HABER….. HABER
Gazeteci-Yazar
Prof. Dr. İsa Kayacan’dan
Burdur
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesine
5
bin 855 kitap ve dergi bağışı
*İsa Kayacan’ın Burdur ağırlıklı olmak üzere, yurtiçi ve yurtdışındaki
değişik
kuruluşlara bağışladığı kitap
ve dergi sayısı toplamı, 36 bin 221’e ulaştı.
ANKARA (Ece Ajans) - Burdur’un ve Burdurlunun tanıtımı için yazı, yayın ve
kitaplarıyla önemli katkı ve gayretleri bulunan, bazen üç yazısından ikisi
Burdur veya Burdurluyla ilgili olan Prof. Dr. İsa Kayacan, kısa adı MAKÜ olan, Burdur
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Merkez Kütüphanesine 5 bin 230., Tefenni Meslek
Yüksek Okuluna 625 olmak üzere toplam 5 bin 855 kitap ve dergi bağışında
bulunarak; Burdur’a yeni bir kültür hizmeti daha gerçekleştirdi...
Bu bağışlar arasında; yerli ve
yabancı kalem sahiplerinin klasikleşmiş eserleri ve bilimsel ağırlıklı
kitaplarının yanında; Türk dünyasıyla ilgili kurultay, panel bildirilerinin
kitaplaştırılmışları, yurtdışı çıkışlı değişik yayınlarla birlikte, sanat ve
edebiyata yönelik, öykü, roman, deneme, derleme, tiyatro, folklor, masal, şiir,
araştırma- inceleme, dini, sağlık, antoloji, ansiklopedi, sendikal alanlarda
yayınlanmış, kültürel zenginliği bulunan kitap ve dergilerle, Anadolu’nun Sesi
Gazetesinin 1 - 88. sayıları ve Türk Haber Ankara Gazetesinin 1 - 16. sayılarına
ait ciltler yanında, İsa Kayacan’ın özel arşivindeki belgeler ve diğer yayınlar
da bulunuyor…
İsa Kayacan’ın MAKÜ’ye yaptığı ve listeler
halinde sıra numarası verilerek kayda alınan, kitap ve dergi bağışları, 72 koli
halinde, Ankara’daki evinden 10 Ekim 2013 tarihinde Üniversite
yetkililerince, Burdur’a götürülmek
üzere teslim alındı.
Böylece, Gazeteci-Yazar Prof. Dr.
İsa Kayacan’ın 1968 yılından itibaren Türkiye genelindeki Eğitim kurumları, kütüphane
ve kitaplıklarla, yurtdışındaki kuruluşlara bağış olarak gönderdiği kitap ve
dergilerin toplamı 36 bin 221’e ulaştı.
Bu bağışların büyük bölümünü, Kültür
Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü aracılığıyla Burdur Merkez
İl Halk Kütüphanesiyle, Tefenni İlçe Halk Kütüphanesine yapılan bağışlarla, Azerbaycan
ve Kerkük’teki üniversitelere yapılan bağışlar oluşturuyor.
2008 yılında, doğum yeri olan
Tefenni’nin Ece Köyüne 8 bin dolayında kitap ve derginin bulunduğu “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”nin
açılışını gerçekleştiren İsa Kayacan’ın MAKÜ’ye yaptığı son bağışlarıyla,
evindeki kitaplığının boşaldığı öğrenildi.
Not: İsa Kayacan’ın kitap ve dergi bağışlarıyla ilgili detaylı
haber ve bilgiler” Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adlı kitabının 570-571. sayfalarında
yer almaktadır.
*
Anadolu’da
90 yıllık bir çınar:
Bartın
Gazetesi
Prof.
Dr. İSA KAYACAN
Anadolu
Basını içinde çınarlaşan gazetelerin sayısı giderek azalıyor. Hele 80 veya 90
yaşlarına doğru adım atıp, bu kadar yıl ayakta kalarak, bugün hala yayınlanmakta
olanların sayısının bir elin parmaklarından fazla olmadığını görüyor,
üzülüyoruz.. Gerçi Anadolu’da gazete yayınlamak, hele günlük veya öteki
periyodlarla süreklilik içinde okurlarının karşısına çıkmak kolay değildir.
Yani her babayiğidin başarabileceği bir yayıncılık ortaya koymak, koyabilmek
sabır istemektedir, emek istemektedir, mücadele istemektedir.
Bugün
Anadolu Basını içerisinde yayınlarını sürdürebilen gazetelerden;1918
yılında A. Remzi Yüregir’in yayına başlattığı “Yeni Adana” Gazetesi,09
Eylül 1922 tarihinde M. Emin Mazlum ve Havva Adıson’un yayına başlattığı
“Antalya” Gazetesi ve 06 Eylül l924
tarihinde İ.Cemal Aliş’in yayına başlattığı “Bartın” Gazetesi günümüzde
yayınlanan çınarların çınarları olarak biliniyorlar. 06 Eylül 2013 tarihinde 3
bin 721.sayısıyla 90. yayın yılına giren, şimdilerde.. 10 günde bir ortalama 4
büyük sayfa, oğul Esen Aliş tarafından titizlikle yayınlamakta olan Bartın
Gazetesi 90. yılın gururunu yaşamakta. Atatürkçü, yenilikçi ve devrimci
ilkelerinden hiçbir dönemde ödün vermeyen görüntüsüyle yayınını sürdürmekte,
genç nesillere örnek olmaya devam etmektedir. Nice 90 yıllara dileklerimizle,
tebriklerimizi sunuyoruz efendim.
Servet
Çınçın’a göre; Türkiye Cumhuriyetiyle yaşıt Bartın Gazetesi yayın hayatına
başladığında Bartın’ın nüfusu 7000 dolayındadır. Evlerde su tesisatı yoktur.
Bahçe kuyularından ve çeşmelerden yararlanılmaktadır. Kurak mevsimlerde
ırmaklardan su taşınmaktadır. Hiçbir işyerinde ve evde elektrik de yoktur. İlk
sokak lambası yandığında etrafında toplanıp hayret ve hayranlıkla karışık
sevinç gösterisi yapan mahalle sakinleri, zamanla evlerine de bağlatmışlar
idare lambasının isli ve sönük ışığından kurtulmuşlardır.
Bartın’da
o yıllarda bir tek araba yoktur. Ne otobüs, ne taksi... İstanbul’a vapurla gidip gelenler köylülere
ve yaşlı şehirlilere arabayı anlatmakta güçlük çekerlermiş.”Öküzlerin çekmediği
araba olmaz, görmeyince inanmayız” derlermiş. Hayvanlar çekmediği halde, nasıl
yürür demir araba diye merak eder dururlarmış. Bartın Gazetesi yayınlanmaya
başladığında bir tek evde mobilya yoktur. Karyola, masa yoktur. Yerde yatılıp, yerde
yenmekte,sette oturulup,hamamlık dolabında yıkanılmakta,bahçeden
doyulmaktadır.Fırından ekmek almak bile yabancılara özgü görülmektedir. Bartınlı
bir kişi fırından ekmek alırsa,ya tarladan buğdayı gelmiyordur,ya da bahçe
fırınında,evdeki ocakta ekmek yapmaya
üşeniyorlardır, diye düşünmektedir herkes.Manav yoktur,meyve satın almak
yoktur,herkes bahçesindeki meyvesine göre meyve veren ağaçlardan yemektedir..
Gaz,tuz
bez dışında alışveriş bol alternatifli değildir.
Yazın
taze, kışın kurutulmuş gıdalar alınır, gramofon dışında radyo, televizyon
,video, müzik seti, buzdolabı, bulaşık makinesi, ütü, mini fırın, tüp gaz gibi
günümüz araçlarından hiçbirinin hayali bile yoktur. İlk gelen radyo olmuştur.
Diğerlerinin gelişi uzun yıllar sonra gerçekleşmiştir.. Hele bilgisayar yeninin
yenisidir. Bartın Gazetesi işte o dönemlerden bu döneme büyük değişiklik ve
gelişmelerin tanığı olarak gelmiş olup, yaşamaya devam etmektedir.(10 Eylül
1992)
Babası
İ.Cemal Aliş’in 1977 yılında vefatından sonra, oğul Esen Aliş
aynı yıl, yani 1977 yılında Bartın Gazetesinin sahipliğini üstlenir. Bu
satırların yazarı İsa Kayacan olarak kendisiyle 1992 yılında yaptığım ve
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün aylık yayınlandığı Anadolu’nun
Sesi Gazetesiyle,1996 yılında yayınladığım “Basınımızın Anadolu Cephesi” adlı
kitabımda yer verdiğim röportajın bir yerinde Esen Aliş, Bartın Gazetesinin ilk
yıllarıyla ilgili şu bilgilerden söz ediyor: Bartın Gazetesinin doğuşu: 5-6
arkadaş eğlence kabilinden el yazısıyla mizahi bir gazete hazırlarlar. Guguk.
Daha sonraları Cemiyet ve Düşünce adını da alan bu gazete 01 Ağustos 1923
tarihinde bir mektup kâğıdına basılarak Bartın Gazetesine doğru ilk adım atılır.
Gazetenin ilk başlardaki “Litograf” ile basılması çalışmaları sonuçsuz kalınca
gazetenin ilk baskısı “Şapograf” (Taş baskı) ile her sayfasında 3 sütun bulunan
esericedit kâğıdına dört sayfa olarak gerçekleşir.
7
ay süreyle bu şekilde tirajı 60-80 adet olan gazete daha sonra matbaada
basılmaya başlar. 49.sayıdan itibaren tipo tekniği kullanılan Bartın Gazetesi
183.sayısından itibaren tamamen Türkçe harflerle okuyucularının karşısına
çıkar, çıkarılır...
*
Göllerimizi, Akarsularımızı kirletiyor,
sonra da ‘yas’ tutuyoruz!
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Denizlerimiz, göllerimiz,
akarsularımız hayatımızın vazgeçilmezleri arasında, hatta başında yer
alıyorlar. Ama bunların farkında değiliz. Elimizdeyken, önümüzdeyken usulüne
göre, yararlanmasını bilmiyoruz. Hoyratça, hovardaca davranıyoruz, Çevre
bilimcimiz yok. Kirlettiğimiz
denizlerimiz, kuruttuğumuz, yok ettiğimiz göllerimize, akarsularımıza karşı sorumluluk duymuyoruz. Arkasından
sözde üzülüyor görünüyor, yas tutar görüntüsü vermeye çalışıyoruz. İnsanoğlu
kadar nankör, insanoğlu kadar ileriye yönelik sorumluluk duygusu ve düşüncesi
olmayan, menfaatine göre hareket eden, kılıktan kılığa giren canlı yoktur.
Denizlerini,
göllerini, akarsularını hovardaca kullanan, çevre bilincinden uzak insanların
yaşadığı ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Çocukluğumuzda
sularında yüzdüğümüz, bir deniz görünümü, güzelliği ve genişliği izlenimi
veren;
Kışlarda
konuğudur tam üç yüz bin su kuşu,
Dikkuyruk
ördeğinde çekiyorsun en başı,
Sen kutsal
hazinem, sen gözlerimin yaşı,
Ey doğa
harikası, ey mavi yeşil türkü! (Mustafa Ceylan) mısralarıyla şiirlere konu olan
Burdur Gölü kurumak, yok olmak üzere. Can çekişiyor. Bu göl, Türkiye’nin en
hızlı kuruyan göllerinden biri olarak biliniyor. Türkiye’nin uluslararası öneme
sahip l3 Ramsar alanından biri olan Burdur Gölü, yağışlarda azalma olmamasına
rağmen, son 35 yılda suyunun üçte birini kaybederek, su seviyesinin l2 metre 25
santim düştüğü görülüyor.
Gerekçe
olarak, gölü besleyen akarsuların üzerine inşa edilen baraj ve göletler, bu akarsuların
Burdur Gölüne ulaşmasını engellerken göl çevresinde açılan çok sayıda sondaj
kuyusu da gölü besleyen yeraltı sularının azalmasına neden oluyor.
Burdur
Gölündeki su azalması, su çekilmeleri için pek çok toplantı düzenlendi, araştırmalar
yapıldı, yetkili yetkisiz herkes konuştu, yazıldı, çizildi.
Doğa
Derneği öncülüğünde etkinlikler, “Kuruyan göller için uluslararası buluşma” toplantıları
düzenlenerek, Türkiye’de ve dünyada kuruyan göllerle ilgili görüşler, araştırma
sonuçları ortaya konuldu. Bu toplantılar sonunda, 9 ülkeden gelen yabancı
konuklar ile Türkiye’den gelen konuklar, Burdur Gölü’nde tekne gezintisi
yaparak incelemelerde bulundular, Karakent Köyündeki pilot tarım sahalarını
gezdiler. “Göl yoksa, Burdur’da yok” sloganları elden ele, dilden dile
dolaştırıldı, hatta “Burdur gölü için yas” tutuldu, dillendirildi, seslendirildi,
ulusal basında “Göle Yas Projesi”ne
destek haberleri yer aldı, ama sonuç değişmedi.
Burdur
gölünde su çekilmesi, gölün kurumaya doğru gidişi devam ediyor.
Dünyada kuruyan
göllerle ilgi pek çok örnek var.
Bunların
sonunda, eski göl etrafında ne hayat kalıyor, ne kuş ve balık türleri kalıyor, kupkuru
bir çölleşme,”eyvahlar, vahlar” çaresizliğin, acizliğin, zavallılığın
belirtileri olarak insanlığın karşısına çıkıyor.
İsrail’deki
Hula Gölü, Yunanistan’daki Koronela Gölü, Avrupa ve Asya’nın en büyük sulak
alanı olan Mezopotamya sazlıkları, Ürdün’deki Azrak Gölü, bugün yok olan sulak
alanlar arasında yer alıyorlar. Afrika’dan kalkıp, değişik ülkelere, Türkiye’ye
gelen göçmen kuşların üremeleri, gönül ferahlatan ötüşleri, seyre doyum olmayan
uçuş görüntüleri, su kuşlarının gönül dünyamızı rahatlatan, kulaklarımızın
pasını silen ötüşleri,giderek nesli tükenen balıkların su içindeki
sıçrayışları, avlanmaları, beslenmemize katkıları giderek unutulmaya başlıyor, unutuluyor
artık.
İnsanoğlu
olarak bayram edelim,muradımıza, muradlarımıza eriyoruz, erdik sayılır!.. Tebrikler,gözünüz
aydın,gözümüz aydın!..
*
Ahmet
Tekeş’den gelenler
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Merkez Kütüphanesine bağış olarak gönderdiğim kitap ve dergilerin
toparlanmasında katkıda bulunan dostlarımdan birisi de gazeteci Ahmet Tekeş
oldu.
Teşekkürlerimi sunmak istiyorum
öncelikle.
Ahmet Tekeş’den gelen kitap ve
dergiler, hazırladığım demirbaş listesinin 3908-3930 sıralı demirbaş listesinde
(bu numaralar arasına) kaydedildi.
Bu yayınlardan bazılarıyla
ilgili kısa bilgiler:
Minik Ansiklopedi: İnsan
vücudu.,
TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları
(Çeviri: Mine Şengel, 64 sayfa) 12 Eylül ve Filistin günlüğü (Adil Okay, 300
sayfa),
Doğu Türkistan’da Çin’in sömürge
politikası (Türk Yurdu yayınları Hazırlayan: Yücel Hacaloğlu), Bayrak Şairi
Arif Nihat Asya, 100. yıl (İLESAM yayını, 80 sayfa)
Bugün (Ramazan Varol, Türkiye
Gönüllü Eğitimciler Derneği, yayını, 64 syf),
Bütün Dünya Dergisi (Ankara,
2011, 2012 ve 2013 yıllarına ait değişik sayıları). Derginin sahibi: Prof. Dr.
Mehmet Haberal, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Gülçin Orkut,
Didim Gündem Prestij Dergisi:
Sahibi: Hasan Eker, Yazı İşleri Müdürü: Murat Kanıtemiz, Sayı:3) Diploatlas
Dergisi: Ankara’da yayınlanıyor. İmtiyaz sahibi: Kaya Dorsan (Sorumlu Yazı
İşleri Müdürü: Kaya Dorsan, Sayı: 20)
Ve kanser yenildi: (Dr. Virginia
Livingston-Wheeler, Türkçesi: Mesut Temiz, 184 sayfa), Kanser, doğal yollardan
yararlanma kılavuzu (Philip, 134 sayfa),
Kanser ve Beslenme: (Dr.
Gülseren Ünsün, 154 sayfa) 100 konuda Avrupa Birliği’nin günlük hayatımıza
etkileri (Açık Toplum Vakfı, yayını, 72 sayfa)
İnsanları iflasa iten israf:
(Dr. İbrahim Ateş, 164 sayfa),
Fotoğraflarla Atatürk: (Ankara
Büyükşehir Belediyesi yayını)
Volkanlar: (Susana Van Rose,
Çeviri: Ülkün Tansel (TÜBİTAK popüler bilim kitapları serisi, 64 sayfa)
*
GÜNÜN HABERLERİ:
1. Fahir Taner’den Cahit
Çelebi’ye, Cahit Çelebi’den Recep Nahit Çelebi’ye intikal eden, günlük
yayınlanan, Tekirdağ Yeni İnan Gazetesi
18 bin 225. sayısıyla 62. yayın yılına girdi.
2. Kilis İlimiz merkezinde Ahmet
Barutçu’nun sahipliğinde günlük yayınlanan Kent
Gazetesi 52. yayın yılına merhaba dedi…
3. Şair, Yazar ve Araştırmacı
Abdülkadir Güler’in hayatının değişik kesitlerle sanat ve edebiyat dünyamızdaki
geçmişinin kaleme alınacağı “Elli Yıl
Böyle Geçti” adlı kitabının yakında yayınlanacağı öğrenildi.
*
Naci
Alan’dan gelenler
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi Merkez Kütüphanesine bağış olarak gönderdiğim kitap ve dergilerin
bana ulaşmasında katkıları olan dostlarımdan biri, Anayurt Gazetesinin Genel
Yayın Yönetmeni gazeteci Naci Alan ilk sıralarda yer aldı.
Anayurt Gazetesi kitaplığından
gelen 3714–3907 demirbaş numaralara (bu numaralar arasında) kaydedilen Naci
Alan aracılığıyla bana ulaşan kitaplardan bazılarıyla ilgili kısa bilgiler:
Kalp krizi hakkında her şey:
(Prof. Dr. İsa Durmaz),
Şer Üçgeni: (Muhsin Akıl),
Fırtınalar: (Halil Cibran),
Yalnızlık yağmurları: (Yılmaz
Çamdalı), Aşkı unutan adam (Hüseyin Özbay),
İnadına dünya: (Halil Demiröz),
Atatürk’ü tanımak ve anlamak:
(Behzat Şaşal),
Gazetecilik ve ahlak: (Çağdaş
Gazeteciler Derneği yayını),
Ne haber. (Mustafa Arslan), Şuayip
Özcan’ın kaleminden,
Küresel Almanak: (Mustafa Nevruz
Sınacı),
Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı
(1988),
Siyasetin Mart Kedileri
(Süleyman Duman),
80. doğum yılında Şair Ahmet
Tufan Şentürk: (Prof. Dr. Saim Sakaoğlu),
Diken-Hükümet sistemleri: (Hasan
Hüseyin Memiş),
Çığlığa çağrı: (Yusuf İpekli),
Yağmur duaları: (Lokman Bal),
Sessiz çığlıklar: (Nursen Ateş),
Kara kutu: (Berin Küçükşahin),
Atatürk’ten Demirel’e
cumhurbaşkanlarımız: (Remzi Uydum),
Gönlümden damlalar: (Gülten
Ertürk),
Hüzün sabahı: (Mustafa Semerci),
Gitmem lazım: (Murat Avcı),
Şiir diliyle İslam tarihi:
(A.Yaşar Erdoğan),
Bitmeyen öyküler: (Alev
Çukurkavaklı),
Güller dikenler: (Cemal Gören),
Dağlar: (Tayip Sağ),
Yenilmez ölüme sevdamız:
(K.Alper Özdemir),
Bugün ayrıldım: (Fatih Kılınç),
Deli mavi sevdalar: (Hatice Ak),
Bir günde dört mevsim: (Sergül
Vural),
Gönül bağım Kastamonu: (İsmail
Kara),
Elma yeşili akşam: (Mustafa
Ünver).
*
Nazlı
Aykut’dan gelenler
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Merkez Kütüphanesine bağış olarak gönderdiğim kitap ve dergilerin bana geliş
şekilleriyle ilgili verdiğim bilgileri zaman zaman aktarıyorum.
8. sınıftan yeni mezun olan,
torunum Nazlı Aykut, çocukluk günlerinde okuduğu kitaplardan bazılarını, Burdur
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesine bağış olarak gönderilmek üzere bana verdi.
Nazlı’nın verdiği kitaplar,
hazırladığım demirbaş listesinin 3669 ve 3675 numaralar arasındaki satırlara
kaydedildiler. Nazlı’nın bağış olarak verdiği kitaplarla ilgili kısa bilgiler:
1- Dede Korkut Hikâyeleri:
Metin Barak. Gonca Yayınları, 2.
baskı. Ankara, 2004. İlk hikâye; Gelimli gidimli Dünya”dan: Türk edebiyatı
tarihinin en önemli isimlerinden Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün bir sözüyle
başlamak istiyorum: “Bütün Türk Edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u
öbür yüzüne koyarsanız, yine Dede Korkut ağır basar”.
2- Martı:
Jonathan Livingston-Bir
öykü-Rıchard Bach. Epsilon. İç kapakta “Nazlı Aykut, 8-D 247” notu var. Ayrıca
“Ekim” diye yazmış Nazlı. Kutabın fotoğrafları Rusell Munson, Çeviri: kader Ay
Demireğen imzasının taşıyıcısı.
3- La Fontanie Masalları:
Uyarlayan: Cansu Fırıncı.
Ankara, 2005, Nazlı “Sevgili Anneme, çok kitap okuması dileğiyle, Kızın Nazlı,
02.06.2008” diye yazmış.
4- Heidi:
Johanna Spyrı. Milli Eğitim
Bakanlığı 100 temel eser dizisi. İskele yayınları. 120 sayfa. Nazlının “seni
canından bile çok seven kızın Nazlı” notu var.
5- Sokak Çalgıcısı:
Paul Berna. Beyaz Balina
Yayınları - İstanbul.
104 sayfa, Nazlı’nın “Nazlı
Aykut, 3-A, 247” notu var.
6- Tom Amca’nın Kulübesi:
Harrıet B. Stowe. Beyaz Balina
Yayınları, Çocuk klâsikleri serisi. 30, Beşinci baskı, 2005. Yetmişiki sayfa.
7- Yazgülü:
Ayşe Yamaç. Bu Yayınevi. Gençlik
romanı Gerçek Yaşam. 3. baskı 2011. İstanbul. Kitabın adı olan Yazgülü, “Elindeki
su bidonları, boyunun yarısından fazlaydı” diye başlıyor kitap. 238 sayfa.
*
İnsaf
Kılıç ve İsmail Kara’dan birer şiir
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
İnsaf Kılıç, kısa adı AGİKAD
olan Ankara Girişimci Kadınlar Derneği Başkanı.
Şiirleri var anlam yüklü
mısralardan oluşan.
Bu şiirlerinden birinin adı 5
ayrı bölümden oluşan “Gelinciğim” adlı şiiri efendim.
İlk bölümünde bu şiirin İnsaf
Kılıç şöyle seslenmekte:
Kırmızından al da moruna kadar,
Kadın gibi anlamlı, ten gibisin,
Kadife dikenlim çok ol çiçeğim,
Beni temsil eden sen gibisin,
Şiddete dur diyen ben gibisin.
İpek gibi narin yapraklardan, sabah
ayazına, hoyrat rüzgârlara dayanmalardan, kavurucu sıcaklardan, gelinciğin bir
insan eliyle solduruluşundan, şifalara öncülüklerden söz ediliyor mısralar
arasında.
İnsaf Kılıç imzalı “Gelinciğim”
adlı, başlıklı şiirin son bölümü şöyle karşımıza çıkıyor:
Gelincik misali koparılmadan,
Kadınlı, erkekli sevgi bütünle,
İncitme kimseyi, nefsine ibret,
Senede bir günde olsa,
Gelincik mesajını, insanlığa göklere
yücelt.
İsmail
Kara, Karozan, şair, yazar ve araştırmacı.
6
dörtlükten oluşan “Karanlık” adlı şiiri var masamda.
Bu
şiirde, günümüzde itibarın parayla sağlandığı, namusun, vicdanın bir pula
satıldığı, pulların simsiyah, karanlık görüntüleri karşısında insanların
seçilemez hale geldiği, herkesin gizli siyaset yaptığı, dans edenlerin, viskiyle
keyif çatanların sayılarının hızla arttığı gibi önemli gerçekler hareket
noktası yapılmış.
İsmail
Kara’nın “Karanlık” adlı, başlıklı şiirinin ilk ve son dörtlükleri şöyle
karşımıza çıkıyor:
Haremiler sarmış, cirit atıyor,
Ortalık toz duman, yollar karanlık,
Kimlere sarılsam beni satıyor,
Dostluklar yalanmış, kollar karanlık.
Karozan diyor ki, bugünde coştum,
Yokluk içinde hep durmadan koştum,
Hayatın dağları aşılmaz dostum,
Gittiğimiz yollar, beller karanlık.
*
Yine
Güzide Taranoğlu şiirlerinden
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Evet, yine Güzide Gülpınar
Taranoğlu şiirlerinden ikisinin mısraları arasında bir gezinti yapacağım.
Bugün masamda bulunan Güzide
Gülpınar Taranoğlu şiirlerinin adları: Ömrümüz sonsuza gider ve Sevemiyorum
adlarının taşıyıcıları.
Beş ayrı dörtlükten meydana
gelen ilk şiirimizde, yağan yağmurdan, esen rüzgârdan, mehtaptan, güneş ve
yıldızlardan söz ediliyor, çeşit çeşit geçen çağlardan, biçim biçim sıra
dağlara kadar uzanan duygularla sayfalara aktarılan mısralar oluşturuluyor.
Ömrümüz sonsuza gider, adlı şiirden iki dörtlük:
Akarsular ve nehirler,
Tek tek kurulmuş şehirler,
Sizleri hep kıskanırım,
Ömrünüz sonsuza gider.
Bizler birer fani kuluz,
Yeryüzünde az kalırız,
Bir gün gelir, yok oluruz,
Sonumuz sonsuza gider.
Sevemiyorum, adlı başlıklı
ikinci şiirde de Güzide Gülpınar Taranoğlu, Eylül yağmurlarının bir sevinç
olmadığından, bu mevsimde bedenlerin asla dinç olmayışından söz ediyor. Uzun
uzun. Bu şiirin bir dörtlüğünde de şöyle sesleniyor:
Sevemiyorum asla, Eylül-Ekim,
Kasımı
Benim için bu aylar, kötülüğün
hısımı,
Çeşitli hastalıklar kuyruklara
giriyor,
Sonbaharın havası, bedbinlikler
veriyor.
Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun
özlü sözleri de var.
Bunlardan bazıları:
- İstesen de arzu ile ölünmez,
Canda neşe yoksa asla gülünmez,
- Küçük mutlulukların büyük
ümidi vardır,
Her kara kışın sonu, bilinir ki bahardır,
- Kabiliyet yoksa ilham alınmaz?
Zorlamayla asla şair olunmaz,
- Çalışanın rızkını bol eder Cenab-ı
hak,
Çalışmayan daima fakirliğe müstehak.
*
Şiir
şiir Güzide Taranoğlu
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Şairlerimizin şiirleriyle ilgili
değerlendirmelerimiz sürerken, şiir şiir duraklarda mola vererek okuduklarımız,
nefeslendiklerimiz olur.
Güzide Gülpınar Taranoğlu
şiirleri sözünü ettiğimiz mısralardan oluşanlar olarak karşımıza çıkar
çıkarılır.
Bir
yağmur sonrası ve Dörtlükler adlı duygu anlatımları, şiirleri vardır Güzide
Gülpınar Taranoğlu’nun. Beş ayrı dörtlükten meydana gelen Yağmur sonrasının iki
dörtlüğü şöyle karşımıza çıkar, çıkarılır:
Yağmur sonrası topraklar,
Nasıl kokar, nasıl kokar.
İçe dolan bu kokuda,
Bereket var, bereket var.
Yağmur sonrası damlar,
Pırıl pırıl kırmızı.
Hepsi bize barınak,
Korur varlığımızı.
Dörtlüklerle bize seslenen
Güzide Gülpınar Taranolu, Bayramların yıl içinde zamanların hası olduğundan,
Bayramların insanlara mutluluk mayası olduğundan hareket ederek, Denizin ve
göklerin maviliğinden, sulara gelen renklerin önemliliğinden söz ediyor mısra
mısra.
Dörtlükler birbiri ardına
sıralanıyor sayfalarda, Güzide Gülpınar Taranoğlu anlatımlarıyla.
Bunlardan biri şöyledir:
Ömür ömür üstüne sarılır yumak
yumak,
Bir yol ki uzar gider, ucu
sonsuz uyumak,
İnsan gözü aleme gözyaşı açılır,
Ve gün gelince yine göz yaşıyla
uçulur.
Güzide Gülpınar Taranoğlu’ndan
bir özlü söz:
- Gerçekler kafalarda birer
kampana gibidir.
*
Dr.
Galip Uzunca’dan iki kitap
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Bursa’dan seslenen, Dr. Galip
Uzunca birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla dikkat çeken isim ve imzalar
arasında yer alıyor.
İki kitabı var Dr. Uzunca’nın
masamda.
Bunlar sırasıyla;
GÜLLER SOLARKEN
Şairin 13. kitabı Güller
Solarken. 130 sayfayla şekillenmiş, yayınlanmış. Atatürk, Çanakkale şehitleri
başlıklı şiirlerle söze başlanılmış. Bunlardan öncede bir beşlik var Galip
hocanın yakışıklı fotoğrafı altında.
Bu mısralar.
Baharın firarıyla, mevsim hazan
olunca,
Şen şakrak gönüllere gayrı
kasvet dolunca,
Terk etti gülzari bülbüller
güller solunca,
Lakin hazanın da ne görkemli
günleri var,
Hüda nasib ederse, ne zevkli
demleri var.
Hece vezni tarzıyla kaleme
alınan, Dr. Galip Uzunca mısralarında uzunluk dikkat çekiyor.
GÜFTEDEN BESTEYE
Dr. Galip Uzunca, besteye giden
yolun, güfteden başladığı gerçeğinden hareket ederek, böyle bir kitap adı
koymuş. 162 sayfalık kitabın ilk sayfalarındaki şiirlerin Erdinç Çelikkol
tarafından bestelenenlerinden örnekler veriliyor. Rep. No. ları da kaydediliyor
sayfalarda. Yakma beni adlı şiir, bestelenen şiir üç ayrı dörtlükten meydana
geliyor. Bu dörtlüklerden biri şöyle:
O hasretin oldu keder,
Yakma beni daha beter,
Sevdiğimi sen bil yeter,
Yakma beni daha beter.
Dr. Galip Uzunca, Bursa’dan
seslenen bir isim ve imza olarak, şiir dünyamızda oldukça önemli mesafelerin
alıcısı ve sahibidir. Kutluyor, tebriklerimle, sevgi ve saygılarımı sunuyorum
efendim.
O, tertemiz sevgileriyle,
anlatım zenginliği ve ustalığıyla, şiir dünyamızın görünen, bilinen yıldızları
arasında yer almaktadır.
*
Türk
ve Dünya klasiklerinden:
Tevfik
Fikret
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Varlık Yayınları.
Yaşar Nabi Nayır..
Bir zamanların, kültürümüzde ön
sıralarda olan bir yayın kuruluşu, bir kültür adamı, ismi.
Kitaplıklarımızda yer alan
onlarca Varlık yayını.
Klasiklerin ardı ardına
yayınlandığı, yer aldığı kültür kuruluşu.
Küçük cep kitabı görünümlü
yayınlar, elden ele dolaşır, el altı kitabı olarak evlerimizde yer alırdı.
Bu yayınlardan biri, Varlık
yayını Yaşar Nabi Nayır imzasıyla, Milliyet Gazetesi imzasının da taşıyıcısı
olan Tevfik Fikret, yaşamı, sanatı, şiirleri olarak 126 sayfalık minik boylu,
zengin içerikli kitap, İskenderun’dan Türkmen ozanı Süleyman Özçelik tarafından
değişik notların yazılışıyla bana gönderildi. Bu kitabın önemliliği nedeniyle,
sayfalarında gezme gereği duydum:
Tevfik Fikret’in yaşamı
sayfalarının başlangıcında şunlar yazıyor; 24 Aralık 1867’de (H.1284)
İstanbul’da dünyaya gelen Tevfik Fikret, Pertevniyal Valide Sultan’ın kâhyası
Hüseyin efendinin oğludur. Büyükbabası Ahmet Ağa, Çankırı’dan gelerek
İstanbul’a yerleşmişti. Annesi Hatice Refia hanım, Sakız Adası Rumlarından
Müslümanlığı kabul etmiş bir ailenin kızıdır. Çok tutucu bir Müslüman olan
annesi, kardeşiyle birlikte 1879’da hacca gitmişti. Dönüşte yolda koleradan
öldü ve küçük Tevfik’i 12 yaşında öksüz bıraktı.
Galatasaray Lisesinde öğretmen
olarak çalışan Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit’le birlikte çıkarmaya başladığı
Tanin gazetesinden kısa süre sonra küserek ayrıldı. Galatasaray Lisesi
Müdürlüğüne getirildi.
Çocukluğunda koyu bir dindar
olan Fikret, dinin softa yobazlar elinde değiştirilerek tarih boyunca nice
kötülüklere alet edildiğini görüp anladıktan sonra büyük bir inanç bunalımı
geçirdi ve sonunda bilimden başka bir şeye inanmayan bir anlayışa erişti.
Sanatıyla ilgili görüşler var
Tevfik Fikret’in. Buranın girişinde yazılanlardan:
Tevfik Fikret şiir yazmaya 13-14
yaşlarında, Galatasaray Lisesindeki öğrenciliği sırasında başladı. Hocası Feyzi
ve sonradan hocası olarak Muallim Naci’nin etkisi altında divan şiiri taklidi
çelimsiz manzumelerle başlamış, gene hocası olan Recaizade Ekrem’in etkisiyle
yazdığı yeni tarz şiirlerinde de ta 1985’e kadar kişiliğini ortaya
koyamamıştır.
1989’dan itibaren şiirleri
Mirsat ve Malumat dergilerinde çıkmaya başladı. Yavaş yavaş dikkati çeken
şiirlerinde Batı edebiyatının etkisi gitgide güçleniyordu. Ressam yaradılışını
meydana çıkaran bir renklilikle dolu doğa tasvirleri, daha sonraki şiirlerinde
göstereceği gücün ilk işaretlerini taşıyordu.
“Kimseden Ümmid-i” başlıklı
dörtlüğü:
Kimseden ümmid-i feyz etmem,
dilemem perr-ü-bal,
Kendi cevvim, kendi eflakimde
kendim tairim,
İnhina tavk-ı esaretten girandır
boynuma;
Fikri hür, irfani hür, vicdani
hür bir şairim.
*
Necdet
Tezcan hocadan
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Necdet Tezcan hoca, Trakya’dan
sesleniyor.
Keşan Önder Gazetesindeki “Nasıl
Eserse” köşesindeki yazılarıyla dikkat çekmeye devam ediyor.
Bu sütunda, önemli görüşler
ortaya koyuyor.
Kitap tanıtımlarıyla, bu
kitapların sayfalarından aldıklarıyla okurlarıyla buluşmaya devam ediyor.
Necdet Tezcan hocanın şiirleri
de var güçlü ve anlam yüklü mısralardan oluşan.
Bu şiirlerden birinin adı:
Bitki-Sel, olarak karşımıza çıkıyor.
İki bölümden oluşan bu şiirdeki
mısralar:
Hastalara uzanan bitki-sel el-ler,
Sonunda kandırmaca havuzunda
düşecek,
Ben onda soluklanırım, nerede
bir pırlanta dize,
Yer güllerine göz atınca
kuraklarım.
Su büyürken sus küçüldü tam bir
evlek,
Çalsın isterim kahkahaların
Boğaziçi senfonisi,
Duyulmaz oldu aşkın çöl rüzgârları,
Biz karın doyururken aynı
tabak/tan,
Duvarlara seslendim dalgalandı
sular,
Bir ömrün haritasıydı son
çobanlar..
Necdet Tezcan hoca, yoksulun
direksiyonundan sesleniyor bir başka şiirinde. Sonranın şimdiki zamanından söze
diyor. Geçmişin çocuksu gölgeleri üzerinde duruyor. Tarihin derinliklerinde
uzayıp gidenlerin satırbaşlarıyla okurlarının karşısına çıkıyor. Kuru dallara
düşen akların gölgelerindeki serinlikle rahatlamak isteyen bir görüntü çıkar
karşımıza Necdet Tescan hocanın anlatımlarında.
Sonunda şöyle seslenir:
Hay huy, huy hay.. aşka zaman
yine kalmadı,
Zamanı sarhoş etsen, başka nakit
yok,
Tünel tünel raylarınca uzak
tuzaklar,
İstasyonlarda unutulmuş uyaksız
uygarlıklar.
Necdet Tezcan hocamızı, buradan
selamlıyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz efendim.
*
Elif
Kılıç’dan: Ömre
bedel
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Şairlerimiz, ozanlarımız,
yazıyor, yayınlanıyorlar. Gazete ve dergilerle, yayınladıkları kitaplarıyla
dikkat çekiyorlar.
Elif Kılıç (Ozan Elifçe), sanat
ve edebiyat dünyamıza attığı yeni adımlarıyla ses getiriyor, dikkat çekiyor.
330 sayfalık “Ömre Bedel” adlı şiir kitabı var masamda. Bana ulaşalı epey oldu.
Aradan epey zaman geçmesine rağmen, sayfalarında gezme fırsatını yenilerde
bulabildim.
Kitap, merkezi Ankara’da bulunan
Kültür Ajansın 78. yayını olarak Günyüzü görmüş. İlk sayfalarda Elif Kılıç’ın
bir önsözü ve biyografisiyle ilgili bilgiler yer alıyor.
Ozan Elifçe, önsözünün bir
yerinde, “Toplumu etkileyen her olumsuzlukta, ozan kendini sorumlu hisseder.
Özden ve içten gelerek duyguyu, sevmeyi, güzelliği, doğruyu temiz yürekle halka
yansıtarak yaşatır” diyor.
Elif Kılıç’ın, Ömre Bedel adlı
şiir kitabının ilk şiiri, dokuz ayrı dörtlükten meydana gelen “Atatürk” adlı şiir olarak karşımıza çıkıyor. Bu
şiirde, Atatürk’e bağlılık duyguları öne çıkıyor, Atatürk’ün liderliği
anlatılıyor.
Bir dörtlüğünde şöyle
sesleniliyor:
Atam ordusuna cesaret verdi,
Türklüğe yenilgi yakışmaz dedi,
Yurda göz koyanı, yerlere serdi
Arıttı düşmandan yurdu Atatürk.
Elif Kılıç, hece vezni
tekniğiyle yazdığı şiirlerinde, sevgiyi, huzuru, mutluluğu, kızgınlık ve
kırgınlıkları, birlik ve beraberlik anlayışı ve beklentisi noktasından hareket
ederek yola çıkıyor. Bu anlayışla oluşturduğu şiirlerinde de başarılı olduğunu
görmekteyiz. Kitabının 204. sayfasında 5 ayrı dörtlükten meydana gelen “Anam”
adlı şiirinin bir dörtlüğündeki duygularını şöyle sıralıyor:
Sevgisi çok derin sıcak,
Bulutsuz gökyüzü gibi.
Can yürekten açar kucak,
Bulutsuz gökyüzü gibi.
Elif Kılıç’ın gelecekte
yazacağı, yayınlayacağı şiir ve kitaplarıyla daha başarılı şiirleriyle
karşımıza çıkacağı yönündeki inancımı belirtmek istiyorum.
*
*
Şiir
şiir Mehmet Cem Yiğit
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Şairlerimizin duygularının
sayfalara dökülüşü olarak kabul ettiğimiz şiirleri arasında, bu şiirlerin
mısraları arasında gezinti yaptıkça, onların anlatım zenginlikleriyle
karşılaşırız.
Bu şairlerimizden biri, Konya
ilimize bağlı, Akşehir ilçemizden seslenen Mehmet Cem Yiğit’dir. O’nun
dörtlükleri, şiirleri var masamda örnek aldığım…
Onun adı adlı şiirinde Mehmet
Cem Yiğit, O’nun adını hiç unutmadığından söz ediyor, hatırlatmasında
bulunuyor, şöyle devam ediyor:
Kimseye benzemez cilvesi, nazı,
Akıllarda kaldı o güzel adı,
Hayali gözümden geçer de bazı,
Ben hiç unutmadım onun adını,
İsterim vermese de busesini.
Mehmet Cem Yiğit, haddini
bilmez, cahil cüheladan örnekler verir bir başka şiirinde. Onların bir gün
insanın başına bela açtığından, bunların oturup kalkmasını bilmediklerinden
söze der, örnekler verir.
Beşlikleriyle, dörtlükleriyle
okurlarına ulaşmaya devam eder Mehmet Cem Yiğit hoca.
Birinci bölümdeki şiirin adı:
En sonbahar, İkinci bölümdeki
şiirin adı, İğneli dildir aşağıdakilerin:
Küresel ısınmalar, bir şeyin
habercisi,
Mevsim oyuncak değil, kışta
bahar da olsa,
Acil önlem almazsak, sonumuz
neyin nesi?
Köşede oturuşumuz, kıştaki yaza
benzer,
Allah korusun bahar olursa, en
sonbahar..
Ak düşler peşinde ışıltılı us,
Bir gün olsun aklını başında
tut,
Fazla ileriye gitme, otur, sus,
Yaşlanmış iğneli dilini de tut..
*
Artvinli
Aşık Zülali’den iki şiir
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Artvin ilimiz merkezinde günlük
yayınlanan Serhad Artvin Gazetesinde şiirleri yayınlanan Aşık Zülali’nin iki
şiiri var masamda.
Bu şiirler, Aldı Zülali ve Aldı
Zülali bakalım ne söyledi? Başlıklarının taşıyıcıları.
İlk şiir, Aldı Zülali başlığıyla
verileni, yedi ayrı dörtlükten meydana geliyor. Tabiatın her yanına rüzgâr
vurmasıyla, çiçeklerin sallandığı, böylece kara toprağın allandığından söze diliyor
öncelikle.
Sonra bu şiirin iki dörtlüğünde
şöyle sesleniliyor:
Dinleyin beyler, ikna edeyim
sizi,
Sağ insana geliyor dünyanın
yazı,
Yaş ağaçlar sürüyor filizi,
Ağaçların dallandığı zamandır.
Der Zülali bitmedi bizim
davalar,
Döksen gözyaşımı, almaz kovalar,
Ağaç dalında kuşlar yapar
yuvalar,
Civcivlerin dillendiği zamanda…
Zülali’nin ikinci şiiri, “Yine
tazelendi gizli yaralar/Ailem aklıma geldi ağlarım” denilecek söze
başlanılıyor.
Altı dörtlükten meydana gelen bu
şiirin iki dörtlüğü şöyle karşımıza çıkıyor efendim:
Dert dikeni gizli gizli batıyor,
Şöyle, böyle derken ömür
bitiyor,
Komşu ocağından, duman tütüyor,
Bizim ocak dumansız kaldı
ağlarım.
Bitir Zülali çok fazla uzatma,
Gelmez yola gitti, daha hiç
gözetme,
Seninde sıran gelecek unutma,
Ölüm sırası tez geldi ağlarım.
*
Mehmet
Cem Yiğit mısralarından
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Şiirimizin usta kalemlerinden,
Konya ilimize bağlı, Akşehir ilçemizden seslenen Mehmet Cem Yiğit’in iki
şiirinin mısraları arasında bir gezinti yapmak istiyorum efendim.
Bu şiirlerin adları, övgün
dillere düşmüş ve ‘şiir’ adlarının taşıyıcıları efendim:
Övgülerin dillere düşmesinin
nedenleri bulunduğu sıralanıyor bu şiirde.
Güzel ve çok hoş olunca, sevgi
pınarlarının coştuğu noktasından hareket ediliyor.
Ve dört bölümlük bu şiirin iki
bölümünde şöyle sesleniliyor:
İpek gibidir yüzü,
Sanki paşanın kızı,
Güzeldir kışı, yazı,
Güzelsin ve çok hoşsun..
O kayısı dudaklım,
Sevdiceğim, bebeğim,
O pespembe yanaklım,
Güzelsin, çok hoşsun..
Ve ‘Şiir’ adlı duygu
anlatımında, eğitimci, şair yazar Mehmet Cem Yiğit, “Dizeler döşendi asfalt
yollara” diye söze başlıyor.
Sevgilinin geçeceği haberinin
alınması üzerine, binaların şaha kalktığı, selama durduğu noktasında hareket
edilerek, maviş gözlü sevgilinin, bekâret kemerinin ince bele takılışı ifade
ediliyor.
Sonraki mısralardaki duygular
şöyle sıralanmakta.
O dünyanın en temiz,
Sade kızıydı,
Klarnetin oynak havasında,
Bir roman kızı,
Havaya ayak uyduran, gönül
yıldızı,
Geçiyordu, gözlerden,
Haydarpaşa’dan.
*
Dr.
Recep Albayrak’tan:
Türklerin
İranı (birinci cilt)
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Rahmetli Recep Albayrak,
Ankara’da önemli kamu kuruluşlarımızdan birinde, önemli hizmetlerden sonra
emekli oldu. Kütahya ilimizin Simav ilçesinde yaşamaya başladı.
Demirci Halıkent Gazetesi başta
olmak üzere pek çok gazete ve dergide araştırmalarını, tarihi belgeleriyle
birlikte yayınladı.
Merkezi Ankara’da bulunan
Berikan Yayınevi yayınları arasında gün yüzü görmüş, iki ciltlik, “Türklerin
İranı-Yakın gelecek” isimli araştırma kitabı, postayla adresime geldi, Recep
Albayrak’ın.
Bu önemli yayının birinci cildi
688 sayfadan oluşuyor.
Altı kısımdan, bölümden oluşan
kitabın bölüm başlıkları; İran, İran’da mülki sistem, Türk nüfusunun istatiksel
değerlendirmesi, Tamamlayıcı hususlar, İran Türkleri, fotoğraflar-bibliyografya
ayırımlarıyla karşımıza çıkıyor.
Uzunca bir sunuş Can Özsoy
imzasını taşımakta.
Prof. Dr. Ramiz Asker’in bir
başka sunuşu dikkat çekiyor.
Albayrak imzalı önsöz kitabın
ilk sayfalarında yer alıyor.
İran, İran tarihi ve medeni
evreler, Güney Azerbaycan Tebriz Encümeni Yönetimi, Meşrutiyet hareketi,
İran’da mülki sistem, 1924 yılında mülki taksimat, İran Türk coğrafyası,
Farsçaya geçmiş Türkçe kelimelere örnekler, Afşarlar, Batı Azerbaycan bölge
valiliği, Zencan Bölge valiliği, bölümler, kısımlar arasında gelişigüzel
aldıklarımız, seçtiklerimiz olarak görülüyor.
Dr. Recep Albayrak: 1951 yılında, Kütahya/Simav/Demirciköy’de
doğdu. İşletme Fakültesinden mezun oldu. “Hacaloğlu”mahlasını kullandı.
İlk kitabı, Azeri Türkçesi Dil
Kılavuzu, Derleme Deneme sözlüğünden sonra, 8 ayrı kitabı yayınlandı.
Değişik gazete ve dergilerdeki
araştırma yayınlarıyla dikkat çekti.
Berikan Yayınevi yöneticilerini
böyle bir yayından dolayı kutluyorum efendim.
Not: Dr. Recep Albayrak 25 Şubat 2013 tarihinde vefat etti.
*
Niğde’den
Akpınar Dergisi
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Anadolu’dan gelen sanat edebiyat
sesleri, önemlilik içinde karşımıza çıkar.
Bu seslerin sürekliliğini
sağlayanlar vardır içten, samimi çalışmalarıyla dikkat çeken
İsmail Özmel, Niğde’den seslenen
isim ve imzalarımızdan.
Avukatlığı yanında, sanat ve edebiyatla
iç içe oluşu, Niğde kültürünü araştırıp, yayınlama gayret ve çabası içinde
oluşu, Onun zirvelere, bağdaş kurup oturmasını sağladığı, kolaylaştırdı.
1960’lı yıllardan itibaren
Anadolu Basını içerisinde yer alan, Niğde Basınında da yer alan gazetelerde
yazdığımı, süreklilik içinde okurlarının karşısına çıktığımı hatırlıyorum.
Masamda, İsmail Özmel’in sahibi
ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı, Kültür, Sanat ve edebiyat dergisinin
Akpınar’ın 44. sayısı var. Sevimli boyutuyla, Abdurrahim Karakoç dosyası
kapakta anons ediliyor.
İLESAM 2012 onur ödülleri Saim
Sakaoğlu, Müjgan Cumhur ve İsmail Özmel’e verildiğine ilişkin ikinci anons
kapakta yer alıyor.
Teşekkürle cevap veriliyor,
kutlanıyor.
Üç kişilik yayın kurulu, 6
kişilik hakem heyeti var kimlik bölümünde.
Yazışma: Yeni Çarşı iş mrk.
B-Blok No:1-5 Niğde. Tlf: 0388 213 12 50
Akpınar Dergisinin masamdaki
sayısında imzalarıyla yer alanlar:
İsmail Özmel, M. İlyas Subaşı,
Abdülkadir Güler, Yüksel Satoğlu Gemalmaz, Mehmet Bahşi, Nihat Kaçoğlu, İsmail
Kara, Osman Baş Hikmet Elitaş, İlhan Koruyucu, Bekir Oğuzbaşaran, Selim Özmel
Kerim Özbekler, Kibar Ayaydın, Filiz Altıok Durak, Osman Aytekin, İlkay Coşkun,
Tamilla Abbashanlı-Aliyeva, Ömer Aydoğan, Refik Erden, Şeklinde sıralanıyor.
İsmail Kara;
Yudum yudum götürdüm,
Döke saça bitirdim,
Ve hoyratça yitirdim,
Ömrümü, ah ömrümü, diye
sesleniyor.
Arkasından Osman Baş, Hayrettin
İvgin hocaya ithaf ettiği şiirinin girişinde;
Sevdalar yıldızlara aktı,
Yıldızlar sevda tuttu bir gece..
Ağustos gecelerinde ay üşüdü,
mısralarıyla dikkat çekiyor.
*
Dr.
Recep Albayrak’tan:
Türklerin
İranı (İkinci cilt)
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Merkezi Ankara’da bulunan (Eti
Mhl. GMK Bulvarı, Bulvar Apt. No:80–1 Maltepe-Ankara Tlf: 0312 232 62 18
Berikan Yayınevi yayınları arasında Günyüzü gören kitaplardan, yayınlardan
birinin adı…,
Dr. Recep Albayrak imzalı,
“Türklerin İranı, Yakın Gelecek” adını taşıyor.
İkinci cilt 689-1378 sayfa
numaralarıyla karşımıza çıkıyor.
Birinci cilt gibi bu cilt de 6
kısımdan, bölümden oluşuyor.
Arasbaran Havzası ve Karadağ
illeri başlığı altında, Arasbaran bölgesi hakkında bilgiler veriliyor.
Buranın girişinde: “Arasbaran,
Azerbaycan’ın önemli mıntıkalarından biridir.
Kendine mahsus doğası,
ekonomisi, insan yapısı, ilk ve aşiretleri, kültürü, dini gelenek ve
görenekleri ile özel bir yere sahiptir” deniliyor.
Sayfa 960’daki Karapapak’ın
çoktan ölmüş lelesine seslenişi var uzunca bir anlatımla verilen. Dörtlüklerden
ikisi:
Bir başını galdırasan, bakasan,
Ben cavanı bir göresen ay lele.
Lazımdı ki dil deyif ağlayasan,
Maa mezer örüyesen ay lele.
Yetmiş ildi avrada ar-idim ben,
Ser keçinen serlere, ser-idim
ben,
Bu on ildi gocaldım, er-idim
ben,
Bir beçere hala düşdüm ay lele.
Bu iki ciltler kitap, İran,
Antik Çağdan bugüne insanlık tarihinin, en önemli medeniyet coğrafyası olduğu,
kadim diller ve halklardan günümüze gelenlerin yarınları da belirleyeceği
noktasından, gerçeğinden hareket edilerek kaleme alınmış.
Türklerin İran’ı adlı kitabın,
özgün içeriği, kaynakçaların doğu ve İran kaynaklı olması, çok sayıda saha
çalışmasına dayanması, akademik çalışmalar için önemli bir kaynak olarak
görülüyor, gösteriliyor.
Tebriklerimi sunuyorum efendim.
Not: Dr. Recep Albayrak, 25 Şubat 2013 tarihinde vefat etti.
*
Hemşehrim
Mustafa Avcı’dan iki şiir
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Yazdığı ve yayınladığı
şiirleriyle dikkat çeken, hemşehrim Mustafa Avcı, Burdur ilimize bağlı Gölhisar
ilçemizden seslenmeye devam ediyor.
Gölhisar ilçemiz merkezinde
haftalık yayınlanan Pınar Gazetesindeki köşesinde bizimle selamlaşan Mustafa
Avcı şiirlerinden ikisi var masamda, gündemimde.
Bu şiirlerin adları: Türkiye ve
Köyümün pınarları adlarının taşıyıcıları...
Sekiz ayrı dörtlükten meydana
gelen ‘Türkiye’m’ şiirinde Mustafa Avcı, ülkemizin güzelliklerinden söz ediyor.
Kurtuluş Savaşından başlayarak, Atatürk önderliğiyle yücelen Türkiye tespitleriyle
mısraları arasından sesleniyor.
Bu şiirin iki dörtlüğü efendim:
Ey Türkoğlu, bu vatan evladısın,
Atan canla savaştı vatan için,
Sen şehit evladı koru vatanı,
Ne istersin, güzelim
Türkiye’den..
Türk ordusu çok destanlar yazdı,
Çok şehitler verdi kanları
vardı,
Türkiye’ye yan bakan tarihe
sormalı,
Mutluyum Türküm, Türkiye
vatanım.
Ve ikinci şiirinde, Köyümün
Pınarları’nda Mustafa Avcı, ağaç oluklardan suların aktığını, yalaklardan
hayvanların sulandığını, harıl harıl akan pınarların sularının uzaklardan
duyulduğunu anlatıyor ve bir dörtlüğünde şöyle sesleniyor bu şiirin:
Köyümün o güzel günlerini,
Arasan bulamazsın izlerini,
Köyümü hayal edip yaşarım,
Pınarı ile güzeldi köyüm..
Mustafa Avcı hemşehrimi kutluyor,
şiir dünyasındaki, temizlik, berraklık görüntüleri için kutluyorum.
*
Dr.
Kazan Dağyakalı’dan:
Bilsen
de, bilmesen de…
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Başlıklarımızda,
zaman zaman şair ve yazarlarımızın isminden sonra eser başlıklarından söze diyoruz.
Bunlar, genelde yayınlanmış kitaplar oluyor.
Bazen de şiir başlıklarından söz
ettiğimiz oluyor.
Tıpkı bugünkü gibi…
Ankara’da
yaşayan, buradan seslenen şairlerimizden Dr. Kazan Dağyakalı’nın bir şiiri var
masamda.
Adı: Bilsen de, bilmesen de..
08 Nisan 2013 tarihinde kaleme
alınmış.
Şiirdeki sevgi bütünlüğü,
derinliği mısralar arasındaki gezintiden önce, başlıkta görülüyor,
hissediliyor.
Her gece başucumda,
Kâğıt kalem,
Sensizliğin,
Tavan yaptığı anlarda,
İçimdeki seni çiziyorum,
Satırlarımda…
Mısralarıyla, her kelimedeki
renklerden, her kelimedeki çizgilerden, yüreğinin sevdalarından, körüklerinden,
yola çıkarak:
“Gözlerini çiziyorum ışıl ışıl Senin
olmadığın zamanlardaki yalnızlığımı çiziyorum kare kare” diye haykırışıyla
çıkıyor karşımıza.
Ardından, O’nun duyduğu, gördüğü
anlarda, uzun hasretleri bölen sevinçlerle konuşuyor.
Günlerin bitişiyle üzülüyor..
Sonra, grilerin yok olup,
renklerin canlanışı başlıyor. İnançlarıyla baş başa kalıyor Dr. Kazan
Yağyakalı..
Şiirinin sonunda şöyle anlatıyor
duygularını:
Anlayacağın;
Seni yaşıyorum,
Gecemde, gündüzümde,
Bilsen de, bilmesen de…
Şiirlerindeki olgunlaşmalarla
bizimle selamlaşan Dr. Kazan Yağyakalı, gelecekte daha güçlü şiirlere imza
atacaktır.
*
Zeki
Çelik’ten: Bekir Konçi
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Zeki Çelik, şair, yazar ve
araştırmacı.
Merkezi Isparta’da bulunan,
Göller Bölgesi Yazarlar ve Şairler Derneği’nin kurucu başkanı.
Kütahya’da yaşayan, buradan
şiirleriyle seslenen Bekir Konçi için bir şiir yazmış Zeki Çelik. Bu şiir beş
dörtlükten oluşuyor.
İlk iki dörtlüğü şöyle bu
şiirin:
Beklenen ilgiyi her an gösteren,
Elinden geleni hediye eden,
Kardeş kıymetini daim bilen,
İnsanca davranan Bekir
Konçi’dir.
Rabbimin lütfunu size sergiler,
Kalemi oynatır, sunar bilgiler,
Ortamda mevcuttur saygı,
sevgiler,
Niyetin iyidir Bekir kardeşim.
Ve üçüncü dörtlüğünde Zeki
Çelik, Bekir Konçi’nin inançlılığından, vefa duygularının zirvede oluşundan,
arkadaşları, dostları arasında ayırım yapmayışından söz ediyor uzun uzun..
Sonra masamdaki Bekir Konçi
adlı, başlıklı şiirinin son iki dörtlüğünde şöyle sesleniyor Zeki Çelik:
Kendini hizmete gerçekten
adamış,
Artıyı, eksiyi kesmiş budamış,
Doğruymuş, dürüstmüş, mert bir
adammış,
Allahtan korkuyor Bekir
kardeşim.
Şairlik yönünü bilmeyen yoktur,
Irakta, yakında kıskanan çoktur,
Muhabbet yönünde, herkese
doktor,
Alkışlar Zekiden, Bekir
kardeşime..
İki dostum birbirine karşı
duyguları, mısralara dökülenler. Her iki kalem sahibini de kutluyor,
sevgilerimi sunuyorum efendim.
*
Orhan
Kural’ın 14. kitabı:
Bay
Gezen
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Prof. Dr. Orhan Kural hoca,
diğer adıyla Bay gezer, birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla dikkat çekmeye
devam ediyor.
Bize gelen, ulaşan yeni
kitabının adı:
Bay Gezen 14. Merkezi
İstanbul’da olan, Han Yayınları arasında, Günyüzü gören 224 sayfalık Orhan
Kural Bay Gezen 14, bir hatırlatmayla başlıyor.
Hatırlatma şu:
Bu büyüklükteki 200 kitap için
ortalama bir ağaç kesilmektedir.
Biz de Silivri Fenerköy’de 15
ağaç diktik.
İki sayfalık sunuş Orhan Kural
imzasıyla karşımıza çıkıyor.
Bir yerinde, “Hangi amaçla
olursa olsun; gezmek, yeni yerler, yeni insanlar görüp tanımak, insanın ruhunu
genişletiyor, dünya görüşüne yeni boyutlar katıyor, yaşamını renklendiriyor”
deniliyor.
İçindekiler bölümünde, sayfasında;
Afrika’nın en ufak Ada ülkesi:
Sao Tome ve Pirincipe’den söz ederek başlanılıyor.
Sonra, Uslu çocuklar Fiji’ye
gider, Doğunun sihri, Batının özgürlüğü: Beyrut, Bir dizi Guyanalar, şeklinde
devam ediliyor.
Sao Tome ve Principe’den
sözedilirken, Melez halkı, taze meyveleri, lezzetli deniz ürünleri, kristal
deniz suyu, upuzun, doğruca göğe yükselen Hindistan cevizi ağaçları, cümlesi
anlatım uzunluğuyla devam ediyor.
Ve bu anlatımın ikinci sayfasındaki görüşlerden:
Deniz kenarındaki kısa bir piste
iniyoruz. Havaalanının kenarında terk edilmiş iki uçak dikkatimi çekiyor. Daha
sonra bu uçakların birer otele çevrildiğini fark ettim.
Değerlendirmişler. Sao Tome
Havaalanı ufacık. Tek bir pasaport kontrol gişesi önünde uzun bir kuyruk var.
Orhan Kural hoca, gezi
alanındaki otoriteliğiyle, “Bay Gezen” unvanıyla yakışıklılığını artırıyor.
Kitaplarının bazıları 7.
baskısıyla okurlarının karşısına çıktı.
Her kitapta farklı coğrafyalar
anlatıldı. 191 farklı havayolu ile bir Türkiye rekoru olan 226 ülkeye uçtu.
Onlarca defa dünyanın çevresini dolaştı.
Yüzlerce ülkenin basın yayın
organlarında haber oldu.
Kitaplarının sonunda da anı
fotoğraflarını ekleyerek, ilginç görüntülerin okurlarına ulaşması yönünde
gayret sarf etti.
Tebriklerimizi sunuyoruz
efendim.
*
Serpil
Kabadayı’dan:
Sevincin
Gözyaşları
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Serpil Kabadayı, hemşehrim.
Burdur ilimizin, Çeltikçi
ilçesinde görev yapıyor.
Eğitim ordumuzun içindeki
öğretmenlerimizden.
Şair, yazar ve araştırmacı.
Yenilerde bir kitabı, romanı
“Sevincin Gözyaşları” adıyla ulaştı bana. 144 sayfalık kitap, merkezi
İstanbul’da bulunan Zinde Yayıncılık yayınları arasında gün yüzü görmüş,
yayınlanmış.
Şiir yazmak, öykü yazmaktan daha
kolaydır.
Öykü yazmak ise roman yazmaktan
daha kolaydır.
İlişki kurmak, toparlamak
bakımından demek istiyorum.
Yoksa her üçünün de kendine özgü
kolaylıkları, zorlukları vardır.
Serpil Kabadayı, romanın
başlangıç yeri ve tarihi olarak 20 Temmuz 1990 Mersin olarak gösteriyor.
İlk bölümdeki giriş sonunda,
“Babam ardında yalnızca sitem dolu bir mektupla ayrıldı onu tanıyanların
ardından.
Sessiz ve geride yığınla soru
işaretiyle “diye söze başlıyor.
İkinci bölüm yine Mersin
başlangıçlı, 10 Eylül 1982 tarihinin kaydedilişiyle veriliyor.
Buranın girişindeki cümlelerden:
“Alelade günlerden biriydi.
Demiryollarında makinist olarak
çalışan babamın Sivas’taki meslek kursuna gitmesi için işlemler tamamlanmıştı”
şeklinde sıralanıyor.
Bölüm on: 108. sayfada başlıyor,
anlatımı devam ediyor Serpil Kapadayı’nın: Sıkıntılarımı unutmuş rüyalar âleminde
yaşıyor gibiydim.
Ankara seferinden yeni döndüm
bir gün Orhan yanıma gelerek:
-Sevinç, eşin çıkmış hapisten
seni soruyordu. Firma yetkilileriyle birlikte içeride çay içiyor. Seni almaya
gelmiş.
Öyle diyordu..
Bölüm on iki: 05 Ocak 1997
Eskişehir açıklamasıyla veriliyor.
İlk cümlesi:
-Bir yıl içerisinde Sinan abim
nişanlanmış. Sevcan’da evlenmişti. Erkan askerden kaçmış ve ben de beşinci
çocuğuma hamileydim…
Anlatımı yumuşak, anlaşılır ve cümleleri
bağlantılı Serpil Kabadayı’nın. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
*
Aydın’dan:
Yeni
Kıroba ve Mücadele Gazeteleri
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Aydın ilimiz merkezinde, günlük
yayınlanan iki gazete var bugün gündemimde.
Yeni Kıroba ve Mücadele
gazeteleri bunlar.
10 Mart 2013 tarihinde
kaybettiğimiz, eğitimci, şair, yazar, araştırmacı ve parlamenter, değerli
dostum Mustafa Kemal Yılmaz’ın yeğeni Birsel Oğuz hanımın gönderdiği, Yeni
Kıroba Gazetesinin üç sayısı, Mücadele Gazetesinin bir sayısı var masamda.
Sekiz normal sayfayla Aydın’da
günlük yayınlanan Yeni Kıroba Gazetesi yıllar önce yazılarımın yayınlandığı
Anadolu gazetelerinden biridir. 48. yayın yılı içerisinde bulunan Yeni
Kıroba’nın kimliğine bakıyorum:
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni:
Recep Başkar,
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Erdal Gündüz… Tlf: 0256 225 1667 Aydın.
Sayfalarda yerel ağırlıklı
haberlerle karşılaşılıyor.
Birsel Oğuz, Eray Ekşi, Özgen
Karaca, Menderes Akdağ imzalı köşe yazıları dikkat çekiyor.
14 bin 525 sayılı Yeni Kıroba
Gazetesinin 6. sayfasında Birsel Oğuz hanım, dayısı rahmetli Mustafa Kemal
Yılmaz’la ilgili anıların okuyucularıyla paylaşıyor.
“O’nu Türkiye’nin her yerinde bulursunuz.
Umurlu’dan çıkmış yola” diye
devam ediyor Birsel Oğuz.
Bugün 89. yayın yılında, bir
çınar görüntüsüyle yayınlanan Bartın Gazetesinin 3703. sayısında “Acı bir
kayıp” başlığı altında, Mustafa Kemal Yılmaz hocanın vefatı duyuruluyor,
“Yaşamı boyu takip ettiği Bartın Gazetesinin hiç bırakmayan” olarak
bahsediliyordu.
Mücadele Gazetesi:
24. yayın yılı içinde 12
sayfalık küçük boyutuyla, Mustafa Çezik’in sahip ve Genel Yönetmenliğinde
günlük yayınlanıyor.
Sorumlu Müdür: Mehtap
Altınkeser, Tlf: 0256-214 10 10. Yerel ağırlıklı haberler, Mustafa Çezik, Güner
Dokuyucu, Etem Oruç imzalı köşe yazıları.
Mustafa Kemal Yılmaz’ı kaybettik:
Başımız sağ olsun, başlıklı ilk
sayfa manşeti ve iç sayfalardaki vefat duyuruları, yazıları. Mustafa Çezik’in
MK. Yılmaz yazısından: Hak ve halk yolunda, Atatürk’ün izinde yürüdü, aynı
yolda yürüyenlere desteğini esirgemedi.
*
Mansur
Ekmekçi’den rubailer
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Mansur Ekmekçi, şair, yazar,
araştırmacı, yapımcı, editör.
Başarılı çalışmalarıyla,
kalıcılık oranı yüksek yazdıkları, yayınladıklarıyla dikkat çekiyor. Şiirleri
var anlam yüklü, duygu zenginliği içinde olan.
Rubaileri ise bir başka
kalıcılık içinde, karşımıza çıkıyor.
Altı ayrı rubası var Mansur
Ekmekçi’nin masamda.
Bunlardan ikisi:
Bugün çalış, yarın da bu günün
hakkını al,
Kinden, nefretten ayrıl sevgi
dergâhında kal,
Kabir göz önündedir, gördüğün
topraktan mal,
Götüremeyeceğin varlığına
güvenme.
Sür demi devranını gönül kuşun
uçmadan
İki kapılı handa, hancı senden
geçmeden,
Vaktini nakitle ecel gelip
seçmeden,
Nasıl olsa ölüm var, gelmeden
muradın al.
Mansur Ekmekçi, her mısrasıyla,
her anlatımıyla, duygu zenginliği geleceğe taşınan mısralarıyla dikkat çeken
isim ve imzalarımızın başında gelmektedir. Bu görüşlerimizin doğruluğunu
rubailerinde de görüyoruz.
Bir gün gelip bedenimizin bir
çukura konacağından, kenara konan tuğlanın toprakla donacağından, o toprağın
tekrar tuğla fabrikasında şekillenip, başka mezarlar için fırınlarda
yanacağından bahseder teker teker, anlaşılır cümlelerle anlatımlarla.
Bunlar Mansur Ekmekçi’nin
yapısındaki inceliklerdir, var olan, başkasına benzemeyen özelliklerdir. İki
rubai naklederek, Mansur Ekmekçi dünyasındaki gezintimizi noktalayalım.
İşte Mansur Ekmekçi duygularıyla
ortaya konulanlar:
Aklını başına topla da uyan,
Bastığın toprağı kokla da uyan,
Nefsini yerinde yokla da uyan,
Yarın uyur isen uyanamazsın.
Bugün tepeleyip bastığın otlar,
Yarın başucunda yine bitecek.
Bugün yaşadığın saraylar,
katlar,
Yarın toprakta toz olup bitecek.
*
Şiir
şiir Gülser Çetin Doğan
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Şiir şiir mısraları arasında
gezdiğimiz şairemiz Gülser Çetin doğan.
Şair, yazar, araştırmacı Mansur
Ekmekçi aracılığıyla Adana’dan bize ulaşan, ulaştırılan güçlü şiirlerin imza
sahibi Gülser Çetin Doğan. ‘Mahşere kadar’ adlı şiiri var masamda bu güçlü
şairemizin.
İlk iki dörtlüğü şöyle anılan
şiirin:
Bırak bencilliği dön bak yüzüme,
Var mısın benimle mahşere kadar
Çağırda geleyim yeter izine,
Var mısın benimle mahşere
kadar?.
Her insanın ayrı ayrı derdi var,
Elbette derdin de bir sebebi
var,
Sevgisiz gönüllerin dünyası dar,
Var mısın benimle mahşere kadar?
Görülüyor ki Gülser Çetin Doğan,
anlatımda rahatlık içinde.
Konu seçiminde zorluk çekmiyor.
Bu nedenle, geleceğe doğru gerçekleştirdiği şiir yolculuğundaki aldığı
mesafeler sağlam, uzun soluklu bir görünüm ortaya koyuyor.
Bu anlayış ve azimle devam
ederse, geleceğin güçlü, önemli ve kalıcı imza sahipleri arasındaki yerini
mutlaka alacaktır diye düşünmek, fazla iyimserlik olmaz.
Şimdi, Gülser Çetin Doğan’ın
‘Mahşere kadar’ adlı dört dörtlükten meydana gelen şiirinin son iki dörtlüğü
üzerine, bu şiirin mısraları üzerine göz atarak noktamızı koyalım:
Arama tabibi çareler sende,
Yıllar yılı baktın ne buldun
tende,
Aşk ile muhabbet inan ki canda,
Var mısın benimle mahşere kadar?
Gülce yorulma bu kadar yeter,
Üç günlük dünyada olmadan beter,
Buraya gelenler bir günde gider,
Var mısın benimle mahşere
kadar?.
*
Cumhur
Kılıççıoğlu’ndan;
Veleye:
Siirt
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Cumhur Kılıççıoğlu, Siirt
ilimizin, bölgemizin, ülkemizin önemli gazetecilerinden, yazar, şair ve
araştırmacılarından.
Mücadele adlı gazetesindeki
mücadeleleri biliniyor, alkışlanıyor, takdirle anılıyor.
O, Ankara’daki Basın
Danışmanlığı günlerinde de kalıcı hizmetlerin altına imza attı.
Sahibi, sorumlu müdürü ve Başyazarı
olduğu Mücadele gazetesi 51. yayın yılı içerisindeki sevimliliği zengin
içeriğiyle Siirt’in, bölgenin önemli yayın organları arasında görünüyor.
Anadolu Basını içerisindeki dikkat çeken görünümüyle Mücadele gazetesi hep
Siirt’ten, Siirtliden haberler getiriyor.
250 sayfayla, 250 fotoğrafıyla,
Cumhur Kılıççıoğlu’nun 7. eseri, kitabı Veleye: Siirt, günyüzü gördü,
yayınlandı, hemşehrileriyle buluştu, buluşturuldu.
Kitap içerisinde, Veleyi’nin kim
olduğu anlatılıyor.
Cumhur’un arşivinden Siirt’in
yakın tarihi görüntüleri veriliyor, Atatürk’ün Şiir ziyareti anlatılıyor, Siirt
ilinden portreler fotoğraf ve biyografilerle sayfalara aktarılıyor.
Onlarca isim ve imza var Siirt
çıkışlı, Siirt kökenli.
Siirt folkloru ve kültürüyle
ilgili bilgiler de ayrıca sayfalara aktarılıyor.
Tam bir Siirt ansiklopedisi
hazırlanmış, yayınlanmış.
Önsöz’de Veleyeli’nin kim olduğu
anlatılıyor. Ve bir nine cevap veriyor:
Bir genç soruyor:
Nineciğim biz Siirt’liler
neyiz?.
Türk mü, Kürt mü, Arap mı?.
Burada üç dil konuşuluyor, yani
Kürt müyüz?.
- Yok evlâdım, Kürtler köyde
yaşayanlardır.
- Peki Arap mıyız?.
- Hayır Araplar Şeyhler ve
Hocalardır.
- Öyleyse Türk müyüz?.
- Bu da değil, Türkler yabancı
memurlardır. Osmanlılardır. O halde biz neyiz, neciyiz?
-Ah evladım biz Veleye’liyiz,
Veleyeli..
Ve Siirtlilerin Veleyeli
oldukları kesinleşiyor.
Cumhur Kılıççıoğlu hocanın
kitabının adı da buradan geliyor efendim, Tebriklerimi sunuyorum.
Sayın Kılıççıoğlu, seni takdir
ediyor, alkışlıyor ve çok seviyoruz.
*
Ali
Gözütok’dan iki şiir
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Ali Gözütok, Burdurlu hemşehrim
olup, Antalya’da yaşayan, şair, yazar ve araştırmacı bir kalem sahibi.
İki şiiri var masamda Ali
Gözütok’un.
Bu şiirler, Gülce edebiyat
akımının buluşma türüyle kaleme alınmış, sayfalara aktarılmış.
İsimleri ‘Gördüm’ve ‘kıyamet
adlarının taşıyıcıları.
Gördüm başlıklı şiir 4 ayrı
bölümden oluşuyor.
Bir bölümünde şöyle seslenmekte
Ali Gözütük:
Neler gördü bu gözler,
Bir bilsen, neler neler!,
Keyfi yerinde olup,
Vara, yoğa gülüşen gördüm,
Gözü gönlü tok,
Fakir fukara ile,
Bir lokmasını bölüşen gördüm.
Kıyamet başlıklı Ali Gözütok
şiiri 5 ayrı bölümden oluşmuş, şekillendirilmiş.
Bu şiirin iki ayrı bölümündeki
duygular şöyle toparlanmış:
Sakın ha sen onu hafife alma,
Kör şeytana uyup, gaflete dalma,
Haram helal yiyip, belânı bulma,
Ateşten bir libas, hardır
kıyamet!.
Taş olur, toprak olur, bütün
canlı bedenler,
Örnek olmazsa bize, eğer önce
gidenler,
Sonumuz ne olacak diye merak
edenler,
Belki ab-ı hayattır, belki kor’dur
kıyamet!..
Vakit saatin dolması
halinde, bir can pazarının yaşanacağı
gerçeğiyle karşılaşmadan, gaflet uykusundan uyanmak gerektiğini de Ali Gözütok
hatırlatmaları arasında görüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder