla’nın kahrına hiç denir mi yük?
Sevda pazarında satıver gitsin.
    ***
Fethiye “Gözde Yaşam” Dergisinde,
Ünal Şöhret Dirlik sayfaları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Dergilerimiz, gazetelerimiz. Getirdikleriyle önem taşıyorlar, anlam zenginliği veya fukaralığı içinde karşımıza çıkıyorlar, çıkarılıyorlar.
Fethiye ilçemiz merkezinde, Leyla Doğutekin’in Sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğünde yayınlanan, magazin ağırlıklı getirdikleriyle bilinen, beğenilen “Gözde Yaşam” Dergisi 33 ncü sayısıyla 3 ncü yayın yılına merhaba dedi.
Tuğba Özay kapak ve içerik ağırlıklı “Gözde Yaşam”ın, 10,11 ve 12 nci sayfaları Ünal Şöhret Dirlik hocanın kültür imzasını taşıyor. Ünal hoca, yılların şairi ve kültür adamı Muğla’lı şair Yükselecek Demirel’den ve eserlerinden sözediyor.
Yükselecek Demirel’in, İki Elin Sesi, Dost Türküsü, Küldeste, Közden Küle, Cansuyu, adlı şiir kitaplarının kapak görüntüleriyle karşılaşıyor, anılan kitapların yayınlanış yıllarına doğru şöyle mini bir seyahat yapıyoruz.

RÜBAİ (Yükselecek Demirel)
Kutsal kaynaktan gelen ince bir dereyim,
Göster doruklarını sevginin, sana ereyim,
Tanrı’nın kıskandığı bir avuç toprak,
Sen iste yeter ki, canımı vereyim!..

KÜLDESTE (Yükselecek Demirel)
Bu ten yanmış sıcağından,
Ateşinden, ocağından,
Mis kokulu kucağından,
Fırlatılmış bir desteyim..

Bu iki dörtlük, Yükselecek Demirel’in geçmişte ortaya koyduğu duyguları, mısraları efendim.
Ünal Şöhret Dirlik hoca, bildim bileli doğru ve beğenilen hizmetlerin altına imza atmıştır. Yükselecek Demirel ve eserleriyle ilgili yaptığı, araştırma ve yayın da bu söylemek istediklerimden biridir.
Yükselecek Demirel’in şiirleri için görüşlerini yazanlar, sayfalara aktarılanlardan örnekler verilmiş. İsmail Kara, Arif Karakoç, İsmet Ünal Türker, A. Neyzar Karahan, Ü.Şöhret Dirlik, Ünal Türkeş, Oktay Kuşkonmaz, İbrahim Ergin.. (Bu satırların yazarının da, Sayın Demirel ve eserleriyle ilgili görüşleri vardı yayınlanan… Ama unutulmuşlar galiba!)

CAN KIRIKLARI (1-Yükselecek Demirel)
Bir sızı duyarsan içinde,
Ağrıyan yanını arama hiç,
Bilemezsin, derindedir,
Bir damla kar suyu var, tutamazsın,
Kaskatı yüreğinin yerindedir.

1-Yükselecek Demirel’in gücünü Muğla’da kavrayamadım. Dünya çapında bir sanatçıyla dost olmak kıvancını şimdi yaşıyorum (İsmail Kara).
2-Şair ve şiir O’nunla yalnız değil. Şiir dilin uzasın, sanatına, ustalığına sonsuzluk olsun. (A.Neyzar Karahan)
3-Yükselecek Demirel, şiirin hakkını veren bir şairdir (İsa Kayacan).
***
İslâm Beytullah Erdi’den iki kitap
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Zaman içinde değişen duygular, yayınların bize ulaşmasındaki gecikmeler. Bir vesileyle masamıza gelenler, getirilenler, gönderilenler. Yayınlardan sözediyoruz efendim.
İslâm Beytullah Erdi, yayınladığı kitaplarıyla da dikkat çeken isim ve imzalardan. İki ayrı kitabı var masamda. Bunlar:
UZUN BİR GECE
104 sayfalık roman “Uzun Bir Gece”. Önceki yıllarda, röportaj, deneme, monagrafi anı-araştırma, hikaye dallarındaki yayınlarıyla da okurlarıyla selamlaşan, merhabalaşan, çevri eserleri de bulunan İslam Beytullah Erdi;
-“İki bin yılının Haziran sonuydu. Mevsimin ılık rüzgârı büyük şehrin üzerine serin bir hava serpiyordu. Metro treniyle otogara giderken üçü de öylesine güzel bir günde yolculuk yapmanın keyifli olacağını düşünüyordu” diye söze başlıyor.
Sonraki sayfalarda, “keçeli bir kalemle yazılmış bir dörtlük dikkatini çekti ve okudu” diye devam ediliyor. Söz konusu dörtlük:

Yalan dünya, yalan dünya,
Yalan dünya değil misin?,
Muhammed’i bir top beze,
Saran dünya değil misin?.

İslam Beytullah Erdi’nin bir başka kitabının adı “Gelin uçtu”.
GELİN UÇDU
Yirmi sayfalık bir hikaye kitabı. Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de günyüzü görmüş. Azeri Türkçesinde yayınlanmış, okurlarıyla buluşmuş, buluşturulmuş. Sayfalar birkaç resimle de zenginleştirilmiş.
“Orta gocabalkanın cenubunda yemyeşil bir vadide yerleşen bu kendi kenardan gelenlere kend kimi tanıtdırmag çetin idi” cümlesiyle söze başlanılıyor efendim.
HAYALİNİ DÜŞÜMDE SARIYORUM (Sabiha Serin)
Sivas ilimiz merkezinden seslenen Sabiha Serin’in beş ayrı dörtlükten meydana gelen şiirinden:
Deli bir rüzgâr gibi gelip geçti ilkbahar,
Gönül telimden söyler, saçlarıma düşen kar,
Şu koskoca kâinat, sensiz her gün daha dar,
Ey benim kır çiçeğim, gül nakışlım nerdesin?.

Ağlarım köşelerde senin için gizlice ,
Hayalini düşümde sarıyorum her gece,
Adını mısralara yazarım binbir hece,
Ey benim biriciğim, su akışlım nerdesin?
    ***
Ormancı Türküsüne nazire
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Hani şu meşhur “ormancı” türküsü var ya. Bu türküye nazire olarak, Sevim Vardar hanım bir şiir yazmış. Bu şiir, Amasya Orman Bölge Müdürü Ömer Naci Kaya imzasıyla, merkezi Düzce’de bulunan Orman Muhafaza Memurları ve Emeklileri Derneğine gönderilmiş, bu Derneğin yöneticileri, Derneklerinin yayın organı olarak iki ayda bir yayınlanan “Defne” adlı dergilerinin Ocak-Şubat 2011 ayına ait 360 ncı sayısının arka kapağında yayınlamışlar.
Sevim Vardar hanım, küçücük çocuk iken, babasını kaçakçıların şehit ettiğini hatırlatarak “Ormancı Türküsüne nazire” başlığıyla yazdığı şiirini, ilk Ormancı türküsünün tam metniyle aşağıya alıyorum efendim.
BİLİNEN ORMANCI TÜRKÜSÜ
Çıktım belen kahvesine baktım ovaya, baktım ovaya
Bay Mustafa çağırdı dama oynamaya
Ormancıda gelir gelmez yıkar masayı, yıkar masayı
Söz anlamaz ormancı çekmiş kafayı
Aman ormancı canım ormancı.
Gevenisin suları hoştur içmeye, hoştur içmeye
İçinde köprüsü var gelip geçmeye
Tevfiğimi vurdular hiç mi hiçine, hiçmi hiçine
Yazık ettin ormancı köyün iki gencine
Aman ormancı canım ormancı
Köyümüze getirdin yoktan bir acı.
Gevenesin ortasında değirmen döner, değirmen döner
Değirmenin suları dağından iner
Ormancıya atılan kurşun Tevfiğe değer, Tevfiğe değer
Tevfiğin acısı yürekler deler
Aman ormancı canım ormancı
Köyümüze getirdin yoktan bir acı.
ORMANCI TÜRKÜSÜNE NAZİRE (Sevim Vardar)
Susun da bir dinleyin şu yaşanmış öyküyü
Babam ormancı Kadir, Tokat’ın Mürüş köyü
Yine dörtnal üstünde çıkmıştı görevine
Yedi-sekiz kaçakçı takılmışlar peşine
Orman kıyımcıları yeminli öldürmeye
Babam ormancı Kadir, düşmüş can derdine
Mahsur kalmış zavallı, günlerce gecelerce
Ulak kuşu ne arar, o devir köyden köye
Çeşit çeşit rivayet, acısı canevimde
Küçücük bir çocuktum yaşım geldi elliye
Vefa borcu vazife gelelim biz sadede
Bir ezgi tutturdular “aman ormancı” diye
Ormancıyla caniyi koydular bir kefeye
Babam ormancı Kadir, sen büyük müeyyide
Tek bir kuş için dokundun mu hiç tetiğe?
Hiç ihanet ettin mi elindeki tüfeğe?
Dur durak tanımazdın, ormancı Vatandır diye
Bu nasıl genelleme bak sen şu nankörlüğe
Şayet bir türküyse hani ettiği nerede?
Saygınız yok mu sizin çilekeş bir mesleğe?
Duysaydın canım babam, inerdi yüreğine
Üç kuruş maaşına hiç dedin mi dağ tepe?
Farkına varmadık sen saltanat sürdünde
Ormancı camiası, biteviye rencide
Minnet bile duyardık, olsaydı masumane
Öfke, sitem, nazire elbet varır yerine.
***
Karınca Dergisinin
Nusret Namık Uzgören ağırlıklı sayısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Merkezi Ankara’da bulunan, Türk Kooperatifçilik Kurumu tarafından aylık yayınlanan bugün dergiciliğimizin çınarlarının başında yer alan “Kooperatif Postası Karınca” Dergisinin 899 ncu sayısında Nusret Namık Uzgören için önemli bir yer ayrıldı.
Güngör Uras, Ziya Gökalp Mülayim, Nail Tan, İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Selçuk Alparslan, İsa Kayacan, Türk Kooperatifçiliğinin önderi Nusret Namık Uzgören için görüşlerini dile getirmişler. Bu isim ve imzaların, Nusret Namık Uzgören cümlelerinden bazı örnekler vermek istiyorum aşağıda:
1-Nusret Namık Uzgören, Cumhuriyetimizin ilk yıllarından başlayarak ölüm tarihi olan 22 Kasım 1992 tarihine kadar, Türk Kooperatifçilik hareketinin hemen her alanı ile meşgul olmuş ve bütün ömrünü Türk kooperatifçiliğinin gelişmesine vermiştir (Karınca)
2-Nusret Namık Uzgören çok okurdu. Zengin bir kütüphanesi vardı (Güngör Uras)
3-Nusret Namık Uzgören, Türk Kooperatifçiliğinin kuşkusuz en önemli şahsiyetlerinden birisidir. Bütün hayatını kooperatifçiliğe adamış ve ülkemizde kooperatifçiliğin benimsenmesine ve yayılmasına büyük katkı sağlamıştır. (Ziya Gökalp Mülayim),
4-Ben Nusret Namık Uzgören’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu 1975 yılında TKK’ ya üye oldum. Üye adaylarıyla tek tek görüştüğünü, çok seçici olduğunu söylediler. Daveti üzerine kendisiyle görüştüm. Adeta sözlü sınav oldu. Beğenmiş olacak ki, üyelik isteğim Yönetim Kurulunca kabul edildi (Nail Tan),
5-Nusret Namık Uzgören, Türk Kooperatifçilik Kurumunun kuruluşundan itibaren bütün çalışmalarda yeralmış ise de, ilk yönetim kurulunda görev almamış; fakat 15 Aralık 1933 tarihinde yapılan ikinci genel kurul tarafından Yönetim Kuruluna seçilmiştir (İrfan Ü. Nasrattınoğlu).
6-Ülkemizde modern kooperatifçiliğin öncülerinden olan 70 yılı aşkın olağanüstü çaba ve çalışmalarıyla Türk Kooperatifçilik onur kitabının ilk sıralarında yeralan Nusret Namık Uzgören’in, görevleri ve yaptıkları sıralanamayacak kadar çoktur. Uzgören, kooperatifçiliğimizin ölmez isimleri arasına girerek, biz kooperatif severlerin kalbinde daima minnet ve saygıyla anılacaktır (Selçuk Alparslan),
7-Bendenizin, kooperatifçi olarak örnek aldığım iki isim vardır. Biri Nusret Namık Uzgören, ikincisi Nurettin Hazar’dır. Onlardan aldığım feyzle, kooperatifçilik alanında ortaya koyduğum makale, kitaplarımın temelinde hep bu iki isim vardır. Onlar hoşgörülü ve birleştiriciydiler.
“Vefa örneği gösterenler, vefa duygularıyla anılacaklardır” görüşünden, gerçeğinden hareketle, Nusret Namık Uzgören ve Nurettin Hazar duayenlerimizi, çınarlarımızı eksilmeyen sevgi, saygı ve minnet duygularımla anıyor, mekanlarının cennet olması dualarımı yineliyorum (İsa Kayacan).
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. İlk ve son aşkımız, kendimize karşı olandır (Bovee)
2. Başarıya giden yolda önce başarısızlığı sollamalısınız (Mickey Rooney)
3. Önyargının ve zalimliğin asıl kaynağı korkudur. Korkunun üstesinden gelmek bilgeliğin ilk adımıdır (Bertrang Russell)
4. Aşk, sürekli bir mutluluktur (George Sand)
5. Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder (Gazali)
***
Bilâl Dilsiz’den: Nehirler ıslaktı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Kitaplar bana ulaştıkça, masamdaki kitap sayısı, masamdaki yığılma sayısı arttıkça, kitapların sayfalarındaki gezintim-gezintilerimde aksamalar oluyor.
Merkezi Ankara’da bulunan, kültürümüzün bir bileni Prof. Dr. Hayrettin İvgin yönetiminde, Erhan İvgin’in Teknik Koordinatörlüğünde faaliyetini sürdüren, Kültür Ajansın 112 nci yayını olarak gün yüzü gören Bilâl Dilsiz’in “Nehirler Islaktı” kitabı bana ulaştırılalı, geleli epey zaman oldu. Hatta, kitabı bana ulaştırırken Erhan İvgin; “Hocam bu yayınımızı önemseyerek kitaplaştırdık. Fırsat bulursanız, sizin deyiminizle, sayfalarında şöyle bir gezerseniz, sevinirim” diye de ilavede bulunmuştu.
72 sayfalık bir şiir kitabı. Birinci yazı hocamız Nurullah Çetin’in. İkinci yazı değerli dostum, Prof. Dr. Hayrettin İvgin, Üçüncü yazı, İLESAM’ın değerli Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız’a ait.
Hece vezniyle şekillenmiş, sayfalara aktarılmış Bilal Dilsiz şiirlerindeki konu zenginliği yanında, dil-anlatım bütünlüğü hemen dikkat çekiyor. Zaman zaman sitem, çoğunlukla da barışık bir anlayışıyla yola çıkıldığını görmekteyiz. Aşkın şiirle zenginleştiğini, bakılan güzel gözlere doyum olmadığını, bakmaktan yorulunduğu an “bakmaya yüzüm kalmadı” diye seslenildiğini duyar, görürüz.
Sonra duyguların karmakarışıklığı ortaya çıkarken, “Çekip de gitti” diye seslenen, sevgi dolu Bilal Dilsiz yüreğiyle karşılaşırız. Kitabın 17 nci sayfasındadır bu seslenme. Arkasından “Gör ne haldeyim” denildiğini, beş ayrı dörtlükle şiirleşip, aktarılan durguların harman görmekte gecikmeyiz. Bu şiirin bir dörtlüğü:

-Bastığın yerlere ömrümü serdim,
Umudum, hayalim sendin tek derdim,
Seviyorum dedim, ağladım durdum,
Arada hâl hatır sorarsın belki.

Bilal Dilsiz, kalbinde yer alandan, kalbinde saklı durandan, özlediği kişiden, kimyagerin aşkından uzun uzadıya söz ettikten sonra, uzunca bir mola veriyor, nefeslenip kendini toparladıktan sonra, öğretmenine dönüyor, öğretmeni, öğretmenleriyle ilgili duygularından örnekler veriyor. Sayfa 38 deki  “Öğretmenim” şiiri üç ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin iki dörtlüğü efendim:

-Yolumdaki aydınlık benim canımsın,
Vazgeçemediğim, bütün yanımsın,
Damarımda gezen hayat kanımsın,
Her şeyimsin benim başöğretmenim.

Işıksız yollarda yürüyen kördüm,
Doğruyu, bilgiyi seninle ördüm,
Açtığın kapıda aydınlık gördüm,
Sensiz okulumuz boş öğretmenim.
    ***
Ortak kitap: Çağlara İnen Nur
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Merkezi İstanbul’da bulunan Edebiyat Dünyası Yayınları arasında günyüzü gören 208 sayfalık bir ortak kitap. Adı: Çağlara İnen Nur.
Kitap üzerinde, kitap için imzası bulunanların sıralanışı şöyle: Ferit Battal, İhsan Polat, İlhami Erdoğan, Mustafa Ceylan, M. Fatih Kahraman, Ömer Öner, Yılmaz Çelik.
-Ferit Battal bölümü: Efendimizi anlamak, yaşamak, sevmekle başlıyor.
-İhsan Polat bölümü: Çağlara inen nurla başlıyor,
-İlhami Erdoğan (Ozan İlo) bölümü: Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (SAV)yla başlıyor,
-Mustafa Ceylan bölümü: Ölçü, dünya, niyet, akılla başlıyor,
-M.Fatih Kahraman bölümü: Bir rüya ile başlıyor,
-Ömer Öner bölümü: Gülün demidir şimdiyle başlıyor,
-Yılmaz Çelik bölümü: Alemlerin efendisine mektuplar (1) ile başlıyor,
İhsan Polat önsözünün girişinde; “Bu kitabın hazırlanmasındaki amaç, isminden de anlaşılacağı üzere, varlığı varlığımızın sebebi olan o yüce insanı, iki cihan serveri, insanlığın yegâne kurtarıcısı Hazreti Muhammed (SAV)i daha iyi anlamak ve anlatmaya çalışmaktır” diyor.
112 nci sayfada Mustafa Ceylan: “Çektik de besmeleyi, kurgulanmış saate / Çöle inen nur ile, zamanı ayarladık” diyerek söze başlıyor. Sonra methiyeleri geliyor Mustafa Ceylan’ın. Ölçü, dünya, niyet, akıl, başlığı altındaki mısralardan:
Varlığı, yokluğu kuşatan mizan,
Sar sarmala beni, koynunda taşı.
Kafamda seherler yaksın ateşi,
Kuruver ölçünle bir kutlu düzen.

Ezelden ebede giden yolcular,
İçine beni de unutmadan yaz.
Gün öğle vaktidir esmeden ayaz,
Bitmeli, gitmeli başımdaki kar.
Sayfa 192’de Peygamber Efendimizi öven ayetlerden örnekler verilmiş. Bunlardan:
-Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiya 107)
-De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm (Araf, 158)
-Nebilerden bazısını, bazısından üstün kıldık (İsra 55)
-Resullerden kimisini, kimisine üstün kıldık  (Bakara 253)
    GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Karanlığı lanetlemektense, bir mum yakın (Konfüçyüs)
2. Geçmişi hatırlamayan, onu tekrarlamaya mahkumdur (George Santayana)
3. Savaş, bulduğu ülkeyi bir daha bırakmaz (Edmund Burke)
4. İdealler yaldızlara benzer. Onlara ulaşamazsınız, ama size yol gösterirler (Waldo Emerson)
5. Sağduyulu bir insan, hemen hemen her şeyi gülünç bulur; bilge insansa hemen hemen hiçbir şeyi (Johann Wolfgang von Goethe)
    ***
Şükrü Öksüz’ün şiir duygularından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Aydın ilimiz merkezinden seslenen Şükrü Öksüz, edebiyatımıza, bu arada şiirimize emeği geçenlerin başında geliyor. Şükrü Öksüz’ün iki şiiri var masamda. Bunlar, 10 dörtlükten meydana gelen “Torunum Işık Sönmez” ve altı dörtlükten meydana gelen “Değilsin Artık” adlı, başlıklı şiirler. Bunların dört ve iki dörtlüğünü aşağıya almak istiyorum efendim:

TORUNUM IŞIK SÖZMEZ ( Şükrü Öksüz )
Sağlıklı, mutlu geçsin bir ömür boyu her günün
Böyle olan kişiler sözünden asla dönmez
Dört yılını bitirip beşe başladın bugün
Yaş günün kutlu olsun Torunum Işık Sönmez.

Gönülden sevmeyene nasıl insan denir ki?
Sen yanımda değilsen nasıl yemek yenir ki?
Eğer sen yanımdaysan ağrım, sızım diner ki
Yaş günün kutlu olsun Torunum Işık Sönmez.

Hem zeki hem akıllı oluşun ayan beyan
Büyük ve küçüklere hemen kanı kaynayan
Bildiği oyunları Dedesiyle oynayan
Yaş günün kutlu olsun Torunum Işık Sönmez.

İzmir’de sıkılınca hemen Aydın’a gelen
Yaşının üzerinde nice bilgiler bilen
Dedesini görünce sevinerek hep gülen
Yaş günün kutlu olsun Torunum Işık Sönmez.

DEĞİLSİN ARTIK ( Şükrü Öksüz )
Sensin şimdi beni ateşte yakan
Ağaçlar yas tutup eğilsin artık
Gözlerime içten sevgiyle bakan
Sen o eski güzel değilsin artık.

    Benim için özel giysiler giyen,
    Elinde ne varsa, benimle yiyen,
    Her söylediğime, “tamamdır” diyen,
    Sen o eski güzel, değilsin artık…

24 Ocak 2012 Salı

KONUK YAZAR:

Yürekte Yara Sızlar..
Rahmetli eşi Sabahat Hanımın ölümünün 10. yılında; Sayın Hocam Prof. Dr. İsa Kayacan’a mektup


Doç.Dr.Tamilla ABBASHANLI
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi,
Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, Öğretim Üyesi


Azizim yara sızlar,
Yürekte yara sızlar.
Yaralılar derdini,
Ne biler yarasızlar…


 Şubat ayı benim için keder aydır. Babamı soğuk bir kış gününde – Şubat ayının 2’de kayıp etmişim. 39 yaşı vardı, 40 yaşının sevincini yaşaya bilmedi. Bir gün aniden iş odasında masa başında otururken elini alnına koydu ve böylece hayata “elveda” dedi. Doğduğum aran Karabağ’ın kışı sert oluyor, babam ölen günü dize kadar kar vardı, aynı zamanda halâ lapa lapa döküyordu. Mezarını bile zorla kazdılar,  sıcak toprak evladını koynuna aldı. Mezar taşından gamlı gamlı bakıyordu evlatlarının, sevdiklerinin yüzüne, o kendini “suçlu” sayıyor, biz de kendimizi suçlu sayıyorduk. Ben 17, benden küçük kardeşim 7, üçüncü 2, dördüncü anne karnında 4 aylık idi. İkinci kardeşim 19 yaşında babama “kavuştu”. Rusya’da askerlik yapıyordu, bir patlayış sırasında yerin altında kaldı, bir kolu bile ele gelmedi, hala mezarı yok. O biri kardeşlerimle gidiyoruz babamın mezarı üstüne, babam “suçlu gibi” bakıyor yüzümüze. Bizi büyütmediği, okutmadığı için, ama biz ise onun civan gittiği için üzülüyoruz. Keşke bu gün bizlerle bir arada olsaydı… Uğurlarımıza sevinip, torunlarıyla kurur dursaydı… Ne etmek olar. Yüce Allah’ın emrinden kim çıka bilir ki…
      Derdimi İsa Hoca’mla paylaşır ve onun eşi Sabahat derdine üzülürüm. Şubat ayı İsa Hocam için de gamlı aydır. O da sevgili karısı, ömür-gün arkadaşı Sabahat Hanımı 2002’nin Şubat ayının 12’de kayıp etmiştir. Gün gibi hatırımdadır. 2002’nin Mayıs ayı idi. Ispartalı şair Melahat Ecevit Hanımefendi bizi Isparta’ya davet etmişti. Isparta güller içinde nazlanan güzele benziyordu. Nefesi gül kokuyordu bu güzelin. Her yan çiçeklerle süslü idi. Sokaklar gül kokuyordu. Bu güzellik her kese sirayet etmişti, her kesin yüzünde sevinç vardı. Sadece bir insan İsa Kayacan keder içinde kavrulur, alışıp yanıyordu. Çünkü üç ay idi ki, sevgili karısını kayıp etmişti. Aslında o şölende babasını yalnız bırakmayan kızı Gül de dertli idi, ama o kederini içinde boğup babasını teskin etmeye çalışıyordu. Şölene gelenler İsa Hoca’mı hiç yalnız bırakmıyordular, hep ona teselli veriyordular.  Ben o güne kadar İsa Hocamı tanımamıştım ve buna göre kendimi suçlu sayıyordum. Şiir şöleninde konuşmam ve söylediğim şiirleri çok beğendiler. Ödül törenine gelirken anons ettiler. En güzel konuşana Türkiye’nin en iyi şairi, gazeteci-yazar İsa Kayacan verecektir. İşittiklerime inanamadım, uçmağa kanadım olmadı. Türkiye’nin “medya İmparatoru”nun elinden ödül alacaktım. Tanışlığımız böyle başlandı. İsa Hocanın kızı Gül’le iyi bir arkadaş olduk. Toplantı süresince hep Gül’le konuştuk, annesi Sabahat Hanımı hatırladık, duygulandık, ağladık. Ben Gül’ü güzel anlıyordum, çünkü ben de annesiz büyümüştüm. “Yaralının derdini yaralı anlar”.
      Değerli İsa Hocam. Bu mektubu Size yazarken ellerim titriyor, gözlerim yaşla doluyor. Artık bir kaç defa ben Sabahat Hanım’dan yazı yazdım, her defasında gözyaşlarım Nisan yağmuruna döndü. Azerbaycanlı şair, Sizinle aynı talihi yaşayan Neriman Hasanzade’nin hanımı Sara Hanımla kıyasladım Sabahat Hanımı. İkisi de sevip sevilerek evlenmiştiler, mutlu bir hayat yaşıyordular. Çocukları, torunları vardı, birden Azrayıl peyda oldu. Sevdiklerinden doyamayan Sabahat’ı, Sara’yı alıp kaçtı. İsa Bey de, Neriman Bey de halâ unutamadılar sevdiklerini. Bir ayağı mezarda kaldı İsa Beyle Neriman Beyin. Doğum günleri, Bayramlar bahane oldu. Hep mezarlığa koştular. Belki insafa gelip Sara ile Sabahat eve dönsün. Onlar ise soğuk mezar taşından gamlı baktılar sevdiklerinin yüzüne, topraktan çıka bilmedikleri, sevdiklerini üzdükleri için. Şimdi Azerbaycan’da Sabahat Hanımı tanıyorlar. Bu yazının yazarının makalesinden Neriman Beyin yeni basılmış kitabının I. Cildinin “Ön Söz”ünde istifade etmişler. Okurken çok heyecanlandım. Neriman Beyin en yakın arkadaşı Prof.B.Halilov beni arayarak teşekkür etti, İsa Beye selamlarını gönderdi.
     Bu sene Sabahat Hanımın ölümünden on yıl geçti. On yıldır ki,  Anadolu toprağı kucağında daha bir evladını azizliyor, öpüyor, okşuyor. Anadolu rüzgârı her akşam ona hazin ağıtlar söylüyor. Bu ağıtlar onun ruhunu uyandırır, o ruh sakince Karşıyaka mezarlığından ayrılır, Aşağı Ayrancı sokağına geliyor. Bu sokaktaki evinin pencerelerini uzaktan seyir ediyor. Işık yanıyor mu acaba?  Sonra uçarak ürkekçesine pencereden içeri bakıyor:- O evdedir mi?  -Evet-çok sevdiğim kocam İsa evdedir. Her zamanki gibi yine yazıyor, çayı buz olmuş. Keşke o zamanlarda olduğu gibi çayını tazeleseydim de.. Eh, nerde o hoş bahtlık? Nerde o mutlu günler… Şimdi Gül’ün yanına uçacağım, onu seyir edeceğim, sonra küçük koyup gittiğim şimdi büyük kız olmuş torunum Nazlıcan’a bakacam. Ne kadar da büyümüş benim küçük torunum… Sonra yine ebedi yerine –Karşıyaka mezarlığına geri dönecek Sabahat.
        Bu yazıyı yazarken İsa Hocamın “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler” kitabının sayfalarını bir daha çevirdim. İsa Hocam Sabahat Hanımın yanında kendi mezarını da ayarlamış, çocuklarının dilinden mezar üstüne yazılacak dörtlüğünü bile hazırlamış:
                             Kalbimizde birer alevsiniz, sönmüyorsunuz,
                             Yıllar geçiyor, yine dönmüyorsunuz.
                             Ağlayıp durduğumuzu bilmiyorsunuz,
                             Kalbimizde birer alevsiniz, sönmüyorsunuz.
    M.Ceylan’ın İ.Kayacan’ın dilinden yazdığı “Neredesin, Sabahat” adlı ağıtı da beni gözyaşlarına boğdu:
                             Aklım gitti başımdan, döndüm çılgın deliye,
                             Bu zalim, kara yazı, bize yazılmış niye?
                             Bekle ben de gelirim, belki gelen seneye,
                             Zaten kuşlar kanatsız, yaralanmıştır kırat,
                             Haydi tut ellerimden, neredesin Sabahat?..
      Yine elime “bayatılar” (Maniler) kitabını aldım, buradaki manilerin çogu sanki Sabahat Hanım için yazılıp:
                             Sarı canım,
                             Gömleği sarı canım.
                             Sen dünyadan göçenden,
                             Kalmayıp yarı canım.

                            Ozan oldum,
                            Obalar gezen oldum.
                            Ne öldüm, ne kurtuldum,
                            Ne derde dözen oldum.

                             Ele gitti,
                             Karıştı sele gitti.
                            Tükenmez ekmek alıp,
                            Geri dönmez yola gitti.

