1 Şubat 2014 Cumartesi

04 - 29 OCAK 2014

Ömer Türkmenoğlu’ndan:
Telafer Türküleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Irak’ta olup-bitenler, Kerkük, Telafer, Tuzhurmatu gibi yerleşim birimlerinden gelen her ses bizim için önem taşıyor,anlamıyla birlikte zihinlerimizde yerleşiyor.Çoğunluğu üzüntü,burukluk, vefat haberleri.Ama az da olsa,kısa süreli de olsa sevindiğimiz,yüzümüzün gülüşünü sağlayan haberlerle karşılaştığımız oluyor.
            Ömer Türkmenoğlu, yumuşak, gönüller okşayan sesiyle, Türkiye’de önemli konserlere, albümlere imza atıyor. Merkezi Ankara’da bulunan, Yönetim Kurulu Başkanlığını Dr. Şemsetin Küzeci’nin yaptığı, Kerkük Kültür Derneğinin ilk yayını olan, Ömer Türkmenoğlu’nun 15 parçadan oluşan, Telafer Türküleri adlı  albümünün yayımı gerçekleştirildi.
            Anılan Albümün Projesi Kerkük Kültür Drneğine ait.
Koordinatör Dr. Şemsettin Küzeci.
Aranjör Ömer Türkmenoğlu, Düetlerde vokal Cevriye Arslankoç,Fotoğraf Nükhet Türkmenoğlu,Grafik tasarımı Hakan Pamukçu. Albümün basımı ve çoğaltımı Kerkük’te yapılmış. Koru Hastaneleri ve Otağ Tesislerinin katkıları olmuş albümün basımında. Irak hükümet çevrelerinden gelen bilgilere göre,Telafer ve Tuzhurmatu’nun il statüsüne kavuşmaları için hazırlanan teklif Bakanlar kurulundan Meclise sunulmuştur.Yazımız yayınlandığında bu iki yerleşim biriminin il oldukları haberini de almış olabiliriz.Şimdiden hayırlı olsun diyoruz.
            Ömer Türkmenoğlu’nun Telafer Türküleri adlı albümünde yer alan ve Türkiye’de fazla bilinmeyen 15 ayrı türkünün tamamının derleyicisi Ömer Türkmenoğlu.Yedi ayrı türkü anonim,üç türkü anonim-düet,bir ayrı türkü Anonim-Karacaoğlan,dört ayrı türküde kaynakları belli olanlar şeklinde bir düzenleme ile sunulmuş.Albümde yar alan Telafer türkülerinin isimleri;Aşk elinden yandı canım,Gurbet elde ana garip dostun nesi var,Bizim elde bahar olur,Babagürgür nar gülü Kerkük bağında, Hani leylam leylam, Şirin Telafer, Seher mektup yolunda,Kimdi menim bağımda,Adlı gelin köylü kız,Aman efendim aman,Sen gideli zaman geçti aradan,Amman gözlerinden,Yar köyünden gelen kadın,U.H.Ayrılık yoksulluk bir ölüm,Çalın çeppigi çalın..
            Bu Telafer türkülerinin kaynaklarının, Onüçünün Yasin Yahyaoğlu’na, birer adedinin de Fazıl Kene ve Haşim Behzad’a ait oldukları görülüyor. Telafer (Talafar) Türküleriyle ilgili bilgiler sıralanırken;” Telafer, Musul iline bağlı bir ilçe olup, şehrin batısında yer almaktadır.
            Türkiye, Suriye ve Irak üçgeninde bulunan Telafer, Irak’ın ve Orta Doğu’nun en büyük ilçesidir” denildikten, Telafer türkülerinin diğer Türkmen bölgesindeki türkülerden biraz farklı olduğu hatırlatıldıktan sonra;” Bu türküler Bektaşi kültüründen etkilendiği için daha çok aşık ve ozan havalarını yansıtmaktadır. Telafer türküleri Anadolu’ya yakınlığından dolayı Anadolu müziğinden de çok etkilenmiştir. Aşık Fethi, Aşık Muhammet, Ali İdris Muratlı,Yasin Yahyaoğlu, İsmail Baba,Salim Abdi, Ahmet Rıza Abbo, Haşim Behzad ve Abbas Acravi Telafer’in tanınmış bazı sanatçılarındandır” deniliyor.
            Ömer Türkenoğlu: Aslen Telafer’li olup,Kuzey Irak Erbil’de doğdu.1995 yılında  Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Şan Sanat Dalı’na girdi.1996 yılında Ankara Radyosu Türk Halk Müziği ses yarışması birincisi ve aynı yıl TRT Televizyonu’nun düzenlediği Türk Halk Müziği Ses Yarışmasında Türkiye birincisi oldu.
Ankara Devlet Opera ve Balesinde 8 yıl Solist sanatçı olarak çalıştı. Yurtiçi ve yurtdışında değişik konserler vererek, opera aryaları ve türkülerimizi seslenirdi.
ABD İndiana Üniversitesi’nde Post Doktorasını ünlü Tenor Carlos Montane ile yaptı.
Bilkent Üniversitesi’nden doktorasını alan Türkmenoğlu evli ve iki çocuk babası olup, Ankara’da yaşıyor.                                                                                                                             ***
Halil Soyuer’i arıyor ve özlüyorum
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            İnsanların vefatla aramızdan ayrılmalarından sonra unutulmanın sıklıkla görüldüğünü, yaşandığını biliyoruz. Şayet birinci deredeki yakınları, dostları, arkadaşları ve üyesi yada mensubu olduğu kuruluş yöneticileri vefalıysa, ölüm yıldönümlerinde anmaların, hatırlamaların gerçekleştirildiği, unutulmaların azaldığı görülüyor.
Edebiyatımızın bilinen, gazeteci şair, yazar ve araştırmacılarından Halil Soyuer’in vefatından sonra geçen zaman içinde, unutulmak bir yana, kızları Nursel ve Birsel ile oğlu Emrah, Nursel’in eşi Hikmet Gündüz(vefalı evlatlar ve damat) başta olmak üzere Türkiye genelindeki dostları, arkadaşları Halil  Soyuer ismi üzerinde titrediler,her fırsatta ondan söz edilmesini sağladılar.
Halil Soyuer’in ölümünün 10.yılında, 18 Ocak 2014 tarihinde, Ankara, GMK Türk Dil Kurumu Konferans salonunda gerçekleştirilen İlter Yeşilay’ın  sunumunu yaptığı anma toplantısı, Halil Soyuer’in kızı, E.Emniyet Müdürü Nursel Soyuer Gündüz’ün konuşmasıyla başladı. 50.sanat yılında hazırlanmış Halil Soyuer belgeselinin gösteriminden sonra; Abdullah Satoğlu, Prof. Dr. Abidin Kumbasar, Dr. Agah Oktay Güner, Cemal Safi, İsa Kayacan,İsmet Sezgin, Prof. Dr.Necdet Basa,Yahya Akengin,Yekta Güngör Özden, Prof. Dr.Muharrem Gerçeker, Halil Soyuer’le ilgili anılarını,onun şiir, sanat, edebiyat ve gazetecilik anlayışıyla ilgili görüşlerini dile getirdiler.
TRT saz sanatçıları eşliğinde, Elif Avaroğlu, Kenan Güner, Tuncay Yalın üçlüsünce, Halil Soyuer’in  şiirlerinin bestelenmişlerinden,” Hançer-i aşkınla ey yâr gönlüm üzre vurma hiç” adlı eser başta olmak üzere, sözleri Halil Soyuer’e ait öteki TSM  eserlerinden örnekler sundular.
            Halil Soyuer: 04 Ocak 1921 tarihinde Balıkesir’in Havran ilçesinde doğdu. Babası Bayburt’un Pulur Bucağından ve Akkoyunlu sülalesinden Osman Soyuer, annesi Emine hanımdır.1940 yılında Balıkesir Lisesini bitirdi. Şiire bu çağlarda başladı. Yetişmesinde edebiyat öğretmenlerinin büyük etkisi oldu. İlk şiiri 1937 yılında Balıkesir Lisesi yıl sonu dergisi ‘Alkım’da yayınlandı.
            Askerliğinden sonra 1944 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nda memur olarak çalışmaya başladı. Ankara Halkevi salonlarındaki şiir günlerini, Behçet Kemal Çağlar’dan sonra hazırlayıp sundu.1946 yılında Münevver hanımla evlendi. Bu evliliklerinden Nursel, Birsel isimli iki kız çocukları ile Emrah isimli bir erkek çocukları dünyaya geldi. İlk şiir kitabı 1950 yılında ‘Liman’adıyla yayınlandı.
            1955 yılında memuriyetten istifa ederek gazeteciliğe başladı. Ulus, Hakikat,  Medeniyet, Halkçı, Ankara, Telgraf, Devrim ve Adalet Gazetelerinde polis muhabirliği, istihbarat şefliği, yazı işleri müdürlüğü ve köşe yazarlığı yaptı. Turhan Dilligil’in yayınladığı Adalet Gazetesi kadrosundan,1982 yılında emekli oldu. Sürekli basın kartı sahibi Halil Soyuer, pek çok şiir yarışmasında birincilikler aldı, onlarca ödülün sahibi oldu.
            Adı, Havran’da Belediye Meclisi kararıyla bir Caddeye verildi. Balıkesir Belediyesince “Fahri hemşehrilik” ünvanına layık görüldü. Hayatı,TRT tarafından ‘Yöremiz Türkülerimiz’adlı program içinde yapılan çekimlerle, iki ayrı program halinde belgeselleştirildi. Hayatı değişik kitaplar, lisans ve doktora tezleriyle sayfalara aktarıldı.
            Liman(1950),Kin, Aylak insalar kenti, Körkuyu, Akşamüstü, Anılarla şairler albümü, Gönül dağları, Sonbahar çiçekleri, Sorma hiç, Zaman akıp gidiyor, Ankara Kabadayıları, Sevgi çiçekleri, Sevgi burcu, Kader faslı, Yürektir sevginin adı,Sevgi bende hiç izne çıkmadı,Sevgi seli,Sevgi bağları,Bakış Mektubu(2002),Şair Dostlarım(2004), adlı kitaplarıyla(20 ayrı kitap)’Çaba’ adlı sanat dergisini  üç yıl süreyle yayınladı.
            Şiirleri İngilizce, Fransızca ve Farsçaya çevrilen, Yedigün, Çınaraltı, Defne, Ece, Türk Edebiyatı gibi pek çok dergide yayınlanan Halil Soyuer’in 218 şiiri, 65 ayrı bestekar tarafından bestelenerek, TSM dünyamıza kazandırıldı.
Tahlil uzmanı ve araştırmacı Ayhan İnal’ın “Halil Soyuer hayatı ve şiirleri(1981)” yine tahlil uzmanı ve araştırmacı Mustafa Ceylan tarafından “Halil Soyuer’in hayatı, sanatı ve eserleri(2000)”adlı geniş kapsamlı kitaplar yayınlandı.
