Burdur’un üzerindeki ‘Isparta
gölgesi’ (1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur ve Isparta, komşu iki il. Yıllardır
bulutlanan havaların sonunda yağan, yatırım ve kuruluşların açılış fazlalığıyla
ilgili yağmurlar hep Isparta’nın üzerine yağdı, yağdırıldı. Sıra Burdur’a
gelince, havalar birden açıverdi, Burdur fazla güneş almaktan sıkıldı, renginde
belirsizlikler oluştu.
Böyle bir görüntünün varlığını 1960’lı
yıllardan bu yana izlemeye başladım. Isparta doğumlu olarak, Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü, Adalet Partisi Genel Başkan Yardımcılığı, Genel Başkanlığı,
sonraki yıllarda Doğur Yol Partisi Genel Başkanlığı, değişik dönemlerde
Başbakan Yardımcılığı, Başbakanlık ve 9.Cumhurbaşkanlığı yapan Sayın Süleyman
Demirel’in, Isparta’ya yatırımların yağdırılmasında büyük payının olduğunu söylemek
yanlış değildir.
Bu konumda bir kişinin
memleketine yapılacak yatırımlar kendisinin aklına gelmese bile yağcılıkta hep
öne çıkan bürokratların teklifte yarışmaları, takipte birbirlerini omuzlayıp,
öne geçmeye çalışmaları, Isparta’da görev yapan Valilerin de aynı yarış içinde
bulunmaları, Isparta merkezinde yaşayan Demirel kardeşlerin, Isparta
yatırımları ile kuruluşların Bölge ve il
Müdürlüklerinin açılması gibi konularda, bürokratlara baskı yapmaları
Isparta’nın yatırımlarda büyük pay alışını sağlamıştır.
Kendimi bildim bileli, aileden gelen
siyasi görüş olarak Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Doğruyol Partisi
çizgisinde yürüyen, Süleyman Demirel ve anlayışının yanında yer alan, onun
aleyhinde konuşanlarla kavga eden, zaman zaman
dayak yiyip, başı,kaşı-gözü yarılan biri olarak, Süleyman Demirel’i adım
adım izleme fırsatı buldum.
O, Ispartalıların gurur kaynağı
olurken, Burdurlular olarak bizim de sevincimiz oldu. Ama, sayın Demirel
Burdur için aynı düşüncelerde
olmadı,olamadı.Yani’ Isparta’ya beş yatırım yapılırsa, bir yatırım da Burdur’a
yapılsın,orası da bizimdir, hemşehrilerimizin bulunduğu yerdir,
ildir’demedi.Deseydi bu,yıllar sonra yapılan değerlendirmelerde ortaya
çıkar,Isparta Milletvekilleri konuşmalarında,demeçlerinde Burdur’u küçümseme
cesaretinde bulunamazlar,üstten bakış çalımları atamazlardı.
Rahmetli, Koca Reis Saadettin Bilgiç’te,
Isparta’nın ,Türk siyasetinin renkli simalarından biriydi.Şimdilerde,Bilgiç
soyadlı AK Parti Isparta Milletvekili olan Sadi Bilgiç’in,Burdurla ilgili
esip,tozduğu,Burdur’u küçümseyip,”En büyük emelim,Burdur’un Isparta’nın ilçesi
olması”gibi, çocukca,kendini havalarda gören,komşu iki il halkından biri
olmanın,hele hele Milletvekili olmanın ‘Alcak dağları ben yarattım’
edasıyla,açıklamalarda bulunma güçlülüğü içinde ,demeçler vermesi, yıllardır
yapmakta olduğum Isparta üzerindeki değerlendirmelerimin doğruluğunu
gösteriyor.
Bu talihsiz, bir Milletvekiline
yakışmayan açıklama üzerine, Burdur’daki, Sanayi ve Ticaret Odası Başkanlığı
başta olmak üzere,öteki toplumsal kuruluş yöneticileriyle muhalefet Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın
bu konuda ,Milletvekili Sadi Bilgiç’in
Burdur halkından özür dilemesi yönündeki görüşleriyle tepki gösterdiklerini
Burdur gazetelerinde okudum.Bu
tepkilerin sonu gelmedi.Zaten Burdur’da birlik ve beraberlik duygusu,diğer
illere göre fazla değildir.Hani,Burdur için ‘Sakin il,halkı mütevazi.alçak gönüllü’ deniyor ya, bu
uyutmacanın etkisi altında kalmaya devam eden Burdur’dan, Burdurlu’dan fazla
ses çıkmadı.Çünkü Burdurlu zeybeği her zaman tek başına oynamış, kendi
değerlerinin farkında olmamış,arkasından yalnız kalmıştır.
Bir gün geldi, Burdur halkıyla
bütünleşmiş, üç dönemdir,Burdur AK Parti Milletvekilliği yapan Bayram Özçelik
aracılığıyla,Sadi Bilgiç’ten kısık sesli
bir ‘özür’geldi. Aracı kullanılarak yapılan bu özür açıklaması, Bayram
Özçelik’in ağzından nakledilerek, Burdur gazetelerinde yayınlandı.Yaşayan kişiler,bir
başka şahıs aracılığıyla özür açıklaması
yapamazlar.Onların çıkıp doğrudan basın kuruluşlarına,ajanslara,muhabirlere
açıklama yapmaları gerekir.
***
Burdur’un üzerindeki ‘Isparta
gölgesi’ (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Sayın Özçelik, Sadi Bilgiç’in
özür açıklaması aracılığını kabul etmemeliydi. Özür açıklaması yapan kişi,
önceki açıklamasını aracı kullanmadan, doğrudan basın kuruluşlarına yaptığına ve halen yaşamakta olduğuna göre,
hayalindeki ‘Burdur’un Isparta’nın ilçesi olması’ açıklamasını,beyanatını
kendisi basın kuruluşlarına verdiğine göre, eğer bu özür doğuysa, içinden
gelmişse, aracı kullanılarak yapılmamalıydı.
Çünkü böyle aracı kullanılarak
yapılan özür açıklaması doğru ve inandırıcı değildir. Bayram Özçelik, konuyu
yatıştırmak, biraz da soğutmak için böyle bir özür açıklaması için aracılığı
kabul etmeyip, ‘Sadi Bilgiç Burdur halkından özür diliyor’ cümlesinden ibaret
olan bir yükü omuzlarına almamalıydı.
Bilindiği gibi, şahısların
açıklamalarında sözcü kullanmaları gibi bir kural yoktur. Bakanlar Kurulu,
Dışişleri Bakanlığı gibi kuruluşlarda, hatta bu konuda geliştirilmiş
Bakanlıklarda sözcüler vardır.
Bu kuruluşların hükmü şahsiyeti
bulunmaktadır. Milletvekili Sadi Bilgiç şahıstır ve açıklamalarında aracı veya
sözcü kullanması etik, samimiyet açısından inandırıcı değildir.
Bendeniz Orman Bakanlığı başta
olmak üzere, öteki bazı Bakanlıklarda
Basın Danışmanlığı yaptığım yıllarda, sayın Bakanlar adına
açıklamalarda,Bakanlık sözcüsü olarak kamuoyuna bilgi aktarımında bulunduğumu
hatırlıyorum.Ama ben bunları şahıs olarak değil,bir kurum,kuruluş olan Bakanlık
adına yapıyordum,yapabiliyordum.
Bu konuda,”Burdur Isparta’ya mahkûm
edildi” başlığıyla Burdur gazetesinin 07 Şubat 2014 tarih ve 19 bin 826 sayılı
nüshasının 1-6.sayfalarında harita ve görüntülü yayınlanan haber, beni bu
konuda yeniden düşündürdü.
İlgili haberin girişinde;” AK
Parti Isparta Milletvekili Sadi Bilgiç’in ‘En
büyük emelim Burdur’un Isparta’nın ilçesi olması’ açıklaması, birazda ülke
gündeminin yoğunluğu nedeniyle, gereğince tepki görmeden kaynadı gitti” deniyordu.1970’li
yıllarda Isparta ile Burdur’un nüfuslarının eşit olduğu hatırlatmasının
ardından, sonraki yıllarda Isparta’nın nüfusu artarken, Burdur nüfusunun
giderek azaldığına dikkat çekilerek, bunun gerekçeleri anlatılıyor, Isparta
Milletvekilinin Burdur’un Isparta’nın ilçesi olması yönündeki hayali, aslında
emel olmaktan çıkmış,uygulamaya girmiş bir gerçek olarak karşımızda durmakta
olduğu dile getiriliyordu.
Kısa adı TÜİK olan Türkiye İstatistik
Kurumu’nun 2013 yılı adrese dayalı nüfus kayıt sistemi verilerine göre, Türkiye
genelinde yaşayan Burdurluların sayısının 362 bin 928 kişi olduğu ortaya çıktı.
Antalya’da yaşayıp da Burdur nüfusuna kayıtlı olanların sayısı ise 70 bin 139
kişi olarak belirlendi.
Burdur Gazetesindeki haberde, geçmişte
hep Isparta’nın lehine yapılan, Burdur’un unutulduğu yatırımlarla ilgili bir
sıralama yapılıyor, bunların Burdur’a verdiği zararlardan söz ediliyordu.
Isparta’ya doğrudan devlet desteğiyle ya da özel sektör tarafından kurulan
tesisler Isparta’nın, Burdur’un yanında hep öne çıkarılışını sağladı.
Isparta’nın kirlenmemesi için hukuksal ve yönetsel engellere rağmen organize
sanayisini ve hava alanını, Burdur Gölü’nün kıyısına kurarak, Burdur Gölü’nün
kirlenmesine yol açtı.
Göl bugün yok olmakla karşı
karşıya. O günün Burdur politikacıları, Isparta’ya dolayısıyla Süleyman
Demirel’e karşı gelmemek için seslerini çıkarmadılar. Isparta Organize
Sanayisinin Burdur’a hiç mi hiç katkısı olmadığını, kimyasal atıklarla
temizlenmesi zor bir kirlilik yaratıldığını sonradan görüp kabul eden
yöneticiler oldu. Ama onların ağızları hep kapalı, sesleri yok derecesine
inmeye devam etti.
Böyle olumsuz bir sonuç tablosunun
ortaya çıkışında Isparta halkının değil, Süleyman Demirel’in varlığının
etkinliğiyle, siyasilere yağcılık yapmakta yarışan bürokratların büyük payı
vardı. Bunların sonucunda bazı hevesli siyasetçilerin ruhunda,”Burdur’un
Isparta’nın ilçesi olması” emelleri ortaya çıktı, dillendirilir hale geldi.
***
Burdur’un üzerindeki ‘Isparta
gölgesi’ (3)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Isparta yatırımlar açısından öne
çıkarken, Burdur’un uyutulması anlamındaki söylemlerin devam ettiği görülüyor.
Son Burdur için olumsuz
örneklerden birkaçı; Hava kuvvetleri Havacılık Eğitim Okulu, Okul Isparta’ya
kurulacak. Okul için başka tesislerin yanında, Isparta’da 3 bin lojmanın
yapılması planladığı bilgileri var. Okulun ekonomik faydaları Isparta’ya
olurken, eğitim uçuşları Burdur semalarında yapılacak, gürültüsünü Burdur halkı
çekecek.
Öte yandan Burdur’da kurulacağı
duyurulan Polis Okulu’nun da Isparta’da kurulacak olması, sıralanan yatırım
ağırlıklarının hep Isparta lehine devam ettiğinin göstergesi olarak karşımıza
çıkıyor. Isparta’ya Havacılık Fakültesi kurulması da söz konusu, Isparta’daki
Süleyman Demirel Üniversitesi yıllar önce kurulduğu için, bütün üniteleri,
fakülteleri tamamlandı. Tıp ve Hukuk Fakülteleri bunlardan ilk isimler.
Burdur’daki Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi 2006 yılında faaliyete geçebildi, bugün pek çok önemli ünitesi,
fakültesi henüz kurulamadı. Yine örnek Tıp Fakültesi kurulma teklifi YÖK’e
gitmesine rağmen, oradan izin çıkmıyor, bekletiliyor. Ama bu, Isparta’daki
Üniversite için söz konusu olsaydı ve Sayın Demirel görevde bulunduğu günlerde
olsaydı, YÖK yetkilileri, gündüz değil gece bu kararı alıp, koltuklarının
altında ilgililere ulaştırırlardı.
Burdur’da,1954 yılında kurulma
çalışmalarına başlanan, 1955 yılında üretime geçirilen, Şeker Fabrikası,
Burdur’a yapılan tek köklü kuruluş yatırımı olarak hizmet verirken, bu
kuruluşun başına özelleştirme şapkası giydirilmek isteniyor. Sadece arsa
bedeline eşit bir bedelle
özelleştirilebilseydi bu Fabrika, siyasilerimiz özelleştirme heveslilerimiz
rahat edeceklerdi. Bugün yarın o da olacaktır,eli kulağındadır.
Antalya’ya geçiş yolu olarak,
Burdur-Antalya güzergâhı dururken, otobüsler, diğer ulaşım araçları Burdur’dan
geçerken, Isparta üzerinden Antalya yoluna bağlantı kurulması, yüzlerce çam
ağacının, bitki örtüsünün yok edilmesi pahasına Isparta üzerinden Antalya’ya
yol açılarak, Burdur’un geçiş avantajını ortadan kaldırma gayretlerinin,
inandırıcı ve normal bir mantığın kabul edebileceği açıklaması var mı acaba?..
Burdur’da uzun yıllar 58.Er Eğitim
Tugay Komutanlığı olarak faaliyetlerini sürdüren bu kuruluşun, sonradan
58.Piyade Eğitim Alay Komutalığına dönüştürülmesi, arkasından buradaki bedelli
askerlerin eğitiminin kaldırılması, Burdur için ekonomik kayıpların peş peşe
gelmesi karşısında Burdur’a verilen sözler unutulup gitmiş, Burdur
sahipsizliğiyle baş başa kalmıştır.Burdur heyetiyle görüşen Milli Savunma
Bakanı’nın’Burdur mağdur olmayacak’sözü havada kalarak,yok olmuş,unutulup
gitmiştir.
Isparta’daki gazetecilerin zaman zaman
Burdur basını ve halkını küçümseyici açıklamalarda bulunma cesareti göstererek
gelip Burdur şehir merkezinde gazete satın alıp, gazetecilik yaptıkları
görüntüsünün ardından, bu gazeteyi kar amaçlı satışla devredebilmelerinin
temelinde ne yatmaktadır? Yani Burdur’dan bir teşebbüs- işadamı gitse,
Isparta’da gazete satın alsa veya gazete kurup gazetecilik yapsa, Ispartalılar
bunu hoş ve normal karşılarlar mı?
Hatırlayabildiğim kadarıyla Burdur,
Fethi Çelikbaş ve Mustafa Çiloğlu’ndan başka Bakan görmedi. Yani Ankara’daki
siyasi parti yöneticileri, Genel Başkanlar Burdur milletvekillerine Bakanlık
görevi vermediler. Acaba biz istemesini mi bilemedik?
Yine hatırlayabildiğim kadarıyla,
Burdur’dan İ.Fahri Şentürk ve Ö.Rahmi Tuncağıl’ın dışında Müsteşarlık yapan
yok. Bu, Bakan ve Müsteşarlar dönemlerinden, İ.Fahri Şentürk ve Mustafa Çiloğlu
dönemlerini yakinen biliyorum, bu dönemlerde Burdur önemli ölçüde devlet
hizmeti aldı. Ama bunlar bir yerde kesildi, durdu.
İki anımı nakletmek istiyorum:
l-
Burdur’a Orman Bölge Müdürlüğü kurulması için
çalışmalar vardı. Sevinçliydik. Nihayet, Burdur bir bölge müdürlüğüne kavuşacaktı.Tam bu
sevinç içinde olduğumuz günlerde, bir
haber aldık.
Orman Bölge Müdürlüğü Isparta’da
kurulacakmış, karar değiştirilmiş. Hemen anladık ki, Sayın Demirel’in ve kardeşlerinin gücü yanında memleket
sevgileri ağır basmıştı ve Orman Bölge Müdürlüğü Burdur yerine Isparta’ya daha
çok yakışmıştı!.
Çünkü Isparta’nın orman
alanı,Burdur’dan daha fazlaydı ve Isparta yatırımsızlık içinde kıvranıyordu!.
2- Sayın Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı günlerinden birinde,
Burdur Gazetecileri, Cemiyet Başkanı
M.Ercan Taraşlı’nın Başkanlığında heyet olarak Çankaya’da
Cumhurbaşkanıyla görüşmek için Ankara’ya geldiler. Ankara’dan beni de aralarına
alıp, Çankaya’da sayın Cumhurbaşkanıyla görüşüldü. Bir salon ve uzunca bir
masa,baş köşede sayın Demirel,bir yanında M.Ercan Taraşlı, ben ve Burdur’dan
gelen gazeteci arkadaşlarımız..
Kısa hoş geldiniz, nasılsınızdan
sonra, Burdur’dan Burdur’un sorunlarından söz edilmeye başlandı.M.Ercan Taraşlı
bazı bilgiler aktardı,bazı beklentilerden söz etti.Sayın Demirel görevlilerden
Köşkte bulunan illerin dosyalarından biri olan Burdur dosyasını
getirtti.Dosyadaki bilgiler,rakamlar,örneğin öğretmen ve öğrenci sayısı gibi
bilgilerden aktarma yapıldı.Dışarı çıkıldı, bu bilgilerin en az 10 yıl
öncekiler olduğu üzüntüyle konuşuldu.
Öteki illerle ilgili bilgilerin
ne düzeyde olduğunu bilmiyoruz ama, sayın Demirel, Cumhurbaşkanlığı döneminde
de Burdur fotoğrafını, böyle eskimiş bilgilerle (yakından) takip etmişti!.
***
Mevlüt Işık’ı arıyor ve özlüyorum (1)
Prof.
Dr. İSA KAYACAN
İnsanların varlığından,
beraberliğinden huzur ve mutluluk duydukları insanlar vardır. Bunların vefatla
aramızdan ayrılmalarıyla üzüntülerin, özlemlerin arttığı gözlenir. Mevlüt Işık,
gazeteci, yazar ve araştırmacı olarak hep gündemimizde kaldı. Onunla arkadaşlığımız,
arkasından dostluğumuz, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı dönemindeki Basın
Müşavirliği günlerine rastlar.
O günlerde bendeniz Orman
Bakanlığının Basın Müşavirliğini yapıyordum.l2 Eylül 1980 sonrası Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığının, Orman Bakanlığıyla birleştirilerek, Tarım ve Orman Bakanlığı
adını almasıyla, Mevlüt Işak’la çalışma beraberliğimiz başladı..
Mevlüt Işık paylaşımcı,
kıskançlığı olmayan, dostluğuyla ön plana çıkan, ilişkileri samimi ve sıcak bir yapıya
sahipti. O dinlemesini, yerinde konuşmasını bilen, yorumlarıyla
inandırıcılığını ortaya koyan bir gazeteciydi. Tarım ve Orman Bakanlığının ilk
aylarında, daha doğrusu 12 Eylül sonrası, eski yönetimin elemanları olduğumuz
için, her ikimizi de Basın Müşavirliği görevleri ve kadrolarından alarak,
kızakta tutmaya başladılar.
Bu öyle bir kızak ki, açılan imza
föyleriyle haftanın beş gününde giriş çıkışlarda imza atıyor, sürekli
izlenerek, hakkımızda soruşturmalar açılıyor, yazılı cevaplar hazırlamakta,
vermekte yoruluyor, bıkkınlık içine giriyorduk. Ama sabrediyor, o günlerin bir
ihtilal dönemi olduğunu hatırlıyor, kişiliklerimizden taviz vermiyorduk.
O günlerde;’Sen mahalli basınla
yakından ilgileniyorsun, senin arşivinde bulunsun’ diyerek verdiği iki sayfayla
Kars’ta günlük yayınlanan ‘Öncü’ isimli gazetenin 10 ve 13 Mart 1976 tarihli
149 ve 151. sayılarında, gazetenin kurucusunun ve sahibinin Mevlüt Işık
olduğunu görüyoruz.
Ayrıca büyük boy dört sayfayla
yine Kars’ta günlük yayınlanan ‘Ekinci’ adlı gazetenin 28 Ekim 1973 tarihli
6388.sayısında, gazetenin Mesul Müdürünün de Mevlüt Işık olduğu kaydıyla
karşılaşıyoruz. Ekinci gazetesinin isim logosunun altındaki,’Her sabah yeni bir
mücadele günüdür’ cümlesi dikkat çekiyor.
Sonraki günlerde Mevlüt Işık
Bakanlıktan ayrılıp, Köy İşleri ve
Kooperatifler Bakanlığı, Kooperatifler Destekleme Genel Müdürlüğünde çalışmaya
başladı. Bende, Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde yine kızakta tutularak,imza föyleriyle sürekli
izleniyordum. Sonraki günlerde Mevlüt
Işık Akajansa geçti. Bende, Basın-Yayın Genel Müdürlüğüne naklen geçtim.
Mevlüt Işık’la dostluğumuz daha da
perçinleşti.Merkezi Ankara’da bulunan Gazeteciler Cemiyeti yayınları
arasında gün yüzü gören ve vefat eden 540 gazeteci ve yazarın
biyografisinin yer aldığı ‘Türk Basını’nda Unutamadıklarımız’ adlı kitabımın
61. sayfasında yer alan Mevlüt Işık biyografisine bakalım:
Mevlüt Işık:
Cihangir ve
Belgüzar’ın çocukları olarak 1948 yılında Kars’ta doğdu. Ankara, Başkent
Gazetecilik Yüksek Okulu mezunu olan Işık,1968 yılında gazeteciliğe başladı.
Kars’ta Hizmete Öncü Gazetesinin sahibi ve Mesul Müdürü olarak çalıştı. Ekinci
Gazetesinin Mesul Müdürlüğünü yaptı. TRT Kars Radyosu Müdürlüğü görevini
yürüttü.
Akdeniz Haber
Ajansıyla, İstanbul Ayrıntılı Haber, Zafer ve Tercüman Gazetelerinde Muhabirlik
yaptı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıyla, Tarım ve Orman Bakanlığında
Basın Müşaviri olarak çalıştı.
Köy İşleri ve
Kooperatifler Bakanlığı, Kooperatifler Destekleme Genel Müdürlüğünde görev
yaptı. Ankara Büyükşehir Belediyesi Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Daire
Başkanlığı, Çankaya Belediyesi Başkanlığı Danışmanlığı görevlerini yürüttü.
1987 yılında
Anavatan Partisinin Kars Milletvekili adayı oldu, kazanamadı.
TRT Yurtdışı
yayınları için çok sayıda program yaptı…
***
Mevlüt Işık’ı arıyor ve özlüyorum (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Türkiye Gazetesi
Ankara Büro Temsilcisi olarak çalışan, Sarı basın kartı sahibi, ‘Posoflu Aşık Müdami’ adlı kitabı
bulunan Mevlüt Işık, TOBB seçimi için Ankara’da bulunan İTO Başkanı Niyazi
Adıgüzel’le röportaj için gittiği Büyük Ankara Oteli lobisinde, tartışanları
ayırmak için araya girdiğinde, İTO Başkanı Niyazi Adıgüzel ve Mimar Davut
Çelik’i öldüren, olaydan sonra intihar eden Kürşad Özkan’ın tabancasından çıkan
kurşunla ağır yaralandı.
Hacettepe
Hastanesine kaldırılan, yolda hayatını kaybeden evli ve üç çocuk babası olan
Mevlüt Işık 01 Haziran 1988 tarihinde aramızdan ayrıldı. 02 Haziran 1988
tarihinde, Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi. 02 Haziran 1988 tarihinde
Türkiye gazetesi ilk sayfasını bu olaya ayırarak,”Arkadaşımız Mevlüt Işık’ı
kaybettik.
Ankara, Keçiören
Belediyesince bir sokakla bir parka “Gazeteci Mevlüt Işık” adları verildi.
Merkezi Ankara’da bulunan Gazeteciler Cemiyeti her yıl, Mevlüt Işık’ın Cebeci Asri Mezarlığında
bulunan mezarı başında anma törenleri düzenleyerek kadirbilirlik örneği
göstermeye devam ediyor.
Mevlüt Işık’ın
vefatından sonra ortaya konulan görüşlere bir göz atalım:
- Turgut Özal: Yakından tanıyıp sevdiğim ve gazetecilikteki
başarılarını büyük bir takdirle izlediğim Mevlüt Işık’ın ölümü Türk Basını için
büyük bir kayıptır.
- Beyhan Cenkçi: Görevi sırasında öldürülen Mevlüt Işık, basınımızın
yürekli, dürüst temsilcilerindendi. Silah,Türk Basınına çevrilip ateşlenmiştir.
-Yalçın Özer: Mevlüt Işık,o kadar dolu,o
kadar hareketli ve enerjik bir insandı.Yüzünde tebessümü hiç eksik olmayan
,konuları bilen,hırsını bütünüyle mesleğine tahsis etmiş tam bir gazeteciydi.
-Nazmi Bilgin: Mevlüt Işık yalnızlığı
kendisine ilke edinmişti. Kalemini satmaktansa kırardı. Bugün Türkiye’nin
içinde bulunduğu duruma bakıldığında,Gazeteci Mevlüt Işık’lara büyük ihtiyaç
duyulduğu anlaşılmaktaır.
-Rauf
Tamer: Mevlüt Işık’ın kardeşi Metin’in dramı ise, mesleğimizin alın
yazısıdır. Cinayet haberini yazmak için otele koşan bu genç ve değerli
gazetecinin,yerde ağabeyinin cinayetiyle karşılaşması ne demektir?
-Yavuz Donat: Espri yapmakta Mevlüt
Işık’da Adıgüzel’den geri değildi.Remzi Dilan’la şakalaşmalarını hatırlıyoruz,izleyenler
gülmekten yere yatarlardı.
-İsa Kayacan: Sabır,azim,hırs,
kararlılık ve iyi niyet Mevlüt Işık’ın şahsında birleşerek,başarıya giden aydınlıkların belirtileriydi.O, kızdığını
açıkca hissetirir, sevdiğini de yine açıkca ortaya koyardı.Planladığı ve
yapacağı daha çok hizmetleri vardı.O, kelimenin tam manasıyla bir idealistti.
-Reşat Yazıcı: Işık, önce vatanını,
milletini, yuvasını ve sonra mesleğini seven bir gazeteciydi.
-Tercüman Gazetesi: Mevlüt Işık,
yıllarca gazetemizin Ankara Bürosunda çalışkanlığı, beyefendiliği, dürüstlüğü
ile görev yapmıştı.
-M.Hanefi Yıldırım: Mevlüt Işık kimseye
kırgın değildi. Dürüsttü, şerefliydi. İnançlı,iman dolu yüreği vardı.Milliyetçi
ve vatan severdi,
-Orhan Karataş: Mevlüt Işık, büyüklere
saygılı,hürmetli, herkese karşı aynı ölçüde saygı ve sevgi göstermeye itina
eden şahsiyetiyle de ‘örnek’ bir gazeteciydi.