Canım Sabahat Hanım, sanki bu yazıyı yazarken yanımda oturmuştunuz, yazıyı bitirirken uçup gittiniz. Ne deyim? İsa Kayacan Hoca’ma, sevgili evlatlarınıza, torunlarınıza sabır diliyorum. On senedir ki, seni her gün bekliyorlar. Sıradan günlerde gelmesen de bayramda “mutlaka gelecek” diyorlar. Sen gelmiyorsan, o zaman ise Karşıyaka Mezarlığına gidiyorlar. Seni yine orada görüyorlar. Baş taşını öpüp kucaklıyorlar. En çok sevdiğin çiçeklerden diziyorlar mezarının üzerine. Gözyaşları süzülür önce baş taşına, sonra kederden üzülüp titreyen çiçeklerin üzerine. İsa Hoca’m evlatlarının, torunlarının yanında ağlamıyor, gözyaşlarını kalbine akıtır, evlatlarını üzmek istemiyor. Mutlaka sabahı gün gelecek, gözyaşları Nisan yağmuruna dönecek, sevgili Sabahat’ı ile derin bir sohbete başlayacak. Mezarın nurla dolsun, sevgili Sabahat Hanım… Uyuduğun toprak yumuşak olsun. Bu yazı da Senin ebediyete göçmeğinin on yılına hediye olsun. Rahat uyu İsa Hoca’mın sevgili karısı, Rahat uyu Gül’ün tatlı Annesi, rahat uyu Nazlıcan’ın güzel ana annesi…

16 Ocak 2012 Pazartesi

Denktaş & Konuk Yazar: Tamilla Aiyeva

KIBRIS TÜRKLERİNİN EFSANEVİ LİDERİ, RAUF RAİF DENKTAŞ’I UNUTMAYACAĞIZ
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yaşadıkları süre içinde, toplumların lideri, önderi, efsane ismi olanlar, olabilenler, vefatla aramızdan ayrılmalarıyla unutulmazlar, özlemle hatırlanmaya, anılmaya devam edilirler.
Rauf Raif Denktaş; Kıbrıs Türklerini teşkilatlandırarak, ayakta kalmalarını sağlayan, hayatını Kıbrıs Türklerinin mücadelesini adayan, gerçek bir lider, mücadeleci bir kişilik, yaşarken efsaneleşen, Atatürkçü bir babanın oğlu..”20 Temmuz 1974 en mutlu günüm” diyen, kadirbilir, yayınlanmış 50 kitabı, bir film senaryosu bulunan fotoğraf çekmeyi seven, fahri doktora ve profesörlük payeleri bulunan, fedâkâr büyük bir kahraman.
Rauf Raif Denktaş: 27 Ocak 1924 tarihinde, Kıbrıs’ın Baf bölgesinde doğdu. 1,5 yaşındayken annesini kaybetti. Babası hâkim Raif Bey’di. Anneannesi ve Babaannesi tarafından büyütülen Denktaş, 1930 yılında Eğitim için İstanbul’a gönderildi. Arnavutköy’de, ilkokuldan liseye kadar eğitim veren Fevzi Ati Lisesinde yatılı okudu. Ortaokuldan sonra Kıbrıs’a döndü. Liseyi Kıbrıs’ta bitirdi. II. Dünya Savaşından sonra eğitimi için İngiltere’ye gitti. Mezun olduktan sonra Avukatlık ve Savcılık yaptı.1949 yılında Aydın hanımla evlendi.
27 Kasım 1948’de Kıbrıs Türklerinin ilk mitinginde Dr. Fazıl Küçük’le beraber hatiplik yaptı. Türk Cemaati’nin iki önemli ismi Faiz Kaymak ve Dr. Fazıl Küçük arasında arabulucu oldu. EOKA karşısında Kıbrıs Türklerinin direnişine yön veren Denktaş, 1964 Londra konferansından sonra, Makarios tarafından “İstenmeyen adam” ilan edildi. Adaya girmesi yasaklandı. Gizlice Erenköy’e çıkarak savaşa katıldı. 1967’de Adaya girerken tutuklandı. Yoğun girişimler sonucu Türkiye’ye geri verildi. 1968’de Adaya giriş yasağı kaldırılınca Kıbrıs’a geri döndü. Türk Cemaat Başkanlığı, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavini ve Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanlığı yaptı.
13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devletinin ilandan sonra, Devlet ve Meclis Başkanı görevlerini yürüttü. 1976’da Devlet Başkanı seçilen Denktaş, 1981 yılında ikinci kez Devlet Başkanı oldu. 15 Kasım 1983’te ilan edilen KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı oldu. 1990 ve 1995 yıllarında yapılan seçimlerde 2 ve 3 ncü kez Cumhurbaşkanı seçildi. 17 Nisan 2005’te yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde aday olmayan Denktaş, 24 Nisan’da görevi Mehmet Ali Talat’a devretti. Annan Planına boyun eğmediği ve bağımsızlığı savunduğu için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; “Yaşına- başına yakıştı mı?” şeklindeki ağır eleştirileri karşısında, (rahmetli Denktaş’ın) çok üzüldüğü haberleri geldi.
24 Mayıs 2011’de geçirdiği beyin kanaması sonucu Türkiye’de tedavi altına alındı. Sonra, KKTC’ye döndü. Sürdürdüğü inişli, çıkışlı yaşam mücadelesini 13 Ocak 2012 Cuma günü saat 22.00’de kaybetti. Kıbrıs Türkünü ve sevenlerini yalnız bıraktı.
Türklerin arasından çıkan, bir çılgın Türk olan Rauf Raif Denktaş’ın ölümü KKTC’de, Türkiye’de üzüntüyle karşılandı. KKTC’den, Türkiye’den ve Dünyadan pek çok lider, üzüntü ve başsağlığı mesajları yayınladı. Kıbrıs Rum kesimi lideri Hristofyas, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’na telefonla arayarak, başsağlığı dileklerini iletirken, Rum Basını göbek attı, kin kustu. Türkiye’de 3, KKTC’de 6 gün yas ilan edildi, bayraklar yarıya indirildi. Vefat haberi, KKTC, Türkiye, Azerbaycan ve dünya basınında flaş haber olarak verildi. KKTC medyası “simsiyah” logo başlıklarıyla yayınlandı.
Türkiye’den Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere, TBMM Başkanı, Başbakan, hükümet üyeleri, askeri yetkililer ile pek çok siyasi lider ve kuruluş temsilcileri, KKTC’de cenaze törenine katıldı. Rauf Denktaş’ın cenazesi 17 Ocak 2012 Salı günü devlet töreniyle, Lefkoşa’da Selimiye Camiinde kılınan öğle namazının ardından, Türk Mukavemet Teşkilatı Anıtının bulunduğu Cumhuriyet Parkında toprağa verildi.
RAUF DENKTAŞ’IN İSA KAYACAN’A TEŞEKKÜRÜ
Bu satırların yazarı İsa Kayacan’ın, Mayıs 2004’de yayınlandığı “İşte Hayatım” adlı kitabının, anılar bölümünün 569 ncu sayfasında yer alan “Rauf Denktaş’ın İsa Kayacan’a teşekkürü”:
Kıbrıs işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Bakı Ataç’ın Basın Danışmanlığını yaptığım 1994 yılında pek çok kez KKTC’ye girip geliyoruz.
Ankara’da Sayın Bakana, 1961’li yıllarda yayınladığım “Makarios’a Açık Mektuplar” ve 1966 yılında yayınladığım “Kıbrıs Semalarında  Cengiz Topel’imin Yumruğu” adlı şiir ve röportaj kitaplarım hakkında bilgi veriyor ve;
- Sayın Bakanım, izin verirseniz, bu kitaplarımın ilk ve genişletilmiş 2 nci baskılarını da, KKTC’de Sayın Denktaş’a sunsak, diyorum.
- İyi olur, birer tane yanına al, diyor. KKTC’de Sayın Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığı (mini) köşkünde verilen 30- 40 kişinin bulunduğu yemek öncesi, kitapları sunmadan önce, Devlet Bakanı Sayın Ataç;
- Sayın Cumhurbaşkanım! Basın Danışmanım İsa Kayacan, 1961 ve 1966 yıllarında yayınladığı 2 kitabını size sunacak, diyor.
Sayın Denktaş’a kitaplar hakkında kısa bir bilgi veriyor ve sunuyorum. Sayın Denktaş kitapları alıyor, sayfalarındaki göz ucu gezintisinden sonra;
Sayın Kayacan’ın bu, hacmi az ama, mesajı fazla “Makarios’a Açık Mektuplar” adlı kitabının ilkini 1963 yılında Kıbrıs’ta görmüş, okumuş, uzun süre yanımda taşımıştım. Duygularımı yeniden yaşıyorum. Şair ve Yazar Sayın Kayacan’ı sayın Bakanın şahsında kutluyorum. Tesadüfe bakın, sayın Kayacan şimdi misafirimiz. Hoş geldin sevgili kardeşim, tebrik ederim, dedi ve yanaklarımdan öptü.
Gururlanmıştım…Salonda bulunanların alkışları karşısında mutluluğumun sınırlarının nerelere kadar uzandığını hatırlamıyorum!.. ***
VATAN BANA OĞUL DESE…
“Burdur’dan Kültür Yağmuru” kitabının yazarı; İsa Kayacan Hoca’ma Mektup 
Doç. Dr. Tamilla ABBASHANLI
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, Öğretim Üyesi    
Hayli zamandır Size mektup yazmak, Sizin “Burdur’dan Kültür Yağmuru” kitabınız hakkında konuşmak istiyordum. Her gün düşünür, taşınır, yazmak için kendimi hazır bilmiyordum. Bir yazıyı yazmak için düşünende mutlaka elime bir kitap alıp okuyorum. Bu defa da öyle oldu. Azerbaycan’ın dünyaca ünlü filozof şairi, vatan, millet fedaisi Mehmet Araz’ın “Kayalara Yazılan Ses” kitabını elime aldım. İlk gözüme değen şiir “Vatan Bana Oğul Dese” şiiri oldu. Bu şiiri her zaman sevmişim, benim için ebedi yaşayan, her dönemin nabzını tutan, her dönemde insanlara ciddi mesajlar gönderen bir şiirdir. Yani derler ya, XV. asır İngiliz edebiyatının dehası Şekspir’in “66’ı sone”si her dönem için aktüel olan şiirdir, M. Araz’ın bu eseri de öyledir. Ve birden bir hazine bulan insan gibi sevindim. İsa Hocam “Vatan Bana Oğul Dese” diyen millet oğludur. Evet, aynen böyledir. Şiirdeki lirik kahraman İsa Bey’dir. İsa Bey sadece Burdur’un evladı değil, sadece Anadolu’nun evladı değil, bütün Türk dünyasının evladıdır. O da Mehmet Araz’ın lirik kahramanı gibi:
                                            Vatan bana oğul dese ne derdim,
                                            Mamur olup kayasında biterdim,
                                            Bu topraksız nerde, ne zaman, ne derdin,
                                            Hazanımdır, hazanımdır, hazanım..
diyor.
          M. Araz’ın bu şiirinde sadece Azerbaycan derdin değil, dünyanın derdinden konuşulur. Tabii ki, şair önce canı kadar sevdiği, onu büyütüp erseye getiren, onu ilim, irfan sahibi eden ana vatanına-Azerbaycan’a minnettardır. Şairin bu mısrasına sayfalarca imi makale yazıla bilir, bu bir tane mısradaki felsefenin derinliğine bakın: “Kimi senin çiyninde (omzunda), sen kiminin”. Evet, bu gün İsa Bey gibi vatanı omuzda gezdiren azdır, ama vatanın omzunda oturanlar, vatan için can yandırmayanlar daha üstün mevkilerde yer bulmuşlar. M.Araz’ı da hayattan alıp götüren bu dertler oldu. O da çok istiyordu ki, vatanı omuzlarında gezdirenlerin değeri, kıymeti bilinsin.
       Değerli İsa Hocam, Sizin 2011 yılında yayımlanmış “Burdur’dan Kültür Yağmuru” kitabını okuyorken bir elimde de M.Araz’ın şiir kitabı idi ve bu kitap bana Sizin kitabınızı incelerken çok yardım etti. Türk Dünyasının büyük şairi Mehmet Araz’ın ruhu şad olsun.
       Her şeyden önce bu değerli eser için İsa Hocama yürekten teşekkür ederim. Elleriniz var olsun, vatan, millet için çarpan yüreğiniz yorulmasın. Burdur’un suyu, ekmeği helâlınız olsun. Sonra ise bu önemli işte size maddi, manevi desteğini esirgemeyen Burdur Belediye Başkanı Sebahattin Akkaya Beyefendiye teşekkür ederim. O da Sizin gibi vatan, millet fedaisi olmasaydı, bu değerli eser ortaya çıkmazdı. Ona da yürekten minnettar olduğumu iletmek isterim.
      Kitabı dikkatle okudum, büyük zevk aldım, düşündüm:-Keşke ben de doğduğum yerler hakkında böyle bir kitap yazsaydım. Ama onu da anladım ki, bu kitap yazarlar için örnek olacak, buna bakıp herkes kendi şehri hakkında eser yazacaktır. Birinci bölümde “Şiirlerle Burdur” kitabında yer almayan Burdur Şiirlerini vermişsiniz. Burada İ.Z.Burdurlu, M.Rasih Özbek, M. Susuzlu, M. Ceylan, Dr. İ. Akay, İ. Kayacan, H. M. Atasever, H. Türkel, O.Kara, S. Gümüş, D.Ersan vs. şiirlerine yer verilmişti. Aynı zamanda sizin “Ece Köyünde Akşam” şiirinin öyküsü hakkında yazınızı çok beğendim.  İkinci Bölümde O.Akkoç’un şiirleri yer almıştır. Osman Bey gerçekten vatan vurgunu olan bir şairdir. O gerçekten Burdur’un, onun dağlarının, düzlerinin, göllerinin hayranıdır. Şairin “Gölhisar’ın Dağları”, “Gölhisar”ın Köyleri”, Tefenni’nin Ecesi” “Altınyayla’m, Dirmil’im”, “Bir Başka Çavdır’ım”
vs. şiirlerini severek okudum. Gerçekten Osman Bey bir ressam gibi Burdur’u seyir ediyor, sözün gücüyle Burdur tablosu yaratır:
                            Deliyaraz aynadır, yaylaya bakar durur,
                            Kedi kayası ise canını sıkar durur.
                            Macar pınarı suskun, kafayı takar durur,
                            Küçük küçük dereler, çay olur çeker gider…
İ.Kayacan eserin üçüncü bölümünde Burdur’un tarihin içinden adlanır. Burada tarihçi Osman Koçibay’ın Burdur Halk Kütüphanesi arşivinden bulduğu ve Osmanlıcadan çevirdiği “Sarı Zeybek” ve “Çoban” şiirleri verilmiştir. Folklorik özellikler taşıyan bu şiirler 1935 yılında yazılmış, ama yazarı belli değil.
        Dördüncü bölümde Burdur, Akdeniz ve Ege bölgeleri şairlerinin İsa Kayacan hakkında şiirlerine yer verilmiştir. Aynı zamanda İsa Bey hakkında Türkiye’nin tanınmış şair ve yazarlarının fikri verilmiştir. Örneğin, M.Ceylan ve Nazmi Öner’in sözleri dikkatimizi çekti. M.Ceylan İsa Bey’in Burdur sevdasını Burdur gölünden büyük biliyor. N.Öner ise İ.Kayacan’ın beyaz saçlarının nedenini insanlık sevgisi ve hizmet aşkında görüyor.
           Bu değerli eserde 1850-1953 yıllarında Burdur’u idare edenler ve Burdur’un ünlü insanları, Burdur’un sevinç kaynağı Üniversite hakkında yazılar da vardır. Aynı zamanda Burdur için önemli olan Teke yöresi folkloru, Burdur efsane ve fıkraları, Burdur türküleri, Burdur haberleri, yazarların gözü ve kalemiyle İsa Kayacan vs. bölümler de vardır. En son bölüm olan on altıncı bölüm çok zengindir. Bu bölümde İsa Hoca’nın Burdur, Türkiye ve Türk Dünyası için ne kadar önemli olduğunu bilen ve yazılarında bunu söyleyen insanların İsa Bey hakkındaki değerli makalelerini okuduk. O makalelerden İsa Beyi çok güzel anlatan fikirlere dikkat edelim: “İ.Kayacan bize azmin gücünü, zirvenin ötesini, ulaşılmazlığın tılsımını göstermiştir (M. Ekmekçi) “Nesli tükenmeye başlayan edeb ve edebiyat erenidir İ.Kayacan” (M. Nacar) ; “Hiçbir şey beklemeden kendisini memleketine, Burdur’a ve Azerbaycan’a, Azerbaycan’ın tanıtılmasına adamış bir insandır İ.Kayacan. (Sebahettin Akkaya); “İ.Kayacan’ın adını duymayan var mı bilmiyorum” (O.Oktay); “ne mutlu Burdur’a ki, bağrından İ.Kayacan’ı yetiştirmiş” (A.T.Şentürk); “Burudur Belediye Başkanı olsaydım, şehrin en güzel yerinde Dr.İ. Kayacan’ın heykelini dikerdim (A.Güler); “ne zaman “Burdur” denilse aklıma oranın yetiştirdiği mümtaz insan İ.Kayacan gelmiştir. (İ.Kara); “İ.Kayacan benim için bir idoldür” (H.Kayacan) vs. Bu yazıların her biri çok güzeldir ve bunları okuyan her bir okuyucu İsa bey’e imrenmeye bilmez. Kitapta bu satırların yazarının makalesine de rastladım:  Türk kültürünün korkmaz ve yiğit askeri İsa Kayacan. Çok sevindim, gururlandım ki, İ.Kayacan hakkında ben de yazı yazmışım. Gerçekten Nizami Gencevi  “Çalış, öz halkının işine yara” ifadesini sanki İsa Bey için demiştir. Burudur hakkında İsa Kayacan’ın yazdığı bu kitap bir daha kanıtlıyor ki, gerçekten İsa Bey Nizami’nin dediği “halkının işine yarayan insandır”.
         İ.Kayacan’ın “Burdur’dan Kültür Yağmuru” kitabında Burdur’un tarihi, tarihinde rol alan ünlü insanlar ve bu günü hakkında resimler de dikkatimizi çekti. Onları birer birer toplamak, en değerli inci gibi aziz tutarak kitaba yerleştirmek ancak İsa bey gibi vatanperver şairin işidir.
         Son olarak: Ben İsa Beyin yayımlanan kitapları demek olar ki, hepsini okumuştum, bu kitabı da okudum ve hem Burdur’u bir daha sevdim, hem de İsa Hoca’m gözlerimde daha da yüceldi. Allah’tan arzum budur ki, İsa Hocam her zaman böyle yücelerde olsun, bu, onun hakkıdır. Çünkü vatan, millet için canını feda eden bir insan yücelerde olmağa layıktır. İsa bey yücelerde durmağa hakk ediyor. Makalemizi Mehmet Araz’la başladık, onunla da bitireyim, diyorum.  M.Araz’ın “Vatan Bana Oğul Dese” şirinin sonuncu bendi de İsa Beyin talihine çok uygundur:
                                         Gülüm, bir de görüşüne geciksem
                                         Adımı tut, nerde dağlar dumansa,
                                         Gözünü sık (ağla anlamında),
                                         Hangi taşta su yansa,
                                         O taş altta Mehmet Araz yaşıyor…
     Evet, Burdur’un her taşının altında bir İsa Kayacan yaşıyor.

13 Ocak 2012 Cuma

S.Çerkez, Burdur Basını, M. Erden: Şiir,,,,,,

Azerbaycanlı Başmuallim Sona Çerkez’den:
Daş olmak istiyorum

Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan çıkışlı yayınların bana ulaşmasıyla, sayfalarında gezdiğim kitap sayısının hızla arttığını görmekten sevindiğimi, mutluluk duyduğumu öncelikle belirtmeliyim.
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de çalışan, eğitimci, bilim kadını, şair, yazar Sona Çerkez’in son yayınladığı, ciltli 360 sayfalık “Daş Olmak İstiyorum” adlı kitap da, yaşamının bazı kesitleri (hatıraları) şiirleri yer alıyor.
Azerbaycan Türkiye İlişkilerinde önemli bir köprü görevini yıllardır başarıyla sürdüren, Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. Tamilla Abbashanlı- Aliyeva aracılığıyla bana ulaşan, ulaştırılan kitabın önsözü Nizami Caferov’a ait. Refaranslar: Muharrem Kubat, Zelimhan Yakup, Arif Şamo imzalarını taşıyor. Sonsöz ise Aynur Beşirli’nin.
Sona Muhammed kızı Guliyeva- Sona Çerkez, BDU’nun muallimi. 1995 yılından bu yana yayınladığı kitaplarında, insani değerlerden, münasebetlerden söz açıyor. Hayatta görüp yaşadıklarını kaleme alıyor. Elimizdeki “Daş Olmak İstiyorum” adlı kitabında da ömrünün bazı hatıralarını naklederken, ilk şiirini 40 yaşında kaleme aldığını hatırlatıyor ve “Ne güzel ki, bu dünyada ben dönmedim amacımdan, silinmedi ne güzellik, ne de kötülük hayalimden” diye devam ediyor.
Düşüncelerinin, ortaya koyduğu fikirlerinin, yazdıklarının, yayınladıklarının hepsinin kaynağı, anısı olduğunu ifade eden Sona Çerkez hocanım; “Daş görmüşem yoklukda insana can veren, gururlu duruşuyla uzaklara bakan” diyerek, hayatın acı gerçeklerini dile getiriyor, anlatıyor, sayfalara döküyor.
Kitabın adı olan “Daş olmak istiyorum” bir anlamda hocanımın vasiyeti olarak adlandırılıyor sayfa 18’de başlayan. Daşa dönmesi halinde biliyor ki Sona hanım, hiç yanmayacağını, üzülmeyeceğini anlatıyor. Ömrü boyunca çalışıp, gülmek yerine ağladığını bundan da fazla üzülmediğini kaydediyor. Eşinin vefatından sonra yalnız kaldığını, eşini kaybedenlerin acılarını çok iyi anladığını dile getiren satırlar, mısralar görüyoruz Sona hocanın yazılarında, şiirlerinde. 1997 yılında yazdığı “Ayrıldık biz” adlı şiir, kitabın 68 nci sayfasında yeralıyor. Bu şiirin bir dörtlüğü:

Ayrılmışık, buz ellerim goynumda,
Gözlerimde çekilmeyen kaderin.
Yüreğimde senli günler, bir de sen,
Gubarlaşıb, var mı gören haberin?.


Kitap girişinde yazılı mektup: Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de Azerbaycan Devlet Üniversitesinde Başmuallim (Öğretim üyesi) olarak çalışan, 1948 doğumlu Sona Çerkez hocanım, “Daş Olmak İstiyorum” adlı kitabının ilk sayfasına (Benim gibi eşine rahmete gönderdiği için), Aralık 2011’de şunları yazmış:
Çok değerli İsa Kayacan hocam!. Bu kitabı size imzalarken, gözyaşlarım Nisan yağmuruna döndü, sel olup aktı, aktı.. Dilimden bu mani süzüldü: Azizim yara sızlar/ Yürekte yara sızlar/ Yaralılar derdini/ Ne bilir yarasızlar…
Ah hocam, gerçekten Sona’nın derdini İsa, İsa’nın derdini Sona bilir. Sizin rahmetli eşiniz Sabahat hanım derdinizi, yazdığınız yazılardan, şiirlerden, Tamilla hocanın makalesinden okudum:
Azizim yeşil ördek/ Nicedir yaşın ördek/ Bir zaman çift gezerdik/ Nerde yoldaşın örnek?..
Değerli İsa hocam! Bu kitabı size gönderiyorum. İşiniz rast gelsin, yazan elleriniz yorulmasın. Hörmetle. (Sona Çerkez.. Bakü- Azerbaycan, Aralık 2011)
BURDUR BASINI
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    “Burdur Basını” olarak yaptığımız genel değerlendirme içerisinde, Burdur’da yayınlanan gazetelerin kimlik bilgileri:
Burdur Gazetesi: Burdur merkezde günlük 8 normal sayfayla yayınlanan Burdur Gazetesinin kuruluş tarihi: 04 Nisan 1954. Kurucusu: Mustafa Kemal Taraşlı, İmtiyaz Sahibi: Adnan Taraşlı, Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni: Kemal Taraşlı, Burdur temsilcisi: Mehmet Ercan Taraşlı, Ankara Temsilcisi: Prof. Dr. İsa Kayacan, Haber Sorumlusu: Hasan Türkel, Muhabirler: Hacer Zeren, Haluk Sağlam, Mehmet Taraşlı. Sayfa Editörü: Nevin M.Taraşlı. Gazete kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 12 Aralık 2011.
Yenigün Gazetesi: Burdur merkezde günlük 8 normal sayfayla yayınlanan Yenigün Gazetesinin  kuruluş tarihi:01 Eylül 1954, Kurucuları: Osman Şan, Muharrem Tuncel. Sahibi: Muharrem Tuncel, Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni: Kürşat Tuncel, Sayfa Editörü:Sadiye Ünal, Muhabirler: E.Selcan Tuncel, Harun Sivrikaya, Ali Kapan. Gazete kimlik bilgilerinin tespiti tarihi: 11 Aralık 2011
Çağdaş Burdur Gazetesi: Burdur merkezde günlük, 4 sayfası renkli yayınlanan 12 büyük boy sayfalı Çağdaş Burdur Gazetesinin kuruluş tarihi: 22 Aralık 2004, İmtiyaz Sahibi: Celal Öztaş, Genel Yayın Yönetmeni: Yusuf Tortop, Yazı İşleri Müdürü Aysel Kara, Muhabirler: Halil İbrahim Kara, Filiz Eryılmaz, Özer Özgün, Sayfa Editörü: Onur Özkan, Hukuk Danışmanları: Av. Ömer Bütüner, Av.Ali Uz. Gazete kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 12 Aralık 2011
Burdurlu’nun Sesi Gazetesi: Burdur merkezde 6 büyük sayfayla günlük yayınlanan Burdurlu’nun Sesi Gazetesinin kuruluş tarihi: 05 Ağustos 1994, Sahibi: Mehmet Manış, Yazı İşleri Müdürü: Niyazi Manış, Muhabirler: Dilek Bakırkaynak, Turgay Dinler, Nurten Manış, Sayfa Editörü: Mehmet Ali Ünaldı. Gazetenin kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 26 Aralık 2011
Gazete Detay: Burdur Merkezde 16 normal sayfayla haftalık yayınlanan Gazete Detay’ın, imtiyaz Sahibi: Metin Ercan, Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı işleri Müdürü: Abdurrahman Kızılkaya, Görel Yönetmen: Hatice Demirol, Muhabir: Ramazan Ercan. 94 ncü sayısındaki Gazete kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 11 Ekim 2011.
Ses- 15 Gazetesi: Bucak ilçesinde 8 normal sayfayla günlük yayınlanan Ses-15 Gazetesinin kuruluş tarihi: 23 Kasım 1999, Sahibi: Bucak Radyo TV AŞ.Yazı İşleri Müdürü: Duray Çitekçi, Sayfa Editörü: Fatma Aktaş, Muhabirler: Hüseyin Dilek, Mehmet Gökdoğan, Hatice Güner, Burdur temsilcisi: Nuri Yıldırım. Gazete kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 17 Aralık 2011.
Oğuzeli Gazetesi: Bucak ilçemiz merkezinde 6 normal sayfayla günlük yayınlanan Oğuzeli Gazetesinin, kurucuları: Mustafa Tulum- Ayşe Tulum, kuruluş tarihi: 11.12.1997. İmtiyaz sahibi: Mustafa Tulum, Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni: Havva Üner, Ankara Temsilcisi: Prof. Dr. İsa Kayacan, Hukuk Müşaviri: Av. Abdullah Özel, Sayfa Editörü: Esma Ünal, Muhabir: Mehmet Ali Özen, Fahri Muhabir: Fatma Savlı, Gazete kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 06 Aralık 2011.
Hedef Gazetesi: Bucak ilçesinde 6 normal sayfayla günlük yayınlanan Hedef Gazetesinin, kurucusu: Mustafa Tutum. Sahibi: Salih Tutum, Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni: Mehmet Tutum, Sayfa Editörü: Mehmet Cansu, Muhabir: Mustafa Tutum. 17. yayın yılı içindeki Gazetenin kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 05 Ocak 2012.
Akca Gazetesi: Bucak ilçesinde 6 normal sayfayla haftalık yayınlanan Akca Gazetesinin kuruluş tarihi: 17 Şubat 2010, İmtiyaz Sahibi, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Halim Akca, Muhabir: Mevlüt Akca, Hukuk Sorumlusu: Av.Abdullah Özel. Gazetenin kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 09 Eylül 2011.
Gündem Gazetesi: Bucak ilçesinde 6 normal sayfayla haftalık yayınlanan Gündem Gazetesinin 10.yayın yılı içindeki Sahibi: İbrahim Nanecioğlu, Genel Yayın Yönetmeni:Mustafa N.Nanecioğlu, Hukuk Sorumluları: Av.Süleyman Uysal, Av.Abdullah Özel, Av.A.Ahmet Dursun, Göller Bölgesi Burdur Sorumlusu: Durmuş Öcal. Gazete kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 15 Aralık 2011.
Tefenni’nin Sesi Gazetesi: Tefenni ilçesinde 6 normal sayfayla haftalık yayınlanan Tefenni’nin Sesi Gazetesinin kuruluş tarihi: 31 Ekim 1975, Kurucuları: Yunus Serttaş, Nuriye Serttaş, Sahibi: Özgür Batı, Yazı İşleri Müdürü: Esma Serttaş Ayaz, Sayfa Editörü: Önder Uysal, Muhabir: Ali İhsan Okunakol. Gazetenin kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 04 Ocak 2012.
Pınar Gazetesi: Gölhisar İlçesinde 8 normal sayfayla haftalık yayınlanan Pınar Gazetesinin kuruluş tarihi: 10 Mart 2000, Sahibi: Faruk Dumlupınar, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Duygu Dumlupınar, Hukuk Danışmanı: Av.Zeki Aksoy, Muhabir: Nursel Kanyücel, Sayfa Editörü: Serdar Ertilav. Gazete kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 07 Aralık 2011.
Gölhisar Gündem Gazetesi: Haftalık 12 normal sayfayla yayınlanan Gazetenin kurucusu: İbrahim Nanecioğlu, Kuruluş tarihi: 05 Şubat 2006, İmtiyaz sahibi: Bülent Okunakol, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İbrahim Erbay, Hukuk Sorumluları: Av.Mustafa Demirörs, Av.Yusuf Kemal Öztürk, Sayfa editörü: Aylin Kılınç, Muhabir: Rıza Şenol, Matbaa ustası: Recep  Özcan, Antalya temsilcisi: İsmail Yağcı, Çavdır temsilcisi: Osman Oral, Dirmil temsilcisi: Muzaffer Şimşek. Gölhisar Gündem Gazetesinin kimlik bilgilerinin tespit tarihi: 09 Aralık 2011
Bana yazılan 278.şiir; 
Mithat Erden hocadan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bu satırların yazarı İsa Kayacan’a 130 şair ve ozan tarafından yazılan 242 “İsa Kayacan şiiri”, Haziran 2010’da 288 sayfayla “Bana Yazılan Şiirler” adıyla kitaplaştırıldı.
Bu tarihten sonra, yine bendenize hitaben yazılan şiirler, belirli bir düzenleme içinde, 01 Nisan 2011 tarihinde, Burdur Belediyesi yayını olarak gün yüzü gören İsa Kayacan imzalı 432 sayfalık “Burdur’dan Kültür Yağmuru” adlı kitabın ilgili sayfalarında yer aldılar.
Nisan 2011’den sonra da, bendenize hitaben şiirler yazılmaya devam etti. Bunlarda, sayfa düzenlemelerinin sonuna geldiğimiz, “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları 2” adlı araştırma- kitabımın ilgili sayfalarında yer alacaklar.
Bana ithaf edilen son şiirlerden biri de; eğitimci, araştırmacı yazar, şair Mithat Erden hocadan geldi. Mithat Erden hoca, Tefenni Ortaokulunun kurucusu, çevresine ışık saçmaya devam eden hocalarımızın başında geliyor. Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunarak Mithat Erden hocanın şiirini aşağıya alıyorum efendim:

ÜSTAD-I ÂZAM: İSA KAYACAN

Tepeden tırnağa gerçek,
Tepeden tırnağa insan,
Ömrü boyunca güzel,
Ve en doğruya tapan,
Ustaların ustası,
Büyük Üstad-ı Azam,
Eşsiz İsa Kayacan..

Eşeler doruğunda,
Güneş gibi parlarsın,
Yalnız bir yazar değil,
Dört dörtlük bir insansın.
İnancım o ki İsa,
Sen âlem-i faniden,
Dünyaya iletilen,
Mübarek bir mesajsın..

Makam ile övünen,
O âlimlerden fazla,
Sonsuz onur duyduğum,
Allâme’i cihansın..
Sen övündüğüm dostum,
Kardeşim ve öğrencim,
Ustaların ustası
Bir Üstad-ı Âzamsın..

Mithat ERDEN (11 Ocak 2012, Ankara)
Not: İsa Kayacan’a yazılan; 278.şiir, Yazan; 147.şair.

9 Ocak 2012 Pazartesi

21 ARALIK 2011 - 07 OCAK 2012

Yusuf Dursun’dan: Anadolu Fatihi Sultan Alp Arslan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    22-25 Eylül 2011 tarihlerinde, bu tarihler arasında, Elazığ ilimiz merkezinde gerçekleştirilen, “19 Uluslararası Hazar Şiir Akşamları” programlarına katılanlardan biri olan eğitimci, araştırmacı-yazar ve şair Yusuf Dursun’un kaleme aldığı, “Anadolu Fatihi Sultan Alp Arslan” adlı, 128 sayfalık roman, merkezi İstanbul’da bulunan Nar Yayınları arasında gün yüzü görmüş, okurlarıyla buluşmuş, buluşturulmuş.
    Roman, Yusuf Dursun hocanın bir sayfalık biyografisiyle başlıyor. Sonra içindekilerle ilgili bilgiler veriliyor, aktarılıyor. “Gönüllerin sultanı” başlığı altında verilenler 7 nci sayfada şöyle başlıyor:
-Biliyor musun sultanımız Tuğrul Bey hastaymış diyorlar.
-Hastalık biz kullar için, ne var bunda?
-Öyle değil, ağır hastaymış diyorlar..
-Allah’tan şifa dilemekten başka ne gelir elimizden?.. Hadi biz işimize bakalım.
Bu mini giriş örneğimizden sonra, biz geriye dönelim, içindekiler bölümünde neler var şöyle bir göz atalım bazı satırlar, başlıklar itibariyle:
-Sultanlığa sefer vaktidir/ Tuğrul Bey’in sağlığına duacıyız/Sultanlık için silah kullanmak gerek/Bir kale bize dar geliyor/Alp Arslan ilerliyor/Küçük kardeş saltanat peşinde/Alp Arslan Kafkasya’da/Türklere dur demenin zamanı geldi/Alp Arslan ne yapıyor. Vd.
Yusuf Dursun hocanın kalemi yumuşak, ama keskinliği de gözden kaçmıyor. Anlatım zenginliği  ve tutarlılığıyla dikkat çeken bir anlatım bütünlüğü ortaya koyarak, güçlü ve önemli kalemlerimizden biri olduğunu gözlerimiz önüne seriyor.
114 ncü sayfada “Tebrikler”le karşılaşıyoruz başlık olarak. Bu başlıkların altındakilerden:
-Malazgirt zaferi sadece Türk ve İslâm aleminde değil, Bizans, hatta bütün dünya milletleri üzerinde çok büyük yankılar buldu:
    Alp Arslan, başta Halife olmak üzere her tarafa fetihnameler gönderdi. Halife’ye gönderilen fetihname 12 Eylül 1071’de sarayda toplanan devlet büyüklerinin huzurunda okundu.
Bu büyük zafer karşısında Halife Ka’im Biemrillah, Sultan Alp Arslan’a bir mektup gönderdi. Şöyle diyordu Halife mektubunda:
Efendi evlat/Allahın desteğine mazhar olmuş galip ve muzaffer evlat,
En büyük sultan/Arap ve Acem ülkelerinin hükümdarı,
Dünya hükümdarlarının efendisi/Dinin ışığı/Halifenin yardımcısı,
İnsanların sığınağı/Devletin kahredici bileği,
Dinin parlak tacı/İslâm ülkelerinin sultanı..
Bu kadar sözü sıralayarak, sana iltifat ettiğimi zannetme. Sen her türlü övgünün en iyisine lâyıksın. Zira kazandığın bu zafer, Selçukluya olduğu kadar bütün İslam ülkelerine de muazzam bir kapı açmıştır. Bu kapı İslam’ın nurunun Anadolu coğrafyasında parlayacağı toprakların kapısıdır. Bu kapı, adalete ve insan onuruna açılan kapıdır. ***
Burdurlu hemşehrim İsmail Yağcı’dan:
Atatürk, Özlü, sözlü şiirler Antolojisi

Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Kitapların, yayın öncesi gerçekleştirilen, araştırma, değerlendirme ve öteki çalışmalar, perde arkasındakiler “görünmeyenler” olarak kabul edilir. Zordur, yayın öncesi ortaya konulan çalışmalar, değerlendirmeler.
Burdurlu hemşehrim, araştırmacı, şair, yazar, emeklilik sonrası Antalya’da yaşayan, Gölhisar Gündem gazetesindeki yazılarıyla dikkat çeken İsmail Yağcı’nın 2009 yılında yayınladığı 168 sayfalık, devletimizin kurucusu Yüce Atatürk’e yazılan şiirlerle, Atatürk hakkında yerli ve yabancı düşünürlerin söylediklerinden vatan ve kahramanlık duygularıyla yazıp yayınladıklarından yapılan seçmelerle şekillenen, ortaya konulan bir kitap, bir antoloji var masamda. Adı: Neden Atatürk?. Özlü, sözlü şiirler antolojisi.
Anlam zenginliği içinde; “Burdurumuzun onuru, gururu, Anadolu’nun sesi, soluğu olan, dolu dolu memleket sevdalısı hemşehrim, Prof. Dr. İsa Kayacan beyefendiye, en içten saygılarımla” cümlesiyle imzalamış 21.12.2011 tarihinde Kitabın 114 ncü sayfasında bendenizin “Gitme Atam Gitme” adlı şiirimin bulunduğu notunu da düşmüş imza sayfasının altına.
Öncelikle böyle bir araştırmanın, değerlendirme ve yayının ortaya konuluşunu sağladığı için tebriklerimi, sevgilerimi sunuyorum efendim. Kısa bir İsmail Yağcı önsözü, “Her Türk vatandaşının merak ettiği kahramanlık şiiri, kahramanlık destanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili şiir ve destanları bulamadığımız bir gerçektir” girişiyle verilen.
İsmail Yağcı biyografisinden sonra, şiirle ilgili görüşlerin bir araya getirilişi. Özlü sözler hakkındaki görüşler, Atatürk’ün gençliğe hitabesi, Mehmet Akif Ersoy’un “İstiklal Marşı” adlı şiirinin tamamı. Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel imzalı “Onuncu yıl Marşı”nın sözleri. Sonra, Fuat Azgur, Fethi Tevetoğlu, Halit Fahri Ozansoy Fazıl Hüsnü Dağlarca, Enver Tuncalp, Cemal Oğuz Öcal, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ekrem Şenozan, Rıza Tevfik Bölükbaşı, İbrahim Zeki Burdurlu, Halim Yağcıoğlu, Ziya Gökalp, Orhan Şaik Gökyay, M.Uluğ Turanlıoğlu, Sami Ateş, Osman Atilla, Yavuz Bülent Bakiler, Bekir Sıtkı Erdoğan, Coşkun Ertepınar, İsa Kayacan, Güzide Taranoğlu, Melih Özer, Arif Nihat Asya, Halide Nusret Zorlutuna ve daha pek çok şairin, Atatürk, vatan- bayrak, kahramanlık şiirlerinden örnekler verilmiş. Rahmetli Sami Ateş arkadaşımızın beş ayrı beşlikten meydana gelen “Atatürk’ün sevgisi” adlı şiiri 95 nci sayfada, bu satırların yazarı İsa Kayacan’ın altı dörtlükten meydana gelen “Gitme Atam Gitme” adlı şiiri 114 ncü sayfada yer almış. Bendenizin “Gitme Atam Gitme” adlı şiirinden:
Bugün dakikalar gitmesin, dursun yerinde,
Bir soğukluk, soğukluk Atam’ın ellerinde,
Bugün de varmış, Türk milletinin kaderinde,
Bugün dakikalar gitmesin, dursun yerinde.

Bir kalabalık gördüm Dolmabahçe yolunda,
Ata’m gidiyor, biz öksüzlerin kolunda.
Ey Ata’m;
Unutulmayacaksın, kalplerde dolaşıyorsun,
Aramızdan gittinse, ölmedin yaşıyorsun.
GÜNÜN SÖZÜ: Savaş’ta Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk ulusunu yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıf halkın O’nun ardından döktükleri için gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye’nin Ata’sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir (Winston Churchil, İngiltere Başbakanı, 1968) ***
Prof. Dr. Nurullah Çetin’den:
İstiklâl Marşımızı Anlamak

Prof. Dr. İSA KAYACAN
    22-25 Eylül 2011 tarihlerinde, bu tarihler arasında, Elazığ ilimiz merkezinde gerçekleştirilen “19. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları” programları çerçevesinde, bize ulaştırılan yayınlar, kitaplar arasında yer alanlardan biri: Prof. Dr. Nurullah Çetin imzalı “İstiklâl Marşımızı Anlamak” adlı olan, araştırma-inceleme ve yorumlamayla karşımıza çıkarılan 67 sayfalık kitaptı.
    Anılan kitap, ELESKAV, Elazığ Valiliğinin hediyesi olarak bize ulaştırıldı. Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı işbirliğiyle yayınlanmış elimizdeki kitap.
    Elazığ Valisi Muammer Erol’un “19. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları”yla ilgili bir sayfalık görüşü yer alıyor 3 ncü sayfada. Önsöz ve sunuşlarla, kitabın yayınlanış amacı, içindekiler hakkında bilgiler verilmiş. Bunlardan.
1-Ben bu çalışmamda, İstiklal Marşımızın tarihi, kültürel, siyasi, askeri, dini dayanaklarını, üzerine temellendiği birikimi ortaya koyan, edebi metin tahlili yöntemlerine uygun olarak bir metin çözümlenmesi ve yorumlanması denemesi yaptım (Prof.Dr.Nurullah Çetin),
2-Mehmet Akif Ersoy, hayatı boyunca ülkemize ve insanımıza yatırım yapmış bir mütefekkirdir. İstikbali bütün refahıyla arzu eden bir düşünce emekçisidir. Dolayısıyla, doğumundan 138, vefatından 75 yıl geçmesine rağmen halâ içimizde. (Mehmet Cemal Çiftcigüzeli)
Sonraki sayfaların başlangıcı itibariyle, yorumlardaki ara başlıklara bakıyoruz. Prof. Dr. Nurullah Çetin hoca, İstiklal marşının yazıldığı zaman Türkiye’nin durumundan söz ederek, değerlendirmelere başlıyor. Burada karşımıza çıkanlardan bazı anlatım satırları:
_İstiklal Marşının imlâsı/Marşın yazılış sebebi ve öyküsü/Birinci dünya savaşı ve Akif/Mütareke dönemi ve Akif/Kuvva-yı Milliye hareketi ve Akif/Milli marşa duyulan ihtiyaç/Milli Marş yarışması/İstiklal Marşının yazılışı / Seçilmesi / Bestelenmesi / Atatürk’ün İstiklal Marşıyla ilgili görüşleri.
ATATÜRK’ÜN İSTİKLAL MARŞI’YLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ.
    Devletimizin kurucusu, Yüce Atatürk İstiklal Marşımızla ilgili şöyle diyor:
-“Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak, ne de unutturmak lâzımdır. İstiklal Marşında, İstiklal davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır.
“Hakkıdır hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır; Hakk’a tapan milletimin istiklal..”
    Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istikbal aşkı bu milletin ruhudur.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Doktrinin derisi soğukluktur, ama içi tıka basa samanla doludur (Henry W.Beecher Dostst)
2. Bir mum, diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez (Mevlana)
3. Aşk, eşeğe bile dans ettirir (Fransız Atasözü)
4. Öğrenmeyi bırakan kişi, yirmisinde de olsa, sekseninde de olsa yaşlıdır. Yaşamdaki en muhteşem şey zihni genç tutmaktır (Henry Ford)
5. Moda öyle dayanılmaz, öyle çirkin bir şey ki, altı ayda bir değiştirmek zorunda kalırız (O.Wilde) ***
Rahman Salmanlı'dan: Azerbaycan'ın milli şairi
Ahmet Cavad’ın yaradıcılık yolu

Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den, resmi Devlet Gazetesi,  Azerbaycan Gazetesi yöneticilerinden, Rahman Salmanlı’dan bir kitap geldi posta yoluyla. Adı: Ahmet Cavad’ın yaradıcılık yolu.
Ciltli ve 216 sayfayla kitaplaştırılan araştırma, gelecek için bir ışık yolu görünümünde. Kitabın ilmi redaktoru: Şamil Veliyev. 2 nci sayfada yer alan, verilen bilgilerden:
Ahmet Cavad’ın yaradıcılık yolu, adlı eserin, filologiya ilimleri üzerinde felsefe doktoru Rahman Salmanlı’nın (Ahmed Cavad- 1992) kitabıyla başlayan, ötekilerle devam eden bir değerlendirme yer alıyor.
Kitap içinde, Azerbaycan şairi, istiklâl mübarizi Ahmet Cavad’ın meşakkatü ömür yolundan ve çokcehetli yaradıcılığından sohbet açılıyor.
Ozan Neşriyatı olarak 2011 yılının son günlerinde gün yüzü gören Rahman Salmanlı’nın Ahmet Cavad hakkındaki araştırmaları dikkat çeker boyutlu, önemlilik içindeki görüntüsüyle karşımıza çıkıyor, çıkarılıyor.
Bekir Nebiyev imzalı bir önsöz var: “Kitabda repressiya gurbanı, milli şairimiz Ahmet Cavad’ın hayat ve yaradıcılığı kifayet derecede bitkin şekilde işlenmiştir” denilen.
Sekiz sayfalık bir giriş bölümü var kitabın ilk sayfalarında başlayan. Ahmet Cavad, değişik yönleriyle araştırılmış, incelenmiş, kitabın sayfalarındaki yerlerinden bizimle selamlaşan bilgiler, belgeler var satır satır şekillendirilmiş. Sayfa 15’deki, Ahmet Cavad’ın hayatı, başlığı altında verilenlerden aktaracaklarımız:
- Azerbaycan halkının gedim ve zengin edebi- medeni tarihinde, yüzlerce sanatkâr olmuş, onların hepsi bu veya başka derecede halkımızın medeni inkişafında öz rolünü oynamıştır.
XX. Halkımızın asra tesadüf eden milli- manevi inkişaf merhalesinde yitirdiği görkemli simalardan biri de Ahmed Cavad’dır. Bu doğru bir değerlendirme, yerinde bir ifade biçimidir efendim.
Kitap içinde, Ahmet Cavad hakkında, sanat ve edebiyatıyla ilgili, kişiliği hakkında onlarca yazı, değişik yerlerde, değişik imzalarla yeralmış, yayınlanmış. O’nun önemli bir şahsiyet olduğu, bilim ve fikir adamı olduğu ifade edilmiş.
Ahmet Cavad’ın pek çok şiiri değişik gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. O’nun zorluklarla geçen hayatının ayrılmaz bir parçasının görüntüsü olan şiirleri fazladır. Bunlardan birinin girişi:
Azerbaycan, Azerbaycan!
Ey kahraman evladın,
Şanlı vatan!
Senden ötürü can vermeye,
Cümle hazırız!.. ***
Sönmeyen ışık, Salim Savcı hocadan yeni bir kitap
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Yayın dünyamızda, sönmeyen ışıklarımız vardır. Onlar, geçmişin aynası, bugünün aydınlığı, yarının unutulmayacak yıldızlarıdır.
Salim Savcı hoca, söylemeye çalıştıklarımızın daha üstünde, daha fazlası bir büyüğümüz, eğitimcimiz, yazarımız, fikir adamımızdır.
“63. kitabımı gönderiyor sizleri sevgiyle kucaklıyorum” diye yazmış. Hoca, Çorum ilinin Osmancık ilçesinin Çampınar köyünde yaşıyor. Mutlu, huzurlu bir yaşam sürüyor.
42 sayfalık, Salim Savcı hocanın aydınlık dünyasından yansımalar olarak gördüğüm, “Bilimsel açıdan; Oku, düşün, değerlendir, paylaş, uygula” adlı kitap getirdikleri bakımından, antolojiler dolusu bir içeriğe sahip.
Selahattin Aydemir imzalı bir sunuş, Salim Savcı imzalı bir önsöz var ilk sayfalarda. Sekizinci sayfada, öğrenme konusunun öneminden bahsediliyor, detaylandırmalarla bilgilendiriliyor.
İstek: Bir içten yönelmedir. Bir şeyi yapma, yeme gibi eylemlere karşı duyulan ilgidir.
İlgi: İki şey arasındaki bağlılık, yakınlık ve ilişkidir.
İlgi çekmek: Merak uyandırmak.
Merak: Bir şeyi anlamaktır, öğrenmektir. Bunun için duyulan istek, dolayısı ile ilgidir.
Sonra merak etmek, Meraklı, Uğraşmak, Huy, İtiyat kelimelerinin karşılıkları veriliyor, detaylı biçimde anlatılıyor.
Salim Savcı hoca, ciddi, inanılır ve güvenilir bir bilim adamıdır. Eğitimciliğiyle hamur ettiği, geliştirdiği, sonuçlandırdığı gerçekler, doğrular vardır O’nun yayınlarında, dünyasında. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
    OSMANCIK HABER GAZETESİ
    Salim Savcı hocanın gönderdiği bir gazete var masamda. Adı: Osmancık Haber.Büyük boy, sekiz sayfayla haftalık olarak yayınlanan Osmancık Haber’in Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Orhan Güçlü, Yazı İşleri Müdürü: İlkay Sever, Muhabir, Bilgisayar Mizampaj-Montaj: İlkay Sever, Muhabir: Selma Yağan.
    31 Temmuz 1996 tarihinde kurulan Osmancık Haber Gazetesinin 777 nci sayısı masamda. Bu sayıdan bazı haberler: Atatürk Osmancık’ta anıldı/Engelliye destek programımızın üçüncü destekçisi Ümit Yedekçi/Salim Savcı’nın yeni kitabı çıktı/Kamyonun ezdiği domuz bir süre yolu trafiğe kapattı/Basın mensuplarına dil bilgisi semineri/Magandanın silahından çıkan kurşunla bir kişi daha yaralandı vd.
    Mehmet Özata, Salim Savcı, Dinçer Bilginer, imzalı köşe yazıları.
    Türk toplumunun konukseverliği dünya milletleri arasında ilk sıralarda yer alır. Doğudan batıya gidildikçe konuk severlik azalır. Bireysellik öne çıkar  (Salim Savcı) ***
Burdurlu hemşehrim, Serpil Kabadayı’dan: Lâzimeler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
TDK’nın Türkçe Sözlüğünde, (Lâzıme- Lâzime) karşılığı: Yapılması gerekli olan şey, gerekçe, olarak açıklanıyor, ifade ediliyor. Burdur’un Çeltikçi ilçesinde, 75.Yıl İlköğretim Okulu Öğretmeni olarak görev yapan, hemşehrim Serpil Kabadayı’nın “Lâzimeler” adlı, hikayelerinden oluşan kitabı bana yenilerde ulaştı.
120 sayfalık kitap, görünümü zengin kapağıyla dikkat çekiyor. Merkezi İstanbul’da bulunan “İkinci Adam Yayınları” arasında gün yüzü görmüş. Önsöz var (imzası olsaydı daha doğru olurdu!). Kitabın içindekiler bölümü, düzenlemesi unutulmuş. Kitabın yazarının ilk kitabı oluşu nedeniyle, baskı tecrübesi olmayabilir. Ama “Bu eserin tüm yayın hakları İkinci Adam Yayınları’na aittir” diyebilen İkinci Adam Yayınlarının editörleri, sorumluları bu iki eksikliğin farkına varmalıydılar!..
Önsözün bir yerinde; “Bu kitap; ben nasıl kitap okumaktan keyif alırım?, düşüncesinden sonra benim keyif alabileceğim tarzda yazılmış hikayeler, ifadeler ve kavramlar bütünü olarak karşınıza çıktı. Dedikoduyu, başkalarının özel hayatlarını kurcalamayı inanılmaz severiz. Bunu bildiğim için de kendi hayatımı biraz deşifre ettim” denilişinden, kitabın yazarının samimi, ifade ve duygularıyla yola çıktığını anlamaktayız.
Başlıksız olarak karşımıza çıkan ilk anlatım; “Söz vermiştim kendi kendime, yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanların arasında sakin; ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti?. Yapamadım. Koştum tütüncüye; kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılınca küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum” diye devam eden giriş anlatımı, Serpil Kabadayı’nın kaleme aldığı konuların derinliğine dalışını, enine- boyuna değerlendirişini, açıklıklarla yola çıkıp, gerçeklere dayanışını göstermesi bakımından önem taşıyor, anlam ortaya koyuyor.
Her şey nesline çeker, Anne ve melek, İnsanın dört zindanı, Gerçek yoksulluk, gerçek zenginlik, Büyük İskender, Diyojen ve mutluluk, Yüreğimden damlayan hüzün, Bilmiyorum, İstifa ederim, Ben hayatta en çok kendimi sevmeyi öğrendim, Zamanla öğreniliyor, Kalp ağrısı, Can kırıklıkları, İlacımı buldum, Mühürlü kalp, keşkeler, bazenler, amalar, olarak sıralanan Serpil Kabadayı anlatımları, gelecek için ümit veriyor, denemelerden hikayelere, hikayelerden romanlara geçecek bir güven ve köprü görüntüsü ortaya konuluyor.
Serpil Kabadayı’nın dili yumuşak, kendisiyle barışık bir anlatım dünyası görülüyor. Ele aldığı, işlediği, şekillendirdiği, sayfalara aktardığı konular, günlük hayatın içinden alınanlar, sık sık ve her yerde görülen, yaşananlar. Sayfa 99 ve 100’den birkaç Serpil Kabadayı cümlesi:
- “Anlaşılan çöpümü de kurcalıyorlardı. ‘Pişkinliğin bu kadarı  olmaz, en azından balkon terliği yap’dedim. Kendi kendime de dayanamayıp A4 çizgisiz dosya kağıdına fosforlu kalemle aynen şunları yazdım:
1. Lütfen çöpümün içine çöp atmayın,  2. Lütfen çöpümü karıştırmayın,
3. Lütfen benim çöpümün içindekileri çıkarıp kullanmayın,
4. Yoksa sizi şikâyet ederim” diye yazdım. Çöp kovasının üzerine koli bantlarıyla güzelce yapıştırdım.
Sonrası ne olmuş, komşular nasıl toplu olarak dışarı çıkmışlar, neler konuşmuşlar?.. Onlar bizde saklı kalsın..Tebrikler hemşehrim Serpil Kabadayı, bu kitap yayınınız ilk adımınızdır..Bundan sonraki adımlarınız daha belirgin olacak, daha çok ses getirecektir. Ha gayret!
***
Yusuf Dursun’dan: 
Kuş Yuvası Yüreğim
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    22-25 Eylül 2011 tarihlerinde, bu tarihler arasında, Elazığ ilimiz merkezinde düzenlenen “19. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları” programları içerisinde, bana ulaşan kitaplardan birisi de eğitimci araştırmacı, yazar, şair Yusuf Dursun’un, 2 nci baskısı yapılan, 64 sayfalık, merkezi İstanbul’da bulunan Nar Yayınlarının 207 nci kitabı olan, “Nar Çocuk” serisinde yer alan, çocuk şiirleri konulu kitap.
    Yusuf Dursun, gözü, gönlü zengin, dünyası aydınlık, yazdıkları ve yayınladıklarıyla takdir gören, alkışlanan bir eğitimci, kalem erbabı. Çocuklar için yazılan şiirler, miniklerin sevgi dolu, tertemiz dünyalarına hitabediyor, resimlerle süslenmiş, zenginleştirilmiş sayfalardan bizimle merhabalaşıyor, selamlaşıyor.
    Şiirlerin başlıkları da, çocuklara yönelik sevgi dolu bir yaklaşım görüntüsü veriyor. Bunlardan:  Kuş yuvası yüreğim, Okul dediğin, Çiğdem türküsünde çocuklar, Canım annem, Var mı babam gibisi, Yağmur çocuk, Güler yüzlü çocuklar, Dua, Ayna, Allah kerim, Ninem sevda çağında, Her çocuğa bir düğün, Ben gülünce, Yavru kuşum, Gitti gelmez çocukluk vd., Sayfa 30’da yer alan “Yağmur çocuk” adlı şiir 4 ayrı dörtlükten oluşuyor. Bu şiirin iki dörtlüğü:

Gökyüzünden bir hediye,
Yağmur aldım bilye bilye..
Gülüşmeyin öyle kıs kıs,
Bu ne biçim yağmur diye..

Yağmurumu verin bana,
Sulu güller derin bana,
Sırma yorgan sizin olsun,
Yağmurumu serin bana..

Yusuf Dursun: 1949 yılında Yozgat, Musabeyli’de doğdu. Yozgat Öğretmen Okulundan, Erzurum Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünden mezun oldu. Anadolu Üniversitesi Lisans tamamlama programını bitirdi.
1996 yılında, Elazığ Mehmet Akif Ersoy Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliğinden emekli olan Yusuf Dursun, halen İstanbul’da bir özel öğretim kurumunda öğretmenliğini sürdürüyor. Yayınlanmış 18 ayrı kitabı bulunan Yusuf Dursun, şiir ve çocuklara yönelik yayınlarıyla dikkat çekiyor.
Şiir dalında birçok ödülü bulunan Yusuf Dursun’un başta “Yetim Kız” olmak üzere bazı şiirleri bestelenerek seslendirilmiştir. 1984 yılından itibaren değişik edebiyat ve kültür dergilerinde şiir, hikaye ve masalları yayınlanan Yusuf Dursun İstanbul’da yaşıyor.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Yalanlar gerçeklerle bağdaşmadığı gibi, genellikle kendi aralarında da çatışırlar (Daniel Webster)
2. Ticari kararlar çoğu zaman, popüler kalma arzusundan etkilenmiştir (Herman W.Steinkraus)
3. İnsanlar sahip olduklarını küçümser, sahip olamadıklarını önemser (Konfüçyüs)
4. Ben bilmediğimi bildiğim için, diğer insanlardan akıllıyım (Sokrates)
5. Bildiğimizi zannetmemiz, öğrenmemizin en büyük düşmanıdır (Claude Bernard)
***
Bugünün küçük, yarının büyük şairi:
Burdurlu Seza Tutku Azaklı

Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Klasikleşmiş sözlerimizden biri: Bugünün küçüğü, yarının büyüğüdür. Bizde bu noktadan hareket ederek bir başlık attık.
Burdur merkezde yaşayan, eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı Burdur Araştırmacı, Yazar ve Şairler Derneğinin uzun süre Başkanlığını yürüten Sebahat Gümüş hocanımın bir torunu var. Adı: Seza Tutku Azaklı. 8 yaşından beri yazdığı şiirlerle dikkat çekiyor. Bu şiirlerinden bazılarını değişik gazetelerdeki köşelerimle, yayınladığım “Burdur” çıkışlı kitaplarımda yer verdim.
Seza’nın, Annesi ve babasının da şiirleri var yayınlanan. Aralık 2011 sonunda posta aracılığıyla bana gelen dört şiiri var Seza Tutku Azaklı’nın. Okul kimliği şöyle yazılmış şiirlerden birinin altına: Seza Tutku Azaklı. Cumhuriyet İlköğretim Okulu, 5-B, No:343- Burdur. Şiirlerden üçü “Öğretmen “leriyle, öğretmeniyle ilgili, birisi de, yine okul çıkışlı, Bilgi pınarı, adlı. Bu şiirlerin mısraları arasına dönelim:
CANIM ÖĞRETMENİM: Şöyle başlıyor; “Canımsın öğretmenim / Alfabeyi öğrettin bana/ Ne yapsam az sana/ Işığımsın öğretmenim/ Milletimin güneşisin öğretmenim”.. Devam ediyor Seza; Tüm bilgileri öğreten öğretmenine, “güller gibi narinsin” diye sesleniyor. Öğretmeninin yanında rahat olduğundan söz ediyor, “eserlerin biziz öğretmenim” diyerek doğruların yanından sesleniyor.
Öğretmenini görmek için erken kalktığından hareketle, “Ne büyüksün öğretmenim/ İbrahim Günay’sın öğretmenim/ Milleti bilgilerinle parlatırsın öğretmenim” cümlesiyle noktasını koyuyor.
Bir başka öğretmen şiiri: “Öğrettin bize her şeyi/ Gökleri, yıldızı, evreni/ Resmini, saygını ve sevgini/ En güzel bilgileri/ Trafik, Türkçe, Fen, Sosyal, Matematiği o güzel dersleri” mısralarıyla aldıklarının önemini, güzelliğini, özelliğini anlatıyor bizlere.
BİLGİNSİN ÖĞRETMENİM: Öğretmeninin bilgi dolu olduğu noktasından hareket eden Seza Tutku Azaklı; “Sevgidir, sevindiren/ En güzel sevgiyi veren/ Ne mutlu, benim öğretmenim” belirlemesinden sonra; “Benim Öğretmenimsin, İbrahim Günay’sın/ Lâle gibi narinsin/ Göklerde süzülen yıldızlar gibisin/ İyi bir insansın/ Sensiz olamam” mısralarıyla öğretmenine karşı saygı ve sevgisini ortaya koyuyor Seza Tutku Azaklı. Öğretmeninden öğrendikleriyle, mutlu ve rahat olduğunu da duyguları arasında yer veriyor minik şairemiz.
BİLGİ PINARI: Seza Tutku Azaklı’nın bir başka şiiri; “Saygı, sevgi yuvası/ Eğitim öğretim ocağı/ Yurdumun en verimli yapıları/ Sevinçle açıldı okulumun kapıları” mısralarıyla başlıyor. Burada, yani okulda, okullarda cehaletin kaybolup gittiği, bilgisizliğin sona erdiği, okuma- yazma bilmeyenin kalmadığı, belirtildikten sonra, “Atam’ın izinden kimse ayrılmasın” mısraıyla sona eriyor şiirin bu bölümü.
Okulun açıldığı gün, bütün yolların cıvıl cıvıl olduğu, arkadaşlarını özleyen öğrencilerin okullara koştuğu dile getiriliyor.  “Bilgi pınarı” adlı, başlıklı Seza Tutku Azaklı şiiri’nin son dörtlüğü şöyle noktalanıyor:
- Okulum ışık saçtı/ Öğretmenim sınıfı aydınlattı/ İsa Kayacan arkadaşım, şairleri parlattı/ Karanlıktan eser kalmadı/ Bilgi pınarı bizi canlandırdı.
***
Sayı sayı dergiler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Dergilerimizin sayfalarındaki gezintilerimiz sırasında, sayı sayı tespit ettiklerimiz. Bu dergilerden:
ZEYTİN DALI DERGİSİ: Kilis ilimiz merkezinde, Kilis Kültür Derneği Kilis Şubesinin yayın organı olarak üç ayda bir yayınlanıyor. Kilis Derneği Şubesi adına sahibi: Muhlis Salihoğlu. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Necmettin Biçici. 61 nci sayısı bana ulaşan derginin yönetim yeri: Akpınar Cad. Eski Özel İdare Binası Girişi, No: 1 Kilis.
YÖNETİCİMİZ VE BİZ: İstanbul’da aylık yayınlanan bir dergi. Üçüncü sayısı bana ulaşan derginin sahibi: Muharrem Ersal, Sorumlu yazı işleri müdürü: Muharrem Ersal. İletişim adresi Rıhtım Cad. Uzunhafız Sk. No:2 K.2-7 Kadıköy-İstanbul.
MAKİ DERGİSİ: Mersin Şairler ve Yazarlar Derneğinin yayınorganı olarak üç ayda bir yayınlanıyor. Dernek adına sahibi ve yayın sorumlusu: Abidin Güneyli. Yönetim yeri: Bahçelievler Mhl. 1840 sk. Serhat Apt. Zemin Kat. No:13 Yenişehir – Mersin.
YALVAÇ PANORAMA DERGİSİ: Süleyman Demirel Üniversitesi Yalvaç Meslek Yüksekokulu çıkışlı bir dergi. İmtiyaz sahibi: Yalvaç Yükseköğretimi Destekleme Derneği adına Başkan Av.Lütfi Aydoğmuş. Genel yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürü: Öğr. Gör.Bülent Özgül. 2011 yılına ait ilk sayısı bana ulaştı bu derginin
ORTANCA DERGİSİ: Ankara’da iki ayda bir yayınlanıyor. 31 nci sayısı masamda olan “Ortanca”nın, imtiyaz sahibi, yazı işleri müdürü ve Genel Yayın yönetmeni: İbrahim Engin, Dopdolu bir dergi 80 sayfalık bütünlük görüntüsü. Ortanca’nın yayın merkezi: Samsun Yolu, 25.km.Kantar Mevkii No:12 Lalahan-Ankara
SERVER BÜLTENİ: Server Basın-Yayın İlim ve Sosyal Dayanışma Vakfı bülteni olarak yayınlanıyor. 18 nci sayısı bize ulaştı. Server Vakfı adına sahibi: Mehmet Ali Bulut, Yayın Yönetmeni: M.Nedim Yamalı. Yazışma: GMK Bulv. No:24–8 Kızılay-Ankara.
KARINCA DERGİSİ: Merkezi Ankara’da bulunan Türk Kooperatifçilik Kurumunun aylık yayın organı. Karınca Dergisinin 891 nci sayısı masamdaydı. Kooperatifçilik ağırlıklı yazıların yeraldığı Karınca Dergisi, yayın periyodu, sürekliliği bakımından Türkiye’nin önde gelen dergileri arasında yeralıyor.
KOZAN SEVDASI DERGİSİ: Tarih-Kültür-Sanat-Eğitim ve Edebiyat Dergisi olarak, Adana ilimize bağlı Kozan ilçemiz merkezinde yayınlanıyor. İmtiyaz sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: Hakan Akıcı, Hazırlayan: Abdurrahman Kütük. Bu derginin 10 ncu sayısı masamdaydı. İrtibat adresi: Hacıuşağı Mhl. Yukarı Çarşı No:90 Kozan-Adana.
ÖZKAYNAK DERGİSİ: Ankara’da aylık yayınlanan Özkaynak Dergisinin 2011 yılına ait 104 ncü sayısı bana ulaştı. Derginin sahibi: Oğuz Altın, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Neslihan Başbuğ, Yazışma adresi: Ataç-1 Sk.No:5-3 Yenişehir/Ankara.
YESEVİ DERGİSİ: İstanbul’da aylık yayınlanıyor. 208 nci sayısı bana ulaşan Yesevi’nin Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Erdoğan Aslıyüce. Yazışma P.K.30 Beyazıt-İstanbul.
***
Elazığ’lı İhsan Nazik’ten: Cemre Düşünce
Prof. Dr. İSA KAYACAN
22-25 Eylül 2011 tarihlerinde, bu tarihler arasında Elazığ ilimiz merkezinde düzenlenen “19. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları” programları içerisinde, çerçevesinde bana ulaşan, ulaştırılan kitapların sayısı bir hayli fazlaydı. Bu kitaplardan, şiir kitaplarından biri, Elazığlı şair İhsan Nazik’in 82 sayfalık şiir kitabı.
Günerkan Aydoğmuş imzalı bir sunuş var ilk sayfalardan birinde. Milli duygularının yoğunluğunu şiirlerinden anladığımız, şiirlerinde sıklıklı görülen duygularla şekillenmiş şiirler, “Vatan Türküleri” bölümüyle başlıyor
Aziz vatanım, Zafer destanı, Diren Filistin, Kutlu Nevruz Bayramı adlı, başlıklı şiirler vermek istediğimiz örnekler olarak görülüyor. Bir şiirinde de “Kerkük’e mektup” gönderiyor şairimiz İhsan Nazik. Kitabın 15 nci sayfasında yeralan bu şiir beş ayrı dörtlükten meydana geliyor. İki dörtlüğü şöyle bu şiirin:

Türküyle, hoyratla yakarız ağıt,
Bin yıllık sevdamız bitmez ki Kerkük!
Gel de bu hasreti diyorsun dağıt,
Varlığın aklımdan, gitmez ki Kerkük!..

Ey benim Türkmen’im, bırakmam seni,
Gördüğün zulümler değil ki yeni!,
Kudurmuş canavar, düşmanın kini,
Hiç deme kardeşim, gelmez ki Kerkük!..

Seher yeli şiirleri, Anadolu yollarında şair günlerim, gibi bölümlerle getirilen şiirlerde, hasret var, sevgi, hoşgörü var. Zaman zaman sitem ve kırgınlıklarla da yola çıkıldığı görülüyor. 69 ncu sayfadaki, “Ey güzel Hazar” başlıklı şiir yedi dörtlükle şekillendirilmiş. Bir dörtlüğü bu şiirin:

Hazarbaba dağı senin baş tacın,
Masmavi suların, ey güzel Hazar,
İlgiden yoksunluk bitmeyen sancın,
Gönlümde deryasın, ey güzel Hazar..

İhsan Nazik: Elazığlı olan şair 1958 yılında İstanbul’da doğdu. Şiire genç yaşta başladı ve şiirleri Elazığ’ın mahalli gazetelerinde yayınlanmaya başladı. Sonra, ülke genelindeki gazete ve dergilerle, değişik Antolojilerde şiirleri yer aldı. Pek çok ödülün sahibi olan İhsan Nazik’in bazı şiirleri bestelenip seslendirildi.
Azerbaycan’daki ortak kitaplarda şiirleri yeraldı.
Ayrıca, Merhum Murat Çobanoğlu ve Yener Yılmazoğlu ile Ulusal düzeyde yayını olan “Sarı Tel” programına beş kez konuk olarak katıldı.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Köpeğin ağzında fildişi bulumazsın (Çin Atasözü)
2. İnsiyatif, doğrunun söylenmeden yapılmasıdır (Irving Mack)
3. Hürriyetimiz, basın hürriyetine dayanır; basın hürriyeti de kaybolmadan kısılmaz (A.Brisbane)
4. Kendini yendiğinde, en büyük savaşçı olursun (Konfüçyüs)
5. Güç ve güveni hep dışımda aradım. Ama bunlar insanın içinden gelir ve her zaman oradadırlar (Sigmund Freud)
***
Fatih Sultan Kar’dan:
Likapanın Moruna, Rize’nin yeşiline

Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Rize ilimiz merkezinde günlük yayınlanan ve Anadolu Basını içerisinde bir çınar görünümüyle okurlarının karşısına çıkmaya, çıkarılmaya devam eden “Zümrüt Rize” Gazetesinin sahibi, değerli dostum, Faik Bakoğlu gazetelerin, dergilerin, kitapların bana ulaştırılması konusundaki görevini, öteki hizmet alanlarındakiler de olduğu gibi başarıyla yerine getiriyor, getirmeye devam ediyor.
Ankara’da açılan “Rize günleri” kültür etkinlikleri çerçevesinde, kendisine ziyaret ettiğimde, Rize ve Karadeniz rüzgârını serin serin döşümüze yönlendirdiğimizde, Fatih Sultan Kar’la tanıştırdı. Fatih beyin bir kitabını elinden alma fırsatım, şansım oldu.
Bu kitabın adı: Likapanın Moruna, Rize’nin yeşiline, olarak karşımıza çıktı. Fatih Sultan Kar, bir Rize sevdalısı, hatta delisi. Rize için yaptığı araştırmalar, yayınladığı geniş kapsamlı kitaplar (Antolojiler) bir bir gözlerimiz önüne konuldu, sergilendi.  Yorgun şair Fatih Sultan Kar’ın bir broşür sayfa fazlalığında biyografi ve bibliyografyası var. Kitapları, sergileri, dergileri, gazetelerdeki yazılarının yayınlandığı isim ve sayıları, hakkında yazılan-yayınlanan haberler birbir sayfalara dökülmüş aktarılmış.
Neredeyse “Likapanın Moruna, Rize’nin yeşiline” adlı şiir kitabının sayfalarındaki gezintimizi başlayamayacaktık… Ama dönelim istiyorum o kitabın, ilgili sayfalarına:
“Memlekete güzelleme” başlığı altında bir Fatih Sultan Kar sunuşu var ilk sayfalardan birinde. Buranın alt ve üst paragraflarında anlatım, ortasında iki bölümlük bir şiir var “Hamsin lahanan var, yeşil çayın var” mısralarıyla başlayan. İlk şiir “Bizde” adıyla sayfaya-sayfalara aktarılmış. İlk bölümü bu şiirin:

Rize cennet vatan, çayın diyarı,
Hep neşeli olur genç ihtiyarı,
Kışın çok kar alır, Kaçkar dağları,
Hamsi bizde, horon bizde, çay bizde,
Bir başkadır hayat Karadeniz’de..

Yöresel ağızla söylenen kelimelerin, genel anlamları gibi açıklamalar da konulmuş şiirlerin altına. Ve arka kapakta güzel ve yakışıklı iki görüntünün altına konulan iki dörtlük dikkat çekiyor. Bu dörtlüklerden biri:

Bir sevdadır Rize her dem dillerde,
Hasreti çekilmez gurbet illerde,
Çayı, Anzer Balı, derman her derde,
Ah, bizim oralar aklıma düştü.
***
Antalya ve Artvin’den birer şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Antalya ilimiz merkezinden seslenen Ali Gözütok hemşehrimle, Serhat Artvin Gazetesinde şiirleri yayınlanan Aşık Zülfikar Devranı’dan, daha doğrusu bu iki imzanın şiirlerinden sözedeceğiz efendim.
Ali Gözütok’un dört ayrı dörtlükten meydana gelen “Bu yara” adlı şiirinin ilk dörtlüğünde; Aşk kapıyı çalınca ateş bacayı sarar hatırlatmasında bulunuluyor. Kor ateşlerin gönül dünyasındaki alevlerinin yükseldiği dikkat çekilerek bir başka dörtlüğünde şöyle sesleniyor Ali Gözütok:

Yara almaz mı gönlü, böyle sevda çekenin,
Çeken bilir bu derdi, gülü olmaz dikenin,
Diken olur yastığı, gözünden yaş dökenin,
Dökülen göz yaşıyla, deva bulmaz bu yara..

Seslenişinden sonra devam ediyor: Açılan yaranın tedavisinin zor olduğundan Lokman Hekimin bile şifa olamayacağından sözederek “Güzelin güzelliği eder onu zır deli “hatırlatmasında bulunuyor. Üzerinde durduğumuz, mısraları arasında gezinti yaptığımız “Bu yara” adlı şiirinin son dörtlüğünde şu duygular içinde olduğunu görüyoruz Ali Gözütok’un:

Yaralar depreştikçe, kanat çırpar garip kuş,
Kuş çırpındıkça örer, sevdayı nakış nakış,
Nakşedilen sevdaya, merhem olur bir bakış,
Bakmaz ise nazlı yar, şifa bulmaz bu yara..

          ARTVİN İLİMİZDEN
Artvin ilimiz merkezinde günlük yayınlanan “Serhad Artvin” Gazetesinde şiirleri yayınlanan Aşık Zülfikar Devranı’nın “Sevgililer günü” için yazdığı bir şiiri var anılan gazete sütunlarında. Ozanımızın sekiz dörtlükten meydana gelen şiirinin ilk dörtlüğünde; Hediye alanların güldüğü, almayanların üzüldüğü hatırlatılıyor. Kimisinin ise avuçlarını yaladığı kaydedilerek bu şiirinin iki ayrı dörtlüğünde şu duygularıyla okurlarının karşısına çıkıyor Aşık Zülfikar Devranı:

Devranıyım bana sorma,
Boş yere kendini yorma,
Alamadıysan üzülme,
Bu bayram bizim olsun.

Güzel tatlı konuşalım,
Sevgiye alışalım,
Küskün isek barışalım,
Bu bayram bizim olsun..
***
Emirdağ’dan: Edebdağ Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    22-25 Eylül 2011 tarihlerinde, bu tarihler arasında, Elazığ ilimiz merkezinde düzenlenen, 19. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları programları içerisinde, bize ulaştırılan yayınlar arasında yer alan dergilerimizden birinin adı: Edebdağ. İki ayda bir, Afyonkarahisar ilimize bağlı Emirdağ ilçemizde yayınlanan, edebiyat, sanat, fikir dergisi.
Büyük boy kitap boyutunda, sevimli görünümlü bir dergi “Edebdağ”. İmtiyaz sahibi, Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü: Ayşe Yılmaz, Başdanışmanı: Prof.Dr. Nurullah Çetin, 11 isim ve imzadan oluşan yayın kurulu var. Hamza Çelik, Filiz Özdemir, Emel Hurma isimlerinin de derginin yayımında katkıları olduğu ifade ediliyor.
Yazışma adresi: Cumhuriyet Mhl. Yavuz Sultan Selim Cad. No: 26 Emirdağ-Afyonkarahisar şeklinde kaydedilen Edebdağ dergisinin 5 nci sayısı masamdaydı.
Özer Şenödeyici’nin, el yazısıyla Ayşe Yılmaz’a yazdığı bir mektup var, ifade zenginliği içinde sunulmuş. “Anne sıcaklığının edebiyattaki karşılığı: Gülten Dayıoğlu ile” başlıklı röportaj dikkat çekici bir görünüm ortaya koymuş, güzel ve anlamlı bir tablo oluşturmuş.
Prof. Dr. Nurullah Çetin hocamızın, “Peygamber ocağından doğrulan bir bilge şair: Hasan Şanlı” başlıklı yazının okunması gerekiyor, bilgilenilmesi gerekiyor. Sonraki yazılardan bazıları:
-Tarih içinde bir Anadolu kültür şehri: Emirdağ (Dr. Muharrem Bayar),
-Türkiye sahasında Ağıt söyleme geleneği ve yas törenleri (M. Nuri Parmaksız)
-Osmanlı Devletinde Kadılık (Leyla Sarıyüce)
-Leyli gecelerde Yusuf (Emine Sevinç Öksüzoğlu)
-O’na mektup (Gökhan Gezer) vd.
    Edebdağ Dergisinde yeralan şiirlerin sayısındaki fazlalıkla da şairlerin yazdıklarından örnekler verilmiş. Bu şairlerden bazıları şunlar; Burcu Akkanlı, Arslan Bayır, Filiz Özdemir, Muharrem Kubat, A.Yılmaz Tuncer, Sabri Dil, Rasim Köroğlu, Fikret Akın, Ethem Kaygısız vd. Rasim Köroğlu’nun sekiz ayrı dörtlükten meydana gelen “Aşçı” adlı şiirinden:

Neler geçti şu garip baştan,
Dul kalınca yüzüm gülmedi gitti.
Kesildim ekmekten, kesildim aştan,
Karnım tıka basa dolmadı gitti.

Kumpir aldım şöyle koca tas gibi,
İnce ince kıydım onu süs gibi,
Patates yağınan sanki küs gibi,
İkisi yan yana gelmedi gitti.
***
Dr. Kazan Dağyakalı’dan mısra mısra
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’dan seslenen, Dr. Kazan Dağyakalı şiirlerinin mısraları arasındaki gezintilerimiz sürüyor. Dağyakalı’nın iki şiiri var bugün sütunumuzda. Bu şiirler, Duvarlar ve Boş kalır adlarıyla karşımıza çıkıyorlar efendim.

DUVARLAR (Dr. Kazan Dağyakalı)
Sensizliğimin kabardığı anlarda,
Dilsiz duvarlar,
Hıçkırıklarıma ortak,
Göz yaşlarıma şahit oldular..
Enkaz altında kalanlar gibi.
Nefes almakta zorlanıyor yüreğim,
İnan, duygularım topallıyor be gülüm,
Bir kuru inat değil mi?
Duygularının önüne geçen,
Bi düşün, beyninle bedeninle,
Huzur içinde misin şimdi?
Yeni çevrenin kurları, ilginin fazlalığı,
Sendeki bu hal, neymişim be durumları,
Hepsi gelip geçecek, ulaşıldığın an,
Bunlar gerçek değil, bir anlık heves,
Aklını başına topla, bunları bilecek yaştasın,
Bu kuru inat niye,
Sonunu bile bile, benimle savaştasın,
Şunu bil, bağımlılık değil;
Hoşgörüdür, bilinçtir, sevgidir, değer verilen..

BOŞ KALIR (Dr. Kazan Dağyakalı)
Bir ağacı bir çekirdeğe sığdıran,
Koca bir sevgiyi küçücük yüreğe sığdıramaz mı?
Misafir ettim yalnızlığımı bunca zaman yüreğimde
Acımı, ezikliğimi küskünlüğümü göğüs kafesime çaktım,
Ağladım, dolu bir yürekle, gözyaşlarımın serinliğinde
Bir an önce ellerimi tutup acımı hafifletmesini,
Yaşananları anlamasını istiyorum için için.
Bazen hayat üzerine gelir, anlam veremezsin,
Güneşin doğuşunu, yağmurun yağışını,
Velhasıl, izlemek gerekir hayatın akışını,
Kalbimdeki sıkıntının manasızlığı sarıyor her zerremi.
Öteleri düşünen, hayal edebilen hatta görebilen sen,
Ruh sandığımın üstüne oturup, manevi eziyet verene kadar,
İçini açık baksan, fark etsen, gönül çeyizlerimi,
Görürdün, sevginin ve sensizliğin motiflerini.
Bilirsin her hayat yaşanacak bir can bulur,
Bulunmayacak tek şey senin benzerin olur…
Şunu hiç unutma istersen, dere akar taş kalır,
Kalbin rutin çalışsa da o sol yanın boş kalır...
    ***
Kayseri’den gelenlerin yeni sayılarıyla

Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Kayseri ilimiz merkezi, bir “kültür merkezi” olarak biliniyor, kabul ediliyor. Bu ilimizde yayınlanan dergi ve gazetelerin yeni sayıları bana ulaştıkça, sayfalarındaki mini gezintimi, kısa kısa gezintimi sürdürüyorum. Bu dergilerden üçü ve bir gazete efendim.
1-Erciyes, aylık fikir ve sanat dergisi: Nevzat Türkten’in sahipliği, Alim Gerçel’in Genel Yayın Müdürlüğünde yayınlanıyor. 397, 398 ve 399 ncu sayıları ayrı ayrı yayınlanarak bir arada bana ulaştı. (Nisan 2011’de yayınlayacakları Erciyes Anıt sayısı için görüş bildirme son tarihi 15 Mart 2011 olarak kaydedilmiş, bana bu notun ulaştığı tarih 18 Mart 2011 olduğu için görüş bildiremediğimi kaydetmek istiyorum). Erciyes’in üç ayrı sayısının kapak fotoğraf altları sırayla: Başöğretmen Atatürk (1881–1938), Yemende Türk askeri, Filibe’de bir cami. 399 ncu sayısının 16 ncı sayfasındaki Yaşar Elden şiirinin girişi:
Ülkeme insan istiyorum,
Gözü tok..
Gönlü tok..
Zalime şahin,
Mazluma kucak açan..
Kayseri’den gelen bir başka dergi sırada bekliyor. Adı: Yeniden Diriliş. Kültür Dergisi aylık ince uzun-sevimli boyutuyla masamda… Bu derginin de 72,73 ve 74 ncü sayıları var efendim:
2-Yeniden Diriliş: Kültür dergisi. Aylık olarak okurlarının karşısına çıkıyor, çıkarılıyor. Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Alim Gerçel, Genel Yayın Müdürü: Alparslan Gerçel
3-Bilgiyurdu Gençlik Dergisi: İki ayda bir yayınlanıyor. 23 ncü sayısı masamda bu derginin. Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği adına Dernek Başkanı Mustafa Öztürk sahibi anılan derginin. Yazı İşleri Müdürü: Osman Akbaba.
4-İstiklâl Gazetesi: Aylık olarak yayınlanıyor. 79 ve 80 nci sayıları ayrı ayrı yayınlanmış. Masamda bu iki sayı anılan gazetenin. Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Mehmet Emin Batır. Genel Yayın Yönetmeni: Abdulmecit Avşar.
İstiklal Gazetesinin 80 nci sayısının 12 nci sayfasında yer alan Mustafa Yalnız Kurt imzalı “Bende şehidim Mehmedim” başlıklı şiirden bir dörtlükle noktamızı koyalım efendim:
Mehmedim sen toprağa vatan için düştün,
Bayrakla, hilalle buluştun, sen ölmedin.
Zaten ölmezsin, Resulün bahçesinde gülsün,
Sen şehitsin, sen benim yüreği pek Mehmedimsin.
Not: Bu yazı 20 Mart 2011 tarihinde yazılmıştır.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Kendi dertlerini unutmak isteyenler, başkalarının dertlerine yardımcı olmaya çalışırlar (Cemil Sena)
2. Gençler, ihtiyarların aptal olduğunu sanırlar, ama ihtiyarlar gençlerin aptal olduğunu bilirler (George Chapman)
3. Derin düşünen bilge kişinin tek bir günlük yaşamı, bilgisiz ve kontrolsüz kişinin bütün bir yaşamından daha değerlidir (Gautama Buddha)
4. Rekabet edebilmek için geride kalmamalısınız. Hareket eden bir hedefi vurmak her zaman daha zordur (Al Ries)
5. İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman, ayrılmalarına yakın zamandır (Lev Tolstoy)
***
Muğla’da “Devrim Sanat”
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Muğla ilimiz merkezinde, Melda Türkeş’in sahipliği, Ünal Türkeş’in Genel Yayın Yönetmeni-Yazı İşleri Müdürü, Başyazarlığında günlük yayınlanan ve 19 Ekim 1960 tarihinde kurulan “Devrim” Gazetesinde, Yükselecek Demirel dostumuzun hazırlayıp sunduğu “Damla” adlı, sanat eki ilgiyle izleniyor.
Devrim Sanat’ın 2 nci yıl içinde 55 nci sayısına ulaştığı görülüyor. Hazırlayanlar olarak, Nazife Ersöz, Güliz Şenol isimleri geçiyor, kaydediliyor.
Yükselecek Demirel, sanata merhaba diyerek söze başlıyor. “Sayfamızın; sanat görkemine, inceliğine, duygusallığına ve ince yaratılara uzandığının bilincindeyim” cümlesi dikkat çekiyor efendim.
Şiir ağırlıklı Devrim Sanat’ta, bir öykü ve bir haber de yer alıyor. Bu sayfada imzası bulunanlara şöyle bir bakalım: Birdal Can Tüfekçi, Hasan Özgen, Şadan Gökovalı, Yükselecek Demirel, Nail Duman, D.Ali Gültekin, Yüksel Sezen, Ali Abbas Çınar, Hikmet Özkul, Nabide Kılınç, Ünal Türköz, Hatice Altınay, T.Ayhan Çıkın. Birdal Can Tüfekçi ve Yükselecek Demirel şiirlerinden:

OLURYA (Birdal Can Tüfekçi)
Hiç unutmadığınız,
Bir yerlerde, bir bakışma,
İşte hepsi bu,
Olur ya!..

Saf ve temiz,
Umarım,
Bu güzellik hiç bozulmaz,
Alev alev yanan,
Gönlümün ateşi,
Hiç sönmez.

ÖLÜMÜM (Yükselecek Demirel)
Tutku ve duygulara tutunmaksa yaşam,
Coşkuyla doluyorsam, inan selindedir,
Bir bakmışsın özlemi biten bir akşam,
Uçmuşum mutluluğa, bil ki yelindedir.

Çağır beni güzelliklerine geleyim,
Bir anda senin yanında olmak dileğim,
Ve senden gelsin yeter ki, öl de öleyim,
Biliyorum, ölümüm senin elindedir.
***
İki şairden birer şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Ankara’dan Prof. Dr. Hayrettin İvgin’le, Isparta’dan Melahat Ecevit hocanımın birer şiiri var aşağıda. Gelin, bu şiirlerin mısraları arasına dönelim, birlikte gözden geçirelim efendim:
MAVİ (Prof. Dr. Hayrettin İvgin)
Dilme denizler mavisi gözlerini gözlerime
Bir hoş oluyor kalbim.
Gözlerin, hasret kaldığım
Sahilleri anlatıyor bana.
Mavi hayallerle, mavi özlemlerle
Bakıyorum sana.
İnsafsızca vurur gönlümün bu boş limanına
Köpük köpük dalgalar.
Bu limandan ki yıllar önce
Demir aldı sevdalar
İstiyorum bazen;
O maviliklere açılmak,
Sahil sahil gezip
Gözlerinde demirlemek.
AYNI İKLİM (Melahat Ecevit)
Bazı geceler hüzünle baş başa kaldık
Aynı yastığa sarılıp
Aynı iklimlerde ağladık..
Vaktimizi çalıveren
Kış uykularında uyandık..

Çiçeklerde açtı ihtirasın kokusu
Hayal adalarına uçurdu yelkenlerimizi
Demir attık sevda sahillerine
Çok şeyler düşündük ince ince
Varoluşu yaşadık kendimize gelince..

Kaç deprem yaşadık
Kaç sınavdan geçtik
Zaman tünellerinde..
Çok yürekler burkuldu
Ummadığımız bir yerde..

Pişmanlık tohumları ektik
Fırtınalar estirdik deli deli
İçimize aktı acıların
Kara yeşil zehiri..

Hüzün rüzgârlarında savruldu
Mazinin polenleri..
Zaman daha da ağırlaştı
Ayakları yerden kesen
Baş döndüren içkiler gibi..
    ***
Dergi sayfasından, dergi sayfasına
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Dergilerin gelişlerine göre, sıralanışları. Sayfaları arasındaki gezintilerimizin sürüşü. Bir yenisi bu gezintimizin efendim:
1-GÜNCEL SANAT DERGİSİ: İki aylık, kültür, sanat ve edebiyat dergisi. Sahibi: Hasan Hüseyin Bayır, Yazı İşleri Müdürü: Mehtap Üzümcü, Genel Yayın Yönetmeni: Arslan Bayır, Yazışma Adresi: P.K.66 Alanya – Antalya. Ortalama 70 sayfalık görünümüyle, zengin içeriğiyle dikkat çeken dergilerimizden biri Güncel Sanat.
2-BURDUR YÖREMİZİN BÜLTENİ: Durmuş Öcal tarafından, Burdur’da 15 günde bir yayınlanıyor. Fotokopi tekniğiyle 4 sayfayla yayınlanan bültende, haber, şiir ağırlıklı çalışmalar yer alıyor. Yazışma: 149 Evler, Fevzi Çakmak Mhl. 5. Sok. No: 40 Burdur
3-DÜNYADA KİLİS BÜLTENİ: İstanbul Kilis Vakfı’nın yayın organı olarak 2 ayda bir yayınlanıyor. 143 ncü sayısı masamda olan Dünyada Kilis bülteninin Sahibi: Yaşar Aktürk, Yazı İşleri Müdürü: Nejat Taşkın, Yazışma: Topkapı Mhl. Kürkçü Bostanı Sk. No:1 Şehremini-Fatih-İstanbul.
4-MUĞLA DEVRİM GAZETESİ: Muğla ilimiz merkezinde, Melda Türkeş’in sahipliğinde, Ünal Türkeş’in Genel Yayın Müdürlüğü ve Yazı İşleri Müdürlüğünde 8 büyük sayfayla, ofset tekniğiyle günlük yayınlanan “Devrim” Gazetesinde, tam sayfa olarak Yükselecek Demirel tarafından “Devrim Sanat” sayfası yayınlanıyor. Bu sayfa 54 ncü sayıya ulaştı.
5-ANADOLU’NUN SESİ GAZETESİ: Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünce aylık yayınlanan normal boyutlu 8 sayfalık “Anadolu’nun Sesi”Gazetesinin 299 ncu sayısı günyüzü gördü.
6-ÇINGI DERGİSİ: Kayseri’de, Kültür, sanat ve edebiyat dergisi olarak iki ayda bir yayınlanıyor. KAYSEDER adına sahibi: Süleyman Karacabey, Genel Yayın Yönetmeni: Köksal Akçalı, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Dr. Rasim Deniz. Yazışma: P.K.212 Kayseri. 9 ncu sayısı masamdaydı bu derginin.
7-YESEVİ DERGİSİ: İstanbul’da aylık yayınlanıyor. 214 ncü sayısı masamdaydı Yesevi’nin. Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Erdoğan Aslıyüce. Yazışma: P.K. 30 Beyazıt-İstanbul.
8-MAGAZİN-DEUTSCHLAND.DE DERGİSİ: Almanya’dan geliyor. Türkçe yayınlanan bu derginin 2011 yılına ait 3 ncü sayısı masamdaydı. Kapakta; “Enerjide yeni çağa geçişi başaracağız” deniliyordu.
GÜNÜN SÖZLERİ:
1. Soysuz güzellik, kokusuz menekşe gibidir (Lucius Annaeus Seneca)
2. Hayat bir bisiklete binmek gibidir. Pedalı çevirmeye devam ettiğiniz sürece düşmezsiniz (Claude Pepper)
3. Uçurtmalar rüzgar gücü ile değil, rüzgâra karşı koydukları için uçarlar. (W.Churchill)
4. Paranın değerini öğrenmek isterseniz, borç almaya çalışın (Benjamin Franklin)
5. İnsan kendi kişiliğini en iyi, başkalarının kişiliğini anlatırken ortaya koyabilir (Jean Paul Richter)
    ***
Güncel sanat dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
    Kültür, sanat, edebiyat dergisi olarak iki ayda bir, sanatseverlerin karşısına çıkan, çıkarılan “Güncel Sanat” Dergisi Alanya’da gün yüzü görüyor.
Dergi büyük boy dopdolu bir içerikle 48 sayfa çıkıyor, yayınlanıyor.
İmtiyaz sahibi: Ali Cem Con, H.Hüseyin Bayır, Sanat Danışmanı: Arslan Bayır. Yazışma adresi: P.K.66 Alanya – Antalya.
Derginin Ankara temsilcisi Arzu Kök hanım tarafından bir sayısı, derginin sanat danışmanı Arslan Bayır tarafından iki sayısı bana ulaştırıldı.
Elimde 3 ve 4 ncü sayıları olan “Güncel Sanat” uzun soluklu olabildiği takdirde, sanat ve edebiyatımıza önemli, anlamlı ve kalıcı hizmetlerin getiricisi olacaktır.
Her iki sayıda isim ve imzaları bulunanlardan bazılarının sıralanışını şöyle görmekteyiz:
- Bahtiyar Vahabzade, Arzu Kök, Ahmet Canbaba, Ethem Oruç, Arslan Bayır, Nusret Turan, M.D.Babacanoğlu, Abdulkadir Güler, Attila İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca, M.Kemal Yılmaz, Ali İrşadi, Halise Tekbaş, vd. Bazı alıntılar:
- Ne var ki, çoğumuz dilimizin kıymetini bilmiyoruz. Günümüzde yanlış konuşulan, kullanılan bir Türkçe var. Dil, insanların son savunma kaleleridir. Bu kalelerden taşlar eksilmeye başladı mı fethedilmesi kolaylaşır. Bu mu istenilen? (Arslan Bayır, S.3-12)
- Biran önce ideolojik saplantılardan vazgeçilip, Türkçe evlerimizde, okullarımızda tarih gelişimi de göz önünde bulundurularak, sevgi ve sabırla öğretilmelidir. Arzu Kök, S.3-7)
Sayı 4, sayfa 3 de yer alan Ali İrşi (İrşadi)nin “Sevgisiz bir dünya istiyorum” adlı, başlıklı şiirinden:

Sevgisiz bir dünya istiyorum,
Kapansın sevginin yolları,
Düşsün sevgi atının nalları,
Tökezlesin sevgiye koşan atlar,
Çığlık olsun kopartılan feryatlar,
Kurusun yaprakları çiçeklerin,
Kopsun kanatları kelebeklerin..

Güncel Sanat Dergisi, belirli bir çizgi doğrultusunda gider, yürürse, gelecekte adından bahsettiren dergiler arasına mutlaka girecektir efendim. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.