            17 Ocak 2004 tarihinde Ankara’da vefat eden Halil Soyuer’in cenazesi,19 Ocak 2004 tarihinde, Kocatepe Camii’nde kılınan öğle namazının ardından toprağa verilmek üzere doğum yeri olan Havran’a götürüldü. Soyuer,20 Ocak 2004 tarihinde Balıkesir’in Havran ilçesinde Camii Kebir’de kılınan cenaze namazının ardından Şehir Mezarlığı’nda toprağa verildi.
            Halil Soyuer’in vefatından sonra, Ankara-Yenimahalle Belediyesince de bir parka adı verildi. Kızı Nursel Soyuer Gündüz tarafından “Kazdağı Eteklerinden Ankara Doruklarına Babam Halil Soyuer, Anı-Biyografi(2007)adlı kitapla, oğlu Emrah Soyuer tarafından hazırlanan “Halil Soyuer’in Bütün Şiirleri (2014)”adlı kitap yayınlandı.
             Ahmet Tufan Şentürk ve İsa Kayacan’ın birlikte hazırlayıp Nisan 2004’de yayınladıkları ‘Armağan-3’adlı kitabın 193-194.sayfalarında ve İsa Kayacan’ın hazırlayıp Mayıs 2007’de yayınladığı ‘Aramızdan Ayrılanlar’adlı kitabın 62 ve 63.sayfalarında yer alan Halil Soyuer’le ilgili görüşlerden:
            1- Şiiir pınarı da ayrıldı aramızdan. Soyuer dedik onlara biz. Birimiz, ikimiz, üçümüz, hepimiz söz ustasıydı, ses ustasıydı, şiir pınarıydı. Bozuldu denge/Anıttı yenge. Vurgun demişti ya Cemal. Böyle vurgun da olmaz be! Yerleri cennet olsun. Evlatların, torunların, tüm dostların başı sağ olsun (Ahmet Tufan Şentürk)
2- Halil Soyuer Ankara’ya geldiğimde ilk tanıdığım şairdi. Benimle yakından ilgilendi. Onda ‘Sevginin hiç izne çıkmayışı’ şiirimizin berraklığını koruyan bir pınar gibiydi.
O’Şiirin mülkiyeti yeteneğin üstüne kayıtlıdır’ diyerek, gerçeklerle sahtelerin ayırımını açık olarak anlatan, beyaz saçlı bir delikanlıydı. Şiir dünyamız için,ikinci bir Halil Soyuer gelir mi?, gelirse kaç yıl sonra gelir,bilinmez!.
Minnet ve saygıyla anıyorum.
Mekânı cennet olsun (İsa Kayacan)
            ***
Türkiye’nin ‘En havalı radyosu’:
Meteorolojinin Sesi Radyosu
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ülkemizde, RTÜK kayıtlarına göre ismi bilinen yüzlerce radyo ve Tv var. Bunların,Türk kültürüne, eğitimine,sanat ve edebiyatına,toplumsal gelenek ve göreneklerimize TSM ve THM gibi alanlara ne gibi katkıları var?diye bir soru sorulsa,TRT Radyo  ve Televizyon kanalları hariç,kesinlikle hepsi sınıfta kalırlar.
Hele özel radyolarda spiker diye mikrofonların başına oturtulanların, Türkçe konusunda, tamamen kara cahil olduklarını görüyoruz. ‘Radyo ve Tv yayınlarını RTÜK izliyor mu?’başlıklı bir yazı yazdık. Özel radyo ve Tv.lerin yayınlarındaki sıkıntıları, reklamların yayınının vakti saatinin olmadığını,belgesellerin-dizilerin sık sık tekrarlarının olduğunu Kemal Sunal filmlerinin aynı kanalda 15-20 kez yayınlandığını anlattık,Tv. kanallarının isimlerini verdik.Kimseden çıt yok.Yani cami ne kadar büyük olursa olsun,imam bildiğini okumaya devam ediyor.
            30 Ocak 2014 tarihinde,programcı,sunucu,seslendirme uzmanı ve yorumcu Zeynep Köşker’in hazırlayıp sunduğu, Türkiye’nin ‘En havalı Radyosu’olarak kabul edilen, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüne bağlı, ‘Meteorolojinin Sesi Radyosu’nda ‘Hayata Dair’ programına konuk oldum.Bu kuruluş yabancı olmadığım önemli bir kamu kuruluşu.Hava tahmin raporlarının tamamı ve bütününü bu kuruluşumuz çalışanlarından öğreniyoruz.
Hayata Dair program içinde, İsa Kayacan’ın kısa yaşam öyküsü,Ece Köyünde Akşam adlı şiirinin seslendirilişi,gazetecilik çalışmalarıyla rakamsal bilgiler konuşuldu. Mustafa Ceylan’ın Burdur güzellemesi adlı şiirinden bazı bölümler dile getirildi. Programın akışı içinde ,Burdur türkülerinden,Anan geldi,buban geldi,hadi gali sende gel adlı olanıyla,Kezban yenge adlı olanı bant kayıtlarından seslendirildi.40 dakikalık sürenin nasıl geçtiği anlaşılamadı.
            Meteorolojinin Sesi Radyosu’nun yayın ekibi başlığı altındaki bilgilerde pek çok isim kaydediliyor. Bunlardan, ilk sıralarda yer alanların isimlerinden söz edelim öncelikle:
Bakan Danışmanı ve Genel Yayın Yönetmeni Fatih Öznur,
Radyo, Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü Ömer Faruk Çiloğlu,
Radyo Yayın ve Birim Sorumlusu Emine Ertürk Karaaslan.
Tlf: +90 312 302 25 25.
Yazışma adresi: Kütükçü Alibey Cad.No.4 Kalaba-Keçiören-Ankara.
Meteoroloji’nin Sesi Radyosu’nun geçmişine dönüp baktığımızda gördüklerimizden sazı bilgi örnekleri:
            Meteorolojinin Sesi Radyosu, dinleyicilere  hava durumu bilgilerini vermek amacıyla 24 Ocak 1962 tarihinde kısa dalga üzerinden yayına başlıyor.1962 yılından 20 Nisan 2004 tarihinde kadar kısa dalgadan yayın yapan Meteorolojinin Sesi Radyosu FM bandından ‘Meteor FM’ adıyla 01 Şubat 2008 tarihine kadar,bu tarihten itibaren de ‘Meteorolojinin Sesi Radyosu’adıyla sesini duyurmaya başlıyor.Bugün Meteorolojinin Sesi Radyosu 1 KW gücünde bir vericiye sahip görülüyor.Radyo 24 saat kesintisiz yayınını sürdürüyor.
Türksat 24 uydusu üzerinden,11919 frekansından tüm dünyaya yayın yapmakta oluşu,TRT Radyoları dışında,bir devlet radyosunun(T.Polis Radyosuyla birlikte) var oluşu, prgramların kaliteli oluşu,  TSM ve THM  alanlarında yayınların dinleyiciler açısından bir avantaj olduğu görülmektedir.Meteorolojinin Sesi Radyosunun 27 il merkezindeki yayınlarının izleme frekansları:Adana 107.2, Afyonkarahisar 91.5,Alanya 91.9Ankara 92.4,Antalya 88.7, Bodrum 91.8,Bolu 91.5,Bursa 103.0,Çanakkale 95.0,Diyarbakır 91.5,Elazığ 96.4,Erzurum 93.5,Eskişehir 90.7,İstanbul 103.0,İzmir 92.4, Kayseri 90.0,Kocaeli 103.0,Konya 96.7,Malatya 92.4,Marmaris 92.3,Mersin 89.7,Samsun 92.4,Şanlıurfa 94.0,Trabzon 91.7,Tokat 93.6,Zonguldak 90.5,Van 105.5.
            Meteorolojinin Sesi Radyosu’ndaki programların bir zenginlik içinde olduğu görülüyor. Bunlardan Anadolu’ya yönelik, Anadolu çıkışlı olanlar başta olmak üzere, Besteden terennüme Musiki Divanı, Bir Dünya edebiyat, Biliyor muydunuz?.
Bir katre muhabbet, Bir konu bir konuk, Çevre ve biz, Destanlarımız, Dış basında bugün, Efsaneler, Emeklilik ve hayat, Ev hali, Gönül limanı, Gönül şarkıları, Gönülden gönüle şarkılar, Haftanın gündemi, Haftanın havası, Havadan sudan muhabbetler, Hayat sanat, Hayata dair, Huzur iklimi, İz bırakanlar, Kadir gecesi özel programı, Kelebeğin kanadından, Kıssadan hisseler, Kitap denizi, Köşe atışı, Manevi esintiler, Masal perisi, Mavi düşler, Mevlit kandili özel programı, Nağmeden gönüle, Öyküden türküye, Peygamberler tarihi, Siyah beyaz şarkılar, Şifa niyetine, Şiir sokağı, Tarım saati, Türkülerin dilinden, Yeşil radyo vd….
Bu programlar uzman kişilerce hazırlanıyor ve sunuluyor.
            Meteorolojinin Sesi Radyosu’nun yayın akışının sürekliliğini sağlayan, üst düzey yöneticileri, yayın koordinatörleri başta olmak üzere, her kademede çalışan personelin güler yüzlülüğüyle, erimliliğe yönelik hizmetleriyle başarılara imza atıldığını görmekten mutluluk duyduğumu belirtiyor, başarılarının devamını diliyorum efendim.
            ***
Sona Çerkez’den:
Ben dünyayı tanıyorum
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan çıkışlı yayınlar, Bakü baskılı kitaplar bana ulaştıkça sevincim ve mutluluğum artıyor. Nedeni; Buradaki kardeşlerimizin, dostlarımızın Türk dünyası kültürüne verdiği önemin ortaya çıkması, netleşmesi, gözler önüne serilmesi.
Şair, yazar, araştırmacı, bilim kadını Doç. Dr. Sona Çerkez Kuliyeva’nın yeni kitabı “Ben Dünyayı Tanıyorum” 172 sayfayla Bakü’de Günyüzü gördü, okurlarıyla buluştu, buluşturuldu.
Önsözde Bahtiyar Vahabzade’nin 28 Temmuz 1995 tarihinde Günay Gazetesinde Sona hanımla ilgili yazdığı bir yazısı, Emektar gazeteci Flora Halil zade’nin Kaspi Gazetesinde Mayıs 2013 ‘de yine Sona hanımla ilgili yazdığı bir yazısı alınmış, sayfalara aktarılmış.
Sona Çerkez hoca, duygularını harmanlayıp toparlarken yorgunluk, zorlama, sıkılma hissetmiyor. Yazdıkları, yayınladıkları bu görüşümüzü doğrulamakta…
Rahmetli eşiyle birlikte çekilmiş bir fotoğraf ilk sayfalarda dikkat çekiyor.
Bu fotoğrafın altındaki dörtlükteki mısralarda duygu zenginliğini ortaya koymakta...
Bu dörtlük şöyle:

Sensiz bu dünyanın tek bir rengi var,
Gündüz de gözümde siyah gecedir..
Senin için bileydim orada bensiz,
Öteki dünyanın rengi nicedir?

1995 yılından beri, kitaplarında, araştırma ve yazılarında, şiirlerinin mısralarında rahmetli eşi, hayat arkadaşı, folklor ve bilim adamı Çerkez Guliyev’den sözeden Sona Çerkez hoca, bu kitabında da değişik yıllarda yazdığı şiirlerinden örnekler, önceki eserleriyle ilgili Türkiye’de ve Azerbaycan’da yayınlanan yazılardan örnekler, Türkiye’de katıldığı etkinliklerin katılım belgeleri, kendisine ithaf edilen şiirlerden seçmelerle birkaç aile fotoğrafına yer vermiş…
12 kitap yayınlayan Sona Çerkez, yazdıkları yayınladıklarıyla, Türk Dünyasında önemli bir köprü görevini başarıyla yerine getirmektedir. Tebriklerimi saygılarımı sunuyorum efendim.
***
Burdur’da gurur duymak
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            İnsanoğlunun bulunduğu her yerde, sevinç, üzüntü, burukluk, mutluluk, kıskançlık, hoşgörü gibi özellikler ve yaşam içindeki genel görüntüler yaşanır. Söylediklerimiz Burdur ilimiz bütünlüğünde yaşayanlar için de geçerlidir.
Ancak, Burdur ve Burdurlu’nun diğer illerde yaşayanlardan bir farkı, kendi değerlerinin farkında olmayışı veya her başarı ve ödüllendirmelerin kendileğinden geldiğinin kabullenilip, ilgilenilmemesi, başka illerdekilere karşı ayrı bir hayranlık duyulması, benimsenilmesi gibi davranışların, değerlendirmelerin sık sık,görülmüş ve yaşanmış  olması gerçeğidir. “Burdur’a vefanın fazla uğramadığı”nı hepimiz biliyoruz, görüyoruz.
Bu nedenle, başlığımızdaki kelimeleri yan yana getirdik.
            Burdur ilimiz merkezinde ofset tekniğiyle günlük yayınlanmakta olan Burdur Gazetesinin 02 0cak 2014 tarih ve 19 bin 795 sayılı sayısının 1,6 ve 7. sayfalarında, deneyimli gazeteci Hasan Türkel’in “Şehirde ve ülkede gündem” köşesinde Uğur Gıda  ve ona bağlı Doyum Makarna kuruluşunun yöneticisi Kadir Gönülaçar’la yaptığı uzunca bir röportaj yayınlandı. Burada başarıya giden yolun ince çizgileri ortaya konuluyor, elde edilen başarılardan Burdur ve Burdurlu’nun gurur duyması hatırlatılmasında bulunuluyordu.
            Doyum Makarna Fabrikası Uğur Gıda Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’nin 1982 yılında adı şirkete de verilmiş olan Uğur Velicangil öncülüğünde, Osman Yerebakan ve Kadir Gönülaçar tarafından temelleri atılıyor.1983 yılında Burdur’da faaliyete başlanıyor. Yıllar geçtikçe, faaliyet alanındaki genişleme gözle görülür hale gitiriliyor. 2005 yılına gelindiğinde teknolojik yatırımlarda önemli gelişmeler gözlenirken, üretim giderek artmaya, makarna satışları iç ve dış piyasalara ulaşmaya başlıyor. Şimdi üretilen ürünlerin yüzde  60-70’i 35 ülkeye ihraç ediliyor.Bu ülkelerin başında,Japonya,Çin,Arnavuluk ve Afrika kıtasındaki ülkeler geliyor. İhracat rakamı 2012 yılı sonunda 3 milyon Dolara ulaşıyor.
            Bu çalışmalarla Uğur Gıda San. ve Tic. AŞ’ye Antalya İhracatçıları Birliğinden ‘İhracatın Yıldızları 2012’ ödüllerinden birinin Burdur’a getirilmesi sağlanıyor.
Bu ödül Antalya, Burdur ve Isparta illerinin toplamında yapılan ihracatlar ölçü alınarak verilmiş. Anılan ihracat başarı ödülüyle ilgili olarak Kadir Gönülaçar,” Biz bu ödülle  büyük gurur duyduk, Burdur’da duymalı” diyor. Haklı olarak bu tür ödüllerin istenildiğinde, her yerden  ve her zaman alınamayacağı gerçeğinden hareketle, bu tür ödüllerin, Burdur ve Burdurlu için övünç kaynağı olduğunun anlatılması, duyurulması, ilgili makamların, kuruluşların, bu konudaki duyarlılıklarının sıklıkla görülmeyişinin getirdiği üzüntüler ortaya konuluyor.
Kadir Gönülaçar öteden beri siyasilerin Burdur’a sahip çıkmadıklarını, Burdur’un hızla göç vermesine rağmen, Burdur’u terk etmeyip burada kaldıklarını, başarılı olan işadamlarımıza altın madalya verilmesi gerektiğini esprili bir biçimde hatırlatıyor.
Tarım İl Müdürlüklerinin gereği gibi çalışmadıklarını anlattıktan sonra bir soru üzerine şunları söylüyor; Biz Burdur için elimizi değil, başımızı koyduk. Şehrimizin daha fazla gelişip büyüyebilmesi için kamuoyu, siyasi baskı grupları oluşturulmalı.
Biz devletten bir şey beklemiyoruz, sadece önümüzü açsınlar yeter.
Ama ne yazık ki Burdur’da zaman zaman gelişmenin önü kesiliyor. Her şeye rağmen, Burdur için üretmeye ve başarılara imza atıp, ödüller almaya devam etme azmindeyiz.
Makarna Doyum, Uğur Gıda San. ve Tic. AŞ’ nin adresi: Çendik Köyü-Burdur.
Tlf: 0248 – 263 48 15, Fax: 0248 – 263 47 31
***
Mehmet Nacar’dan:
Kapıldım Gidiyorum
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bana gelen kitapların sayısındaki artış devam ediyor. Bu beni sevindiriyor ve yeni yeni kitapların sayfalarındaki gezintimi sürdürme fırsatı vermesi bakımından benim için önem taşıyor. Bana gelen kitapların bir yenisi, Gaziantep ilimizden seslenen, eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı Mehmet Nacar’a ait olan ‘Kapıldım Gidiyorum’ adlı 168 sayfalık anılar kitabı.
            Anıların tespiti, ,değerlendirilişi ve yazılıp sonlandırılarak, sayfalara, sütunlara aktarılışı zor bir iştir. Herkes yaşadıklarını anılar halinde, hatırlananlar halinde, geçmişle bugün, bugünle yarın arasında köprü görevi yapacak biçimde toparlanışını sağlayamaz.
Bunun başarılması, başarıların ilk sıralarında yer alan bir çalışma ve değerlendirme biçimidir. Öncelikle, Mehmet Nacar dostumu bu özelliği ve başarısından dolayı alkışlamak, kutlamak istiyorum.
            Kitabın ilk sayfalarından birinde ‘Merhaba’yla söze başlanılıyor. Mehmet Nacar imzalı merhabanın bir yerinde; ” Kitapda anlattığım olayların sebep ve sonuçları, siyasetin eğitim ve öğretim üzerindeki olumsuz etkileri, ekonomik nedenler ve benzeri birçok konu incelendiğinde, bugün yaşanan toplumsal yozlaşmaların nereden geldiği anlaşılacaktır” deniliyor. Bu doğru ve yerinde bir tespittir.
Türkiye’de maşallah siyasetin girmediği, siyasetin dal kol salmadığı alan yoktur!.
            Mehmet Nacar hocanın 98 ayrı anısı yer alıyor kitabında, Bunların bazılarının başlıkları şöyle sıralanmakta: Necip Fazıl Üstadımla tanışma, Kazara öğretmen oldum, Gönüllü sürgün, Faciadan kıl payı, Kızlar beni kovaladı, Karda kaybolduk, Bayrak direğine bağlı eşek, TÖB-DER’e karşı, Ayşe ve ayı müdür, Hollandalı İsmail, Muskacı hoca, Vali Recep Yazıcıoğlu, Müdürle tartışma, Yağmurdan kaçarken, Dostum Abdurrahim Karakoç, Emekliden sonra…
           Biz zaman geçirmeden, Nacar hocanın anılarına dönelim. Bakalım Mehmet Nacar hoca nasıl  ‘kazara’ öğretmen olmuş...
Kitabının 6. sayfası:1965-66 öğretim yılında, Kilis lisesinden mezun olmuştum. O yılların imkansızlıkları yüzünden üniversite sınavlarına giremedim.
Eğitim Enstitüsü sınavına girdim ama, başarılı olamadım. Sıkıntı içinde geçen bir yılın adından Kilis Kız Öğretmen Okulu’nun fark ders sınavlarına girdim. Sınavlarda Kilis Belediye Başkanı rahmetli Celal Varış bana yardımcı oldu. Sınavlar yirmi beş gün sürdü. Çok sayıda kitap vardı. Rahmetli annem beni zorlayıp göndermeseydi ve bir tek gün daha gecikseydim öğretmen olamayacaktım.
            Mehmet Nacar:1949 yılında Kilis ilinin Yavuzlu Beldesinde doğdu. AÜ-AÖF-EÖL. mezunu olan, Adana, Ordu, Kahramanmaraş, Tokat ve Gaziantep illerinde öğretmenlik yapan Mehmet Nacar’ın şiirleri yurt içinde ve yurt dışındaki değişik gazete ve dergilerle Tv. kanallarında yayınlandı, yayınlanmaya devam ediyor.
Zeytin Dalı ve Kumru dergileriyle, Yenigün ve Gaziantep 27 Gazetelerinin Yazı İşleri Müdürlüğünü yapan Mehmet Nacar, pek çok Antolojide yer aldı.
Zeytin Dalı dergisiyle, şiir, nesir ve anı ağırlıklı yedi ayrı kitap yayınladı.
            ***
Melahat Ecevit’den: Nisan Günleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
           Kitaplar vardır yayınlandıkları günlerde bilinir, duyulur sonra unutulur. Kitaplar vardır hem yayınlandıkları günlerde bilinir, beğenilir, okunur, hem de  yıllar geçse de, şairinden, yazarından, imza sahibinden söz edilir .
            Isparta ilimiz merkezinden seslenen, Melahat Ecevit hocanımın, 120 sayfalık “Nisan Günleri” adlı şiir kitabı geride bıraktığımız yıllarda yayınlandı. Merkezi Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bulunan, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği yayınları arasında gün yüzü gören ve bizimle selamlaşan “Nisan Günleri” adlı kitabın yayımlanışında büyük emekleri geçen, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği 2.Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci’nin sunuş veya takdim mahiyetindeki değerlendirmeleri anılan kitabın arka kapağında yer alıyor.
İlk sayfalardan birinde, Melahat Ecevit’in biyografisi olarak verilen anlatımlar ve onun arkasındaki sayfada, Burdurlu, rahmetli Müzeyyen Düdük annemizin, Melahat Ecevit için yazdığı akrostiş şiiriyle karşılaşıyoruz.
            Dr. Şemsettin Küzeci, “Melahat Ecevit’in şiirlerinde aşk, ümit özlem ve vatan aşkı gibi konular yer almaktadır” diyor. Müzeyyen Düdük annemiz; “Memnun oldum şiirlerini okuyunca/Ezelden iffetlisin, soylusun sen” diye söze başlıyor “Alnın açık, hürsün sen” adlı akrostiş şiirinde. Melahat Ecevit hocanım, Nisan Günleri adlı kitabında ilk şiir olarak, Acı hatıra adını verdiği şiiriyle başlıyor. Bu şiirin ilk dörtlüğü şöyle:

            Vefasız uğruna yakma kendini,
            Yaktığın ateşi söndüremezsin.
            Coşkun sular gibi yıkma bendini,
            Geleni geriye döndüremezsin.

            Sonra Melahat Ecevit şiirlerinin mısraları arasında gezmeye devam ediyor. Zaman zaman üzüntülerden, kırgınlıklardan, zaman zaman mutluluğa giden yolların engebelerle dolu oluşundan dem vuruyor uzun uzun. Uğrunda gözyaşı dökülenlerin hassaslıktan uzak oluşları karşısındaki üzüntülerini anlatıyor mısralarında. Melahat Ecevit hocanımın, şiirlerinde ele aldığı her konuyu başarıyla işlediğini, sonuçlandırdığını ve sayfalara aktardığını başarı çizgisi üzerindeki yürüyüşleriyle karşılaştığımızda, onun Türk şiiri içinde ayrı ve önemli bir yere sahip olduğunu görür, teslim eder ve alkışlarız.
            Melahat Ecevit: Ispartalı olan Melahat Ecevit beş yıllık öğretmenlikten sonra 1977 yılında İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu Almanca Bölümünden mezun oldu. Almanya’da bulundu. Yurda döndükten sonra Noterde yeminli çevirmen olarak çalıştı. Emekli olduktan sonra müzikle olan çalışmalarını Isparta Müzik Cemiyetinde devam etti.
Merkezi Isparta’da bulunan Göller Bölgesi Şairler ve Yazarlar Derneğinin  Genel Başkanlığını sürdüren, değişik gazete ve dergilerde, şiir ve yazıları yayınlanmaya devam eden, yurt içi ve yurtdışındaki Radyo ve Televizyonlarda kültürel programlara katılan, değişik yarışmalarda farklı derecelerde ödüller alan, güfte yarışmalarında ödülleri bulunan, Türkiye genelinde “Yılın şiir annesi” seçilen, Kültür Ve Turizm Bakanlığı tarafından “Milli Şairlik” unvanı verilen Melahat Ecevit Isparta ilimiz merkezindeki kültürel faaliyetleriyle dikkat çekmeye devam ediyor.
            ***
Mehmet Köylüoğlu’ndan: Anılarım
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            İnsanoğlu, geçmişte yaşadıklarının değerlendirmelerini yapar zaman zaman.Bu değerlendirmeler sırasında şöyle bir mola verip dinlenir,düşünür,toparlar ortaya çıkardıklarından etkilenir.Bunların,geçmişte yaşananlar olduğu,anılar olduğu anlaşılır.Sonra karar verip, geçmişe aktarılmaları için çalışmaya başlar,yayın organlarında yayınlar,kitaplaştırır bu anılarını.
            Eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı Mehmet Köylüoğlu’da böyle yapmış. Geçmişte yaşadıklarını, gazetelerdeki köşe yazılarından yaptığı seçmelerini 192 sayfalık “Anılarım” adıyla kitaplaştırmış. Ve bendenize,’Bu ülke için emeklerini harcamayı görev bilen Sayın Prof. Dr. İsa Kayacan’a arz’ notuyla imzalamış. Teşekkürlerimi sunuyorum efendim.
            Mehmet Köylüoğlu, kendi imzasıyla yazıp yayınladıklarından bir derleme demeti gerçekleştirmiş. Kısa bir sunuşuyla merhaba diyor, okurlarıyla selamlaşıyor. Sunuşunun bir yerinde Mehmet Köylüoğlu;”Hatıra yazmak zor bir iştir.Yazdığın her olayı,yaptığın bütün işleri eğri-doğru demeden kaleme almaya kalkmak kolay değildir.Bu bakımdan aleyhine yorumlanacak hadiseleri kaleme almak yürek işidir” diyor ve doğru söylüyor.Anıların not olarak tutulması,sonra toparlayıp,değerlendirilerek doğruluklarından şüphe edilmeyenlerin sayfalara aktarılması,öyle konuşulduğu kadar basit,söylendiği kadar hemen ortaya çıkıveren çalışmalar değildir.
            Bir özgeçmiş veriliyor, Mehmet Köylüoğlu ailesi özetleniyor, bilgiler itibariyle gözler önüne seriliyor. Sonra bir 30 Ağustos şiiri var 11.sayfada verilen.05 Eylül 2007 tarihinde Sivas’da kaleme alınmış. İlk mısraları şöyle bu şiirin:
            Ey yüreği demirden Atatürk, kalbin güllerden,
            Her 30 Ağustos’ta arıyoruz, seni gönülden,
            İçimiz kan ağlıyor, hasretinden,
            Katmerleşen duygularım az geliyor, derinden,
            Mustafa Kemal, yarattığın mucizeyi biliyorum,
             Daima yolunda, gideceğimden,
            Her gün yeniden diriliyorum.
            Kitap içindeki ve sonundaki fotoğraflar,Mehmet Köylüoğlu albümünden seçmeler olarak görülüyor.Bu fotoğraflar kitabın zenginleştirilişini sağlamış.Sayfaların çevrilmeye başlamasıyla gördüğümüz başlıklara bakalım:49 yıllık hasret,1972’lerde Hakikat gazetesi,Oğluma mektup,Ah.. Vefa ah,Al Bayrak Denizi onuncu yıl marşı, Ankara.. Ankara, Anne de kim ki? Antalya’da bir Vali var, Askerlik hatıralarım, Babalar da insan, Veda mektubu vd. Yazıların, şiirlerin altında, kaleme alınış yerleri, tarihleri var. Sivas ve Antalya kaynaklı yazıların çoğunlukta oluşu dikkat çekiyor.
            Öğretmenlik mesleğinin önemini bilen yaşayan ve yaşatan bir anlayışla yazdıklarının satırları arasından seslenen, çalışma hayatındaki zorlukların altından başarıyla kalkarak, gelecek kuşaklara örnek olma başarısını gösteren, gözler önüne sergileyen Mehmet Köylüoğlu, duygu zenginliği, araştırma ve değerlendirme titizliğiyle kaleme aldıklarını kalıcılığı yüksek olan bir anlatımla sergiliyor, sayfalara aktarıyor. Sivas ili hep onun yazdıkları, yayınladıklarının başında vardır.Çünkü o bir Sivas aşığı,tutkunu ve sevdalısıdır.
            Mehmet Köylüoğlu: 1939 yılında Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinin Ericek köyünde doğdu. Diyarbakır-Ergani ilçesindeki Dicle Köy Enstitüsüyle, Bursa Eğitim Enstitüsünden mezun oldu. Değişik ortaokullarda öğretmenlik yöneticilik yaptı. Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı Bağ-Kur Bölge Müdür Yardımcılığı  ve Bölge Müdürü olarak çalıştı.1989 yılında emekli olduktan sonra Dershanecilik yapan, merkezi Ankara’da bulunan Anayurt Gazetesi başta olmak üzere, Antalya,Sivas ve Eskişehir illerindeki gazetelerde  yazdığı yazılarıyla dikkat eken Mehmet Köylüoğlu, Antalya’da yaşıyor.
            ***
Siyaset ve demokrasi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
             Siyaset ve demokrasi ikilisinin yan yana geldiği zaman, neler çağrıştırdığı ve nelerin görülmesi gerektiği gibi bazı gerçekler vardır. Bunların farklı bir bakış açısıyla ele aldıklarımızın mini bir sıralaması:
             1-Siyaset derin bir denizdir. Yüzme bilmeyen bu denizden ‘sağ’ çıkamaz.
             2-Siyaset kör bir kuyudur. Suyla dostluğu olmayanlar, bu kuyuda boğulmaktan kurtulamazlar.
             3-Kalkınmanın başlatılıp gerçekleştirildiği, dış politikanın güçlendirildiği bir dönemin mimarlarının 27 Mayıs 1960 darbesiyle yaşamaya başlayan demokrasinin katledildiği, demokrasi şehitlerinin acılarının yaşandığı günlerden, sözde ara uyarılara,12 Eylül 1980 ihtilaline uzanan yollarda yaşananlar, tahribatlar, demokrasinin yok edilişinin silinmeyen izleri olarak kalmıştır.
            4-Bazı Genel Başkanların, bazı siyasetçilerin vefaları yoktur. Kadın milletvekillerinin sayılarının artırılmasına ilişkin gayretleri göstermelik ve yetersizdir. Birlikte çalıştıkları arkadaşlarını bir kalemde harcamaktan çekinmezler. O partiden ötekine geçmekte sakınca görmezler.
            5-TBMM’de,’Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir’ yazısının bulunmasına rağmen, Milletvekili seçim dönemlerindeki adayların, özellikle büyük şehirlerdeki adayların seçmenler tarafından değil, genel merkezlerce tespit edilen adaylara parti amblemine oy verilmesine ‘demokrasi kuralı’ diyerek, oylamalara devam edişimiz anlamsızlığını korumaktadır.
            6-Yüzde 10 barajı sınırlaması, yüzde 10’un altında kalan oyların yok sayılması anlamına geldiğinden, bu alt orandaki katılımcıların temsilinin ortadan kalkmasıyla, çoğunluk kabul edilen rakamın, toplam çoğunluğun altında kalmış olması düşündürücülüğünü korumaktadır.
            7-Bazı siyasetçilerimizin yakınları, çalışanları, siyasetçilerin kendilerinden yetkili ve ünlüdürler. İlk seçimlerde Milletvekili seçilirler hatta Bakan bile olurlar.
            8-Görevde bulunanlar, eski, tecrübeli siyasetçilerden ve doğrulardan ayrılmayanlardan yararlanmak istemezler. Kendi hâkimiyetlerinin kaybolmasından, eksikliklerinin ortaya çıkmasından korkarlar.
            9-Bazı Milletvekilleri seçim bölgelerinde ayrı, Ankara’da ayrı konuşurlar. Onların tek hedefleri oy ve tekrar seçilmektir.
            10-Milletvekillerinin bağlı bulunduğu siyasi partilerin, görüş farklılıklarının ortadan kaldırılışı, tartışma ve konuşmalardan Kadın Milletvekillerinin rahatsız olmadığı, TBMM Genel Kurulunda, birlik ve beraberlik içinde, tek sesli, tek oylamayla 10-15 dakika içinde biten, Milletin-Vekillerinin asıllarının önüne geçerek, maaş ve özlük haklarının zirvelere çıkarılmasına, asıllarla büyük farklılıklar yaratılmasına ilişkin oylamalar, unutulamamaktadır.
            11-Kamu ve özel kurumlardaki yönetici ve çalışanların pek çoğunun hedefi siyasete girip, Milletvekili olmaktır. Çalışma ve hizmetlerinde açık ve kapalı, siyasete göz kırpmaları, bu beklentilere dayalıdır.
            ***         
Aytekin Aydın’dan:
İnsanlığın Işığı İslâmiyet
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Önemli saydığımız, böyle kabul ettiğimiz konular üzerine araştırma yapıp görüşleriyle karşımıza çıkanlardan biri de, şair, yazar ve araştırmacı, Ankara’dan seslenen Aytekin Aydın’dır. Son araştırmasının adı “İnsanlığın ışığı İslâmiyet”adını taşıyor.
Araştırma yazısının girişinde:”Son yıllarda İslami terminolojinin çok konuşulduğunu, İslami değerler üzerine yazılar yazıldığını, fikirler üretildiğini görüyoruz. Bugün İslamiyet inancı olarak ön plana çıkarılan İslam inancı acaba İslâmiyet’in yeryüzüne, insanlığa geliş amacına uyuyor mu?Bunu anlamak için İslamiyetin geldiği coğrafyayı ve o günkü koşulları iyi bilek zorundayız” diyor.
Biz fazla devreye girmeden, Aytekin Aydın görüşlerini sıralayalım:
            İslamiyet eşitliğin olmadığı, köleliğin hüküm sürdüğü, halkın yoksulluk içinde yaşadığı tefeci ve otoriter yönetimlerin egemen olduğu bir dönemde ve bir coğrafyada ortaya çıkmıştır. Gelen ayetlere baktığımızda,net verilen bir mesaj vardır. O da yeryüzünde insanlar arasında eşitliği sağlamak, yoksulluğu ortadan kaldırmak, otoriter düzenlere son vererek Kur’anda anlatılan cenneti yeryüzünde hakim kılmak,zorbalığın,zalimliğin ortadan kalktığı,adaletin sağlandığı,barış ve kardeşliğin egemen olduğu bir dünya istiyordu.
            Dünyadaki tüm doğal zenginliklerin Allahın mülkü (Lehül mülk) olduğunu ve bunlarında tüm insanlar arasında eşit olarak paylaşılması gerektiğini söylüyordu. Bireysel zenginliği felaket olarak görüyor, zengin insan yerine, zengin toplum istiyordu..Bunları da Allah’ın emirleri olarak vahiy yoluyla Peygamber efendimize iletiyor,o da bunları anlatıyor ve tüm isanlığa yayıyordu.
Allah’ın ilk emri oku’ydu. İslamiyetin sloganı da Fakru Ragabe’dir.Yani kölelere özgürlük.Nitekim ilk Müslüman olanlara baktığımızda bunların tamamı köleler,yoksullar ve ezilen yoksul kesimleriydi.Peygamber efendimizin ve sahabenin yaşamlarını incelediğimizde onların asla kişisel zenginlik peşinde  olmadıklarını görüyoruz.
Peygamber efendimizin yaşamı boyunca üzerine kayıtlı hiçbir tapulu mülkü olmamıştır. Ölmeden birkaç saat önce cebinde olan yedi dirhemin de ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını istemiştir.Allah’ın ayet ve hadislerine baktığımızda,bahsedilen fikirlerin tamamının Allah’ın emirleri olduğunu görürüz.Bunlardan:
            Hz. Muhammet: Bir kimseyle münasebete girmek için kendisinin ibadetine bakmayın. Dirhem ve Dinarla olan münasebetine bakın.
            Hadis: Allah resulu namaz kılarken namazı yarıda kesip hızla mescidden çıkar. Döndüğünde bu durumun nedenini soranlara şöyle der: Evde bir miktar para vardı, namazdayken aklıma geldi. Vallahi eğer o parayı bir gece daha elimde tutup dağıtmasaydım, helak olacaktım.
            Hadis: Yalın ayaklıların çok olduğu bir dünyada, bir kişinin ikinci ayakkabısı haramdır.
            Hadis: Komşusu açken, karnı tok olan bizden değildir.
            Humeze Suresi-1, 2,4. Ayetler: Yazıklar olsun sömürücülere. Onlar ki servet yığıp, mal, para, biriktirmeye odaklanırlar. Ant olsun onlar Allahın tutuşturulmuş ateşi olan Hutameye atılacaklarıdır.
            ***
Güzide Taranoğlu’nun üç ayrı duygu anlatımı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Güzide Gülpınar Taranoğlu, edebiyatımızın usta kalemlerinden, duayenlerinden. Şiirleri üzerindeki, mısraları arasındaki gezintilerimiz sürerken, karşılaştığımız duygu anlatımlarındaki zenginliklerle yüz yüze gelişimizin sürdüğünü görürüz.
30 Aralık 2013 tarihinde vefat eden Güzide Gülpınar Taranoğlu, sevgilisi, her şeyi, mutluluğunun kaynağı, rahmetli eşi, değerli insan Dr. Bilal Taranoğlu için duygularını bir bir sıralarken, heyecan içindedir. Gibi, adlı şiiri bunlardan biridir.
Sonra, Duygu çelişkileri ve Dedim-Dedi adlı şiirleri gelir gözlerimiz önüne. Okuruz mısra mısra. Düşünür, Güzide Gülpınar Taranoğlu haklılığıyla değerlendirmelere gireriz. Dedim-Dedi, adlı şiir anlatım, “Konuş dedim/Suçmuş dedi/Umut dedim/Saçmış dedi/Huzur dedim/Kaçmış dedi/Akıl dedim/Taçmış dedi “mısralarıyla başlıyor, devam ediyor.
Duygu çelişkilerine bakıyoruz, Güllerin yaprağındaki şebnemlerden, dikenlere süzülüp inen esmer akşamlardan söz ediyor uzun uzun. Bu şiirin bir dörtlüğüyse şöyle çıkıyor karşımıza:

İnen karanlık gece yol alır yavaş yavaş,
Hasret vuslat ikizi gönülde, bitmez savaş,
Sellenen bir çift gözle ve de ağrıyan bir baş.
İmdat arar gibidir, hayatın ötesinde.

Gibi adlı, başlıklı Güzide Gülpınar Taranoğlu anlatımı, bir başka duygu zenginliği, Dr. Bilal Taranoğlu’na duyulan özlem yüklülüğü içindedir. Hiç kurumayan gözlerin, her dakika yaş dolu oluşu hareket noktası yapılıyor ve bir dörtlüğünde bu şiirin şöyle sesleniliyor:

Geçmiş günler sanki şimdi düş gibi,
Ruhlar birden ürperiyor yaz gününde kış gibi,
Boğazıma tıkanıyor, yediklerim taş gibi,
Hatıralar dünyasında, gezinmekten yoruldum,

Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun özlü sözleri var anlam yüklü.
Bunlardan:
1-Derler ki neşe-sefa seven gönüllerde var/ Arada hasret varsa, kalpte sevinç ne arar,
2-Aciz adam olur ki, hep çatar acizlere/Fakat bir kabadayı görse, eğilir ta yerlere.
***
Sence Dergisinin 2. sayısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’da, Türk Büro-Sen tarafından yayınlanan bir dergi var.
2. sayısı bize ulaşan ve “Sence” adıyla okurlarının, ilgililerin karşısına çıkan, çıkarılan derginin Türk Büro-Sen adına sahibi: Fahrettin Yokuş.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Cafer Sezer,
Editör: Yasemin Güngör,
Yayın kurulunda; Nejla Öksüz, Dr. Süleyman Güngör, Ebubekir Korkmaz, Yunus Şevki Kibar, Mustafa Yılmaz’ın görev yaptıkları görülüyor.
Yönetim yeri: Dr. Mediha Eldem Sk. Ankara (Türk Büro-Sen)
Dört ayda bir okurlarıyla buluşan Sence Dergisi, pırıl pırıl baskısıyla dikkat çekiyor.
Editör Yasemin Güngör’ün “selam ile” başlayan değerlendirme yazısının, sunuşunun bir yerinde: “Sence’nin senin tarafından sahiplenmesi ne büyük bir mutlulukmuş, bunu yaşadık sayenizde. Bizi kendi halimize bırakmadığınız için her bir okurumuza teşekkürler” denildiği görülüyordu.
İçindekiler sayfalarındaki sıralamalardan aldıklarımız:
Anne, baba, çocuk, Yargı kararlarının uygulanmaması, Türklerin ilk cumhuriyeti, Sizin ki kaç G…?, Tarihe vurulan damga, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Memurun kabusu: Emeklilik, Zafer ayı, Okçuluk, Türkiye Kamu-Sen tarihi, Apolitik bir gezi yazısı, Ankara’nın “Gezisi” Atatürk Orman Çiftliği, Kuş Gözlemciliği, Bosna Hersek, Eğitim istitastikleri üzerine, Barış Manço, Galip Erdem” Ağabey”, Kıtap tanıtımı, Lezzet sırrı, Beceri vd.
Sence Dergisinin masamızda bulunan 2. sayısının kapağında yeralan bazı mısralar var dikkat çeken. Bunlar şöyle karşımıza çıkıyor:

Bilmem ki kaç evlat,
Uyandığında her sabah,
Aşk ile selâm durur sabaha,
Gözlerinden sevgi akar,
Sarılır sıcağından coşkuyla,
Öpücükler kondurur anaya, babaya.

Sence Dergisinin 2. sayısının sayfalarında yer alanların imza sahiplerinden: Yasemin Güngör, Prof. Dr. M. Hamil Nazik, Dr. Evren Altay, Afşin Büyükbaş, Dr. Süleyman Güngör, Mustafa Yiğit, Cafer Seçer, Yunus Şevki Kibar, Ahmet Demirci, Cem Orkun Kıraç, Prof. Dr. Hayrani Altıntaş, Talat Güçlü, Türk Büro-Sen ARGE, Dilek Kapdağ.
Galip Erdem’den: Küçümseneyim, kötüleneyim, hatta lanetleneyim ne çıkar; Yeter ki, vatanımın gül yüzü solmasın dostlar ağlamasın, düşmanları gülmesin.
            ***
Birdal Can Tüfekçi’den:
Senin aşkın bana
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yazılanlar, yayınlananlar. Okurlarıyla buluşturulan şiirler, yazılar hep önemlilik içinde çıkıyor karşımıza.
Muğla ilimizin Dalaman ilçesinden seslenen buradan bizimle, okurlarıyla yazdıklarıyla selamlaşan Birdal Can Tüfekçi’nin 31 Ağustos 2013 tarihinde kaleme aldığı, okurlarıyla buluşturduğu “Senin aşkın bana” adlı beş ayrı dörtlükten meydana gelen şiiri var gündemimde efendim.
Bu şiirin ilk üç dörtlüğü şöyle:

Sevda değil de bu aşk, çıkar ise amacın,
Sendeki hesap bana, uymaz canım bilesin.
El verirse yüreğin, kabul etse de inancın,
Böylesi bir aşk bana, uymaz canım bilesin.

Kalbim doğrudan yana, hilem varsa namerdim,
Sevdalardan arındım, sen değilsin tek derdim,
Sen mutlu ol yeter ki, kardeş der de giderim,
Böylesi bir aşk bana, uymaz canım bilesin.

Aklıma gelmiyorsun, çok mutluyum bilesin,
Son yazıyor perdede, oyun bitti gidesin,
Artık yüreğim sana, aşklı günler dilesin,
Böylesi bir aşk bana, uymaz canım bilesin..

Birdal Can Tüfekçi kâğıt kalemle yüz yüze geldi mi, yazmaya başlıyor, duygularını kesintisiz anlatmaya başlıyor. Bu çalışmalarıyla da ortaya kalıcılığı yüksek olan anlatımlar, şiirler ortaya çıkıyor. “Senin aşkın bana” adlı şiirinin son iki dörtlüğü:

Bundan sonra bir daha anmam senin adını,
Dilerim çıkarırsın, rezilliğin tadını,
Sürüm sürüm süründe, hatırla bu kadını,
Böylesi bir aşk bana, uymaz canım bilesin.

Bağın-bahçen olmasın, çöle dönsün yüreğin!
Dertlerin deniz olsun, budur benim dileğim,
Rahat yüzü görme de, dilenirken göreyim,
Senin aşkın bana hiç, uymaz canım bilesin!
            ***
Melahat Ecevit’den:
Yarı yoldan dön
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Melahat Ecevit şiirleriyle olgunlaşmış, arılaşıp durulaşmış kalem ve imza sahiplerimizin başında geliyor.
O, Isparta ilimiz merkezinden, net, anlaşılır sesler getiriyor, yansıtıyor. ‘Yarı yoldan dön” başlıklı bir şiiri var Melahat hocanımın masamda. Bu şiir altı dörtlükten meydana geliyor. Gitme, kalmasın gözün arkada, uzatma yolunu yarı yoldan dön uyarısıyla söze başlanılıyor. Olmadık duanın farkına varmak gerektiği hatırlatması da ekleniyor.
Sonra bu şiiri iki dörtlüğünde şöyle sesleniliyor:

Hasrete firiftar ettin başımı,
Oyuk oyuk oydun sabır taşımı,
Beraber yiyelim lokma aşımı,
Beni seviyorsan yarı yoldan dön!

Dualarım sana avuç açarken,
Sen başkasın diye ayrı seçerken,
Niye uğramadın gelip geçerken,
Beni seviyorsan yarı yoldan dön!

Ve bir başka dörtlüğünde bu şiirin Melahat Ecevit hocanım;
Biliyorsun sensin benim baş tacım
Mal mülk, paraya yok hiç ihtiyacım
Yalnız sana mecbur, sana muhtacım…
Şeklindeki duygu samimiyetiyle seslendikten sonra, kalan iki dörtlüğündeki duygularını şöyle ortaya koyuyor:

Seninle ikimiz ne günler gördük,
Şimdi perdelerin hepsi örtük,
Öyle sarhoşum ki, hem de kör kütük,
Beni seviyorsan, yarı yoldan dön

Bütün eşyalarda bir bir anı var,
Maziyi anlatan söyler yanı var,
Az kaldı sevenin çıkar canı var,
Beni seviyorsan yarı yoldan dön!..
            ***
Mustafa Erol’dan: Dikenli Yol
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür Ajansın sahibi ve yöneticisi değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin’den gelen kitaplardan birinin adı: Dikenli Yol.
Şairi: Mustafa Erol.
168 sayfayla, Kültür Ajansı Yayınlarının 211. kitabı, yayını olarak Günyüzü gören ‘Dikenli Yol’un Takdim yazısı Prof. Dr. Hanifi Vural’a Tokat’ın Akbelen Kasabasından şair Mustafa Erol (Kerimoğlu) başlıklı ikinci takdim veya sunuş yazısı Ali Baş (Ozan Sezini) ye ait. Bu iki imzanın görüşlerinden:
1-Kerimoğlu’nun son kitabı olan Dikenli Yol, diğer üç eserine göre şiir estetiğine daha yakındır denebilir (Prof. Dr. Hanifi Vural)
2-Kerimoğlu artık Yunuslaşmış, Mevlâsını özlemeye başlamıştır. Şiirleri saf kara kovan balı gibi hoş ve lezzetli olmaya başlamıştır (Ali Baş)
Mustafa Erol-Kerimoğlu;”Şiir gönülden sökülür. Beyine kazılır. Dudaktan dökülür, kâğıda yazılır” görüşüyle dikkat çekiyor.
Dikenli Yol adlı şiir kitabı içinde yer alanların, hece vezni tekniğiyle yazılmış, kaleme alınıp sayfalara aktarılmış olması, ayrı bir özellik, güzellik olarak dikkat çekiyor.
Kitabın ilk şiiri 9. sayfada ‘Unuttun mu?’ başlığıyla karşımıza çıkıyor.
Sekiz ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiirden:

Gönlümüzde bile kurmuştuk tahtı,
Ben unutamadım, sen unuttun mu?
Yaradan adına yapmıştık ahtı,
Ben unutamadım, sen unuttun mu?.

Kerimoğlu’nun da son bir sözü var,
Sevda yolu yokuşu var, düzü var,
Gözlerinde gözlerimin izi var,
Ben unutamadım, sen unuttun mu?.

Mustafa Erol (Kerimoğlu), şiirlerinin son dörtlüklerindeki ilk mısralarının ilk kelimelerinde adından (Kerimoğlu’ndan) söz ediyor, kaydediyor. Halk ozanlarının genel özelliğinden örnekler veriyor.
Şiirlerindeki konu zenginliği, işleniş biçimi, şekillendirilişi, Mustafa Erol’un/(Kerimoğlu’nun) ayrı bir özelliğini, farklılığını ortaya koyuyor.
Tebriklerimi sunuyorum efendim.
            ***
Mehmet Nuri Parmaksız’dan:
Hasretin Nârında
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mehmet Nuri Parmaksız, birbiri ardına yayımladığı kitaplarla dikkat çekmeye devam ediyor.
Kısa adı İLESAM olan, Türkiye İlim, Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin Genel Başkanlığı görevini başarıyla yürütmekte olan Mehmet Nuri Parmaksız Aşka Dair duygularını ‘Hasretin Nâr’ında’ başlığı altında toplamış.
Denemelerden meydana gelen bu kitapla da alınan edebiyat yolculuğu mesafesindeki uzunluk dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin hocanın, iki sayfalık bir önsözü, bir sunuşu var Mehmet Nuri Parmaksız’la ilgili, eserleriyle ilgili. Nurullah Çetin hoca görüşlerinin bir yerinde:
“Aşk konulu bu denemeler toplamında o, aşkı modernist bağlamda kısır bir çerçeve içine hapsolmaktan kurtararak, çok daha geniş bir atmosferde irdeleme yoluna gidiyor” diyor.
Merkezi Ankara’da bulunan ürün yayınları arasında Günyüzü gören kitabın adı olan ilk anlatım, ilk deneme “Hasretin Narında” başlığıyla karşımıza çıkıyor.
Buranın bir yerinde:
“Uykularımda uykusuzluk, gözyaşımda umut; dualarımda imansın. Sana ulaşmak için kaderim yanmaksa gülüm, razıyım ben özleminle yanmaya, sonsuz mutluluğun adı vuslatı beklemeye” derken, açık sözlülüğünü gösteriyor Mehmet Nuri Parmaksız, Zaten, aşkta açık sözlülük geçerli değil midir?.
Yer yer şiirlerle de karşılaşıyoruz Mehmet Nuri Parmaksız imzalı. 40. sayfada karşımıza çıkan, “Geceyi gündüze boyuyorum” adlı şiir verdiğimiz örneklerden biri..
Sessiz odalardan, renkli adalardan söz ediyor şairimiz.
Keyfine diyecek olmadığını söylüyor, dünyayı yeniden keşfettiğini anlatıyor..
Ve arkasından şu mısralarıyla karşımıza çıkıyor:

Kuşlar yol gösterin bana,
Geceyi gündüze boyuyorum,
Güneş doğuyor içime
Allah’a şükrediyorum..

Mehmet Nuri Parmaksız, her yeni kitabıyla, yeni ufuklardan bakıyor uzaklara..
            ***
        Ahmet Tufan Şentürk güçlülüğü
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin, edebiyatımızın usta kalemlerinden, rahmetli Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizin yazdıkları, yayınladıkları hep güçlülük, kalıcılık içindeydi.
Bugün bu görüşlerimizin doğruluğunu görüyor ve yaşıyoruz.
Ahmet Tufan Şentürk hocanın iki şiiri var bugünkü yazımın gündeminde.
İlk şiirin adı 1944 yılında kaleme alınmış “Yollarım gurbetten gurbete benim” adının taşıyıcısı, başlığının getiricisi.
Beş ayrı dörtlükten meydana gelen anılan şiirin iki dörtlüğü efendim:

Yıllar gelip geçti bak bir gün gibi,
Her şey hatırımda sanki dün gibi,
Ucu bulunmayan kör düğüm gibi,
Yollarım gurbetten gurbete benim.

Beddua etmişler, gülme demişler,
Sürün dizin dizin, ölme demişler,
Gittiğin yollardan gelme, demişler,
Yollarım gurbetten, gurbete benim.

Bu şiirde, görüldüğü gibi hüzün var, kırgınlık var, yaz ve kış yolların kapalı oluşundaki imkânsızlıklar var.
Başkalarının sılaya döndüğünü gördükçe, kendisinin gidemeyişi karşısındaki burukluklar var Ahmet Tufan Şentürk hocanın.
İkinci Ahmet Tufan Şentürk şiiri 06 Ağustos 2001 tarihinde kaleme alınan “Sen iste kurban olayım” başlıklı şiir sütunumuzda yeralan. Bu şiir dört ayrı bölümden oluşuyor.
İlk iki mısrası: “Sokaklara gölgen düşmüş/Güneşe kurban olayım” şeklinde başlıyor.
Sonra iki bölümündeki Ahmet Tufan Şentürk duyguları efendim:

Dağılmış tel tel saçların,
Yay gibi hilal kaşların,
Elin, dilin, bakışların,
Yanan benim, yakan sensin,
Ateşe kurban olayım..

Gece yıldız gündüz güneş,
Yazın rüzgâr, kışın ateş,
Canımın içindeki can,
Damarımda dolaşan kan,
Sen iste kurban olayım.
            ***
Artvinli Âşık İbrahim Kara’nın bir şiiri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Anadolu Basını içerisinde, yayınlarıyla, sürekliliğiyle dikkat çeken, iz bırakan gazetelerimiz vardır.
Bunlardan biri, önde geleni, Serhad Artvin Gazetesidir.
Serhad Artvin Gazetesi, yerel haberleriyle, sayfalarında yer alan kültürel ağırlıklı şiir, yazı ve araştırmalarıyla gündemimizde kalmaya devam ediyor.
Bu gazetemizin, Serhad Artvin’in sayılarından birinde, Aşık İbrahim Kara’nın “Çanakkale’nin Kurtuluş Savaşı geliyor” başlıklı şiiri dikkat çekti.
Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiirin ilk iki dörtlüğü şöyle:

Çanakkale savaşının kuvveti,
İmandan, inançtan, Haktan geliyor.
Vatan sevgisinin aşkı, niyeti,
İmandan, inançtan, Haktan geliyor.

Atatürk beraber, Hakresurullah,
Bile bile şehit oldular vallah,
O duyguyu veren yaradan Allah,
İmandan, inançtan, Haktan geliyor.

Sonra Aşık İbrahim Kara mısralarıyla duygularını ortaya koymaya devam ediyor.
Allah Allah seslerinin göklerde çınlayışı, yenilmez gülleyi yenen kuvvetin yüreklerde, gönüllerde bulunduğunu anlatıyor uzun uzun…
Ve son dörtlüğünde şu mısralarıyla çıkıyor karşımıza:

Âşık Kara, inanmayan yanılır,
Yanılanlar hep divanda yenilir,
Türk Milleti sonsuza dek anılır,
İmandan, inançtan, Haktan geliyor.

Serhad Artvin Gazetesi yöneticilerini, şiire, kültürel ağırlıklı yazılara yer verdikleri için kutluyorum efendim.
            ***
Tebriz Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bana ulaşan kitap, dergi, bülten ve öteki yayınların gelişleri farklı kanallarla oluyor, gerçekleşiyor.
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür Ajansın kurucusu, sahibi ve yöneticisi, değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin’den gelen kitaplardan bir yenisi, bir başkası, Nabi Kobotarian imzasının taşıyıcısı, “Tebriz Aşıklık Geleneği ve Aşık Edebiyatı” adıyla Günyüzü görmüş, 350 büyük sayfalık kitap.
Adana’da ‘Karahan Kitabevi’nde basılmış, yayınlanmış.
Kitabın sunuş yazısı, Ceyhan Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’ye ait. Prof. Dr. Erman Artun kitaba dair görüşlerini ortaya koymuş iki sayfada.
Altı bölümden oluşan kitabın bölüm başlıklarında yer alanlar: İran Türkleri hakkında genel bilgiler, Azerbaycan ve Tebriz’e ait genel bilgiler, Tebriz aşıklık geleneğinde biçim ve tür, Tebriz aşıklık geleneğinde üslup, Günümüzde Tebrizli aşıklar ve eserlerinden örnekler, şeklinde karşımıza çıkıyor, çıkarılıyor.
İran Türkleri hakkında bilgiler verilirken, detaylı bir araştırma ve incelemenin sonuçları aktarılmış sayfalara.
Bunlardan:
İranda Türklerin yaşadığı bölgeler, Azerbaycan bölgesi Türkleri, Türkmen Bölgesi Türkleri, Horasan Türkleri, Türkmenler, Kaşkay Bölgesi Türkleri, Avşar Türkleri, Halaç Türkleri, Kaçar Türkleri, Karapapak Türkleri, Ebi Verdi Türkleri, Diğer Türk toplulukları, satırbaşlarıyla karşılaştığımızı görüyoruz.
Kitabın arka sayfalarında, değişik fotoğraflar yeralıyor, yayının zenginleştirilişi sağlanmış.
Sayfa 215’e bakıyoruz.
Burada, Tebriz aşıklarından Tufarganlı Abbas’dan ve onun farklı insanları anlatan bir şiirinden dörtlüklerin nakledildiğini görüyoruz. Altı dörtlükten meydana gelen bu şiirden:

Ay ağalar gelin size söyleyim:
Ala garga suh terlanı beyenmez.
Oğullar atanı, gızlar ananı,
Gelinler de gaynananı beyenmez.

Nabi Kobotarian’ın bu başarılı araştırmasından, yayınından dolayı, kutlanması, alkışlanması gerektiğini belirtiyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
            ***
 Ahmet Tufan Şentürk  duygularından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin beş yıldızlı çınarı rahmetli Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizin şiirlerinden birinin adı “Son durak”. Bu şiir beş ayrı bölümden oluşuyor.
Ölüm temasının öne çıkarıldığı “Son durak” daki Ahmet Tufan Şentürk anlatımları:

Toprak tohum bekler,
Yağmur bekler,
Mezarcı ölü.

Hasta yaşamak ister,
Sevmek ister,
Mezarcının çocukları,
Ekmek ister.

Ölü zengin, ölü fakir,
İmam hazır başucunda,
Ağlamak marifet değil..

Toprak alıp kabul etti,
Bir dua, bir dua daha,
Mezarcının işi bitti.

Bu kadar içten, bu kadar samimi, bu kadar gerçekci duygularla ortaya konulanlar, ancak Ahmet Tufan Şentürk hoca tarafından yazılırdı, yazılabilirdi.
O’nu özlüyor, özlüyorum.
Yine Ahmet Tufan Şentürk ustanın, hocanın bir başka şiiri “Var selam söyle” adıyla karşımıza çıkıyor.
Bu şiir ağabey Mustafa Şentürk’e ithaf edilmiş. 9 ayrı dörtlükten meydana geliyor bu şiir.
İki dörtlüğü şöyle “Var selam söyle” nin:

Yıllar var ki ayrı kaldım sılamdan,
Git kardeş sılama var selam söyle.
Kavuş köyümüze dolaş beni an,
Git kardeş sılama, var selam söyle.

O gurbet ellerde yastadır dersin,
Sıla hasretiyle hastadır dersin,
Bu gönülden kopan bestedir dersin,
Tufan’dan sılama var selam söyle.
            ***
Alâeddin İkican’dan üç ayrı şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, yazarlarımız anlatımlarıyla dikkat çekerler.
Duygularının dışa vurumu, dile getirilişi, sayfalara aktarılışıdır bunlar.
Alaeddin İkican, Kırklareli ilimiz merkezinden sesleniyor şiirleriyle araştırma ve yazılarıyla.
Üç ayrı şiiri, anlatımı var masamda Alaeddin İkican’ın.
Duygu fartınası, Sonbahar Büyüsü ve Muhtar dostlara adlarının taşıyıcıları bu şiirler efendim.
Muhtar dostlarına seslenirken muhtarlığın, cesaret, azim ve irade isteyen bu alandaki hizmetlerin ortaya çıkarılması çalışmalarının önemi üzerinde durarak bir dörtlüğünde şöyle sesleniyor Alâeddin İkican:

Muhtar olmak istiyorsan,
Seçim kazanmak yetmez sana.
Göreve bağlı kalacaksan,
Özveri, fedakârlık gerekir halkına..

Sonbahar büyüsü adlı şiirinde ise şairimiz, Sonbaharın öteki mevsimlerden farklı olduğu noktasında hareket ediyor, yazın bittiğini anlamakla, sonbaharın gelişinin anlaşıldığı üzerinde durarak dört dörtlükten meydana gelen şiirinin bir dörtlüğünde şöyle çıkıyor okurlarının karşısına:

Baharın ilkinde yeşerir ağaç,
Sonbaharda kalmaz ne dal, ne saç,
Tabiat bu mevsimde kalır ota çiçeğe aç,
İşte budur, sonbaharın büyüsü.

Ve arkasından, Duygu fırtınası içinden, karmaşıklığından seslenir Alâeddin İkican. Buradaki duyguları zaman zaman düzensizlik içinde karşımıza çıkar.
Bazen düzelir, sıralanır anlatımları. Bu şiirin bir dörtlüğünde de şöyle seslenir şairimiz:

Nasıl da geçiyor, koşar gibi zaman,
Hiç anlamadım ömrüm bitti inan,
Mutlu görür, bakanlar halime,
Kimse bilmez, çektiklerimden bir kelime.
            ***
Bediz Doğan’dan:
Yılmaz Güney’in bilinmeyenleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitaplar, dergiler, gazete ve bültenler yayınlanıyor, sonra değişik kanallarla bana ulaşıyor, ulaştırılıyor.
Bunların sayfalarındaki gezintilerimi bu vesileyle sürdürüyorum.
Merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajansın kurucusu, sahibi ve yöneticisi değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin aracılığıyla bana ulaşan kitaplardan yenisi, bir başkası:
Bediz Doğan imzalı, 104 sayfalık “Yılmaz Güney’in Bilinmeyenleri” adının taşıyıcısı.
Kitap, Kültür Ajans yayınlarının 192. olarak gün yüzü görmüş.
İlk iki sayfada verilen bir önsöz var.
Buranın bir yerinde:
“1977 yılında Dünya gazetesinde yayınlanan röportajı tekrar kaleme alıp, o yılların perde arkasını ve meydana gelen olayları kitabımda anlatma ve okuyucuları aydınlatma ihtiyacını duydum” denişinden anlıyoruz ki, önsöz kitabın yazarı Bediz Doğan’a ait.
Kitabın iç sayfalarına bakıyoruz, Bediz Doğan’ın gazetecilik anıları bütünlüğü içinde Yılmaz Güney’le tanışma arzusunun büyüklüğü ve vazgeçilmezliği noktası hareket merkezi olarak görülüyor.
Yılmaz Güney’in Kayseri cezaevinde tutuklu bulunduğu günlerde kendisiyle yaptığı röportajı ve izlenimleri geniş yer tutuyor anlatımlar içinde.
Bunlar arasında, Yılmaz Güney’in bilinmeyen ve kayıp olarak atlandırılan bir dönemine ait ortaya çıkarılanlar görülüyor.
Kitabın 46. sayfasına bakalım ve buradan bazı satırlar nakledelim, sonra noktamızı koyalım:
Yılmaz Güney’in 1974–1981 yılları arasındaki yaşamı yok gibi sanki.
Güney, bu yıllar arasında hiç yaşamamış.
Zaten yaşıyor saymıyorlardı.
Ona yaklaşan seçimlerde; “Hangi partiye oy vereceksiniz?” diye sorduğumda; “Benim oy hakkım yok ki!”diyordu.
Evet, oy hakkı elinden alınmıştı.
Dışarıyla irtibatı yoktu.
Çok doluydu, çok şey anlatmak istiyordu.
Siyasi görüşüyle ilgili düşüncelerini anlatmak için soru sorunca; “Ayaküstü olmaz, zaman yetmez” diyordu.
            ***
Şiir duygularıyla Güzide Taranoğlu
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Edebiyatımızın önde gelen isim ve imzalarından, 30 Aralık 2013 tarihinde vefat eden Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun iki şiiri var masamda.
Bu şiirlerin adları, Doğa kanunu ve Yüreğinle severken.
Doğa Kanununda, sevdanın en tatlı yerinde ayrılığın hiç düşünülmediği noktasından hareket ediliyor.
Bir anda esen rüzgarla her şeyin alt üst olduğu, tek başına kalındığı gerçeğiyle yüzleşiliyor.
Şöyle devam ediliyor:

Şu koca dünyada,
Hasret sarıvermiş dört yanını,
Bir anda acının, dertlerin korundasın,
Lâkin hayatı,
Olduğu gibi kabullenmek zorundasın,
Doğa kanunu var asla değişmez,
Ne aşk, ne sevgi dinlemez.

Ümitlerin, hayallerin birbir kaybolduğu gerçeğiyle karşılaşılır, Yüreklerdeki yokluk acısının giderek büyüdüğü, bir ömür matemin sızının hissedildiği gerçeği kabullenilir.
Arkasından, Yüreğinle severken adlı, başlıklı şiir gelir gündemimize.
Burada kara bir hüznün çemberinden söz edilerek yola çıkılmaktadır.
Ak yarınlara alınacak mesafelerin, yolların zorluğu çıkar karşımıza.
Şöyle devam edilir:

Gönlünden kovamazsın,
Kararmış bulutları,
Yitirirsin usuldan,
Tüm taze umutları…

Çaresiz yüreklerin acısı,
Kolay dinmez,
İstemekle, arzuyla
Hatıralar silinmez..

Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun özlü sözleri de var anlam zenginliği içinde yazılmış.
            ***
İLESAM’dan 2. grupta gelenler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Merkez Kütüphanesine bağışladığım kitapların bir araya getirilişinde, değişik kaynaklardan, değişik isim ve imzaların katkılarıyla gelenler oldu.
Kısa adı İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Genel Merkezinden, Mehmet Nuri Parmaksız ve Cemal Tuzcuoğulları’nın katkılarıyla gelen, kitap dergilerin 2. grubunda yer alanlar, demirbaş kaydıyla düzenlediğim listemin 3296 da başlayıp, 3358 de biten numaralara, bu numaralar arasındaki numaralara kaydedildiler.
Sayın Parmaksız’la sayın Tuzcuoğulları’nın bu katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.
Yukarıda kaydedilen numaralarda yer alan, kitap ve dergilerden bazılarının (imzalarıyla sıralanışı şöyle:
Türkiye’de ve dünyada telif hakları (M.Nuri Parmaksız, Cemal Tuzcuoğulları), Esere saygılı, korsana karşıyız, Erdemli bir hayat için temel düsturlar (Mehmet Yaman), Hevser (Durkadın Karagöl),
Telif hakkı ve okuma kültürü (Cemal Tuzcuoğulları),
Kelebek Ömrü ve Süveyda’ya Mektuplar (Mehmet Nuri Parmaksız),
Mahşerin esrarı (Mehmet Nuri Parmaksız),
Denemeler (Mehmet Nuri Parmaksız),
Mahşere dek (M.Nuri Parmaksız),
Sevgi Rüzgarı (İbrahim Agah Çubukçu),
Bırakıp gittin beni yaralı (Ahmet Ünal),
Duygu şöleni (H.Tulin Şenel),
Karga haber getirdi (D. Nur Atav)
Bir dilek tuttum (Mesut Atav),
Gülpınar Dergisinde edebi portreler (Salih Okumuş, Sabit Bayram)
Kubbealtı Akademi Mecmuası (İstanbul),
Türk Dili Dergisi (Ankara), Akpınar Dergisi (Niğde),
Mavisu Dergisi(Ankara, Erciyes Dergisi (Kayseri),
Feyz Dergisi (Ankara, Yöneticimiz ve biz dergisi(İstanbul),
Çıngı Dergisi (Kayseri),
Diyanet Avrupa Dergisi (Ankara,)
Haber Ajanda Dergisi (Ankara),
Yağmur Dergisi (İstanbul),
Bizim külliye dergisi (Elazığ),
Üslup Dergisi (Ankara),
Sence Dergisi (Ankara),
Ortanca Dergisi (Ankara),
Güneysu Dergisi (Osmaniye),
Berceste Dergisi (Kayseri),
Türk Yurdu Dergisi (Ankara),
Meclis Bülteni (Ankara),
Şanlıurfa Dergisi,
Kalkınmada Anahtar Dergisi (Ankara),
Çözüm Haber Dergisi (Ankara)
            ***
İki ‘Osmancık’ şiiri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Çorum ilimize bağlı, Osmancık ilçesinde haftalık olarak Günyüzü gören, “Osmancık” Gazetesinde yer alan değişik makaleler ve haberler dikkat çekiyor.
165 ve 167 sayılı Osmancık Gazetesindeki köşesinde Abdullah Keskin, Sakin Karakaş ve Mahir Odabaşı imzalı Osmancık şiirlerinden örnekler verdi.
Sakin Karakaş’ın “Osmancık’a gel” adlı başlıklı şiiri 9 ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin iki dörtlüğü şöyle:

Çampınar’ın yaylasını görmek için,
Türkiye’min incisi Osmancık’a gel.
Yol boyunca gelincik dermek için,
Karadeniz güzeli, Osmancık’a gel.

Osmancık’ın düğünleri bir başka olur,
Düğün evine döner, tezgâh kurulur,
Döner ve ayran, pilav üstü sunulur,
Düğünler dernek için, Osmancık’a gel.

Ve Mahir Odabaşı imzalı, bir başka Osmancık şiiri…
Sekiz ayrı dörtlükten meydana geliyor.
Abdullah Keskin’in köşesinde “Çorum’un incisi Osmancık” başlıklı verilen şiirden de iki dörtlük nakledelim.

Oturdum sahile, seyreyledim şehri,
Obruk Barajı çok değiştirmiş nehri,
Sivrisinekte gitmiş, çekiliyor kahrı,
Çorum’un incisi Osmancık…

Irmak kenarları bir güzel şenlenmiş,
Sahile Muhsin Yazıcıoğlu parkı denmiş,
İlçe artık makûs talihini yenmiş,
Çorum’un incisi Osmancık…

Osmancık Gazetesi yöneticileriyle, Abdullah Keskin doğru bir yayın tercihi yapıyorlar.
Tebriklerimi sunuyorum efendim.
            ***
Ali Gözütok duygularından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ali Gözütok yazdıklarıyla, yayınladıklarıyla takdir görüp alkışlanan şairlerimizden.
İki şiiri var Ali Gözütok’un masamda.
Bunların adları: Ustası oldum ve Kıskandılar sevgimi, olarak karşımıza çıkıyor.
Güzelce edebiyat akımının buluşma türünde, tarzında yazılan bu şiirler duygu zenginliği içinde.
İlk şiir Ustası odlumda anlatılanların bir bölümü:

Kara sevda yeli, kalbe dolunca,
Dermansız dertlerin, hastası oldum.
Yâre tutsak, aşka sürgün olunca,
Viran olan gönlün, ustası oldum.

Âşıklar uykusuz eder sabahı,
Göklere yükselir, çilenin ahı,
Döşek mahzun, yastık çeker silahı,
Yaşanan aşkların, bestesi oldum.

“Sevdim, hem öylesine sevdim ki”lerle başlayan, kıskandılar sevgimi adlı şiir uzunca bir anlatımın ürünü.
İki dörtlüğündeki duygular şöyle karşımıza çıkıyor bu şiirde:

İşveli bir bakış eder perişan,
Hicran yarasıyla, yürek dolar kan.
Yıkılır bentleri, gönüller viran,
Kanayan yaramı, saran kıskandı..

Açılmayan güle, bülbül zar olmaz,
Can feda olmazsa, canan yâr olmaz,
Sen olmazsan, sevda var olmaz,
Aşkımı sevdamı, duyan kıskandı..

Kıskananların sayısının hızla artması, Ali Gözütok için bir anlatım zenginliğinin ortaya çıkışı anlamına geliyor.
İnadına seviyor, arzularla doluyor, şifa bulmaz hasta olsa da...
            ***
Pınar Elif Karabal’dan: 7 Mektup
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitaplar yayınlanıp, okurlarıyla buluştukça, buluşturuldukça, anlam ve önem kazanmaya başlıyor.
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür Ajansın kurucusu, sahibi, yöneticisi, değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin aracılığıyla bana gelen kitapların bir yenisi, Masalların Pino’su Pınar Elif Karabal imzasıyla, öykülerden oluşan, 112 sayfalık” 7 Mektup” adlı kitap.
Kültür Ajansı yayınlarının 218. olarak kitaplaştırılan, bizlere ulaşan, ulaştırılan 7 mektupla getirilenler önemlilik içinde görünüyor.
Kısa kısa cümlelerle şekillendirilmiş, birkaç hatırlatma notundan sonra, üçüncü gün başlığıyla verilen ilk öyküyle karşılaşıyoruz.
İlk cümleler 9. sayfadan;
Büyük saatin gonguyla beraber elindeki kalın kitabı kapattı.
Bez ciltli kitap tok bir ses çıkardı. Ayakucunda uyuklamakta olan kedi, biraz sinirle mırıldandı, doğrulup gerindi.
Kitabı bırakan genç kadın, kediyi kucaklayıp açık duran balkon kapısına geldi.
7 mektupla verilenler, bu çerçevede kaleme alınanlar, yaşanmışlıkların ta kendisi. Anlatım yumuşak, sonuçlar hüzün ve sevinçlerle dolu.
Pınar Elif Karabal öyküleriyle dikkat çeken isim ve imzalarımızdan biri olduğunu kanıtlıyor.
Yonca’nın heyecanla, “Sana bir haberim ve bir de teklifim var” deyişi, salataya uzanan babanın merakla ona bakışı, birer yaşam kesiti olarak kitap içinden, kitabın sayfalarından bizimle selamlaşıyor.
Sonra aynı Yonca’nın eve geldiğinde, salonun ışıklarının açık olduğunu görmesiyle, seslenip cevap alamayışının ardından, Baha’nın banyodan çıkıp odasına gidişi anlatımlar arasında yer alıyor.
Arka kapaktaki yazılanlardan anladıklarımız:
Mektubun bir yol gibi oluşu, bir öyküden diğerine gitmenin ta kendisi olduğu hatırlatıldıktan sonra, “Bazen ise gittiği yerde, vardığı yerde meçhuldür.
Kimi ayrılığı anlatır, kimi kavuşmayı” denilişiyle bilgilenenler, hatırlamalar sürüp gidiyor.
            ***
Serhad Artvin Gazetesinden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Anadolu Basını içinde, sanat ve edebiyata önem veren, bu alandaki çalışmalardan, şiir ve yazılardan örneklerle, sayfalarından okurlarına selam ulaştıranların sayısı az değildir.
Bu Anadolu Gazeteleri içinde, şiirlerle, şiir yarışmalarıyla okurlarının karşısına çıkanlar vardır.
Artvin ilimiz merkezinde günlük yayınlanan Anadolu Basının çınarları arasında yer alma, tecrübe ve olgunluğuna ulaşan Serhad Artvin Gazetesinde, değişik şair ve ozanların şiirleri yeralıyor zaman zaman. Bunlardan biri, Aşık İbrahim Kara imzasıyla bize ulaşanlar, ulaştırılanlar.
Aşık İbrahim Kara’nın “Dediler” adlı yedi ayrı dörtlükten oluşan bir şiiri var masamda.
Bu şiirde, Mehmed Ali Birand’la ilgili duygular mısralaştırılmış.
Bu şiirin İki dörtlüğü şöyle:

Devlet büyükleri geldi başına,
Taziye sundular, evlat, eşine,
Ortak olduk, gözden akan yaşına,
Ölüm haktan bize geldi dediler.

Doğan mezarını eşecektir,
Yaptığı görevi taşıyacaktır,
Mehmet Ali Birand yaşayacaktır,
Tarih kucağına aldı dediler.

Âşıklarımızın duygu aktarımı bir başka coşku içinde kendini gösteriyor.
Aşık İbrahim Kara’nın duygularındaki berraklık ve anlaşılırlık, halk ozanlarımızın önemli özelliklerini ortaya koymakta.

Doğum günlerimizde, törenlerimizde sevinip gülerken, cenaze törenlerinde eriyip solduğumuzu bir kez daha Âşık İbrahim Kara mısralarında görüyor ve yaşıyoruz. 

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Teşekürler hocam bilgileriniz için
Eticaret4