-Turgut Altınok: Mevlüt Işık gazetecilikte doruğa ulaşmış, değerli
bir insan, seçkin bir dosttu. O’nun için ne yapılsa azdır.
***
Anadolu Gazeteleri kendilerini
temsil edemiyor, ettirilmiyor mu?
(1)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yıllardır sürüp gelen bir
tartışma, bir soru zinciri, bir acabalar bütünlüğü beni hep düşündürmüş ve
üzmüştür. Anadolu basını olarak adlandırdığımız, onlardan övgüyle söz etmek
gerektiğinde, onların milli mücadelenin kazanılmasında harcı bulunan basının
bütünlüğü olduğunu söyleye gelmişiz.
Ama geçen zaman içinde, bu
söylemler sadece sözde kalmış, geçmişin hatırlatılması, övünülmesi,
gururlanılması gerektiğinde ortaya konulanlardan öte geçememiştir.
Bugün Anadolu Basını mensupları, daha
doğrusu Anadolu’daki gazetelerin sahip ve yöneticileri sıkıntı içindedirler,
Basın İlan Kurumundan kendilerine resmi ilan yayınlama karşılığı olarak
aktarılan ücretlerin yetersizliğinden söz etmekte, yakınmakta, sıkıntılarını
sık sık gazetelerindeki sayfa ve sütunlardan duyurmaya çalışmaktadırlar.
Belirli zamanlarda her yeni yılın
başında açıklanan resmi ilan ücretleri gazetelerimiz için yeterli
bulunmamaktadır. Anadolu’da gazete yayınlamak, hele kurallarına göre gazete
yayınlayarak yıllarla birlikte ayakta kalabilmek, her babayiğidin
gösterebildiği başarı değildir.
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğünde görev yaptığım yıllarda daha çok onlarla, yani Anadolu Basını mensuplarıyla
yüz yüze geldiğim ve sorunlarını yakından dinlediğim, Anadolu gazeteleri
arasında iller itibariyle yaptığımız resmi incelemelerimiz sırasında edindiğim
onların sorunlarıyla ilgili tecrübelerim ve herkes yaygın basınla ilgilenip
övünmelere giderken;
Ben yönümü Anadolu Basınına
çevirdiğim, oralardaki gazetecilerle iç içe olmanın mutluluğunu, gururunu
yaşadığım;
Anadolu Basını Bölge
Toplantılarını organize edip bu toplantıların içinde bulunduğum, Anadolu Basını Özendirme Yarışmalarında
Raportörlük ve Jüri üyeliği yaptığım, Anadolu Gazetecilerinin Basın İlan Kurumu
temsilci seçim toplantılarını hazırlayıp, seçim toplantılarının Divan
Başkanlığını veya Divan üyeliğini yaptığım, salondaki konuşmaların,
tartışmaların tutanaklarını düzenleyenlerden ve imzalayanlardan biri olduğum
için, yakından biliyorum.
Anadolu Gazete sahiplerinin Basın
İlan Kurumu yönetimindeki temsilcileri 1,2 hatta 3 kişiyle yeterli olamamıştır
ve bugünde yeterli olamamaktadır.
Görünen ve aynaya yansıyan odur ki,
Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna Anadolu Basınının temsilcisi olarak
seçilenler, ya orada seslerini duyuramıyorlar, ya da azınlıkta kalıyorlar, ya
da İstanbul rüzgârı başka esiyor, bu rüzgârın etkisi altında kalıyorlar!
Anadolu Basınının öncelikle,
varlığının kabul edilmesi, oradaki gazetecilerin de bölgelerinde önemli birer
iletişim aracı, yayın organı ve bölgelerinin sesi oldukları gerçeği kabul
edilmelidir.
TEMSİL
EDEMİYORLAR, ETTİRİLMİYORLAR
Ara başlığımızdaki kelimeler, Anadolu
Basınının kendi kendini temsil edip, edemediği, temsil ettirilmediği yönündeki
değerlendirmeler karşısında donup kaldım.
Burdur ilimiz merkezinde günlük
yayınlanan, bugün 60.yayın yılı içinde olan Burdur Gazetesinin 03 Şubat 2014
tarihli 19 bin 822. sayısında gazetenin imtiyaz sahibi Adnan Taraşlı imzasıyla,
sağ sütunda boydan boya verilen, “Anadolu Gazeteleri kendini temsil edemiyor,
ettirilmiyor” başlıklı yazıyı okuyunca;
Anadolu Basınının geçmişteki
durumuyla, bugün ki durumu aklıma geldi.
Her şey gözümün önünden geçti
teker teker.
Adnan Taraşlı Anadolu gazeteleri için 01
Şubat 2014 tarihinden itibaren geçerli Anadolu gazetelerine verilecek resmi
ilanların bir santimetresinin tek sütun yayın ücretinin 8.90 Türk Lirası olarak
belirlenmesinin yanlış ve çok az oluşundan söz ediyor; “Eskiden PTT’den telefon
görüşmelerinde, hem de koli paket gönderimlerinde indirim yapılırdı.
***
Anadolu Gazeteleri kendini
temsil edemiyor, ettirilmiyor
mu? (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
SEKA Anadolu gazetelerinin en
büyük destekçisiydi, onlara özel tahsisler sağlardı.
Gazetelerin daha ucuza
çıkarılmalarını sağlardı, destek olurdu.
Geçmişte korunan Anadolu
gazeteleri bugün ne değişti de gıdım gıdım artırılan ilan bellerine mahkum
edilmeye başlandı?”diye soruyordu.”
Anadolu gazetelerinin devletinin
yanında, milletinin yanında olduğu için mi, Anadolu gazetelerinin tarafsız,
yansız kuruluşlar oldukları için mi, Anadolu gazetelerinin güçlünün yanında yer
almadıkları için mi?” diye sorularını sıralıyordu.
İşin aslının Basın İlan Kurumunda
Anadolu Gazete sahiplerini temsil eden üyelerin yetersizliğinden
kaynaklandığını kaydeden Adnan Taraşlı’nın; “Basın İlan Kurumunda Anadolu
Gazete sahiplerinin temsilcisi olarak seçilen üç üyenin seçiminde yapılan
oylamalarda, gazete sahibi olmayan, sarı basın kartı bile taşımayan, çaycıdan,
belediye çöpçü işçisine, hatırını kıramadığı için oy kullanan;
Albaydan ne olduğu bilinmeyen
birçok insana oy kullandırılarak Basın İlan Kurumu Genel kurulunda bizleri
temsil edecek üyenin veya üyelerin seçilmesinin sonucu olarak Anadolu Basını,
Basın İlan Kurumu Genel kurulunda sahipsiz ve temsilcisiz kalmakta olduğu
anlaşılmaktadır” şeklindeki sözlerinin yanlış olmadığını kabul etmeliyiz.
Adnan Taraşlı;”Gazete girdilerinin
Dolar ve EURO bazında her geçen gün artarken, işçi ücretleri her geçen gün
artarken, yaşam şartları her geçen gün zorlaşırken, babadan kalma eski püskü
teknoloji ile gazete çıkararak tarih
yazmaya devam eden eski gazeteci çınarlara, yeni teknolojik ürünlerle
destekleme bile düşünülmezken, elektrik, su, kira bedellerinin arttığı, ancak
ilan gelirleri yanı sıra, her geçen gün ilanların giderek azalması yaşanması
güç, aşılması zor bir yola sürüklüyor Anadolu Gazetelerini” diyerek Anadolu
Basınının bugün hangi şartlar altında yayın yapmaya,yaşamaya çalıştığını
anlatıyor, Basın İlan Kurumu ilgili ve yetkililerinin dikkatini çekmeye
çalışıyordu.
BASIN-YAYIN
VE
BASIN- İLAN KURUMU GENEL MÜDÜRLÜKLERİ
Kanunda değişiklik olup olmadığını
bilmiyorum. Olmadıysa Anadolu Gazete sahiplerinin Basın İlan Kurumu Genel
Kuruluna gönderecekleri temsilcileri, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünce, Basın İlan
Kurumunun Teşkiline Dair 195 sayılı
Kanunun 5-a maddesi gereğince, Anadolu Gazete sahipler veya temsilcileri arasından seçilir ve Basın İlan
Kurumu Genel Müdürlüğüne bildirilir.
Bu seçimler hep tartışmalı, kavga
ve gürültülü geçer. Çünkü Anadolu Basınındaki uyanıkların sayısı az değildir.
Gösterilen adayların bazıları, gazete sahibi bile değildir.
Ama uydurma ortaklıklar, birkaç
hafta önce yayına başlayan gazete sahipleri, ya da belirli bir kesime göz
kırpan, Anadolu’dan ve Anadolu gazeteciliğinden uzak isimler karşınızda aday
olurlar.
Vekâlet konusu ayrı bir sorun ve
üzerinde durulması gereken konudur.
Vekâletlerin noter tasdikli
getirilmesi en doğrusudur.
Ama bu, sözde uyanıkların işine
gelmez. Basın-Yayın yetkililerini de ikna ederler, birkaç seçimde uyguladığınız
ve olumlu sonuçlar alındığını gördüğünüz, noter tasdiki, kaldırılır ve eskiye dönerek,
tartışmaların, kavga gürültülerin yeniden yaşanması sağlanır.
O günün görevlileri,
toplantıların organize edip yönetenleri bizler, salonlarda ter dökeriz,
toplantıyı yönetmeye, sonuç almaya, tutanaklar utmaya çalışırız.
Bugün bunların daha ilerisine
giderek, galiba daha farklı uygulamalarla, seçimler sonuçlandırılıp, Anadolu
Gazetelerinin üç temsilcisi Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna gönderiliyor.
***
Anadolu Gazeteleri kendini
temsil edemiyor, ettirilmiyor
mu? (3)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ama onlar nasıl çalışmaya
başlarlar,Anadolu gazetelerinin lehine hangi savunmaları yaparlar, temsil
ettikleri Anadolu gazeteleri için ne gibi sonuçlar alırlar,bilmiyoruz!.
Sonuçta Adnan Taraşlı ve birçok
gazetecinin haklı yakınmaları, üzüntüleri ortaya çıkıyor.
İlgililer duyuyorlar mı,
dinliyorlar mı,varsa yanlışlıkların ortadan kaldırılması için çalışıyorlar mı,
bilmiyorum, bilmiyoruz!.
Bu gün yayınlarını sürdüren, Bartın,
Antalya, Yeni Adana gibi, 90-95 yıllık gazetelerin, resmi ilan alabilmelerinde
ayrı bir statü getirilmesi için yazılar yazıp, bunların Anadolu Basınının
Çınarları olmaları bakımından, Anadolu Basınının yüz akları oluşu yönünde
dikkat çekmiştim.
Sanıyorum, duyan ve ilgilenen
olmadı!.
Şimdi
de, Malatya’da yayınlanan Görüş ve Siirt’te yayınlanan Mücadele gazetelerinde,
Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğü ve Bölge ya da Şube Müdürlüklerinde görev
yapanların, Anadolu Basınına bakış açılarındaki görüntülerden, denetlemelerde
gazetelerde çalışanlara hitaplarındaki örnekleri okudukça üzülüyorum.
Ayrıca, Basın İlan Kurumu Genel
Müdürlüğünün gazetelerin tek çatı altında birleştirilerek tek isim altında
yayın yapmalarını isteyen projesinin yanlışlığını geçmişteki tecrübelerimden
biliyorum.
Bir zamanlar, Bitlis’teki tüm
gazeteler ‘Bitlis Birlik’ adı altında birleştirildi.
Ama bu gazetelerin ayrı ayrı
sahipleri, yani patronları vardı.
Onların yine yarı ayrı siyasi
görüşleri vardı, gazetelerinde yer verilen manşetleri, haberleri vardı. Tek
çatı altında bir araya gelmekle, bu görüş farklılıkları görünüşte gazeteye
aktarmada ortadan kalkmadı.
Gerçekte görüş ayrılıkları
duruyordu.
Kısa süre sonra ortaklıklar
bozuldu, her şey eskisine döndü. Şimdi de yapılmak istenen gazetelerin
sayısının azaltılması, Basın İlan Kurumu personelini fazla çalışmadan,
ilanların sevkiyatını bir gazeteye yönlendirmesi kolaylığının sağlanmasından
başka bir sonuç vermeyeceği bilinmelidir.
Ama yukarıda verdiğim
örneklerdeki sakıncalar ne olacak, gazetelerde istihdam edilenlerin sayısında
eksilme olacak mı, yani işsizlik meydana gelecek mi?
Düşünülüyor mu acaba?
***
Ali Naili Erdem’den:
Bir Sevgidir Yaşamak
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Sevgiyi sözde değil, özde ve yürekte
taşıyanların sayılarının fazla olduğunu söylemek mümkün değildir. Günümüzde,
sevgi ve vefa ikilisi adeta firardalar. Bunların varlığından söz ederek,
bekleyiş içine girme yanlışlığıyla kaybolup gidenlerin sayısının giderek
arttığını söylemek yanlış bir yorum ve ifade biçimi değildir.
Ali Naili Erdem, Türk siyasetinin, ismi
altın harflerle yazılı duayenlerinden, maaşından başka geliri olmayan eskimeyen
Bakanlarımızdan, Milletvekili, Parlamenter ve hatiplerimizden.O’nun dünyası
geniş, tertemiz, ileriye bakan sevgi yığınları ve harmanlarıyla dolu. Merkezi
Ankara’da bulunan Kültür Ajans yayınlarının 230.olarak 160 sayfayla gün yüzü
gören ,Ali Naili Erdem imzalı,”Bir Sevgidir Yaşamak” adlı şiir kitabı,sevgi
dünyasının genişliğindeki yansımaları bizimle selamlaştırıyor.
Yazdıkları ve yayınladıklarıyla takdir
gören, alkışlanan Ali Naili Erdem duyguları, zaman zaman hece vezniyle
karşımıza çıkarken, zaman zaman da serbest arzdaki şiirleriyle bizimle
merhabalaşmaktadır. Masamdaki “Bir Sevgidir Yaşamak”ın ilk şiiri üç ayrı dörtlükten
meydana gelen,Hasretim sana, adıyla karşımıza çıkıyor.Bu şiirin bir bölümü
şöyle:
Sokaklardayım nicedir dostlardan uzak,
Yine kimseler yok halimden anlayacak.
Gurbet yakınımda hasretlik kucak kucak,
Ümitler uzaklarda muhabbetler inmiyor,
Dertleri yol edindim gözyaşlarım dinmiyor.
Ali Naili Erdem hocanın şiir başlıklarına
baktığımızda,mısralarında ifade ettikleriyle ilgili ipuçları
görürüz,buluruz.Örneğin,Gel de unut,Muhtacım,Çaresi yok,Hangi dost,Yağmur ve
sen,Sen ağlama sakın,Uzakta kalmalıyım,Gözüm sende,Söylesen söylenmez,Bütün
saatler güzeldir artık,Yaz geceleri,Gül yüzlüm,Sen gideli,Komşum
ağaç,Bahtsızlar,Günah,Güneşli günler,Mutluluk,Hangi dalga?,Damlalar
vd.adlı,başlıklı şiirler vermek istediğimiz örnekler arasında yer almaktadır.
Ali Naili Erdem isim ve imzasının bilinen ve takdir edilip
saygıyla karşılanan en önemli özelliği, güzel konuşması, Türkçenin kurallarını
doğru ve yerinde kullanmasıdır Bu özellikler, onun şiirlerinde de görülmekte ve
anlatım zenginliği içinde duygu bütünlüğü, sevgi yumağı oluşturulmaktadır.”Bir
Sevgidir Yaşamak”adlı şiir kitabının 63.sayfasındaki Defterdeki ismimiz,adlı
şiirde söylemek istediklerimizin tümü bulunmaktadır. Üç dörtlükten meydana
gelen bu şiirin giriş dörtlüğüne bakalım:
Arada sırada halimi sorardın,
Cennetten bir esintiydi sesin.
Mevsimler geçip giderken,
Sen rüyalarımda yaşardın.
“Bir
Sevgidir Yaşamak” adlı kitabın son sayfalarında, özlü sözler olarak
gördüğümüz,’İkiler ve Üçlem’ler dikkat çekiyor.
Bunlardan:1-Çok geride kaldı
sihriyle aşklar/Hicranların mevsimidir yaşananlar
2-Bir nefesten ibaretse
ömrümüz/Hangi akılla yaşama küskünüz?
3-Pezevenk taşlamaktan yoruldu
kollarımız/Azalmadı fendi orospuların
4-Sen de anlamazsan ben ne
derim?/Kalem, kağıda küsmüşse/Derdimi kime söylerim?
***
Şevket Evliyagil Ticaret
Meslek Lisesi’nden: Sanatın Ritmi Dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Milli Eğitim camiamızın değişik eğitim
kurumlarınca, bu kurumlardaki öğrencilerimizce hazırlanıp gün yüzü gören,
dergi,gazete ve bülten gibi yayınların,başlangıç olarak ele alındığı, gelecek
için tecrübelere doğru adım atıldığı yayın çalışmaları olarak kabul edildiğini
biliyor ve sıklıkla tekrarlıyoruz.
Milli
Eğitim Bakanlığına bağlı, Ankara’daki liselerimizden biri, Şevket Evliyagil
Ticaret Meslek Lisesi. Bu lisede eğitim, öğretim gören öğrencilerimizin
hazırladığı ‘Sanatın Ritmi’adlı derginin ilk sayısı masamda.Pırıl pırıl
baskılı,profesyonellere taş çıkartan içeriğiyle,30 sayfalık görünümüyle
beğenimizi kazanan bu derginin kimliğine bakalım önce:İki isim ve imza var
Genel Yayın Yönetmeni olarak.Bunlar:Abdullah Ataşçı,Zeliha Şahin İnce.Yayın
kuruluna bakıyoruz:Yunus Küzeci, İrem Aykan, Akın Irmak isimleri
sıralanıyor.Derginin tasarımı Yunus Küzeci tarafından yapılmış.Kapak
tasarımının gerçekleştirilmesi çalışması için İrem Aykan,Akın Irmak
imzaları kaydediliyor.Lisenin yazışma
adresi:İnönü Mhl.1.Cad.4.Sok.Carrefoursa yanı,Batıkent-Yeni Mhl.Ankara.Tlf:0312-2783380.
Başyazı niteliğinde gördüğümüz ve ilk
sayfada yer alan, İrem Aykan imzalı ‘Emek olmadan başarı olmaz’başlıklı yazının
bir yerinde;”Bizde Yunus Küzeci ve Akın Irmak isimli arkadaşlarımızla başladık
bu güzel yolculuğumuza.’Emek vereceğiz’dedik bu kutsallığı görebilmek için.
Yunus ve Akın işlerine mülakat ile başladılar. Ziynet Sali’den Murat
Dalkılıç’a, Kıraç’tan Orhan Hakalmaz’a bir çok ünlü şarkıcımızla mülakat
yaptılar. Gerek sayfa tasarımı olsun,gerekse dergi dış bilgileri olsun çok
yoruldular, çok çalıştılar”deniyordu. Bu elimizdeki Sanatın Ritmi adlı, kültür
ve sanat dergisinin hangi aşamalardan geçerek şekillendiğini, bize ulaştığını gösteriyordu. Adı geçenlerin
kutlanması, alkışlanması gerektiği noktasından hareketle, tebriklerimi
sunuyorum efendim. Şimdi dergi içeriğine dönüyorum:
1-Taurus Murat Dalkılıç’ı
ağırladı(Röportaj:Yunus Küzeci,Fotoğraf:Akın Irmak)2-Reza Zarrab ile görüşen
Ebru Gündeş sürekli ağladı,3-Türkiye’nin şarkı yarışması sonuçlandı,4-Kültür ve
sanat büyük ödülleri,5-Hayata ve iletişime dair,6-Orhan Hakalmaz ile
söyleşimiz(Röportaj:Yunus Küzeci,Fotoğraf:Aybeniz
Küzeci,7-İletişim,iletişim,Aşk ile ilgili,Gazeteciliğin püf noktaları,8-Kıraç
ile çok samimi sohbet(Röportaj:Yunus Küzeci,Fotoğraf:Aybeniz Küzeci,9-İletişimin
B Csi(Halide Küzeci),10-İletişim,11-Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın adı
değişiyor,Türkiye şehitlerine ağlıyor,12-Ziynet Sali ile buluştuk,13-İşte yeni
bakanlar,14-Adnan Şenses’i kaybettik,15-Gökhan Türkmen’le konser öncesi güzel
dakikalar(Röportaj:Yunus Küzeci,Fotoğraf:Akın Irmak..Burada Yunus,Aybeniz ve
Halide Küzeci’lerin öncelikle kutlanması gerektiğini kaydetmek istiyorum.
Şevket Evliyagil Ticaret Meslek Lisesi
yöneticilerini, öğrencilerini bu arada öğrenci velilerini böyle güzel bir
derginin yayınlanmasındaki gayretlerini, özverili çalışmalarını ve katkısı
olanların tümünü kutlamak, alkışlamak istiyorum efendim.
***
İlter
Yeşilay’dan:
Zeytinin
tuzu gibi
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Sanat
ve edebiyat dünyamızda, yazdığı ve yayınladıklarıyla dikkat çeken isim ve
imzaların başında gelenler arasında İlter Yeşilay ismi yer alıyor.
İlter Yeşilay, TSM alanında
önemli eserlerin söz yazarı olarak biliniyor.
Bu TSM eserlerinden biri, 1990
yılında TRT Yılın Şarkısı ödülünü alan “Dediler zamanla hep azalırmış sevgiler”
adlı olanı.
Bu eser sanat güneşimiz Zeki
Müren başta olmak üzere pek çok ünlü ses sanatçımız tarafından seslendirildi.
Esas söz etmek istediğim İlter
Yeşilay’ın 174 sayfalık “Zeytinin Tuzu Gibi” adlı şiir kitabıydı. Hemen bu
kitabın sayfalarına dönmek istiyorum:
Kitap İlter Yeşilay’ın uzunca bir
biyografisiyle başlıyor. Sonra sunuş dikkat çekiyor, şairemiz imzalı. Bir
yerinde bu sunuşun, “Dokunduğum her parmak ucundan; tutuşturduğum sevgi
çerağlarını yar edip ıssız gecelerime, uzanıp gittim uzak ufuklara doğru”
deniyor.
Sonra Cemal Safi imzalı, İlter
Yeşilay’ın anlatıldığı düz yazı ve şiirsel ifadeler dikkat çekiyor.
Arkasından Bahaettin Karakoç,
Ataol Behramoğlu, Abdullah Satoğlu, Cansın Erol, İsmet Bora Binatlı, Mehmet
Nuri Parmaksız ve arkada Prof. Dr. Nurullah Çetin imzalı İlter Yeşilay
hakkındaki görüşlerle karşılaşıyoruz.
Kitabın adı olan bölüm, 25.
sayfada başlıyor. Ve ‘Zeytin’ adlı şiir 26 ve 27. sayfalarda bizimle
selamlaşıyor. Bu şiir dörtlükler ve dörtlüklerin arkasında, altındaki ikişer
mısradan oluşan anlatımlarla sürüp gidiyor.
Buradaki dörtlüklerin ilki:
Karanlık mabedine, ne yol ne iz
vermeyen,
O simsiyah bendine, kul olduğum
gözlerin,
Kaş altında, karakış, can
evimdeki yakış,
Tenimi karla ovan, kış yangını
gözlerin.
İlter Yeşilay, sevgiyi ilmek,
ilmek işliyor, derinlemesine bakışlarıyla, söylenecek söz bırakmıyor
anlatımlarında. Şiirlerinin pek çoğu, hemen hemen tamamı uzun soluklu
anlatımların sonunda ortaya konulanlar, sayfalara aktarılanlar tebriklerimi
sunuyorum efendim.
***
Ahmet
Özdemir’den:
Leylâ
ile Mecnun
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Ahmet Özdemir, şair, yazar,
araştırmacı, gazeteci. Özellikle araştırma ağırlıklı yayınlarıyla, köşe
yazılarındaki araştırmalarıyla dikkat çeken, bilinen, alkışlanan bir isim ve
imza.
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür
Ajansın kurucusu, sahibi ve yöneticisi, değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin
İvgin tarafından bana gönderilen ve Kültür Ajans yayınlarının 206. olarak 126
sayfayla Günyüzü gören, Ahmet Özdemir imzalı “Leylâ ile Mecnun” adlı kitabın sayfalarında mini bir gezinti yapmak
istiyorum.
Ahmet Özdemir hocanın üç sayfalık
kitap hakkında yazdıkları var. Buranın bir yerinde: “Leyla ile Mecnun, Kays
İbni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle, Leyli adlı bir Arap kızı arasında geçen
bir aşk öyküsü olarak söylene gelmekte. Ayrılıkla sona eren bu öyküde Kays,
Mecnun; Leyli de Leyla olarak anılmış. Divan Edebiyatımızın başlıca mesnevi
konularından birini oluşturmuştur. “deniliyor.
9. sayfada anlatım başlıyor.
Söylenceler bahçesinin bahçıvanlarının, söz bahçesine nice anlam yüklü
gülfidanları diktiklerinden söz edilerek devam ediliyor. Yer yer şiirlerle
karşılaşılmakta. Sayfa 32’den: Leyla’nın ahı, babasının ahını bastırdı. Orada
ne söyledi ki, karşısındakiler ne dinlesin ve Mecnun’un babasına iletsinler?.
Yedi dörtlükten meydana gelen bir
şiir var, bir anlatım var.
Bunların iki dörtlüğü:
Aşktan öte boşluğunu,
Terk eyledim hoşluğunu,
Çekerim sarhoşluğunu,
Görüp de ayıplayın.
Yırtsam yakamı yeridir,
Ar namus benden geridir,
Mecnun utanmazın biridir,
Bakıp da ayıplamayın..
Sayfa 126’daki son cümlelerden:
“Aşk vadisine pak olarak girdiler. O temizlik içinde toprak oldular.. Zeyd
uyunanca gördüğü rüyayı herkese anlattı.
O günden sonra iki sevgilinin
mezarı ziyaret yeri oldu.
***
Nurdane Uzun’dan:
Yılların ardından memleket
anıları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, yazarlarımız yazdıkları
yayınladıkları eserleriyle biliniyorlar, alkışlanıp takdir ediliyorlar.
Genellikle şiirleriyle tanıdığımız, kalemiyle beğenip alkışladığımız Nurdane
Uzun Bursa’dan seslenmeye devam ederken, bu kez anılarının bir araya
getirildiği 196 sayfalık “Yılların Ardından Memleket Anıları” adlı kitabıyla
karşımıza çıktı.
Nurdane Uzun Artvinli’dir. O,iki lafın
birinde Artvin’den, doğduğu topraklardan söz eder. Laf oralardan açıldı mı,yüzü
güler,ses onu farklılaşır, anlatır anlatır, memleketiyle ilgili örf ve
adetleri,töreleri sıralar birbir .Masamızdaki kitabında da böyle yapmış.Beş
sayfalık bir sunuş,önsöz mahiyetinde giriş var.Buranın bir yerinde;”Köyde
yaşayan çocuklar şehir çocuklarına benzemez.Henüz ağzındaki süt dişleri değişme
yaşında,elimize sopa(değnek) alır koyun gütmeye giderdik,dağlara
,bayırlara,yemyeşil çayırlara.Benim gibi diğer ablamlar ve kardeşlerimde öyle yetiştik.Köyüm
buram buram tütüyor.Biraz anlatmaya ne dersiniz?”deniliyor.
Anlatımların, yazıların başlıklarına
bakıyoruz, büyük bir bölümü Nurdane Uzun’un köyü ve o bölgesiyle ilgili
anlatımlar çıkıyor karşımıza.Bu anlatım başlıklarının bazılarından bir sıralama
yapalım:Köyümüzün,yöremizin hava koşulları,14 Ağustos 2007 sabahı,Ver elini
Samsun,Samsun’da değişmeler,Ünye cıvıl cıvıldı,Mezar ziyareti,Sahipsiz kalan
baba ocağı,Yeşilin büyüsüne kapılırsınız,Doruklu tarlalar,Allah korudu vd.
Nurdane Uzun Ebe-Hemşire olarak görev
yaptığı yerlerdeki anılarını da sayfalara aktarmış. Başarılı bir anlatımı,
olayların toparlanıp örnek alınacak sonuçlarıyla okurların bilgilerine sunuş
biçimi var. Şiirde başarılı olanların pek azı, düz yazıda da başarılı olabilirler.
Nurdane Uzun bu pek azlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Tebriklerimi
sunuyorum efendim.
Anılar olarak geçmişten bu güne,
yarınlara nakledilen Nurdane Uzun anlatımlarının içine yer yer şiirler de
serpiştirilmiş. Anlatılan konuların, şiirle ifade edilişi sağlanarak,
zenginleştirme sağlanmış. Anı yazmanın zorluğunu sık sık ifade edenlerden biri
olarak söylemek isterim ki, Nurdane Uzun anılarını sayfalara aktarırken,
yerleştirirken zorluk çekmemiş. Çünkü bunların tamamı,kademe kademe yaşanmış,iz
bırakmış olaylar olarak görünüyor.Bu noktadan hareket edildiğinde Nurdane Uzun
yaşanmışlıklarının daha bir anlatım kolaylığıyla ifade
edilebildiğini,inandırıcılıklarıyla okur karşısına çıkarılabildiklerini
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Nurdane
Uzun:1956 yılında Artvin ilinin Şavşat ilçesine bağlı Aşağı Koyunlu Köyünde
doğdu. İlkokulu köyünde,Sağlık Okulu’nu Ankara Telsizler Sağlık Okulunda,Sağlık
Kolejini Bursa’da okudu.Kayseri,Samsun ve Bursa-Karacabey’de Ebe-Hemşire olarak
görev yaptı.21 yıl hizmetten sonra emekli oldu.Sosyal amaçlı pek çok kuruluşun
üyesi olan,bu kuruluşların bazılarının yönetiminde görev yapan, değişik gazete
ve dergilerde şiir ve yazıları yayınlanmaya devam eden Nurdane Uzun,çocuk
öyküleri,şiir,deneme ve anı alanlarında pek çok kitap yayınladı.Sanat ve
edebiyat alanındaki bu çalışmalarından dolayı,onlarca ödülün sahibi oldu.
Nurdane Uzun Bursa ilimiz merkezinde yaşıyor.
***
Mehmet Cem Yiğit şiirlerinden
bir çeşitleme
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimizin şiirleri bana ulaştıkça, onların
mısraları arasındaki gezintimi sürdürüyorum. Eskiden gazetelerimizdeki şiir
köşelerimde, şiirlerin tamamından söz ediyor,aynen nakletme fırsatım
oluyordu.Şimdilerde o gazetelerdeki şiir köşelerim yok artık.Bu nedenle bana
ulaşan şiirlerin bazı dörtlüklerinden örnekler vererek yazılarımı
sürdürüyorum.Konya ilimize bağlı Akşehir ilçemiz merkezinden şiirleriyle bana
ulaşan Mehmet Cem Yiğit hocamızın şiirleri var masamda.Bu şiirlerden bazı
dörtlük örnekleri vermek istiyorum bugün:
1-Üç ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Güneşin
ışığı’adlı şiirden: Baştan seni sevmek bir ibadet sayılır/Yolunu kaybetmiş
aşıklar yalnız uyur/Ela gözlerine bakan bayılıp kalır/Güneşin ışığı, yanında
sönük kalır.
2-‘Bir yabancı gibi’adlı şiirden: Kalpten
bağlıydık seninle bir zaman/Yüreğe dokundu ayrılık denen/Canımın bir parçası
olmuştun Sen/Bir yabancı gibi yanımdan giden.
3-Dört ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Bir
dilek’başlıklı şiirden: Sevgiler, kilitli kalpleri açar/Yüreğe düşen ilk aşkın
ateşi/Dualar, kilitli kapıyı açar/Sevgiyle tutuşan gönül ateşi.
4-Dört ayrı dörtlükten oluşan ‘Kıştan kalma
bir baharda’ adlı güzellemeden: Mevsim güneşi karşılar/Sevgililer de el ele/
/Tutuşan gönüller yanar/Derin sevdalar yaşanır.
5-Beş ayrı dörtükten oluşan ‘Bu ne güzel
sevgi’adlı şiirden: Kıymetini biliyorum/Şeker gibi eriyorum/Canımın içi
diyorum/Tanrım! bu ne güzel sevgi.
6-Beş ayrı ölümden oluşan ‘Canım, güzel
Türkçem’başlıklı şiirden: Kitaplarda çiçek açtın/Öz Türkçe’yle sevgi
saçtın/Canım güzel, özlü Türkçe’m.
7-Dört ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Yüreğime
mayalarım’ adlı şiirden: Bahar sabahı gününe doğarım/Seni güneşimle
aydınlatırım/Yürekten kederi, hüznü kovarım/Sevgini yüreğime mayalarım.
8-Altı ayrı bölümden oluşan ‘Sevgimiz şiir
olsun’ başlıklı şiirden: Sen benim için de çok önemlisin/Dünyamda, yanımda yeri
olansın/Bir tanem dedikçe inciler saçtın/Sevgimizi, sevmeye ikiz ettin.
9-Üç ayrı dörtlükten meydana gelen
‘Sevdalanmak yürek ister’ adlı, başlıklı şiirden: Seni görmek bakış bakış/Seni
örmek ilmek ilmek/Senle olmak oynaş, gülüş/Çimen gözlüm, güler yüzlüm.
Türk şiiri içinde, Türk edebiyatı içinde
önemli bir yeri olan Mehmet Cem Yiğit hocamızın, bu içten, samimi ve anlatım
zenginliği içindeki şiirlerinden dolayı kutluyor, tebriklerimi, sevgi ve
saygılarımı yineliyorum efendim.
GÜNÜN HABERLERİ:
ZİYA
ÇAĞLAR’ DA ARAMIZDAN AYRILDI
Değişik kuruluşlarda farklı görevler
yaptıktan sonra, İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğünde mütercimlik,
Bağ-Kur Genel Müdürlüğünde,Daire Başkanlığı ve Genel Müdür Yardımcılığı yapan,
kamu yararına dernek statüsünde bulunan Türk
Kooperatifçilik Kurumunda İdare Müdürlüğü görevlerinde bulunan, mesleki
alanlarda pek çok makalesi yayınlanan,’Aile Saadeti’ adlı kiabıyla dikkat çeken Ziya Çağlar, 03 Şubat
2014 tarihinde Ankara’da vefat etti.04 Şubat 2014 tarihinde,Karşıyaka
Camiinde kılınan ikindi ve cenaze
namazlarının ardından,Karşıyaka Mezarlığında toprağa verildi.
GAZETECİ
NAİL BAŞIBÜYÜK’Ü KAYBETTİK
Van’da yayınlanan İki Nisan Gazetesinin
kurucusu ve insani meziyetleriyle tanınan, sürekli basın kartı sahibi Nail
Başıbüyük vefat etti. Van Postası Gazetesinin 06 Şubat 2014 tarihli sayısındaki habere göre,Nail Başıbüyük’ün
cenazesi 05 Şubat 2014 tarihinde Boyalar Camiinde kılınan ikindi namazının
ardından,Van Kalesi civarındaki Eski Şehir Mezarlığında toprağa verildi.
***
İsa Kayacan’dan üç şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bu satırların yazarı İsa Kayacan’dan üç
şiir sunalım istedim. Bu şiirlerin isimleri,1958 yılında yazılan “Ece Köyünde
Akşam” ve 1961 yılında yazılan “Biz Neler Biliriz” adlı olanı.
Ve şiir
kitaplarımdan birinin adı olan “Dönemeç” adlı şiirim. İşte anılan İsa Kayacan
şiirleri:
ECE
KÖYÜNDE AKŞAM
Kerpiç evimizin bahçesinde,
Derince bir kuyu vardı kuyu.
Bütün akşamın şirin sesinde,
Köyün halkına yeterdi suyu.
Akşama doğru bir ay ışığı,
Çıkardı çalılar arasından.
Elinden
atar ağaç kaşığı,
Sonra gençler, gönül yarasından.
İşte nur yüzlü ayın önünde,
O uzun boylu ince ağaçlar,
Böyle bütün eğleniş gününde,
Neş’elenir sümbüllü yamaçlar.
Bu yamaçların ta eteğinde,
Görünür selvilerin gölgesi.
Sonra arıların peteğinde,
Bir vızıltı, bir de ezan sesi.
BİZ
NELER BİLİRİZ
Biz, yıkık değirmenlerde,
Çok un öğüttük,
Çarkın,
Dönüp, dönmediğini biliriz.
Saçlarımız,
Aşk-sevda yolunda ağardı,
Bir hanımın,
Sevip, sevmediğini biliriz.
Issız ovalardaki,
Telgraf direkleri bizi tanır,
Bir yolcunun,
Gelip, gelmediğini biliriz.
Azrail’le,
Yıllarca omuz omuzaydık,
Bir hastanın,
Ölüp, ölmediğini biliriz.
DÖNEMEÇ
Bizler yorulduk artık, bu ömür denen
yolculukta,
Bunca yıldır aldığımız, bu çok uzun yollar
yeter.
Nefeslerimiz kesilmek üzere, alnımızda
ter,
Yaşamak, ümit vermek hep bundan ibaretse
eğer,
Allahaısmarladık
demeliyiz her şeyi, teker teker.
***
Tunca ve Güven’den birer şiir
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Aydın ilimize bağlı, Söke ilçemiz
merkezinde yayınlanan ve Abdülkadir Güler dostum aracılığıyla bana ulaştırılan,
Günlük okurlarının karşısına çıkan, çıkarılan Söke Ekspres Gazetesi, sanat ve
edebiyata dair yazı ve şiirlerle dolu olarak yayınlanıyor.
Bu gazetenin, yani Söke
Ekspres’in 15 bin 346. sayısında, Aşır Tunca ve Halil Güven imzalı şiirler
vardı. Aşır Tunca’nın beş ayrı dörtlükten meydana gelen “Sevim Şahin ablamız”
adlı, başlıklı şiiri, Sevim Şahin hanımın kendini Söke’ye hasretliğini, Söke ve
Sökelilerle haşır - neşir olduğunu anlatıyor.
İki dörtlüğünde bu şiirin şöyle
deniliyor, sesleniliyor:
Fikirleri çağdaş, özü, sözü
Türkçedir,
Umutsuz kalmışlara, umut veren
elçidir,
Hedefi Atatürk, vatan, bayrak
ülkedir,
Halkının yanında, halkçı Sevim
ablamız.
Her türlü Derneğin, yardım sever
anası,
Gönül bahçesinden yansır dışa
aynası,
Atatürk, bayrak, cumhuriyet
sevdası,
Kalbi temiz, ruhu temiz, Sevim
ablamız.
Halil Güven, uzunca bir sütun
dolduran “Barış mutluluktur” adlı, başlıklı şiirinde; Mutluluklardan, sağ
yüreklere gelen duygulardan, yürek temizliğine ulaşanlardan sözediyor. 14
bölümlük şiirinin bir bölümünde de şöyle çıkıyor okurlarının karşısına:
Yolda belde, gördüğünde,
İçten bir gülüş,
Karşılar ya seni,
İşte öyle bir şey..
Ve sonunda, dünyanın değişik
nimetlerinden, kendi nefislerinde beklenti içinde girenlerden barışın paslaşmak
olduğunu, mutluluğun da öyle anlaşılması gerektiğini anlatıyor Halil Güven.
***
Mehmet
Kıyat’dan: Mayın tarlası
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Mehmet Kıyat Ankara’dan seslenen,
şair, yazar ve araştırmacılarımızdan. Yazdıkları, yayınladıklarıyla edebiyat
dünyamızın önemli doruklarından kitapları aracılığıyla bizimle buluşmaya,
merhabalaşmaya devam ediyor.
Merkezi Ankara’da bulunan,
Mutluson Yayınları arasında 96 sayfayla Günyüzü gören ve bendenize “Değer bilir
dost, Sayın İsa Kayacan’a sanat dolu günler temennisiyle” 21 Haziran 2013
tarihinde imzalanan Mayın Tarlası adlı şiir kitabının sayfalarında gezmek
istiyorum. Bu kitabın bana gelişinin üzerinden epey zaman geçti. Yazılış ve
yayınlanış gecikmelerinin değişik nedenleri var. Özür diliyorum.
Mehmet Kıyat, Kitaplarının arka
kapaklarında, kendisiyle ve kitaplarıyla ilgili yazılanlardan, imza sahipleri
olarak örnekler veriyor. Örneğin ‘Mayın Tarlası” adlı kitabın arka kapağında;
Mehmet Kemal, Necati Cumalı, Hasan İzzettin Dinamo, Samim Kocagöz, Mahmut
Makal, Talat S. Hamlan, İsa Kayacan, Remzi İnanç, Ateş Nesin, Gültekin Emre
imzaları dikkat çekiyor. Bu satırların, Talat S. Hamlan, İsa Kayacan, Remzi
İnanç, Ateş Nesin, Gültekin Emre imzaları dikkat çekiyor. Bu satırların yazarı
İsa Kayacaın cümlesi şöyle: Mehmet Kıyat şiirimizin kilometre taşlarından
biridir.
Mehmet Kıyat, şiir kitaplarının
bölümlerinde, ikişer mısra ile çıkıyor okurlarının karşısına. Masamda bulunan
Mayın Tarlası’nın ilk bölümündeki mısralar:
Aç gözlü bir kötülüğe düşmüş,
Doyumsuz, doyumsuz geziyor
ortalıkta.
Kalıntıyla yetinen bir yaşama
sarılarak,
Güzelliğin dilini öğrenemezsin
dostum.
Kitap içindeki şiirlerin
Ankara’da yazıldığı, tarih ve saat kayıtlarının alt kısımlarda verildiği
görülüyor.
Sayfa 60’daki, “Işığını yitirmiş
güneş” adlı şiirin mısralarına dönelim, bakalım. Gelen değişik sorular
karşısındaki suskunluğun, dersimizi bilemeyişimizden ileri geldiği noktasından
hareket ediliyor. Sonraki birkaç mısra şöyle bu şiirin:
Bir büyük sessizlikle yaşadık
hep,
Uslar dirençsiz
Yüreklere kan gitmiyor.
***
Nevzuhur
Dergisinden iki şiir
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Antalya ilimiz merkezinde aylık
yayınlanan, edebiyat, kültür ve sanat dergisi ‘Nevzuhur’un 33. sayısı masamda.
Nevzuhur’un anılan sayısında
yeralan şiirlerden ikisinin mısraları arasında gezmek istiyorum efendim:
Âşık Kazanoğlu’nun “Senin
yüzünden” başlıklı şiiri. Beş ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin iki
dörtlüğü:
Gözün aydın olsun, ey hilal
kaşlı,
Gülmeyi unuttum, senin yüzünden,
Başım duman kaldı, gözlerim
yaşlı,
Silmeyi unuttum, senin yüzünden..
Bundan sonra daha akamam durgun,
Gönlüm hasta düştü, bedenim
yorgun,
Istırap yurduna eyledin sürgün,
Gelmeyi unuttum, senin yüzünden..
Aşık Kazanoğlu, dertlerinin üst
üste katlılığından, garip kuş gibi iki kanadının kırıklığından, aşka düştüğü
için aklını kaybettiğinden sözediyor uzun uzun.
Nevzuhur Dergisinin 33. sayısında
yeralan şiirden ikincisi, daha doğrusu seçtiğim şiirlerin ikincisi Fatih Ünver
imzalı ‘Bilmiyorum’ adlı olanı. Beş ayrı bölümden oluşan bu şiirin bir bölümü:
Nasıl desem,
Bu sıralar hazzındayım aşkın,
Tavında dövüyorum satırlarımı,
Yorgun düştüm, inatçı ruhum;
İçimden bir ses gelir benim,
Şehit olurum ilkin,
Sonra tutuklu,
Bileklerimde gümüşten bir şiir…
Bu şiirde, masum bakışlardan,
çetin yüreklerden, görmek ve bilmek arasındaki farklardan sözediliyor ayrıcı.
***
Mansur
Ekmekçi’den iki şiir
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Mansur Ekmekçi Adana’da yaşayan
şair ve yazarlarımızdan…
İki şiiri var masamda. Bu
şiirlerin adları: Kötüye yaranamazsın ve Gençliğim nerede?
Her iki şiir uzunca bir soluk gerektiren
ölçüde yazılmış. Hecevezni takniğiyle kaleme alınmış her iki şiir.
Yedi ayrı dörtlükten meydana
gelen ‘Kötüye yaramazsın da; sevgilinin kıymetini bilsen, gönülsüz aşk
içindeyse o, kalbini versen de yaramazsın gerçeği ifade ediliyor. Sonra bu şiirin
iki dörtlüğünde şu duygulara yer veriliyor:
Her kulun düştüğü aşka düşersin,
Onun için nice dağlar aşarsın,
Sevgisi bitince o an şaşarsın,
Saygını versen de yaranamazsın.
Bitmeyen acılar bu azap yeter,
Kadının kötüsü şeytandan beter,
Mansur’un çilesi ölünce biter,
Ölümsüz olsan da yaranamazsın.
Yedi ayrı dörtlükle şekillenmiş,
‘Gençliğim nerede?’ adlı, başlıklı Mansur Ekmekçi şiiri, gençliğin hızla
geçtiğinden, geride kalan günlerin bir türlü unutulamadığından sözedilerek
başlanılıyor. Güçlü kuvvetli günlerin geride kalışının üzüntüleri dile
getirilerek iki dörtlüğünde bu şiirin şöyle deniliyor:
Şimşek gibi bakan gözlerim
nerede?
Yorgun kalbim her gün düşürür
derde,
Dizlerim tutmuyor sürünür yerde,
Kendi kendimi de itemiyorum.
Zaman geldi damarlarım süzülür,
Pınarımdan son bir damla süzülür,
Mansur’un halini gören üzülür,
Hayat oyunu bu, ütemiyorum.
Yazdığı, yayınladığı şiirleriyle
dikkat çeken, olgunlaşıp güçlenen Mansur Ekmekçi’yi kutluyorum efendim.
***
Mehmet
Kıyat’dan: Geveze suskularda
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Size, bir biri ardına gelen
kitaplar, bu kitapların imza sahiplerine karşı bir sevgi, bir yakınlık
uyandırır ya!
Öyle bir duygudur, şair, yazar ve
araştırmacı Mehmet Kıyat’dan gelen kitaplar. Bu kitapların bir yenisi, Mehmet
Kıyat imzalı kitabın bir yenisi “Geveze suskularda” adının taşıyıcısı, 96
sayfalık, pırıl pırıl baskıyla şekillendirilen kitap.
Sayın Kıyat, “Sanat dostu, Sayın
İsa Kayacan’a esenlikler, mutluluklar” cümlesiyle, ithafıyla 21 Haziran 2013
tarihinde imzalamış.
Teşekkürler.
Merkezi Ankara’da bulunan,
Mutluson Yayınlarının şiir serisinde Günyüzü gören kitap, öteki Mehmet Kıyat
kitaplarında olduğu gibi, iki mısralık bir şiirsel anlatımla başlıyor. Bunlar
bölüm başlıkları oluyor bir bakıma. Bu iki mısra şöyle:
Karanlığın gözlerine bakarak,
İşte aydınlık diyemedi kimse..
Uykusunu alamamış sabahla,
Geleceği kuramayız güzelim.
Mehmet Kıyat’ın şiirleri uzun
soluklu değil. Orta bir anlatım boyutunda…
Verilmek istenilen mesajlar
fazlasıyla ortaya konuluyor, okurla buluşuyor, buluşturuluyor…
“Geveze Suskularda” adlı Mehmet
Kıyat şiir kitabının 63. sayfasında yeralan “Yaşamın tadı” adlı şiirin
mısraları arasına dönelim, bakalım, bir göz atalım. Bu şiir, binbir çiçekle arı
gibi çalışmaktan, bunun babasının tavsiyesi olduğundan sözediyor şairimiz.
Sonra şöyle devam ediyor:
Göbek çatlatma,
Oyunlarında bekleyerek,
Yaşamı çileden çıkarıp,
Yanlış göstergelerde,
Ölü süreçler,
Kafası karışık bencillikle,
Kendi kendini yok eden,
Boz dağlarına aldanıp.
***
Ömer
Yurduseven duygularından
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Bekir Konçi’nin Kütahya ilimiz
merkezinden gönderdiği şiirler arasında, Ömer Yurduseven şiirleri de vardı.
Gönül Rızasıyla, Yaşamı otuzladım
adlı şiirleriyle bize seslenen Ömer Yurduseven, yazdıklarıyla sanat ve edebiyat
alanımızdaki önemli adımlarıyla dikkat çeken isim ve imzalar arasında
yeralıyor.
Altı dörtlükten meydana gelen
Gönül Rızasıyla adlı şiirde, sevginin şu veya bu şekildeki baskıyla değil,
gönül rızasıyla olmasının daha doğal olacağı noktasında hareket ediliyor.
Bu şiirin iki dörtlüğünde şöyle
seslenilmekte:
Gözlerin muhabbetiyle değil yar,
Gönül, gönül sohbetiyle sev beni.
Abi, ablanın töhmetiyle değil
yar,
Gönül, gönül şehvetiyle sev beni.
Bizim köyün adetiyle değil,
Bir ömür saadetiyle sev beni,
Sözde nişan davetiyle değil yar,
Allah’ın selametiyle sev beni.
Yaşımı otuzladım, adlı şiirse
yedi ayrı dörtlükten meydana geliyor. Sabahçı kahvelerinde, balıkçı
teknelerinde, köftecinin ötesinde beklenen yardan, sevgiliden sözedilerek söze
başlanılıyor.
Sonra anlatılmaya, duyguların
ortaya konulmasına devam ediliyor.
İki dörtlük masamdaki son Ömer
Yurduseven şiirinden:
Bazen boş bir gemi limanında,
Bazen bir otobüs durağında,
Bazen ciğercinin dumanında,
Hep senin yolunu bekledim yar..
Bazen bir caminin avlusunda,
Bazen bir duvarın kuytusunda,
Gözüm kapalı kuş uykusunda,
Hep senin yolunu gözledim yâr..
***
Şiirleriyle
Mehmet Cem Yiğit
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Eğitimci, şair, yazar ve
araştırmacı, Mehmet Cem Yiğit Konya ilimize bağlı Akşehir ilçemizden
sesleniyor.
Boşuna değil ve sihirli aynalar
adlı şiirleri var masamda Mehmet Cem Yiğit hocanın.
“Gidince anladım çok sevdiğimi”
mısrasıyla başlayan, Boşuna değil adlı şiirde, sevgisi içten olan sevgilinin
geriye bir dönüp bakmasıyla her şeyin değişeceği noktasından hareket ediliyor.
Üç dörtlüklü bu şiirin iki
dörtlüğünde şu duygulara yer veriliyor:
Selamlar yollamış göçmen kuşuyla,
Sevginin dalları sessiz eğildi,
Darılan şu gönlüm kıskanır oldu,
Günlerce ağlamam boşuna değil.
Unuttum gülmeyi, gezip tozmayı,
Bakışında ince bir anlam vardı,
Paylaşmak isterdim güzel yazgıyı,
Günlerce ağlamam boşuna değil.
Sihirli aynalar adlı, başlıklı
Mehmet Cem Yiğit şiirinin mısralarına dönüyoruz: Bu şiirde, sihirli aynaların
bizi gösterişinden dağlar ve taşların sevdalardan sözedişinden bahsedilerek
yola çıkılıyor. Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiirin iki dörtlüğünde şu
duygularla çıkılıyor okurların karşısına;
Örste, aşkın ateşini dövelim,
İki bedende bir beyin olalım,
Yüreklere ümit büstü dikelim,
Altın kıymetinde verdiğin değer.
Güzel hayatlar, yaşamaya değer,
Sevdayı ateşleyen bir kıvılcım,
Sevgi varsa hayat yaşamaya değer,
Altın kıymetinde verdiğin değer.
***
Artvinli
Âşık İbrahim Kara’dan mısra mısra
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Aşık İbrahim Kara’nın şiirleri,
Artvin İlimiz merkezinde günlük yayınlanan ve 52. yayın yılı içerisinde bulunan
“Serhad Artvin” Gazetesinde yayımlanmaya devam ediyor. Aşık İbrahim Kara’nın
iki şiiri var masamda.
Bu şiirlerin adları. Düşünülemez
ve hoş geldiniz olarak kaydedilmiş. Sekiz ayrı dörtlükten meydana gelen
“Düşünülemez” adlı şiir, yirminci asırda, çağdaş dünyada Atatürk’süz vatanın
düşünülemeyeceği hatırlatmasında bulunularak söze başlanılıyor.
Şimdi bu şiirden iki dörtlük
naklederek devam edelim:
Okulda bakmazsan, oğul kızına,
Nankörlük etme durur gözüne,
Eğer uymuyorsan onun izine,
Atatürk’süz vatan düşünülemez.
Meclisimde Cumhuriyet güneşi,
Al Bayrak semada, yoktur bir eşi,
Annesi, babası kızı, kardeşi,
Atatürk’süz vatan düşünülemez.
Artvinli Aşık İbrahim Kara’nın
ikinci şiiri “hoş geldiniz” adının taşıyıcısı. Bu şiirde, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’den sözediyor. Cumhurbaşkanının Artvin’e gelişi mısralara
dökülerek “hoş geldiniz” deniliyor. Bu şiirin iki dörtlüğündeki Aşık İbrahim
Kara duyguları şöyle:
Derdimizi sorar isen, çok çoktur,
Dâhiliye doktorumuz hiç yoktur,
Bir Üniversiteyi sıraya soktur,
Bu istekle Şavşatıma hoş
geldiniz.
Sizi Şavşatımda görmek isterdim,
Elimi saygıyla vermek isterdim,
Gönülden gönüle ermek isterdim,
Hasta idim, gelemedim hoş
geldiniz.
***
Ali
Gözütok mısralarından
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Şairlerimiz, yazdıkları,
yayınladıklarıyla biliniyor, değerlendiriliyor. Ali Gözütok Antalya ilimiz
merkezinden seslenen, Burdurlu hemşehrim.
İki şiiri var masamda Ali Gözütok
hocanın. Gülmeyi özledim ve İhtiyarlık şiiri adlarıyla bize ulaşanlar bunlar.
Sevmekten vazgeçmediğini,
sevginin kendisinin yoldaşı olduğunu anlatarak söze başlıyor Ali Gözütok. Gülce
edebiyat akımının buluşma türünden kaleme alınan, şekillendirilen ‘Gülmeyi
özledim’in bir bölümü şöyle:
Kaf dağından çığ düştü,
Ümit bağım perişan,
Hani yaratılmışların şahı?
Nerede o şerefli insan?
İzzet ikram ne oldu?
Kardeş kardeşe düşman,
Ölüyor masum canlar,
Ben gülmeyi özledim.
İhtiyarlık şiiriyle Ali Gözütok
bir başka kabullenmeyi dile getiriyor. Gençlikten yaşlılığa uzanan kalınca bir
yolun varlığı noktasından hareket ediyor bu şiirinde.
Yalın dünyada ömürlerin
öğütüldüğünden, çile ve acıların peş peşe yaşandığından yola çıkılarak, son
durak denen yere mutlaka gidileceği hatırlatmasında bulunuyor.
İki dörtlüğünde bu son şiirin
şöyle deniliyor:
Mızrap vurunca tele, nağmeler
duvaklanır,
Nar denilen ateşte, ne günahlar
paklanır,
Sevdalar kucaklanır, düşünceler
aklanır,
Gençliğin ümüğüne, çökünce
ihtiyarlık…
Canından can istense, canana
verir âşık
Göz bebeğinden yansır titreyen
cansız ışık,
Deva diye içilir, zehirler kaşık,
kaşık,
Gençliğin ümüğüne, çökünce
ihtiyarlık…
Ali Gözütok hemşehrimi, şiirimiz
ve edebiyatımız alanındaki başarılarından dolayı kutluyor, alkışlıyorum
efendim.
***
Mehmet
Kıyat’dan: Adam olmak
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Şiir kitapları birbiri ardına
geliyor, bana ulaşıyor. Sayfalarındaki gezintim zaman zaman gecikebiliyor.
Değişik nedenleri var bu gecikmenin.
Mehmet Kıyat ismi ve imzası, Türk
şiirinin dikkat çeken, göz dolduranlarının başında geliyor.
Birbiri ardına yayınlamaya devam
ettiği kitapları, şiir kitapları ayrı bir zenginlikle çıkıyor, çıkarılıyor
karşımıza.
96 sayfalık ‘Adam Olmak’ adlı
şiir kitabı, birinci hamur, pırıl pırıl bir baskıyla okurlarına sunulmuş,
edebiyatseverlerin, edebiyat çevrelerinin tetkikine ulaştırılmış.
Mutluson Yayınları arasında
Günyüzü gören ‘Adam Olmak’ adlı kitabını Mehmet Kıyat, “Aydınlık simgesi,
emekçi, sayın İsa Kayacan’a dostlukla” notuyla 21 Haziran 2013 tarihinde
imzalamış. Teşekkürlerimi sunuyorum.
Mehmet Kıyat şiir kitaplarının
bölümlerinde ikişer mısralık şiirler yerleştiriyor. Doğru yapıyor.
Masamdaki kitabın “Adam Olmak”
ilk bölümündeki mısralar şöyle çıkıyor karşımıza:
Bir sessizlik gibi geçti yaz,
Güneşine ışık olamadım güzelim.
Kötülükle oynaşan bir kuşakla,
Başlangıcı sona bağlayamazsın.
Sonra 76 sayfaya bakıyoruz. Bu
sayfada ‘Bir okullu gibi sevmek’ adlı şiirle karşılaşıyoruz. Bu şiirde,
çocukların ölüme çanak tutmadan yaşamaları gerektiği gerçeği hatırlatılıyor.
Şöyle devamı var bu şiirin:
Nice dalga boylarında,
Güneşle uyanıp,
Yeni yeni çözümler,
Bir okullu gibi sevinerek,
Hiç geriye düşmeden,
Bozdurmadan dostlukları,
Güzellik toplayan bir kimlikle,
Alanlara çıkıp.
***
Artvin
yöresi folkloru
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Araştırmacı, şair, yazar Aydın
Karasüleymanoğlu, Artvin delilerinin başında geliyor.
Artvin’e karşı tutkusu büyük,
araştırıyor, yazıyor, yayınlıyor Artvinle ilgili ne varsa.
Bir anlamda Artvin ilinin gözü
kulağı olan Aydın Karasüleymanoğlu, Artvin ilimizde günlük yayınlanan Serhad
Artvin gazetesindeki yazılarıyla dikkat çekiyor.
Serhad Artvin gazetesinin 10 bin
750 nci sayısında “Artvin Yöresi
Folkloru” başlıklı araştırması, yazısı vermek istedğim örneklerden biriydi.
Şimdi bu yazıdan bazı cümleler
aktarmak istiyorum:
1. Artvin yöresi, Kafkasya’nın
Anadolu’ya açılan bir kapısı olduğu ve göç yolu üzerinde bulunduğu için,
değişik uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır.
2. Sahil ve iç kesimlerdeki farklılıkları
da göz önüne alırsak, Artvin’in başka yörelerde görülmeyecek kadar zengin bir
kültüre sahip olduğunu söyleyebiliriz.
3. Âşıklık geleneği,
halkoyunları, giyim kuşam tarzı yaşama bakışı, Artvin, Erzurum, Kars ve
Karadeniz’den bazı izler taşısa da, kendi öz kültürünü geliştirmiştir.
4. Zengin bir folklora sahip
olmasına karşın Artvin’in kültürel değerlerini araştıran, belgelere geçiren,
tanıtan, gelecek kuşaklara aktaran bir kurum var mı?. Yok.
5. Artvin tarihi, folkloru
üzerine çalışmalar yapanlardan bazıları: M.Adil Özder, Mehmet Gökalp, Şahver
(Kaya) Karasüleymanoğlu, Taner Artvinli, Hayrettin Tokdemir, şeklinde
sıralanıyor.
6. Tokdemir, Artvin yöresini
tümüyle değerlendirerek, folklorik öneme sahip her olguyla ilgili kapsamlı
çalışmalarda bulunmuş. Konulara bilimsel olarak yaklaşmış.
7. İlimize her yönüyle tanımak
isteyenlere Tokdemir’in bu kitabını okumalarını salık veriyoruz.
GÜNÜN
HABERLERİ:
6-B’liler
BÜLTENİNİN YENİ SAYISI YAYINLANDI
Ankara’da,
Ergün Veren’in sahipliğinde, onun hazırlayıp yayınlamasıyla gün yüzü görmeye
devam eden,Eskişehir Ticaret Lisesi 1982 yılı mezunlarının haberleşme bülteni
olan,’6-B’liler Bülteni’bol fotoğraflı, kıskanılan düzeyde mükemmel sayfa
düzenlemesiyle dikkat çekmeye devam ediyor.Bu alandaki ustalığı,teknolojiyi en
iyi biçimde kullanma özelliği,hele pek çok insanda olmayan mütevazılığı Ergün
Veren’in başarılarını artırırken, kişiliğini güçlendiriyor.6-B’liler Bülteninin
Şubat 2014 ayına ait 51.sayısında; Ergün Veren, Prof. Dr. Erman Artun, İsa
Kayacan,İrfan Ünver Nasrattınoğlu,Prof. Dr.Fuad Yöndemli, Şükran Teziçi imzalı
yazılar dikkat çekiyordu.Tebriklerimi,sevgi ve yayın başarısı dileklerimi
sunuyorum efendim.
ŞÜKRÜ
ÖKSÜZ’DEN KÜLTÜR-SANAT SAYFASI
Aydın ilimiz merkezinde faaliyet
gösteren,Aydın Yazarlar ve Şairler Derneği Genel Başkanı olan,Aydın Efesi
Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliği görevini başarıyla sürdüren Şükrü Öksüz,
önceki yıllarda yayınladığı kültür-sanat sayfalarının devamı olarak Aydın’da
günlük yayınlanan “Aydın Güzelhisar”Gazetesinde kültür,sanat sayfası
düzenlemeye,sanat ve edebiyata hizmet etmeye devam ediyor.30 0cak 2014 tarihli
2727 sayılı Aydın Güzelhisar Gazetesi kültür-sanat sayfasında,Şükrü
Öksüz’ün Cömert adlı yazısının yanında;Yrd.Doç.Ali
Abbas Çınar,Şükrü Öksüz,Dilek Ayrıbaş,Prof.Dr. İsa Kayacan,B.Enver Özkan,Gülser
Hünük, İbrahim Kiraz ve Erhan Tığlı imzalı şiirlere yer verildiği görüldü.
***
Ümit Kayaçelebi’den: Van
Destanı
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Ümit Kayaçelebi, Van ilimiz
merkezinde yaşıyor. Şair, yazar ve araştırmacı.
Van ilimizin kültür elçisi…
Van ilimizden kimlerin gelip,
kimlerin geçtiğini, destanımsı bir anlatımla kaleme almış. Tüm Van halkına
ithaf etmiş yazdıklarını. Bunlar, Van Postası Gazetesinin 17 bin 819 ncu
sayısından başlamak üzere, sonraki sayılarındaki Ümit Kayaçelebi sütununda
yeraldı. Van ilimizden kimlerin, kimlerin geçtiğini anlatan dörtlüklerden üç
örnek verelim öncelikle:
Çok Vanlı başını aldı ve gitti,
Kimler geldi, kimler geçti bak
hele,
Kalanlar da birbir rahmete gitti,
Kimler geldi, kimler geçti bak
hele..
Ferit Melen, başımıza taç oldu,
İzzettin Mungan her derde ilaç
oldu,
Pişiklerin anasıda Sevim bacı
oldu,
Kimler geldi, kimler geçti bak
hele..
Şimdi İstanbul’da bay Aydın
Talay,
Şefik Tüfekçi’de artık çekmiyor
halay,
Kalaycı Kadir ustada yapmıyor
kalay,
Kimler geldi, kimler geçti bak
hele..
Bir ilin geçmişine dönük, bugün
yaşanan tablosu üzerinde yeralanların tek tek tespiti, bunların özelliklerinin
bilinmesi, değerlendirilmesi, mısralara dökülmesi, öyle göründüğü kadar kolay
bir iş, bir çalışma değildir. Bu zor işin başarıcısı Ümit Kayaçelebi dostumuzun
kutlanması, alkışlanması gerekiyor.
Van Destanından bir dörtlük
alarak noktamızı koyalım efendim:
Yakın zamanda yitirdik, Bülbül
Hakkıyı,
Sorsan kimse hatırlamaz, Ferman
ustayı,
Deli Canım çok güzel yapardı
pağlavayı,
Kimler geldi, kimler geçti bak
hele..
***
Necla
Atakan’ın baba sevgisi
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Tekirdağ ilimiz merkezinde günlük
yayınlanan ve 61. yayın yılı içerisinde bulunan, rahmetli değerli dostum Cahit
Çelebi’nin yayımında büyük emeği, katkısı bulunan Tekirdağ Yeni İnan
Gazetesinin 18 bin 135. sayısında bu gazetenin yayım kadrosunda bulunan ve
rahmetli Cahit Çelebi’nin kızı olan
Necla Atakan’ın “Bugünlük” köşesinde “Baba bu.. Doyulmaz sevgisine” başlıklı
bir yazısı yayımlandı.
Yazı beni etkiledi. Babanın,
özellikle dünyasını değiştirdikten sonra duyulan özlemin büyüklüğü, sağken
yapılamayanların bir burukluk içinde yaşanmaya devam edildiği anlatılıyordu bu
yazıda.
Şimdi anılan yazıdan Necla Atakün
imzalı “Baba bu… Doyulmas sergisini” başlıklı yazıdan bazı cümleler vermek,
nakletmek istiyorum:
1. Kaybettiğiniz anda
sevdiğinizin alışırsınız yokluğuna. Ölüm o kadar soğuktur; O kadar alışırsınız
ki, önce eşyalarından başlarsınız.. Tek tek özenle seçilerek uzaklaş.
2. Rutin hayata dönülür, işe
dönüş yapılır. Ya bırakıp giden?. Sanki bu hayatta hiç yaşamamış gibi. Yokluğun
alışkanlığı, yerini özlemenin çaresizliğine bırakır, sesini duyamazsın, yüzünü
göremezsin ya.. İşte onun çaresi yoktur.
3. Böyledir özlemek,
çaresizliktir işte. Ruhunun en kırık yerini bulup, usul usul sızar içeriye.
Özlersin. Baba bu, doyulmaz sevgisine. “Çok severdim ama daha çok sevseydim.
Çok değer verirdim ama daha çok değer verseydim. Çok sayardım ama daha çok
saysaydım” diyesin gelir.
4. Hayattaki deneyimlerinden,
dünya görüşünden, olgun kişiliğinden uzun yıllar faydalandım ama, ondan
alabileceğim daha çok şey olduğuna eminim.
5. Şimdi bize düşen, emel
defterini açık tutmak. Babasız yaşayacağım ikinci babalar gününde, tüm babaların
“Babalar Gününü” kutluyorum.
Bir evladın, vefalı bir evladın
babasına duyduğu özlemlerden satırbaşları naklettik efendim.
***
Birdal
Can Tüfekçi’den:
Gönlümün
sultanı
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Birdal Can Tüfekçi, şair, yazar
ve araştırmacı. Muğla ilimize bağlı Dalaman ilçemizden sesleniyor. Bugün
gündemimde yedi ayrı dörtlükten meydana gelen 06 Eylül 2013 tarihinde saat
21.35’de kaleme alınan, şekillendirilen, bitirilen “Gönlümün sultanı” adlı
şiiri var Birdal Can Tüfekçi’nin…
Bu şiirin ilk üç dörtlüğü:
Acımadın halime, sen gönlümün
sultanı,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı
harcadın,
Umutları bitirdin, duyguları yok
saydın,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı
harcadın!
Adını yazmışım ya, gönlümün Kaf
Dağına,
Dertlerim katmerlendi, düştü
gönül ağına,
Çırpınırken umutlar, bahtımın
tuzağında,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı
harcadın!.
Aşkımız yenildi bak, geçmişteki
zamana,
Başımızdaki sevda, karıştı toz
dumana,
Ne kadar anlatsam da, anlamadın
sen ama,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı
harcadın!..
Birdal Can Tüfekçi duygularını
sayfalara aktarmaya devam ediyor. Her şeyin inada bindiğini görmekten duyduğu
üzüntüleri anlatırken, sen-ben çekişmesiyle gönül sevdalarının tükendiğini,
aşklarının sonunun göründüğünü, havalarının söndüğünü anlatıyor mısra mısra.
Gönlümün sultanı adlı şiirinin son dörtlüklerinde ise şu duygularıyla çıkıyor
okurlarının karşısına:
Yıkıldı üstümüze sevdamızın
kalesi,
Çekilen bu çileler, bil ki dilin
belası,
Bak şimdi çalınıyor ah! yandım
havası,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı
harcadın!
Mahşere dek sürecek, diye
beklerken aşkı,
Bitirdi bu sevdayı, içimizdeki
kuşku,
Viraneye çevirdi, gönül denen bu
köşkü,
Bilmedin kıymetini sevdamızı
harcadın!..
***
Mansur
Ekmekçi şiirlerinden
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Şair, yazar, araştırmacı ve halk
ozanı Mansur Ekmekçi’nin Adana’dan gelen şiirleriyle sohbet ne güzel. Mısra
mısra, duyguların içine girmek, orada mola verip sohbetlerde bulunmak hasretle
beklediklerimizin başında yeralıyor.
Nazlı yar ve Nasıl dayanalım?
Adlı başlıklı Mansur Ekmekçi şiirleri sohbet konuklarımız.
Üç dörtlükten meydana gelen Nazlı
yar adlı şiir, 6 beşlik hecevezniyle yazılmış kaleme alınmış. Yıllardır
akıllarda kalan sevgiliden, hiç bıkılmayan Nazlı yardan bahsediliyor bu şiirin
ilk dörtlüğünde, girişinde. Sonraki dörtlükler
Geçtiğin yerlere bakıp ağladım,
Talihsiz bahtıma kara bağladım,
İnleyen kalbimi yakıp dağladım,
Gel de hasretimi dindir nazlı
yâr.
Can bedende mahkûm, gençlik
solmadan,
Ömür mevsimlerim, hazan olmadan,
Azrail kapıya gelip bulmadan,
Gel de hasretimi dindir nazlı
yar..
Ve Nasıl dayanayım? adlı,
başlıklı Mansur Ekmekçi imzalı bir başka şiir.
Hep sabret diyen, tavsiyelerde
bulunan sevgiliden, sonra cefa etmekten çekinmeyen nazlı yardan, yalnız bırakıp
giden kalpsizden sözediliyor, bu sıkıntılara nasıl dayanılacağı soruluyor. İki
dörtlüğünde de bu şiirin bu duygulara yer veriliyor Mansur Ekmekçi kalemiyle:
Sevdanı kalbime ektim,
Sabırla derdini çektim,
Kaderime boyun büktüm,
Söyle nasıl dayanayım?
Dayanamam, dayanamam,
Yokluğuna dayanamam,
Ölüm uykusuna yattım,
Sen gelmeden uyanamam.
***
Yunus
Emre Kitabı
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Türkmen Ozanı Süleyman Özçelik,
Hatay ilimizin İskenderun ilçesinden, sıklıkla seslenen bir ozanımız. Eski
yıllara ait yayınların sahibi. Zaman zaman bu yayınlardan bize de gönderiyor.
En son gönderdiği kitap, bir
hazine değerinde…
Eskişehir Turizm ve Tanıtma
Derneği yayınlarının 3. olarak Günyüzü görmüş, 74 büyük sayfalık, Halim Baki
Kunter imzasının taşıyıcısı: Yunus Emre Bilgiler-belgeler adıyla yayınlanmış.
Türkmen Ozanı Süleyman Özçelik
gönderdiği her kitabın ilk sayfalarına bazı notlar da yazıyor, açıklamalarda
bulunuyor. Bu kitap için de öyle yapmış. Bazı notları var Süleyman Özçelik’in.
Birinci bölüm: Aradığımız Yunus
Emre,
2. Bölüm: Yurdumuzda Yunus Emre,
3. Bölüm: Bulduğumuz Yunus Emre
başlıklarıyla karşımıza çıkarken, 106 adet resim ve fotokopi bölümü de var
kitap içinde
Eskişehir Turizm ve Tanıtma
Derneği adına İsmail Ali Sarar imzalı bir sunuş dikkat çekiyor. Halim Baki
Kunter imzalı uzunca bir önsöz, kitabın içeriği hakkında bilgi veriyor.
Önsöz’ün yazılış tarihi: 31 Mayıs
1965. Kitabın yayınlanış yılı: 1966.
Yunus’un izinde araştırmalara
başlanıldığında, görülenler, karşılaşılanlar farklılık içindedir. Yunus ilk
defa 1933 yılında Tire’de adını taşıyan bir cami ile bana kendini gösterdi.
İzmir’de Vakıflar Müdürü olarak bulunuyordum. Yunus Emre adı ile karşı karşıya
gelince baştan aşağı dikkat kesildim. Bu caminin isminden başka, Yunus’la
ilgisini gösteren hiçbir belirti yoktu.
Bu anlatımlar kitabın yazarı
Halim Baki Kunter’e ait. Sonra yazar Eskişehir-Sevrihisar’daki Ulu Cami
kitaplığında araştırmalarını sürdürüyor. Eskişehir’den Sarıköy’e geçiyor.
Yunus’un yüce huzuruna varıyor. Yunus’un mütevazı türbesinin, oraları işgal
eden düşman kuvvetleri tarafından yıkıldığını görüyor.
***
Alptekin
Yazar’dan:
Gözlerin
vuslatımdır
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Kitapların hazırlanışları
yayınlanışları meşakkat yüklüdür.
Yani zorluklarla karşılaşılır,
yaşanır.
Şair, Yazar, Araştırmacı ve
Editör Aysel Al aracılığıyla bana ulaşan kitapların bir başkası: Alptekin Yazar
imzalı, şiirlerden oluşan “Gözlerin Vuslatımdır” adlı, 128 sayfayla
okuyucularının karşısına çıkar.
İki sayfalık önsöz, Aysel Al
imzasının taşıyıcısı. Al, önsözünün bir yerinde, “Alptekin Beyin şiirlerinde,
hasret, özlem, aşk, mutluluk, hüzün, kahramanlık ve dalga dalga da sevinç var.
Ama bu sevinç denizin dalgalanışı gibi küçük küçük geliyor ve gidiyor” diyor.
Aysel Al tespitleri önemlidir. Bunların doğruluğunu kabul ederek yolumuza devam
edelim:
Hecevezni tarzında, türüyle
kaleme alınmış, kitabın sayfalarına aktarılmış şiirlerde, duygu zenginliği,
anlatım bütünlüğü ve yumuşaklığı görülüyor.
Sayfa 28’deki “Burçak” adlı şiir
dört ayrı dörtlükten meydana geliyor.
Bir dörtlüğü bu şiirin:
Nerdesin, söyle Burçak?,
Gözlerinse, senden sıcak…
Hep kaçarsın yine öyle,
Benden ayrı, köşe bucak.
Alptekin Yazar konu seçiminde,
bunların işlenişinde zorluk çekmiyor. Ele aldığı konuların üzerine giderken,
beyin yorarken, kısa bir tahlil ve sonuç bölümünü oluşturuveriyor. Sayfa 74’de
yeralan “Kalbimi Yakma” adlı şiir beş ayrı dörtlükle şekillenmiş,
şekillendirilmiş.
Buradan bir dörtlükle noktamızı
koyalım:
Ben bu acı ile nere giderim?
Aşkıma ne derim, belli kederim,
Gönül orucumu, dille öderim,
Yâr beni götürme, fizana sürme..
Alptekin Yazar, gelecekteki
şiirleriyle, kitaplarıyla daha büyük başarılara imza atacaktır.
***
İLESAM’dan
gelenler
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Kısa
adı İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinden
gelen kitap ve dergiler var masamda.
Bunlar,
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Merkez Kütüphanesine gönderildi.
Düzenlediğim
demirbaş listesine, 1424–1508 sıra numaralarıyla kaydedildiler.
İLESAM
Muhasibi, değerli dostum Cemal Tuzcuoğulları organizasyonuyla hazırlanıp, bana
ulaştırılan ve Mehmet Akif Ersoy Üniversite Merkez Kütüphanesine gönderilen
kitap ve dergilerden bazılarının isimleriyle ilgili sıralama:
1- Gülpınar
Dergisinde Edebi Portreler (Dr.Salih Okumuş, Sabit Bayram)
2- Hevser
(Durkadın Karagöl, Kurban Teyze)
3- Ellibeş
soruda düşünen insan (İsmail Özmel)
4- Kültür
ve tarih sohbetleri (İsmail Özmel)
5- İçimdeki
çocuk (Sevinç Doğancan Güven,)
6- Deniz
güneşi (Hikmet Özdemir,)
7- A’dan
öncesi (Vedat Fidanboy,)
8- Harflerin
dansı (Gülten Ertürk, Gülten Sultan)
9- Yakamozlu
gecelerde karanlık yüzler (Havva Gülbeyaz)
10- İLESAM
Bültenleri,
11- Aydın Efesi
Dergisi,
12- Yesevi Dergisi,
13- Ortanca
Dergisi,
14- Erciyes
Dergisi,
15- Çıngı Dergisi,
16- Kümbet Altında
Dergisi,
17- Güneysu
Dergisi,
18- Kardeş Kalemler
Dergisi,
19- Antalya Sanat
Dergisi,
20- Yağmur Dergisi,
21- Sarızeybek
Dergisi,
22- Yeni Size
Dergisi,
23- Yazıcı Dergisi
(Azerbaycan)
24- Maki Dergisi,
25- Akpınar
Dergisi,
26- Türk Dili
Dergisi,
27- Esere Saygılı
Korsana Karşıyız (II, M. Nuri Parmaksız, Cemal Tuzcuoğulları)
28- Türk Yurdu
Dergisi,
29- Nevzuhur
Dergisi.
***
Artvin’den,
Muğla’dan
Prof. Dr. İSA
KAYACAN
Artvin ilimiz merkezinde günlük
yayınlanan, Serhad Artvin Gazetesinde şiirleri yayınlanan Aşık İbrahim Kara’nın
bir şiiri.. Arkasından, Muğla ilimiz merkezinde günlük yayınlanan Devrim
Gazetesindeki sanat sayfasının düzenleyicisi Yükselecek Demirel imzalı bir şiir
var gündemimizde bugün efendim.
“Teşekkür” adlı şiiriyle, Aşık
İbrahim Kara, Başbuğ temsilcisi Devlet Bahçeli’nin kongredeki konuşması için
teşekkür ediyor. Altı dörtlükten meydana gelen şiirinin iki dörtlüğünde şöyle
diyor:
Türk Milleti geçmişlere ayıktır,
Hoşgörüye, barışlara uyuktur,
Bu dünyada üstünlüğe layıktır,
Büyük lider, konuşmana maşallah..
Âşık Kara sizi görmek isterim,
Seksenbeş yıl Türkiyemi izlerim,
Vatanıma hep duadır sözlerim,
Kongrede konuşmana teşekkür..
Yükselecek Demirel dostumuzun
“Ölümsüzlük başlıklı şiiri dört ayrı bölümden oluşuyor. Güneşin görülüşüyle,
şaşırmalarının varolmaya başlamasıyla, gözünün seğrimesiyle umutların sevgilide
olduğunun anlaşıldığı gerçeğinden hareket ederek söze başlanıyor. Tutunulan
doğrulara uzanan çizgilerde, doğrulara uzanan yolların aynı noktada birleştiği
anlatılıyor. Ölümsüzlük adlı şiirin bir bölümündeki duygular şöyle karşımıza
çıkıyor Yükselecek Demirel anlatımıyla:
Yalnızlığa kurgulu bir sabah
düşün,
Bir yanda kahır, çaresizlik bir
yanda,
Buz tutmuş içim-dışım üşüyorum..
Kırsam diyorum zincirini
uzanmaların,
Yalnızlığa binbir lanet içimde,
O duvar gözlerini geçmeyi
düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder