26 Şubat 2014 Çarşamba

30 OCAK - 25 ŞUBAT 2014

Burdur’un üzerindeki ‘Isparta gölgesi’ (1)
                           Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Burdur ve Isparta, komşu iki il. Yıllardır bulutlanan havaların sonunda yağan, yatırım ve kuruluşların açılış fazlalığıyla ilgili yağmurlar hep Isparta’nın üzerine yağdı, yağdırıldı. Sıra Burdur’a gelince, havalar birden açıverdi, Burdur fazla güneş almaktan sıkıldı, renginde belirsizlikler oluştu.
            Böyle bir görüntünün varlığını 1960’lı yıllardan bu yana izlemeye başladım. Isparta doğumlu olarak, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Adalet Partisi Genel Başkan Yardımcılığı, Genel Başkanlığı, sonraki yıllarda Doğur Yol Partisi Genel Başkanlığı, değişik dönemlerde Başbakan Yardımcılığı, Başbakanlık ve 9.Cumhurbaşkanlığı yapan Sayın Süleyman Demirel’in, Isparta’ya yatırımların yağdırılmasında büyük payının olduğunu söylemek yanlış değildir.
Bu konumda bir kişinin memleketine yapılacak yatırımlar kendisinin aklına gelmese bile yağcılıkta hep öne çıkan bürokratların teklifte yarışmaları, takipte birbirlerini omuzlayıp, öne geçmeye çalışmaları, Isparta’da görev yapan Valilerin de aynı yarış içinde bulunmaları, Isparta merkezinde yaşayan Demirel kardeşlerin, Isparta yatırımları ile kuruluşların Bölge ve il  Müdürlüklerinin açılması gibi konularda, bürokratlara baskı yapmaları Isparta’nın yatırımlarda büyük pay alışını sağlamıştır.
            Kendimi bildim bileli, aileden gelen siyasi görüş olarak Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Doğruyol Partisi çizgisinde yürüyen, Süleyman Demirel ve anlayışının yanında yer alan, onun aleyhinde konuşanlarla kavga eden, zaman zaman  dayak yiyip, başı,kaşı-gözü yarılan biri olarak, Süleyman Demirel’i adım adım izleme fırsatı buldum.
O, Ispartalıların gurur kaynağı olurken, Burdurlular olarak bizim de sevincimiz oldu. Ama, sayın Demirel Burdur  için aynı düşüncelerde olmadı,olamadı.Yani’ Isparta’ya beş yatırım yapılırsa, bir yatırım da Burdur’a yapılsın,orası da bizimdir, hemşehrilerimizin bulunduğu yerdir, ildir’demedi.Deseydi bu,yıllar sonra yapılan değerlendirmelerde ortaya çıkar,Isparta Milletvekilleri konuşmalarında,demeçlerinde Burdur’u küçümseme cesaretinde bulunamazlar,üstten bakış çalımları atamazlardı.
            Rahmetli, Koca Reis Saadettin Bilgiç’te, Isparta’nın ,Türk siyasetinin renkli simalarından biriydi.Şimdilerde,Bilgiç soyadlı AK Parti Isparta Milletvekili olan Sadi Bilgiç’in,Burdurla ilgili esip,tozduğu,Burdur’u küçümseyip,”En büyük emelim,Burdur’un Isparta’nın ilçesi olması”gibi, çocukca,kendini havalarda gören,komşu iki il halkından biri olmanın,hele hele Milletvekili olmanın ‘Alcak dağları ben yarattım’ edasıyla,açıklamalarda bulunma güçlülüğü içinde ,demeçler vermesi, yıllardır yapmakta olduğum Isparta üzerindeki değerlendirmelerimin doğruluğunu gösteriyor.
            Bu talihsiz, bir Milletvekiline yakışmayan açıklama üzerine, Burdur’daki, Sanayi ve Ticaret Odası Başkanlığı başta olmak üzere,öteki toplumsal kuruluş yöneticileriyle  muhalefet Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın bu  konuda ,Milletvekili Sadi Bilgiç’in Burdur halkından özür dilemesi yönündeki görüşleriyle tepki gösterdiklerini Burdur  gazetelerinde okudum.Bu tepkilerin sonu gelmedi.Zaten Burdur’da birlik ve beraberlik duygusu,diğer illere göre fazla değildir.Hani,Burdur için ‘Sakin il,halkı  mütevazi.alçak gönüllü’ deniyor ya, bu uyutmacanın etkisi altında kalmaya devam eden Burdur’dan, Burdurlu’dan fazla ses çıkmadı.Çünkü Burdurlu zeybeği her zaman tek başına oynamış, kendi değerlerinin farkında olmamış,arkasından yalnız kalmıştır.
            Bir gün geldi, Burdur halkıyla bütünleşmiş, üç dönemdir,Burdur AK Parti Milletvekilliği yapan Bayram Özçelik aracılığıyla,Sadi Bilgiç’ten  kısık sesli bir ‘özür’geldi. Aracı kullanılarak yapılan bu özür açıklaması, Bayram Özçelik’in ağzından nakledilerek, Burdur gazetelerinde yayınlandı.Yaşayan kişiler,bir başka şahıs aracılığıyla özür  açıklaması yapamazlar.Onların çıkıp doğrudan basın kuruluşlarına,ajanslara,muhabirlere açıklama yapmaları gerekir.
            ***
Burdur’un üzerindeki ‘Isparta gölgesi’ (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Sayın Özçelik, Sadi Bilgiç’in özür açıklaması aracılığını kabul etmemeliydi. Özür açıklaması yapan kişi, önceki açıklamasını aracı kullanmadan, doğrudan basın kuruluşlarına  yaptığına ve halen yaşamakta olduğuna göre, hayalindeki ‘Burdur’un Isparta’nın ilçesi olması’ açıklamasını,beyanatını kendisi basın kuruluşlarına verdiğine göre, eğer bu özür doğuysa, içinden gelmişse, aracı kullanılarak yapılmamalıydı.
Çünkü böyle aracı kullanılarak yapılan özür açıklaması doğru ve inandırıcı değildir. Bayram Özçelik, konuyu yatıştırmak, biraz da soğutmak için böyle bir özür açıklaması için aracılığı kabul etmeyip, ‘Sadi Bilgiç Burdur halkından özür diliyor’ cümlesinden ibaret olan bir yükü omuzlarına almamalıydı.
            Bilindiği gibi, şahısların açıklamalarında sözcü kullanmaları gibi bir kural yoktur. Bakanlar Kurulu, Dışişleri Bakanlığı gibi kuruluşlarda, hatta bu konuda geliştirilmiş Bakanlıklarda sözcüler vardır.
Bu kuruluşların hükmü şahsiyeti bulunmaktadır. Milletvekili Sadi Bilgiç şahıstır ve açıklamalarında aracı veya sözcü kullanması etik, samimiyet açısından inandırıcı değildir.
Bendeniz Orman Bakanlığı başta olmak üzere, öteki bazı  Bakanlıklarda Basın Danışmanlığı yaptığım yıllarda, sayın Bakanlar adına açıklamalarda,Bakanlık sözcüsü olarak kamuoyuna bilgi aktarımında bulunduğumu hatırlıyorum.Ama ben bunları şahıs olarak değil,bir kurum,kuruluş olan Bakanlık adına yapıyordum,yapabiliyordum.
            Bu konuda,”Burdur Isparta’ya mahkûm edildi” başlığıyla Burdur gazetesinin 07 Şubat 2014 tarih ve 19 bin 826 sayılı nüshasının 1-6.sayfalarında harita ve görüntülü yayınlanan haber, beni bu konuda yeniden düşündürdü.
İlgili haberin girişinde;” AK Parti Isparta Milletvekili Sadi Bilgiç’in ‘En büyük emelim Burdur’un Isparta’nın ilçesi olması’ açıklaması, birazda ülke gündeminin yoğunluğu nedeniyle, gereğince tepki görmeden kaynadı gitti” deniyordu.1970’li yıllarda Isparta ile Burdur’un nüfuslarının eşit olduğu hatırlatmasının ardından, sonraki yıllarda Isparta’nın nüfusu artarken, Burdur nüfusunun giderek azaldığına dikkat çekilerek, bunun gerekçeleri anlatılıyor, Isparta Milletvekilinin Burdur’un Isparta’nın ilçesi olması yönündeki hayali, aslında emel olmaktan çıkmış,uygulamaya girmiş bir gerçek olarak karşımızda durmakta olduğu dile getiriliyordu.
            Kısa adı TÜİK olan Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2013 yılı adrese dayalı nüfus kayıt sistemi verilerine göre, Türkiye genelinde yaşayan Burdurluların sayısının 362 bin 928 kişi olduğu ortaya çıktı. Antalya’da yaşayıp da Burdur nüfusuna kayıtlı olanların sayısı ise 70 bin 139 kişi olarak belirlendi.
            Burdur Gazetesindeki haberde, geçmişte hep Isparta’nın lehine yapılan, Burdur’un unutulduğu yatırımlarla ilgili bir sıralama yapılıyor, bunların Burdur’a verdiği zararlardan söz ediliyordu. Isparta’ya doğrudan devlet desteğiyle ya da özel sektör tarafından kurulan tesisler Isparta’nın, Burdur’un yanında hep öne çıkarılışını sağladı. Isparta’nın kirlenmemesi için hukuksal ve yönetsel engellere rağmen organize sanayisini ve hava alanını, Burdur Gölü’nün kıyısına kurarak, Burdur Gölü’nün kirlenmesine yol açtı.
Göl bugün yok olmakla karşı karşıya. O günün Burdur politikacıları, Isparta’ya dolayısıyla Süleyman Demirel’e karşı gelmemek için seslerini çıkarmadılar. Isparta Organize Sanayisinin Burdur’a hiç mi hiç katkısı olmadığını, kimyasal atıklarla temizlenmesi zor bir kirlilik yaratıldığını sonradan görüp kabul eden yöneticiler oldu. Ama onların ağızları hep kapalı, sesleri yok derecesine inmeye devam etti.
            Böyle olumsuz bir sonuç tablosunun ortaya çıkışında Isparta halkının değil, Süleyman Demirel’in varlığının etkinliğiyle, siyasilere yağcılık yapmakta yarışan bürokratların büyük payı vardı. Bunların sonucunda bazı hevesli siyasetçilerin ruhunda,”Burdur’un Isparta’nın ilçesi olması” emelleri ortaya çıktı, dillendirilir hale geldi.
            ***
Burdur’un üzerindeki ‘Isparta gölgesi’ (3)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Isparta yatırımlar açısından öne çıkarken, Burdur’un uyutulması anlamındaki söylemlerin devam ettiği görülüyor.
Son Burdur için olumsuz örneklerden birkaçı; Hava kuvvetleri Havacılık Eğitim Okulu, Okul Isparta’ya kurulacak. Okul için başka tesislerin yanında, Isparta’da 3 bin lojmanın yapılması planladığı bilgileri var. Okulun ekonomik faydaları Isparta’ya olurken, eğitim uçuşları Burdur semalarında yapılacak, gürültüsünü Burdur halkı çekecek.
            Öte yandan Burdur’da kurulacağı duyurulan Polis Okulu’nun da Isparta’da kurulacak olması, sıralanan yatırım ağırlıklarının hep Isparta lehine devam ettiğinin göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Isparta’ya Havacılık Fakültesi kurulması da söz konusu, Isparta’daki Süleyman Demirel Üniversitesi yıllar önce kurulduğu için, bütün üniteleri, fakülteleri tamamlandı. Tıp ve Hukuk Fakülteleri bunlardan ilk isimler.
Burdur’daki Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi 2006 yılında faaliyete geçebildi, bugün pek çok önemli ünitesi, fakültesi henüz kurulamadı. Yine örnek Tıp Fakültesi kurulma teklifi YÖK’e gitmesine rağmen, oradan izin çıkmıyor, bekletiliyor. Ama bu, Isparta’daki Üniversite için söz konusu olsaydı ve Sayın Demirel görevde bulunduğu günlerde olsaydı, YÖK yetkilileri, gündüz değil gece bu kararı alıp, koltuklarının altında ilgililere ulaştırırlardı.
            Burdur’da,1954 yılında kurulma çalışmalarına başlanan, 1955 yılında üretime geçirilen, Şeker Fabrikası, Burdur’a yapılan tek köklü kuruluş yatırımı olarak hizmet verirken, bu kuruluşun başına özelleştirme şapkası giydirilmek isteniyor. Sadece arsa bedeline eşit bir  bedelle özelleştirilebilseydi bu Fabrika, siyasilerimiz özelleştirme heveslilerimiz rahat edeceklerdi. Bugün yarın o da olacaktır,eli kulağındadır.
            Antalya’ya geçiş yolu olarak, Burdur-Antalya güzergâhı dururken, otobüsler, diğer ulaşım araçları Burdur’dan geçerken, Isparta üzerinden Antalya yoluna bağlantı kurulması, yüzlerce çam ağacının, bitki örtüsünün yok edilmesi pahasına Isparta üzerinden Antalya’ya yol açılarak, Burdur’un geçiş avantajını ortadan kaldırma gayretlerinin, inandırıcı ve normal bir mantığın kabul edebileceği açıklaması var mı acaba?..
            Burdur’da uzun yıllar 58.Er Eğitim Tugay Komutanlığı olarak faaliyetlerini sürdüren bu kuruluşun, sonradan 58.Piyade Eğitim Alay Komutalığına dönüştürülmesi, arkasından buradaki bedelli askerlerin eğitiminin kaldırılması, Burdur için ekonomik kayıpların peş peşe gelmesi karşısında Burdur’a verilen sözler unutulup gitmiş, Burdur sahipsizliğiyle baş başa kalmıştır.Burdur heyetiyle görüşen Milli Savunma Bakanı’nın’Burdur mağdur olmayacak’sözü havada kalarak,yok olmuş,unutulup gitmiştir.
            Isparta’daki gazetecilerin zaman zaman Burdur basını ve halkını küçümseyici açıklamalarda bulunma cesareti göstererek gelip Burdur şehir merkezinde gazete satın alıp, gazetecilik yaptıkları görüntüsünün ardından, bu gazeteyi kar amaçlı satışla devredebilmelerinin temelinde ne yatmaktadır? Yani Burdur’dan bir teşebbüs- işadamı gitse, Isparta’da gazete satın alsa veya gazete kurup gazetecilik yapsa, Ispartalılar bunu hoş ve normal karşılarlar mı?
            Hatırlayabildiğim kadarıyla Burdur, Fethi Çelikbaş ve Mustafa Çiloğlu’ndan başka Bakan görmedi. Yani Ankara’daki siyasi parti yöneticileri, Genel Başkanlar Burdur milletvekillerine Bakanlık görevi vermediler. Acaba biz istemesini mi bilemedik?
Yine hatırlayabildiğim kadarıyla, Burdur’dan İ.Fahri Şentürk ve Ö.Rahmi Tuncağıl’ın dışında Müsteşarlık yapan yok. Bu, Bakan ve Müsteşarlar dönemlerinden, İ.Fahri Şentürk ve Mustafa Çiloğlu dönemlerini yakinen biliyorum, bu dönemlerde Burdur önemli ölçüde devlet hizmeti aldı. Ama bunlar bir yerde kesildi, durdu.
İki anımı nakletmek istiyorum:
            l- Burdur’a Orman Bölge Müdürlüğü kurulması için  çalışmalar vardı. Sevinçliydik. Nihayet, Burdur bir  bölge müdürlüğüne kavuşacaktı.Tam bu sevinç  içinde olduğumuz günlerde, bir haber aldık.
Orman Bölge Müdürlüğü Isparta’da kurulacakmış, karar değiştirilmiş. Hemen anladık ki, Sayın Demirel’in  ve kardeşlerinin gücü yanında memleket sevgileri ağır basmıştı ve Orman Bölge Müdürlüğü Burdur yerine Isparta’ya daha çok yakışmıştı!.
Çünkü Isparta’nın orman alanı,Burdur’dan daha fazlaydı ve Isparta yatırımsızlık içinde kıvranıyordu!.
2- Sayın Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı günlerinden birinde, Burdur Gazetecileri, Cemiyet Başkanı  M.Ercan Taraşlı’nın Başkanlığında heyet olarak Çankaya’da Cumhurbaşkanıyla görüşmek için Ankara’ya geldiler. Ankara’dan beni de aralarına alıp, Çankaya’da sayın Cumhurbaşkanıyla görüşüldü. Bir salon ve uzunca bir masa,baş köşede sayın Demirel,bir yanında M.Ercan Taraşlı, ben ve Burdur’dan gelen gazeteci arkadaşlarımız..
Kısa hoş geldiniz, nasılsınızdan sonra, Burdur’dan Burdur’un sorunlarından söz edilmeye başlandı.M.Ercan Taraşlı bazı bilgiler aktardı,bazı beklentilerden söz etti.Sayın Demirel görevlilerden Köşkte bulunan illerin dosyalarından biri olan Burdur dosyasını getirtti.Dosyadaki bilgiler,rakamlar,örneğin öğretmen ve öğrenci sayısı gibi bilgilerden aktarma yapıldı.Dışarı çıkıldı, bu bilgilerin en az 10 yıl öncekiler olduğu üzüntüyle konuşuldu.
Öteki illerle ilgili bilgilerin ne düzeyde olduğunu bilmiyoruz ama, sayın Demirel, Cumhurbaşkanlığı döneminde de Burdur fotoğrafını, böyle eskimiş bilgilerle (yakından) takip etmişti!.
***
Mevlüt  Işık’ı arıyor ve özlüyorum (1)
                       Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanların varlığından, beraberliğinden huzur ve mutluluk duydukları insanlar vardır. Bunların vefatla aramızdan ayrılmalarıyla üzüntülerin, özlemlerin arttığı gözlenir. Mevlüt Işık, gazeteci, yazar ve araştırmacı olarak hep gündemimizde kaldı. Onunla arkadaşlığımız, arkasından dostluğumuz, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı dönemindeki Basın Müşavirliği günlerine rastlar.
O günlerde bendeniz Orman Bakanlığının Basın Müşavirliğini yapıyordum.l2 Eylül  1980 sonrası Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, Orman Bakanlığıyla birleştirilerek, Tarım ve Orman Bakanlığı adını almasıyla, Mevlüt Işak’la çalışma beraberliğimiz başladı..
Mevlüt Işık paylaşımcı, kıskançlığı olmayan, dostluğuyla ön plana çıkan,  ilişkileri samimi ve sıcak bir yapıya sahipti. O dinlemesini, yerinde konuşmasını bilen, yorumlarıyla inandırıcılığını ortaya koyan bir gazeteciydi. Tarım ve Orman Bakanlığının ilk aylarında, daha doğrusu 12 Eylül sonrası, eski yönetimin elemanları olduğumuz için, her ikimizi de Basın Müşavirliği görevleri ve kadrolarından alarak, kızakta tutmaya başladılar.
Bu öyle bir kızak ki, açılan imza föyleriyle haftanın beş gününde giriş çıkışlarda imza atıyor, sürekli izlenerek, hakkımızda soruşturmalar açılıyor, yazılı cevaplar hazırlamakta, vermekte yoruluyor, bıkkınlık içine giriyorduk. Ama sabrediyor, o günlerin bir ihtilal dönemi olduğunu hatırlıyor, kişiliklerimizden taviz vermiyorduk.
O günlerde;’Sen mahalli basınla yakından ilgileniyorsun, senin arşivinde bulunsun’ diyerek verdiği iki sayfayla Kars’ta günlük yayınlanan ‘Öncü’ isimli gazetenin 10 ve 13 Mart 1976 tarihli 149 ve 151. sayılarında, gazetenin kurucusunun ve sahibinin Mevlüt Işık olduğunu görüyoruz.
Ayrıca büyük boy dört sayfayla yine Kars’ta günlük yayınlanan ‘Ekinci’ adlı gazetenin 28 Ekim 1973 tarihli 6388.sayısında, gazetenin Mesul Müdürünün de Mevlüt Işık olduğu kaydıyla karşılaşıyoruz. Ekinci gazetesinin isim logosunun altındaki,’Her sabah yeni bir mücadele günüdür’ cümlesi dikkat çekiyor.
            Sonraki günlerde Mevlüt Işık Bakanlıktan ayrılıp,  Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanlığı, Kooperatifler Destekleme Genel Müdürlüğünde çalışmaya başladı. Bende, Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde yine kızakta  tutularak,imza föyleriyle sürekli izleniyordum. Sonraki günlerde Mevlüt  Işık  Akajansa geçti. Bende, Basın-Yayın  Genel Müdürlüğüne naklen geçtim.
            Mevlüt Işık’la dostluğumuz daha da perçinleşti.Merkezi Ankara’da bulunan Gazeteciler Cemiyeti yayınları arasında  gün yüzü gören  ve vefat eden 540 gazeteci ve yazarın biyografisinin yer aldığı ‘Türk Basını’nda Unutamadıklarımız’ adlı kitabımın 61. sayfasında yer alan Mevlüt Işık biyografisine bakalım:
Mevlüt Işık:
Cihangir ve Belgüzar’ın çocukları olarak 1948 yılında Kars’ta doğdu. Ankara, Başkent Gazetecilik Yüksek Okulu mezunu olan Işık,1968 yılında gazeteciliğe başladı. Kars’ta Hizmete Öncü Gazetesinin sahibi ve Mesul Müdürü olarak çalıştı. Ekinci Gazetesinin Mesul Müdürlüğünü yaptı. TRT Kars Radyosu Müdürlüğü görevini yürüttü.
Akdeniz Haber Ajansıyla, İstanbul Ayrıntılı Haber, Zafer ve Tercüman Gazetelerinde Muhabirlik yaptı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıyla, Tarım ve Orman Bakanlığında Basın Müşaviri olarak çalıştı.
Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanlığı, Kooperatifler Destekleme Genel Müdürlüğünde görev yaptı. Ankara Büyükşehir Belediyesi Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı, Çankaya Belediyesi Başkanlığı Danışmanlığı görevlerini yürüttü.
1987 yılında Anavatan Partisinin Kars Milletvekili adayı oldu, kazanamadı.
TRT Yurtdışı yayınları için çok sayıda program yaptı…
***
Mevlüt  Işık’ı arıyor ve özlüyorum (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Türkiye Gazetesi Ankara Büro Temsilcisi olarak çalışan, Sarı basın kartı sahibi, ‘Posoflu Aşık Müdami’ adlı kitabı bulunan Mevlüt Işık, TOBB seçimi için Ankara’da bulunan İTO Başkanı Niyazi Adıgüzel’le röportaj için gittiği Büyük Ankara Oteli lobisinde, tartışanları ayırmak için araya girdiğinde, İTO Başkanı Niyazi Adıgüzel ve Mimar Davut Çelik’i öldüren, olaydan sonra intihar eden Kürşad Özkan’ın tabancasından çıkan kurşunla ağır yaralandı.
Hacettepe Hastanesine kaldırılan, yolda hayatını kaybeden evli ve üç çocuk babası olan Mevlüt Işık 01 Haziran 1988 tarihinde aramızdan ayrıldı. 02 Haziran 1988 tarihinde, Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi. 02 Haziran 1988 tarihinde Türkiye gazetesi ilk sayfasını bu olaya ayırarak,”Arkadaşımız Mevlüt Işık’ı kaybettik.
Cinnet: 4 ölü” manşetiyle çıktı. Olay diğer gazetelerde de geniş olarak yer aldı.
Ankara, Keçiören Belediyesince bir sokakla bir parka “Gazeteci Mevlüt Işık” adları verildi. Merkezi Ankara’da bulunan Gazeteciler Cemiyeti her yıl,  Mevlüt Işık’ın Cebeci Asri Mezarlığında bulunan mezarı başında anma törenleri düzenleyerek kadirbilirlik örneği göstermeye devam ediyor.
Mevlüt Işık’ın vefatından sonra ortaya konulan görüşlere bir göz atalım:
- Turgut Özal: Yakından tanıyıp sevdiğim ve gazetecilikteki başarılarını büyük bir takdirle izlediğim Mevlüt Işık’ın ölümü Türk Basını için büyük bir kayıptır.
- Beyhan Cenkçi: Görevi sırasında öldürülen Mevlüt Işık, basınımızın yürekli, dürüst temsilcilerindendi. Silah,Türk Basınına çevrilip ateşlenmiştir.
-Yalçın Özer: Mevlüt Işık,o kadar dolu,o kadar hareketli ve enerjik bir insandı.Yüzünde tebessümü hiç eksik olmayan ,konuları bilen,hırsını bütünüyle mesleğine tahsis etmiş tam bir gazeteciydi.
-Nazmi Bilgin: Mevlüt Işık yalnızlığı kendisine ilke edinmişti. Kalemini satmaktansa kırardı. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma bakıldığında,Gazeteci Mevlüt Işık’lara büyük ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktaır.
-Rauf  Tamer: Mevlüt Işık’ın kardeşi Metin’in dramı ise, mesleğimizin alın yazısıdır. Cinayet haberini yazmak için otele koşan bu genç ve değerli gazetecinin,yerde ağabeyinin cinayetiyle karşılaşması ne demektir?
-Yavuz Donat: Espri yapmakta Mevlüt Işık’da Adıgüzel’den geri değildi.Remzi Dilan’la şakalaşmalarını hatırlıyoruz,izleyenler gülmekten yere yatarlardı.
-İsa Kayacan: Sabır,azim,hırs, kararlılık ve iyi niyet Mevlüt Işık’ın şahsında birleşerek,başarıya giden  aydınlıkların belirtileriydi.O, kızdığını açıkca hissetirir, sevdiğini de yine açıkca ortaya koyardı.Planladığı ve yapacağı daha çok hizmetleri vardı.O, kelimenin tam manasıyla bir idealistti.
-Reşat Yazıcı: Işık, önce vatanını, milletini, yuvasını ve sonra mesleğini seven bir gazeteciydi.
-Tercüman Gazetesi: Mevlüt Işık, yıllarca gazetemizin Ankara Bürosunda çalışkanlığı, beyefendiliği, dürüstlüğü ile görev yapmıştı.
-M.Hanefi Yıldırım: Mevlüt Işık kimseye kırgın değildi. Dürüsttü, şerefliydi. İnançlı,iman dolu yüreği vardı.Milliyetçi ve vatan severdi,
-Orhan Karataş: Mevlüt Işık, büyüklere saygılı,hürmetli, herkese karşı aynı ölçüde saygı ve sevgi göstermeye itina eden şahsiyetiyle de ‘örnek’ bir gazeteciydi.
-Turgut Altınok: Mevlüt Işık gazetecilikte doruğa ulaşmış, değerli bir insan, seçkin bir dosttu. O’nun için ne yapılsa azdır.
            ***   
Anadolu Gazeteleri kendilerini
temsil edemiyor, ettirilmiyor mu? (1)
                          Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yıllardır sürüp gelen bir tartışma, bir soru zinciri, bir acabalar bütünlüğü beni hep düşündürmüş ve üzmüştür. Anadolu basını olarak adlandırdığımız, onlardan övgüyle söz etmek gerektiğinde, onların milli mücadelenin kazanılmasında harcı bulunan basının bütünlüğü olduğunu söyleye gelmişiz.
Ama geçen zaman içinde, bu söylemler sadece sözde kalmış, geçmişin hatırlatılması, övünülmesi, gururlanılması gerektiğinde ortaya konulanlardan öte geçememiştir.
            Bugün Anadolu Basını mensupları, daha doğrusu Anadolu’daki gazetelerin sahip ve yöneticileri sıkıntı içindedirler, Basın İlan Kurumundan kendilerine resmi ilan yayınlama karşılığı olarak aktarılan ücretlerin yetersizliğinden söz etmekte, yakınmakta, sıkıntılarını sık sık gazetelerindeki sayfa ve sütunlardan duyurmaya çalışmaktadırlar.
Belirli zamanlarda her yeni yılın başında açıklanan resmi ilan ücretleri gazetelerimiz için yeterli bulunmamaktadır. Anadolu’da gazete yayınlamak, hele kurallarına göre gazete yayınlayarak yıllarla birlikte ayakta kalabilmek, her babayiğidin gösterebildiği başarı değildir.
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünde görev yaptığım yıllarda daha çok onlarla, yani Anadolu Basını mensuplarıyla yüz yüze geldiğim ve sorunlarını yakından dinlediğim, Anadolu gazeteleri arasında iller itibariyle yaptığımız resmi incelemelerimiz sırasında edindiğim onların sorunlarıyla ilgili tecrübelerim ve herkes yaygın basınla ilgilenip övünmelere giderken;
Ben yönümü Anadolu Basınına çevirdiğim, oralardaki gazetecilerle iç içe olmanın mutluluğunu, gururunu yaşadığım;
Anadolu Basını Bölge Toplantılarını organize edip bu toplantıların içinde bulunduğum,  Anadolu Basını Özendirme Yarışmalarında Raportörlük ve Jüri üyeliği yaptığım, Anadolu Gazetecilerinin Basın İlan Kurumu temsilci seçim toplantılarını hazırlayıp, seçim toplantılarının Divan Başkanlığını veya Divan üyeliğini yaptığım, salondaki konuşmaların, tartışmaların tutanaklarını düzenleyenlerden ve imzalayanlardan biri olduğum için, yakından biliyorum.
Anadolu Gazete sahiplerinin Basın İlan Kurumu yönetimindeki temsilcileri 1,2 hatta 3 kişiyle yeterli olamamıştır ve bugünde yeterli olamamaktadır.
            Görünen ve aynaya yansıyan odur ki, Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna Anadolu Basınının temsilcisi olarak seçilenler, ya orada seslerini duyuramıyorlar, ya da azınlıkta kalıyorlar, ya da İstanbul rüzgârı başka esiyor, bu rüzgârın etkisi altında kalıyorlar!
Anadolu Basınının öncelikle, varlığının kabul edilmesi, oradaki gazetecilerin de bölgelerinde önemli birer iletişim aracı, yayın organı ve bölgelerinin sesi oldukları gerçeği kabul edilmelidir.
            TEMSİL EDEMİYORLAR, ETTİRİLMİYORLAR
            Ara başlığımızdaki kelimeler, Anadolu Basınının kendi kendini temsil edip, edemediği, temsil ettirilmediği yönündeki değerlendirmeler karşısında donup kaldım.
Burdur ilimiz merkezinde günlük yayınlanan, bugün 60.yayın yılı içinde olan Burdur Gazetesinin 03 Şubat 2014 tarihli 19 bin 822. sayısında gazetenin imtiyaz sahibi Adnan Taraşlı imzasıyla, sağ sütunda boydan boya verilen, “Anadolu Gazeteleri kendini temsil edemiyor, ettirilmiyor” başlıklı yazıyı okuyunca;
Anadolu Basınının geçmişteki durumuyla, bugün ki durumu aklıma geldi.
Her şey gözümün önünden geçti teker teker.
            Adnan Taraşlı Anadolu gazeteleri için 01 Şubat 2014 tarihinden itibaren geçerli Anadolu gazetelerine verilecek resmi ilanların bir santimetresinin tek sütun yayın ücretinin 8.90 Türk Lirası olarak belirlenmesinin yanlış ve çok az oluşundan söz ediyor; “Eskiden PTT’den telefon görüşmelerinde, hem de koli paket gönderimlerinde indirim yapılırdı.
            ***
Anadolu Gazeteleri kendini
temsil edemiyor, ettirilmiyor mu? (2)
                                                      Prof. Dr. İSA KAYACAN
SEKA Anadolu gazetelerinin en büyük destekçisiydi, onlara özel tahsisler sağlardı.
Gazetelerin daha ucuza çıkarılmalarını sağlardı, destek olurdu.
Geçmişte korunan Anadolu gazeteleri bugün ne değişti de gıdım gıdım artırılan ilan bellerine mahkum edilmeye başlandı?”diye soruyordu.”
Anadolu gazetelerinin devletinin yanında, milletinin yanında olduğu için mi, Anadolu gazetelerinin tarafsız, yansız kuruluşlar oldukları için mi, Anadolu gazetelerinin güçlünün yanında yer almadıkları için mi?” diye sorularını sıralıyordu.
            İşin aslının Basın İlan Kurumunda Anadolu Gazete sahiplerini temsil eden üyelerin yetersizliğinden kaynaklandığını kaydeden Adnan Taraşlı’nın; “Basın İlan Kurumunda Anadolu Gazete sahiplerinin temsilcisi olarak seçilen üç üyenin seçiminde yapılan oylamalarda, gazete sahibi olmayan, sarı basın kartı bile taşımayan, çaycıdan, belediye çöpçü işçisine, hatırını kıramadığı için oy kullanan;
Albaydan ne olduğu bilinmeyen birçok insana oy kullandırılarak Basın İlan Kurumu Genel kurulunda bizleri temsil edecek üyenin veya üyelerin seçilmesinin sonucu olarak Anadolu Basını, Basın İlan Kurumu Genel kurulunda sahipsiz ve temsilcisiz kalmakta olduğu anlaşılmaktadır” şeklindeki sözlerinin yanlış olmadığını kabul etmeliyiz.
            Adnan Taraşlı;”Gazete girdilerinin Dolar ve EURO bazında her geçen gün artarken, işçi ücretleri her geçen gün artarken, yaşam şartları her geçen gün zorlaşırken, babadan kalma eski püskü teknoloji ile gazete çıkararak tarih  yazmaya devam eden eski gazeteci çınarlara, yeni teknolojik ürünlerle destekleme bile düşünülmezken, elektrik, su, kira bedellerinin arttığı, ancak ilan gelirleri yanı sıra, her geçen gün ilanların giderek azalması yaşanması güç, aşılması zor bir yola sürüklüyor Anadolu Gazetelerini” diyerek Anadolu Basınının bugün hangi şartlar altında yayın yapmaya,yaşamaya çalıştığını anlatıyor, Basın İlan Kurumu ilgili ve yetkililerinin dikkatini çekmeye çalışıyordu.
            BASIN-YAYIN VE
BASIN- İLAN KURUMU GENEL MÜDÜRLÜKLERİ
            Kanunda değişiklik olup olmadığını bilmiyorum. Olmadıysa Anadolu Gazete sahiplerinin Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna gönderecekleri temsilcileri, Basın-Yayın ve  Enformasyon Genel Müdürlüğünce, Basın İlan Kurumunun Teşkiline  Dair 195 sayılı Kanunun 5-a maddesi gereğince, Anadolu Gazete sahipler veya  temsilcileri arasından seçilir ve Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğüne bildirilir.
Bu seçimler hep tartışmalı, kavga ve gürültülü geçer. Çünkü Anadolu Basınındaki uyanıkların sayısı az değildir. Gösterilen adayların bazıları, gazete sahibi bile değildir.
Ama uydurma ortaklıklar, birkaç hafta önce yayına başlayan gazete sahipleri, ya da belirli bir kesime göz kırpan, Anadolu’dan ve Anadolu gazeteciliğinden uzak isimler karşınızda aday olurlar.
Vekâlet konusu ayrı bir sorun ve üzerinde durulması gereken konudur.
Vekâletlerin noter tasdikli getirilmesi en doğrusudur.
Ama bu, sözde uyanıkların işine gelmez. Basın-Yayın yetkililerini de ikna ederler, birkaç seçimde uyguladığınız ve olumlu sonuçlar alındığını gördüğünüz, noter tasdiki, kaldırılır ve eskiye dönerek, tartışmaların, kavga gürültülerin yeniden yaşanması sağlanır.
O günün görevlileri, toplantıların organize edip yönetenleri bizler, salonlarda ter dökeriz, toplantıyı yönetmeye, sonuç almaya, tutanaklar utmaya çalışırız.
Bugün bunların daha ilerisine giderek, galiba daha farklı uygulamalarla, seçimler sonuçlandırılıp, Anadolu Gazetelerinin üç temsilcisi Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna gönderiliyor.
         ***
Anadolu Gazeteleri kendini
temsil edemiyor, ettirilmiyor mu? (3)
                                                      Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ama onlar nasıl çalışmaya başlarlar,Anadolu gazetelerinin lehine hangi savunmaları yaparlar, temsil ettikleri Anadolu gazeteleri için ne gibi sonuçlar alırlar,bilmiyoruz!.
Sonuçta Adnan Taraşlı ve birçok gazetecinin haklı yakınmaları, üzüntüleri ortaya çıkıyor.
İlgililer duyuyorlar mı, dinliyorlar mı,varsa yanlışlıkların ortadan kaldırılması için çalışıyorlar mı, bilmiyorum, bilmiyoruz!.
            Bu gün yayınlarını sürdüren, Bartın, Antalya, Yeni Adana gibi, 90-95 yıllık gazetelerin, resmi ilan alabilmelerinde ayrı bir statü getirilmesi için yazılar yazıp, bunların Anadolu Basınının Çınarları olmaları bakımından, Anadolu Basınının yüz akları oluşu yönünde dikkat çekmiştim.
Sanıyorum, duyan ve ilgilenen olmadı!.
            Şimdi de, Malatya’da yayınlanan Görüş ve Siirt’te yayınlanan Mücadele gazetelerinde, Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğü ve Bölge ya da Şube Müdürlüklerinde görev yapanların, Anadolu Basınına bakış açılarındaki görüntülerden, denetlemelerde gazetelerde çalışanlara hitaplarındaki örnekleri okudukça üzülüyorum.
            Ayrıca, Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğünün gazetelerin tek çatı altında birleştirilerek tek isim altında yayın yapmalarını isteyen projesinin yanlışlığını geçmişteki tecrübelerimden biliyorum.
Bir zamanlar, Bitlis’teki tüm gazeteler ‘Bitlis Birlik’ adı altında birleştirildi.
Ama bu gazetelerin ayrı ayrı sahipleri, yani patronları vardı.
Onların yine yarı ayrı siyasi görüşleri vardı, gazetelerinde yer verilen manşetleri, haberleri vardı. Tek çatı altında bir araya gelmekle, bu görüş farklılıkları görünüşte gazeteye aktarmada ortadan kalkmadı.
Gerçekte görüş ayrılıkları duruyordu.
Kısa süre sonra ortaklıklar bozuldu, her şey eskisine döndü. Şimdi de yapılmak istenen gazetelerin sayısının azaltılması, Basın İlan Kurumu personelini fazla çalışmadan, ilanların sevkiyatını bir gazeteye yönlendirmesi kolaylığının sağlanmasından başka bir sonuç vermeyeceği bilinmelidir.
Ama yukarıda verdiğim örneklerdeki sakıncalar ne olacak, gazetelerde istihdam edilenlerin sayısında eksilme olacak mı, yani işsizlik meydana gelecek mi?
Düşünülüyor mu acaba?
            ***
Ali Naili Erdem’den:
Bir Sevgidir Yaşamak
                    Prof. Dr. İSA KAYACAN
           Sevgiyi sözde değil, özde ve yürekte taşıyanların sayılarının fazla olduğunu söylemek mümkün değildir. Günümüzde, sevgi ve vefa ikilisi adeta firardalar. Bunların varlığından söz ederek, bekleyiş içine girme yanlışlığıyla kaybolup gidenlerin sayısının giderek arttığını söylemek yanlış bir yorum ve ifade biçimi değildir.
            Ali Naili Erdem, Türk siyasetinin, ismi altın harflerle yazılı duayenlerinden, maaşından başka geliri olmayan eskimeyen Bakanlarımızdan, Milletvekili, Parlamenter ve hatiplerimizden.O’nun dünyası geniş, tertemiz, ileriye bakan sevgi yığınları ve harmanlarıyla dolu. Merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajans yayınlarının 230.olarak 160 sayfayla gün yüzü gören ,Ali Naili Erdem imzalı,”Bir Sevgidir Yaşamak” adlı şiir kitabı,sevgi dünyasının genişliğindeki yansımaları bizimle selamlaştırıyor.
            Yazdıkları ve yayınladıklarıyla takdir gören, alkışlanan Ali Naili Erdem duyguları, zaman zaman hece vezniyle karşımıza çıkarken, zaman zaman da serbest arzdaki şiirleriyle bizimle merhabalaşmaktadır. Masamdaki “Bir Sevgidir Yaşamak”ın ilk şiiri üç ayrı dörtlükten meydana gelen,Hasretim sana, adıyla karşımıza çıkıyor.Bu şiirin bir bölümü şöyle:

            Sokaklardayım nicedir dostlardan uzak,
            Yine kimseler yok halimden anlayacak.
            Gurbet yakınımda hasretlik kucak kucak,
            Ümitler uzaklarda muhabbetler inmiyor,
            Dertleri yol edindim gözyaşlarım dinmiyor.

            Ali Naili Erdem hocanın şiir başlıklarına baktığımızda,mısralarında ifade ettikleriyle ilgili ipuçları görürüz,buluruz.Örneğin,Gel de unut,Muhtacım,Çaresi yok,Hangi dost,Yağmur ve sen,Sen ağlama sakın,Uzakta kalmalıyım,Gözüm sende,Söylesen söylenmez,Bütün saatler güzeldir artık,Yaz geceleri,Gül yüzlüm,Sen gideli,Komşum ağaç,Bahtsızlar,Günah,Güneşli günler,Mutluluk,Hangi dalga?,Damlalar vd.adlı,başlıklı şiirler vermek istediğimiz örnekler arasında yer almaktadır.
            Ali Naili Erdem  isim ve imzasının bilinen ve takdir edilip saygıyla karşılanan en önemli özelliği, güzel konuşması, Türkçenin kurallarını doğru ve yerinde kullanmasıdır Bu özellikler, onun şiirlerinde de görülmekte ve anlatım zenginliği içinde duygu bütünlüğü, sevgi yumağı oluşturulmaktadır.”Bir Sevgidir Yaşamak”adlı şiir kitabının 63.sayfasındaki Defterdeki ismimiz,adlı şiirde söylemek istediklerimizin tümü bulunmaktadır. Üç dörtlükten meydana gelen bu şiirin giriş dörtlüğüne bakalım:

            Arada sırada halimi sorardın,
            Cennetten bir esintiydi sesin.
            Mevsimler geçip giderken,
            Sen rüyalarımda yaşardın.

            “Bir Sevgidir Yaşamak” adlı kitabın son sayfalarında, özlü sözler olarak gördüğümüz,’İkiler ve Üçlem’ler dikkat çekiyor.
Bunlardan:1-Çok geride kaldı sihriyle aşklar/Hicranların mevsimidir yaşananlar
2-Bir nefesten ibaretse ömrümüz/Hangi akılla yaşama küskünüz?
3-Pezevenk taşlamaktan yoruldu kollarımız/Azalmadı fendi orospuların
4-Sen de anlamazsan ben ne derim?/Kalem, kağıda küsmüşse/Derdimi kime söylerim?
         ***
Şevket Evliyagil Ticaret Meslek Lisesi’nden: Sanatın Ritmi Dergisi
                                    Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Milli Eğitim camiamızın değişik eğitim kurumlarınca, bu kurumlardaki öğrencilerimizce hazırlanıp gün yüzü gören, dergi,gazete ve bülten gibi yayınların,başlangıç olarak ele alındığı, gelecek için tecrübelere doğru adım atıldığı yayın çalışmaları olarak kabul edildiğini biliyor ve sıklıkla tekrarlıyoruz.
            Milli Eğitim Bakanlığına bağlı, Ankara’daki liselerimizden biri, Şevket Evliyagil Ticaret Meslek Lisesi. Bu lisede eğitim, öğretim gören öğrencilerimizin hazırladığı ‘Sanatın Ritmi’adlı derginin ilk sayısı masamda.Pırıl pırıl baskılı,profesyonellere taş çıkartan içeriğiyle,30 sayfalık görünümüyle beğenimizi kazanan bu derginin kimliğine bakalım önce:İki isim ve imza var Genel Yayın Yönetmeni olarak.Bunlar:Abdullah Ataşçı,Zeliha Şahin İnce.Yayın kuruluna bakıyoruz:Yunus Küzeci, İrem Aykan, Akın Irmak isimleri sıralanıyor.Derginin tasarımı Yunus Küzeci tarafından yapılmış.Kapak tasarımının gerçekleştirilmesi çalışması için İrem Aykan,Akın Irmak imzaları  kaydediliyor.Lisenin yazışma adresi:İnönü Mhl.1.Cad.4.Sok.Carrefoursa yanı,Batıkent-Yeni Mhl.Ankara.Tlf:0312-2783380.
            Başyazı niteliğinde gördüğümüz ve ilk sayfada yer alan, İrem Aykan imzalı ‘Emek olmadan başarı olmaz’başlıklı yazının bir yerinde;”Bizde Yunus Küzeci ve Akın Irmak isimli arkadaşlarımızla başladık bu güzel yolculuğumuza.’Emek vereceğiz’dedik bu kutsallığı görebilmek için. Yunus ve Akın işlerine mülakat ile başladılar. Ziynet Sali’den Murat Dalkılıç’a, Kıraç’tan Orhan Hakalmaz’a bir çok ünlü şarkıcımızla mülakat yaptılar. Gerek sayfa tasarımı olsun,gerekse dergi dış bilgileri olsun çok yoruldular, çok çalıştılar”deniyordu. Bu elimizdeki Sanatın Ritmi adlı, kültür ve sanat dergisinin hangi aşamalardan geçerek şekillendiğini,  bize ulaştığını gösteriyordu. Adı geçenlerin kutlanması, alkışlanması gerektiği noktasından hareketle, tebriklerimi sunuyorum efendim. Şimdi dergi içeriğine dönüyorum:
            1-Taurus Murat Dalkılıç’ı ağırladı(Röportaj:Yunus Küzeci,Fotoğraf:Akın Irmak)2-Reza Zarrab ile görüşen Ebru Gündeş sürekli ağladı,3-Türkiye’nin şarkı yarışması sonuçlandı,4-Kültür ve sanat büyük ödülleri,5-Hayata ve iletişime dair,6-Orhan Hakalmaz ile söyleşimiz(Röportaj:Yunus Küzeci,Fotoğraf:Aybeniz Küzeci,7-İletişim,iletişim,Aşk ile ilgili,Gazeteciliğin püf noktaları,8-Kıraç ile çok samimi sohbet(Röportaj:Yunus Küzeci,Fotoğraf:Aybeniz Küzeci,9-İletişimin B Csi(Halide Küzeci),10-İletişim,11-Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın adı değişiyor,Türkiye şehitlerine ağlıyor,12-Ziynet Sali ile buluştuk,13-İşte yeni bakanlar,14-Adnan Şenses’i kaybettik,15-Gökhan Türkmen’le konser öncesi güzel dakikalar(Röportaj:Yunus Küzeci,Fotoğraf:Akın Irmak..Burada Yunus,Aybeniz ve Halide Küzeci’lerin öncelikle kutlanması gerektiğini kaydetmek istiyorum.
            Şevket Evliyagil Ticaret Meslek Lisesi yöneticilerini, öğrencilerini bu arada öğrenci velilerini böyle güzel bir derginin yayınlanmasındaki gayretlerini, özverili çalışmalarını ve katkısı olanların tümünü kutlamak, alkışlamak istiyorum efendim.
            ***
İlter Yeşilay’dan:
Zeytinin tuzu gibi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
   Sanat ve edebiyat dünyamızda, yazdığı ve yayınladıklarıyla dikkat çeken isim ve imzaların başında gelenler arasında İlter Yeşilay ismi yer alıyor.
İlter Yeşilay, TSM alanında önemli eserlerin söz yazarı olarak biliniyor.
Bu TSM eserlerinden biri, 1990 yılında TRT Yılın Şarkısı ödülünü alan “Dediler zamanla hep azalırmış sevgiler” adlı olanı.
Bu eser sanat güneşimiz Zeki Müren başta olmak üzere pek çok ünlü ses sanatçımız tarafından seslendirildi.
Esas söz etmek istediğim İlter Yeşilay’ın 174 sayfalık “Zeytinin Tuzu Gibi” adlı şiir kitabıydı. Hemen bu kitabın sayfalarına dönmek istiyorum:
Kitap İlter Yeşilay’ın uzunca bir biyografisiyle başlıyor. Sonra sunuş dikkat çekiyor, şairemiz imzalı. Bir yerinde bu sunuşun, “Dokunduğum her parmak ucundan; tutuşturduğum sevgi çerağlarını yar edip ıssız gecelerime, uzanıp gittim uzak ufuklara doğru” deniyor.
Sonra Cemal Safi imzalı, İlter Yeşilay’ın anlatıldığı düz yazı ve şiirsel ifadeler dikkat çekiyor.
Arkasından Bahaettin Karakoç, Ataol Behramoğlu, Abdullah Satoğlu, Cansın Erol, İsmet Bora Binatlı, Mehmet Nuri Parmaksız ve arkada Prof. Dr. Nurullah Çetin imzalı İlter Yeşilay hakkındaki görüşlerle karşılaşıyoruz.
Kitabın adı olan bölüm, 25. sayfada başlıyor. Ve ‘Zeytin’ adlı şiir 26 ve 27. sayfalarda bizimle selamlaşıyor. Bu şiir dörtlükler ve dörtlüklerin arkasında, altındaki ikişer mısradan oluşan anlatımlarla sürüp gidiyor.
Buradaki dörtlüklerin ilki:

Karanlık mabedine, ne yol ne iz vermeyen,
O simsiyah bendine, kul olduğum gözlerin,
Kaş altında, karakış, can evimdeki yakış,
Tenimi karla ovan, kış yangını gözlerin.

İlter Yeşilay, sevgiyi ilmek, ilmek işliyor, derinlemesine bakışlarıyla, söylenecek söz bırakmıyor anlatımlarında. Şiirlerinin pek çoğu, hemen hemen tamamı uzun soluklu anlatımların sonunda ortaya konulanlar, sayfalara aktarılanlar tebriklerimi sunuyorum efendim.
            ***
Ahmet Özdemir’den:
Leylâ ile Mecnun
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ahmet Özdemir, şair, yazar, araştırmacı, gazeteci. Özellikle araştırma ağırlıklı yayınlarıyla, köşe yazılarındaki araştırmalarıyla dikkat çeken, bilinen, alkışlanan bir isim ve imza.
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür Ajansın kurucusu, sahibi ve yöneticisi, değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin tarafından bana gönderilen ve Kültür Ajans yayınlarının 206. olarak 126 sayfayla Günyüzü gören, Ahmet Özdemir imzalı “Leylâ ile Mecnun” adlı kitabın sayfalarında mini bir gezinti yapmak istiyorum.
Ahmet Özdemir hocanın üç sayfalık kitap hakkında yazdıkları var. Buranın bir yerinde: “Leyla ile Mecnun, Kays İbni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle, Leyli adlı bir Arap kızı arasında geçen bir aşk öyküsü olarak söylene gelmekte. Ayrılıkla sona eren bu öyküde Kays, Mecnun; Leyli de Leyla olarak anılmış. Divan Edebiyatımızın başlıca mesnevi konularından birini oluşturmuştur. “deniliyor.
9. sayfada anlatım başlıyor. Söylenceler bahçesinin bahçıvanlarının, söz bahçesine nice anlam yüklü gülfidanları diktiklerinden söz edilerek devam ediliyor. Yer yer şiirlerle karşılaşılmakta. Sayfa 32’den: Leyla’nın ahı, babasının ahını bastırdı. Orada ne söyledi ki, karşısındakiler ne dinlesin ve Mecnun’un babasına iletsinler?.
Yedi dörtlükten meydana gelen bir şiir var, bir anlatım var.
Bunların iki dörtlüğü:

Aşktan öte boşluğunu,
Terk eyledim hoşluğunu,
Çekerim sarhoşluğunu,
Görüp de ayıplayın.

Yırtsam yakamı yeridir,
Ar namus benden geridir,
Mecnun utanmazın biridir,
Bakıp da ayıplamayın..

Sayfa 126’daki son cümlelerden: “Aşk vadisine pak olarak girdiler. O temizlik içinde toprak oldular.. Zeyd uyunanca gördüğü rüyayı herkese anlattı.
O günden sonra iki sevgilinin mezarı ziyaret yeri oldu.
         ***
Nurdane Uzun’dan:
Yılların ardından memleket anıları
                           Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Şairlerimiz, yazarlarımız yazdıkları yayınladıkları eserleriyle biliniyorlar, alkışlanıp takdir ediliyorlar. Genellikle şiirleriyle tanıdığımız, kalemiyle beğenip alkışladığımız Nurdane Uzun Bursa’dan seslenmeye devam ederken, bu kez anılarının bir araya getirildiği 196 sayfalık “Yılların Ardından Memleket Anıları” adlı kitabıyla karşımıza çıktı.
            Nurdane Uzun Artvinli’dir. O,iki lafın birinde Artvin’den, doğduğu topraklardan söz eder. Laf oralardan açıldı mı,yüzü güler,ses onu farklılaşır, anlatır anlatır, memleketiyle ilgili örf ve adetleri,töreleri sıralar birbir .Masamızdaki kitabında da böyle yapmış.Beş sayfalık bir sunuş,önsöz mahiyetinde giriş var.Buranın bir yerinde;”Köyde yaşayan çocuklar şehir çocuklarına benzemez.Henüz ağzındaki süt dişleri değişme yaşında,elimize sopa(değnek) alır koyun gütmeye giderdik,dağlara ,bayırlara,yemyeşil çayırlara.Benim gibi diğer ablamlar ve kardeşlerimde öyle yetiştik.Köyüm buram buram tütüyor.Biraz anlatmaya ne dersiniz?”deniliyor.
            Anlatımların, yazıların başlıklarına bakıyoruz, büyük bir bölümü Nurdane Uzun’un köyü ve o bölgesiyle ilgili anlatımlar çıkıyor karşımıza.Bu anlatım başlıklarının bazılarından bir sıralama yapalım:Köyümüzün,yöremizin hava koşulları,14 Ağustos 2007 sabahı,Ver elini Samsun,Samsun’da değişmeler,Ünye cıvıl cıvıldı,Mezar ziyareti,Sahipsiz kalan baba ocağı,Yeşilin büyüsüne kapılırsınız,Doruklu tarlalar,Allah korudu vd.
            Nurdane Uzun Ebe-Hemşire olarak görev yaptığı yerlerdeki anılarını da sayfalara aktarmış. Başarılı bir anlatımı, olayların toparlanıp örnek alınacak sonuçlarıyla okurların bilgilerine sunuş biçimi var. Şiirde başarılı olanların pek azı, düz yazıda da başarılı olabilirler. Nurdane Uzun bu pek azlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
            Anılar olarak geçmişten bu güne, yarınlara nakledilen Nurdane Uzun anlatımlarının içine yer yer şiirler de serpiştirilmiş. Anlatılan konuların, şiirle ifade edilişi sağlanarak, zenginleştirme sağlanmış. Anı yazmanın zorluğunu sık sık ifade edenlerden biri olarak söylemek isterim ki, Nurdane Uzun anılarını sayfalara aktarırken, yerleştirirken zorluk çekmemiş. Çünkü bunların tamamı,kademe kademe yaşanmış,iz bırakmış olaylar olarak görünüyor.Bu noktadan hareket edildiğinde Nurdane Uzun yaşanmışlıklarının daha bir anlatım kolaylığıyla ifade edilebildiğini,inandırıcılıklarıyla okur karşısına çıkarılabildiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
            Nurdane Uzun:1956 yılında Artvin ilinin Şavşat ilçesine bağlı Aşağı Koyunlu Köyünde doğdu. İlkokulu köyünde,Sağlık Okulu’nu Ankara Telsizler Sağlık Okulunda,Sağlık Kolejini Bursa’da okudu.Kayseri,Samsun ve Bursa-Karacabey’de Ebe-Hemşire olarak görev yaptı.21 yıl hizmetten sonra emekli oldu.Sosyal amaçlı pek çok kuruluşun üyesi olan,bu kuruluşların bazılarının yönetiminde görev yapan, değişik gazete ve dergilerde şiir ve yazıları yayınlanmaya devam eden Nurdane Uzun,çocuk öyküleri,şiir,deneme ve anı alanlarında pek çok kitap yayınladı.Sanat ve edebiyat alanındaki bu çalışmalarından dolayı,onlarca ödülün sahibi oldu. Nurdane Uzun Bursa ilimiz merkezinde yaşıyor.
         ***
Mehmet Cem Yiğit şiirlerinden bir çeşitleme
                         Prof. Dr. İSA KAYACAN
           Şairlerimizin şiirleri bana ulaştıkça, onların mısraları arasındaki gezintimi sürdürüyorum. Eskiden gazetelerimizdeki şiir köşelerimde, şiirlerin tamamından söz ediyor,aynen nakletme fırsatım oluyordu.Şimdilerde o gazetelerdeki şiir köşelerim yok artık.Bu nedenle bana ulaşan şiirlerin bazı dörtlüklerinden örnekler vererek yazılarımı sürdürüyorum.Konya ilimize bağlı Akşehir ilçemiz merkezinden şiirleriyle bana ulaşan Mehmet Cem Yiğit hocamızın şiirleri var masamda.Bu şiirlerden bazı dörtlük  örnekleri vermek  istiyorum bugün:
            1-Üç ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Güneşin ışığı’adlı şiirden: Baştan seni sevmek bir ibadet sayılır/Yolunu kaybetmiş aşıklar yalnız uyur/Ela gözlerine bakan bayılıp kalır/Güneşin ışığı, yanında sönük kalır.
            2-‘Bir yabancı gibi’adlı şiirden: Kalpten bağlıydık seninle bir zaman/Yüreğe dokundu ayrılık denen/Canımın bir parçası olmuştun Sen/Bir yabancı gibi yanımdan giden.
            3-Dört ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Bir dilek’başlıklı şiirden: Sevgiler, kilitli kalpleri açar/Yüreğe düşen ilk aşkın ateşi/Dualar, kilitli kapıyı açar/Sevgiyle tutuşan gönül ateşi.
            4-Dört ayrı dörtlükten oluşan ‘Kıştan kalma bir baharda’ adlı güzellemeden: Mevsim güneşi karşılar/Sevgililer de el ele/ /Tutuşan gönüller yanar/Derin sevdalar yaşanır.
            5-Beş ayrı dörtükten oluşan ‘Bu ne güzel sevgi’adlı şiirden: Kıymetini biliyorum/Şeker gibi eriyorum/Canımın içi diyorum/Tanrım! bu ne güzel sevgi.
            6-Beş ayrı ölümden oluşan ‘Canım, güzel Türkçem’başlıklı şiirden: Kitaplarda çiçek açtın/Öz Türkçe’yle sevgi saçtın/Canım güzel, özlü Türkçe’m.
             7-Dört ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Yüreğime mayalarım’ adlı şiirden: Bahar sabahı gününe doğarım/Seni güneşimle aydınlatırım/Yürekten kederi, hüznü kovarım/Sevgini yüreğime mayalarım.
            8-Altı ayrı bölümden oluşan ‘Sevgimiz şiir olsun’ başlıklı şiirden: Sen benim için de çok önemlisin/Dünyamda, yanımda yeri olansın/Bir tanem dedikçe inciler saçtın/Sevgimizi, sevmeye ikiz ettin.
            9-Üç ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Sevdalanmak yürek ister’ adlı, başlıklı şiirden: Seni görmek bakış bakış/Seni örmek ilmek ilmek/Senle olmak oynaş, gülüş/Çimen gözlüm, güler yüzlüm.
            Türk şiiri içinde, Türk edebiyatı içinde önemli bir yeri olan Mehmet Cem Yiğit hocamızın, bu içten, samimi ve anlatım zenginliği içindeki şiirlerinden dolayı kutluyor, tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı yineliyorum efendim.
GÜNÜN HABERLERİ:
            ZİYA ÇAĞLAR’ DA ARAMIZDAN AYRILDI
            Değişik kuruluşlarda farklı görevler yaptıktan sonra, İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğünde mütercimlik, Bağ-Kur Genel Müdürlüğünde,Daire Başkanlığı ve Genel Müdür Yardımcılığı yapan, kamu yararına dernek statüsünde bulunan Türk  Kooperatifçilik Kurumunda İdare Müdürlüğü görevlerinde bulunan, mesleki alanlarda pek çok makalesi yayınlanan,’Aile Saadeti’ adlı  kiabıyla dikkat çeken Ziya Çağlar, 03 Şubat 2014 tarihinde Ankara’da vefat etti.04 Şubat 2014 tarihinde,Karşıyaka Camiinde  kılınan ikindi ve cenaze namazlarının ardından,Karşıyaka Mezarlığında toprağa verildi.
            GAZETECİ NAİL BAŞIBÜYÜK’Ü KAYBETTİK
            Van’da yayınlanan İki Nisan Gazetesinin kurucusu ve insani meziyetleriyle tanınan, sürekli basın kartı sahibi Nail Başıbüyük vefat etti. Van Postası Gazetesinin 06 Şubat 2014 tarihli  sayısındaki habere göre,Nail Başıbüyük’ün cenazesi 05 Şubat 2014 tarihinde Boyalar Camiinde kılınan ikindi namazının ardından,Van Kalesi civarındaki Eski Şehir Mezarlığında toprağa verildi.  
            ***
İsa Kayacan’dan  üç şiir
                   Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Bu satırların yazarı İsa Kayacan’dan üç şiir sunalım istedim. Bu şiirlerin isimleri,1958 yılında yazılan “Ece Köyünde Akşam” ve 1961 yılında yazılan “Biz Neler Biliriz” adlı olanı.
            Ve şiir kitaplarımdan birinin adı olan “Dönemeç” adlı şiirim. İşte anılan İsa Kayacan şiirleri:
            ECE KÖYÜNDE AKŞAM
            Kerpiç evimizin bahçesinde,
            Derince bir kuyu vardı kuyu.
            Bütün akşamın şirin sesinde,
            Köyün halkına yeterdi suyu.
      
            Akşama doğru bir ay ışığı,
            Çıkardı çalılar arasından.
            Elinden atar ağaç kaşığı,
            Sonra gençler, gönül yarasından.

            İşte nur yüzlü ayın önünde,
            O uzun boylu ince ağaçlar,
            Böyle bütün eğleniş gününde,
            Neş’elenir sümbüllü yamaçlar.
     
            Bu yamaçların ta eteğinde,
            Görünür selvilerin gölgesi.
            Sonra arıların peteğinde,
            Bir vızıltı, bir de ezan sesi.
     
            BİZ NELER BİLİRİZ
            Biz, yıkık değirmenlerde,
            Çok un öğüttük,
Çarkın,
            Dönüp, dönmediğini biliriz.
            Saçlarımız,
Aşk-sevda yolunda ağardı,
            Bir hanımın,
Sevip, sevmediğini biliriz.
            Issız ovalardaki,
            Telgraf direkleri bizi tanır,
            Bir yolcunun,
            Gelip, gelmediğini biliriz.
            Azrail’le,
Yıllarca omuz omuzaydık,
            Bir hastanın,
Ölüp, ölmediğini biliriz.

DÖNEMEÇ
            Bizler yorulduk artık, bu ömür denen yolculukta,
            Bunca yıldır aldığımız, bu çok uzun yollar yeter.
            Nefeslerimiz kesilmek üzere, alnımızda ter,
            Yaşamak, ümit vermek hep bundan ibaretse eğer,
            Allahaısmarladık demeliyiz her şeyi, teker teker.
            ***
Tunca ve Güven’den birer şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Aydın ilimize bağlı, Söke ilçemiz merkezinde yayınlanan ve Abdülkadir Güler dostum aracılığıyla bana ulaştırılan, Günlük okurlarının karşısına çıkan, çıkarılan Söke Ekspres Gazetesi, sanat ve edebiyata dair yazı ve şiirlerle dolu olarak yayınlanıyor.
Bu gazetenin, yani Söke Ekspres’in 15 bin 346. sayısında, Aşır Tunca ve Halil Güven imzalı şiirler vardı. Aşır Tunca’nın beş ayrı dörtlükten meydana gelen “Sevim Şahin ablamız” adlı, başlıklı şiiri, Sevim Şahin hanımın kendini Söke’ye hasretliğini, Söke ve Sökelilerle haşır - neşir olduğunu anlatıyor.
İki dörtlüğünde bu şiirin şöyle deniliyor, sesleniliyor:

Fikirleri çağdaş, özü, sözü Türkçedir,
Umutsuz kalmışlara, umut veren elçidir,
Hedefi Atatürk, vatan, bayrak ülkedir,
Halkının yanında, halkçı Sevim ablamız.

Her türlü Derneğin, yardım sever anası,
Gönül bahçesinden yansır dışa aynası,
Atatürk, bayrak, cumhuriyet sevdası,
Kalbi temiz, ruhu temiz, Sevim ablamız.

Halil Güven, uzunca bir sütun dolduran “Barış mutluluktur” adlı, başlıklı şiirinde; Mutluluklardan, sağ yüreklere gelen duygulardan, yürek temizliğine ulaşanlardan sözediyor. 14 bölümlük şiirinin bir bölümünde de şöyle çıkıyor okurlarının karşısına:

Yolda belde, gördüğünde,
İçten bir gülüş,
Karşılar ya seni,
İşte öyle bir şey..

Ve sonunda, dünyanın değişik nimetlerinden, kendi nefislerinde beklenti içinde girenlerden barışın paslaşmak olduğunu, mutluluğun da öyle anlaşılması gerektiğini anlatıyor Halil Güven.
***
Mehmet Kıyat’dan: Mayın tarlası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mehmet Kıyat Ankara’dan seslenen, şair, yazar ve araştırmacılarımızdan. Yazdıkları, yayınladıklarıyla edebiyat dünyamızın önemli doruklarından kitapları aracılığıyla bizimle buluşmaya, merhabalaşmaya devam ediyor.
Merkezi Ankara’da bulunan, Mutluson Yayınları arasında 96 sayfayla Günyüzü gören ve bendenize “Değer bilir dost, Sayın İsa Kayacan’a sanat dolu günler temennisiyle” 21 Haziran 2013 tarihinde imzalanan Mayın Tarlası adlı şiir kitabının sayfalarında gezmek istiyorum. Bu kitabın bana gelişinin üzerinden epey zaman geçti. Yazılış ve yayınlanış gecikmelerinin değişik nedenleri var. Özür diliyorum.
Mehmet Kıyat, Kitaplarının arka kapaklarında, kendisiyle ve kitaplarıyla ilgili yazılanlardan, imza sahipleri olarak örnekler veriyor. Örneğin ‘Mayın Tarlası” adlı kitabın arka kapağında; Mehmet Kemal, Necati Cumalı, Hasan İzzettin Dinamo, Samim Kocagöz, Mahmut Makal, Talat S. Hamlan, İsa Kayacan, Remzi İnanç, Ateş Nesin, Gültekin Emre imzaları dikkat çekiyor. Bu satırların, Talat S. Hamlan, İsa Kayacan, Remzi İnanç, Ateş Nesin, Gültekin Emre imzaları dikkat çekiyor. Bu satırların yazarı İsa Kayacaın cümlesi şöyle: Mehmet Kıyat şiirimizin kilometre taşlarından biridir.
Mehmet Kıyat, şiir kitaplarının bölümlerinde, ikişer mısra ile çıkıyor okurlarının karşısına. Masamda bulunan Mayın Tarlası’nın ilk bölümündeki mısralar:

Aç gözlü bir kötülüğe düşmüş,
Doyumsuz, doyumsuz geziyor ortalıkta.
Kalıntıyla yetinen bir yaşama sarılarak,
Güzelliğin dilini öğrenemezsin dostum.

Kitap içindeki şiirlerin Ankara’da yazıldığı, tarih ve saat kayıtlarının alt kısımlarda verildiği görülüyor.
Sayfa 60’daki, “Işığını yitirmiş güneş” adlı şiirin mısralarına dönelim, bakalım. Gelen değişik sorular karşısındaki suskunluğun, dersimizi bilemeyişimizden ileri geldiği noktasından hareket ediliyor. Sonraki birkaç mısra şöyle bu şiirin:

Bir büyük sessizlikle yaşadık hep,
Uslar dirençsiz
Yüreklere kan gitmiyor.
***
Nevzuhur Dergisinden iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Antalya ilimiz merkezinde aylık yayınlanan, edebiyat, kültür ve sanat dergisi ‘Nevzuhur’un 33. sayısı masamda.
Nevzuhur’un anılan sayısında yeralan şiirlerden ikisinin mısraları arasında gezmek istiyorum efendim:
Âşık Kazanoğlu’nun “Senin yüzünden” başlıklı şiiri. Beş ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin iki dörtlüğü:

Gözün aydın olsun, ey hilal kaşlı,
Gülmeyi unuttum, senin yüzünden,
Başım duman kaldı, gözlerim yaşlı,
Silmeyi unuttum, senin yüzünden..

Bundan sonra daha akamam durgun,
Gönlüm hasta düştü, bedenim yorgun,
Istırap yurduna eyledin sürgün,
Gelmeyi unuttum, senin yüzünden..

Aşık Kazanoğlu, dertlerinin üst üste katlılığından, garip kuş gibi iki kanadının kırıklığından, aşka düştüğü için aklını kaybettiğinden sözediyor uzun uzun.
Nevzuhur Dergisinin 33. sayısında yeralan şiirden ikincisi, daha doğrusu seçtiğim şiirlerin ikincisi Fatih Ünver imzalı ‘Bilmiyorum’ adlı olanı. Beş ayrı bölümden oluşan bu şiirin bir bölümü:

Nasıl desem,
Bu sıralar hazzındayım aşkın,
Tavında dövüyorum satırlarımı,
Yorgun düştüm, inatçı ruhum;
İçimden bir ses gelir benim,
Şehit olurum ilkin,
Sonra tutuklu,
Bileklerimde gümüşten bir şiir…

Bu şiirde, masum bakışlardan, çetin yüreklerden, görmek ve bilmek arasındaki farklardan sözediliyor ayrıcı.
***
Mansur Ekmekçi’den iki şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mansur Ekmekçi Adana’da yaşayan şair ve yazarlarımızdan…
İki şiiri var masamda. Bu şiirlerin adları: Kötüye yaranamazsın ve Gençliğim nerede?
Her iki şiir uzunca bir soluk gerektiren ölçüde yazılmış. Hecevezni takniğiyle kaleme alınmış her iki şiir.
Yedi ayrı dörtlükten meydana gelen ‘Kötüye yaramazsın da; sevgilinin kıymetini bilsen, gönülsüz aşk içindeyse o, kalbini versen de yaramazsın gerçeği ifade ediliyor. Sonra bu şiirin iki dörtlüğünde şu duygulara yer veriliyor:

Her kulun düştüğü aşka düşersin,
Onun için nice dağlar aşarsın,
Sevgisi bitince o an şaşarsın,
Saygını versen de yaranamazsın.

Bitmeyen acılar bu azap yeter,
Kadının kötüsü şeytandan beter,
Mansur’un çilesi ölünce biter,
Ölümsüz olsan da yaranamazsın.

Yedi ayrı dörtlükle şekillenmiş, ‘Gençliğim nerede?’ adlı, başlıklı Mansur Ekmekçi şiiri, gençliğin hızla geçtiğinden, geride kalan günlerin bir türlü unutulamadığından sözedilerek başlanılıyor. Güçlü kuvvetli günlerin geride kalışının üzüntüleri dile getirilerek iki dörtlüğünde bu şiirin şöyle deniliyor:

Şimşek gibi bakan gözlerim nerede?
Yorgun kalbim her gün düşürür derde,
Dizlerim tutmuyor sürünür yerde,
Kendi kendimi de itemiyorum.

Zaman geldi damarlarım süzülür,
Pınarımdan son bir damla süzülür,
Mansur’un halini gören üzülür,
Hayat oyunu bu, ütemiyorum.

Yazdığı, yayınladığı şiirleriyle dikkat çeken, olgunlaşıp güçlenen Mansur Ekmekçi’yi kutluyorum efendim.
***
Mehmet Kıyat’dan: Geveze suskularda
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Size, bir biri ardına gelen kitaplar, bu kitapların imza sahiplerine karşı bir sevgi, bir yakınlık uyandırır ya!
Öyle bir duygudur, şair, yazar ve araştırmacı Mehmet Kıyat’dan gelen kitaplar. Bu kitapların bir yenisi, Mehmet Kıyat imzalı kitabın bir yenisi “Geveze suskularda” adının taşıyıcısı, 96 sayfalık, pırıl pırıl baskıyla şekillendirilen kitap.
Sayın Kıyat, “Sanat dostu, Sayın İsa Kayacan’a esenlikler, mutluluklar” cümlesiyle, ithafıyla 21 Haziran 2013 tarihinde imzalamış.
Teşekkürler.
Merkezi Ankara’da bulunan, Mutluson Yayınlarının şiir serisinde Günyüzü gören kitap, öteki Mehmet Kıyat kitaplarında olduğu gibi, iki mısralık bir şiirsel anlatımla başlıyor. Bunlar bölüm başlıkları oluyor bir bakıma. Bu iki mısra şöyle:

Karanlığın gözlerine bakarak,
İşte aydınlık diyemedi kimse..
Uykusunu alamamış sabahla,
Geleceği kuramayız güzelim.

Mehmet Kıyat’ın şiirleri uzun soluklu değil. Orta bir anlatım boyutunda…
Verilmek istenilen mesajlar fazlasıyla ortaya konuluyor, okurla buluşuyor, buluşturuluyor…
“Geveze Suskularda” adlı Mehmet Kıyat şiir kitabının 63. sayfasında yeralan “Yaşamın tadı” adlı şiirin mısraları arasına dönelim, bakalım, bir göz atalım. Bu şiir, binbir çiçekle arı gibi çalışmaktan, bunun babasının tavsiyesi olduğundan sözediyor şairimiz. Sonra şöyle devam ediyor:

Göbek çatlatma,
Oyunlarında bekleyerek,
Yaşamı çileden çıkarıp,
Yanlış göstergelerde,
Ölü süreçler,
Kafası karışık bencillikle,
Kendi kendini yok eden,
Boz dağlarına aldanıp.
***
Ömer Yurduseven duygularından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bekir Konçi’nin Kütahya ilimiz merkezinden gönderdiği şiirler arasında, Ömer Yurduseven şiirleri de vardı.
Gönül Rızasıyla, Yaşamı otuzladım adlı şiirleriyle bize seslenen Ömer Yurduseven, yazdıklarıyla sanat ve edebiyat alanımızdaki önemli adımlarıyla dikkat çeken isim ve imzalar arasında yeralıyor.
Altı dörtlükten meydana gelen Gönül Rızasıyla adlı şiirde, sevginin şu veya bu şekildeki baskıyla değil, gönül rızasıyla olmasının daha doğal olacağı noktasında hareket ediliyor.
Bu şiirin iki dörtlüğünde şöyle seslenilmekte:

Gözlerin muhabbetiyle değil yar,
Gönül, gönül sohbetiyle sev beni.
Abi, ablanın töhmetiyle değil yar,
Gönül, gönül şehvetiyle sev beni.

Bizim köyün adetiyle değil,
Bir ömür saadetiyle sev beni,
Sözde nişan davetiyle değil yar,
Allah’ın selametiyle sev beni.

Yaşımı otuzladım, adlı şiirse yedi ayrı dörtlükten meydana geliyor. Sabahçı kahvelerinde, balıkçı teknelerinde, köftecinin ötesinde beklenen yardan, sevgiliden sözedilerek söze başlanılıyor.
Sonra anlatılmaya, duyguların ortaya konulmasına devam ediliyor.
İki dörtlük masamdaki son Ömer Yurduseven şiirinden:

Bazen boş bir gemi limanında,
Bazen bir otobüs durağında,
Bazen ciğercinin dumanında,
Hep senin yolunu bekledim yar..

Bazen bir caminin avlusunda,
Bazen bir duvarın kuytusunda,
Gözüm kapalı kuş uykusunda,
Hep senin yolunu gözledim yâr..
            ***
Şiirleriyle Mehmet Cem Yiğit
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı, Mehmet Cem Yiğit Konya ilimize bağlı Akşehir ilçemizden sesleniyor.
Boşuna değil ve sihirli aynalar adlı şiirleri var masamda Mehmet Cem Yiğit hocanın.
“Gidince anladım çok sevdiğimi” mısrasıyla başlayan, Boşuna değil adlı şiirde, sevgisi içten olan sevgilinin geriye bir dönüp bakmasıyla her şeyin değişeceği noktasından hareket ediliyor.
Üç dörtlüklü bu şiirin iki dörtlüğünde şu duygulara yer veriliyor:

Selamlar yollamış göçmen kuşuyla,
Sevginin dalları sessiz eğildi,
Darılan şu gönlüm kıskanır oldu,
Günlerce ağlamam boşuna değil.

Unuttum gülmeyi, gezip tozmayı,
Bakışında ince bir anlam vardı,
Paylaşmak isterdim güzel yazgıyı,
Günlerce ağlamam boşuna değil.

Sihirli aynalar adlı, başlıklı Mehmet Cem Yiğit şiirinin mısralarına dönüyoruz: Bu şiirde, sihirli aynaların bizi gösterişinden dağlar ve taşların sevdalardan sözedişinden bahsedilerek yola çıkılıyor. Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiirin iki dörtlüğünde şu duygularla çıkılıyor okurların karşısına;

Örste, aşkın ateşini dövelim,
İki bedende bir beyin olalım,
Yüreklere ümit büstü dikelim,
Altın kıymetinde verdiğin değer.

Güzel hayatlar, yaşamaya değer,
Sevdayı ateşleyen bir kıvılcım,
Sevgi varsa hayat yaşamaya değer,
Altın kıymetinde verdiğin değer.
***
Artvinli Âşık İbrahim Kara’dan mısra mısra
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Aşık İbrahim Kara’nın şiirleri, Artvin İlimiz merkezinde günlük yayınlanan ve 52. yayın yılı içerisinde bulunan “Serhad Artvin” Gazetesinde yayımlanmaya devam ediyor. Aşık İbrahim Kara’nın iki şiiri var masamda.
Bu şiirlerin adları. Düşünülemez ve hoş geldiniz olarak kaydedilmiş. Sekiz ayrı dörtlükten meydana gelen “Düşünülemez” adlı şiir, yirminci asırda, çağdaş dünyada Atatürk’süz vatanın düşünülemeyeceği hatırlatmasında bulunularak söze başlanılıyor.
Şimdi bu şiirden iki dörtlük naklederek devam edelim:

Okulda bakmazsan, oğul kızına,
Nankörlük etme durur gözüne,
Eğer uymuyorsan onun izine,
Atatürk’süz vatan düşünülemez.

Meclisimde Cumhuriyet güneşi,
Al Bayrak semada, yoktur bir eşi,
Annesi, babası kızı, kardeşi,
Atatürk’süz vatan düşünülemez.

Artvinli Aşık İbrahim Kara’nın ikinci şiiri “hoş geldiniz” adının taşıyıcısı. Bu şiirde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den sözediyor. Cumhurbaşkanının Artvin’e gelişi mısralara dökülerek “hoş geldiniz” deniliyor. Bu şiirin iki dörtlüğündeki Aşık İbrahim Kara duyguları şöyle:
Derdimizi sorar isen, çok çoktur,
Dâhiliye doktorumuz hiç yoktur,
Bir Üniversiteyi sıraya soktur,
Bu istekle Şavşatıma hoş geldiniz.

Sizi Şavşatımda görmek isterdim,
Elimi saygıyla vermek isterdim,
Gönülden gönüle ermek isterdim,
Hasta idim, gelemedim hoş geldiniz.
***
Ali Gözütok mısralarından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, yazdıkları, yayınladıklarıyla biliniyor, değerlendiriliyor. Ali Gözütok Antalya ilimiz merkezinden seslenen, Burdurlu hemşehrim.
İki şiiri var masamda Ali Gözütok hocanın. Gülmeyi özledim ve İhtiyarlık şiiri adlarıyla bize ulaşanlar bunlar.
Sevmekten vazgeçmediğini, sevginin kendisinin yoldaşı olduğunu anlatarak söze başlıyor Ali Gözütok. Gülce edebiyat akımının buluşma türünden kaleme alınan, şekillendirilen ‘Gülmeyi özledim’in bir bölümü şöyle:

Kaf dağından çığ düştü,
Ümit bağım perişan,
Hani yaratılmışların şahı?
Nerede o şerefli insan?
İzzet ikram ne oldu?
Kardeş kardeşe düşman,
Ölüyor masum canlar,
Ben gülmeyi özledim.

İhtiyarlık şiiriyle Ali Gözütok bir başka kabullenmeyi dile getiriyor. Gençlikten yaşlılığa uzanan kalınca bir yolun varlığı noktasından hareket ediyor bu şiirinde.
Yalın dünyada ömürlerin öğütüldüğünden, çile ve acıların peş peşe yaşandığından yola çıkılarak, son durak denen yere mutlaka gidileceği hatırlatmasında bulunuyor.
İki dörtlüğünde bu son şiirin şöyle deniliyor:

Mızrap vurunca tele, nağmeler duvaklanır,
Nar denilen ateşte, ne günahlar paklanır,
Sevdalar kucaklanır, düşünceler aklanır,
Gençliğin ümüğüne, çökünce ihtiyarlık…

Canından can istense, canana verir âşık
Göz bebeğinden yansır titreyen cansız ışık,
Deva diye içilir, zehirler kaşık, kaşık,
Gençliğin ümüğüne, çökünce ihtiyarlık…

Ali Gözütok hemşehrimi, şiirimiz ve edebiyatımız alanındaki başarılarından dolayı kutluyor, alkışlıyorum efendim.
***
Mehmet Kıyat’dan: Adam olmak
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiir kitapları birbiri ardına geliyor, bana ulaşıyor. Sayfalarındaki gezintim zaman zaman gecikebiliyor. Değişik nedenleri var bu gecikmenin.
Mehmet Kıyat ismi ve imzası, Türk şiirinin dikkat çeken, göz dolduranlarının başında geliyor.
Birbiri ardına yayınlamaya devam ettiği kitapları, şiir kitapları ayrı bir zenginlikle çıkıyor, çıkarılıyor karşımıza.
96 sayfalık ‘Adam Olmak’ adlı şiir kitabı, birinci hamur, pırıl pırıl bir baskıyla okurlarına sunulmuş, edebiyatseverlerin, edebiyat çevrelerinin tetkikine ulaştırılmış.
Mutluson Yayınları arasında Günyüzü gören ‘Adam Olmak’ adlı kitabını Mehmet Kıyat, “Aydınlık simgesi, emekçi, sayın İsa Kayacan’a dostlukla” notuyla 21 Haziran 2013 tarihinde imzalamış. Teşekkürlerimi sunuyorum.
Mehmet Kıyat şiir kitaplarının bölümlerinde ikişer mısralık şiirler yerleştiriyor. Doğru yapıyor.
Masamdaki kitabın “Adam Olmak” ilk bölümündeki mısralar şöyle çıkıyor karşımıza:

Bir sessizlik gibi geçti yaz,
Güneşine ışık olamadım güzelim.
Kötülükle oynaşan bir kuşakla,
Başlangıcı sona bağlayamazsın.

Sonra 76 sayfaya bakıyoruz. Bu sayfada ‘Bir okullu gibi sevmek’ adlı şiirle karşılaşıyoruz. Bu şiirde, çocukların ölüme çanak tutmadan yaşamaları gerektiği gerçeği hatırlatılıyor. Şöyle devamı var bu şiirin:

Nice dalga boylarında,
Güneşle uyanıp,
Yeni yeni çözümler,
Bir okullu gibi sevinerek,
Hiç geriye düşmeden,
Bozdurmadan dostlukları,
Güzellik toplayan bir kimlikle,
Alanlara çıkıp.
***
Artvin yöresi folkloru
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Araştırmacı, şair, yazar Aydın Karasüleymanoğlu, Artvin delilerinin başında geliyor.
Artvin’e karşı tutkusu büyük, araştırıyor, yazıyor, yayınlıyor Artvinle ilgili ne varsa.
Bir anlamda Artvin ilinin gözü kulağı olan Aydın Karasüleymanoğlu, Artvin ilimizde günlük yayınlanan Serhad Artvin gazetesindeki yazılarıyla dikkat çekiyor.
Serhad Artvin gazetesinin 10 bin 750 nci sayısında “Artvin Yöresi Folkloru” başlıklı araştırması, yazısı vermek istedğim örneklerden biriydi.
Şimdi bu yazıdan bazı cümleler aktarmak istiyorum:
1. Artvin yöresi, Kafkasya’nın Anadolu’ya açılan bir kapısı olduğu ve göç yolu üzerinde bulunduğu için, değişik uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır.
2. Sahil ve iç kesimlerdeki farklılıkları da göz önüne alırsak, Artvin’in başka yörelerde görülmeyecek kadar zengin bir kültüre sahip olduğunu söyleyebiliriz.
3. Âşıklık geleneği, halkoyunları, giyim kuşam tarzı yaşama bakışı, Artvin, Erzurum, Kars ve Karadeniz’den bazı izler taşısa da, kendi öz kültürünü geliştirmiştir.
4. Zengin bir folklora sahip olmasına karşın Artvin’in kültürel değerlerini araştıran, belgelere geçiren, tanıtan, gelecek kuşaklara aktaran bir kurum var mı?. Yok.
5. Artvin tarihi, folkloru üzerine çalışmalar yapanlardan bazıları: M.Adil Özder, Mehmet Gökalp, Şahver (Kaya) Karasüleymanoğlu, Taner Artvinli, Hayrettin Tokdemir, şeklinde sıralanıyor.
6. Tokdemir, Artvin yöresini tümüyle değerlendirerek, folklorik öneme sahip her olguyla ilgili kapsamlı çalışmalarda bulunmuş. Konulara bilimsel olarak yaklaşmış.
7. İlimize her yönüyle tanımak isteyenlere Tokdemir’in bu kitabını okumalarını salık veriyoruz.
GÜNÜN HABERLERİ:
            6-B’liler BÜLTENİNİN YENİ SAYISI YAYINLANDI
            Ankara’da, Ergün Veren’in sahipliğinde, onun hazırlayıp yayınlamasıyla gün yüzü görmeye devam eden,Eskişehir Ticaret Lisesi 1982 yılı mezunlarının haberleşme bülteni olan,’6-B’liler Bülteni’bol fotoğraflı, kıskanılan düzeyde mükemmel sayfa düzenlemesiyle dikkat çekmeye devam ediyor.Bu alandaki ustalığı,teknolojiyi en iyi biçimde kullanma özelliği,hele pek çok insanda olmayan mütevazılığı Ergün Veren’in başarılarını artırırken, kişiliğini güçlendiriyor.6-B’liler Bülteninin Şubat 2014 ayına ait 51.sayısında; Ergün Veren, Prof. Dr. Erman Artun, İsa Kayacan,İrfan Ünver Nasrattınoğlu,Prof. Dr.Fuad Yöndemli, Şükran Teziçi imzalı yazılar dikkat çekiyordu.Tebriklerimi,sevgi ve yayın başarısı dileklerimi sunuyorum efendim.
            ŞÜKRÜ ÖKSÜZ’DEN KÜLTÜR-SANAT SAYFASI
            Aydın ilimiz merkezinde faaliyet gösteren,Aydın Yazarlar ve Şairler Derneği Genel Başkanı olan,Aydın Efesi Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliği görevini başarıyla sürdüren Şükrü Öksüz, önceki yıllarda yayınladığı kültür-sanat sayfalarının devamı olarak Aydın’da günlük yayınlanan “Aydın Güzelhisar”Gazetesinde kültür,sanat sayfası düzenlemeye,sanat ve edebiyata hizmet etmeye devam ediyor.30 0cak 2014 tarihli 2727 sayılı Aydın Güzelhisar Gazetesi kültür-sanat sayfasında,Şükrü Öksüz’ün  Cömert adlı yazısının yanında;Yrd.Doç.Ali Abbas Çınar,Şükrü Öksüz,Dilek Ayrıbaş,Prof.Dr. İsa Kayacan,B.Enver Özkan,Gülser Hünük, İbrahim Kiraz ve Erhan Tığlı imzalı şiirlere yer verildiği görüldü.
            ***
     Ümit Kayaçelebi’den: Van Destanı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ümit Kayaçelebi, Van ilimiz merkezinde yaşıyor. Şair, yazar ve araştırmacı.
Van ilimizin kültür elçisi…
Van ilimizden kimlerin gelip, kimlerin geçtiğini, destanımsı bir anlatımla kaleme almış. Tüm Van halkına ithaf etmiş yazdıklarını. Bunlar, Van Postası Gazetesinin 17 bin 819 ncu sayısından başlamak üzere, sonraki sayılarındaki Ümit Kayaçelebi sütununda yeraldı. Van ilimizden kimlerin, kimlerin geçtiğini anlatan dörtlüklerden üç örnek verelim öncelikle:

Çok Vanlı başını aldı ve gitti,
Kimler geldi, kimler geçti bak hele,
Kalanlar da birbir rahmete gitti,
Kimler geldi, kimler geçti bak hele..

Ferit Melen, başımıza taç oldu,
İzzettin Mungan her derde ilaç oldu,
Pişiklerin anasıda Sevim bacı oldu,
Kimler geldi, kimler geçti bak hele..

Şimdi İstanbul’da bay Aydın Talay,
Şefik Tüfekçi’de artık çekmiyor halay,
Kalaycı Kadir ustada yapmıyor kalay,
Kimler geldi, kimler geçti bak hele..

Bir ilin geçmişine dönük, bugün yaşanan tablosu üzerinde yeralanların tek tek tespiti, bunların özelliklerinin bilinmesi, değerlendirilmesi, mısralara dökülmesi, öyle göründüğü kadar kolay bir iş, bir çalışma değildir. Bu zor işin başarıcısı Ümit Kayaçelebi dostumuzun kutlanması, alkışlanması gerekiyor.
Van Destanından bir dörtlük alarak noktamızı koyalım efendim:

Yakın zamanda yitirdik, Bülbül Hakkıyı,
Sorsan kimse hatırlamaz, Ferman ustayı,
Deli Canım çok güzel yapardı pağlavayı,
Kimler geldi, kimler geçti bak hele..
***
Necla Atakan’ın baba sevgisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Tekirdağ ilimiz merkezinde günlük yayınlanan ve 61. yayın yılı içerisinde bulunan, rahmetli değerli dostum Cahit Çelebi’nin yayımında büyük emeği, katkısı bulunan Tekirdağ Yeni İnan Gazetesinin 18 bin 135. sayısında bu gazetenin yayım kadrosunda bulunan ve rahmetli  Cahit Çelebi’nin kızı olan Necla Atakan’ın “Bugünlük” köşesinde “Baba bu.. Doyulmaz sevgisine” başlıklı bir yazısı yayımlandı.
Yazı beni etkiledi. Babanın, özellikle dünyasını değiştirdikten sonra duyulan özlemin büyüklüğü, sağken yapılamayanların bir burukluk içinde yaşanmaya devam edildiği anlatılıyordu bu yazıda.
Şimdi anılan yazıdan Necla Atakün imzalı “Baba bu… Doyulmas sergisini” başlıklı yazıdan bazı cümleler vermek, nakletmek istiyorum:
1. Kaybettiğiniz anda sevdiğinizin alışırsınız yokluğuna. Ölüm o kadar soğuktur; O kadar alışırsınız ki, önce eşyalarından başlarsınız.. Tek tek özenle seçilerek uzaklaş.
2. Rutin hayata dönülür, işe dönüş yapılır. Ya bırakıp giden?. Sanki bu hayatta hiç yaşamamış gibi. Yokluğun alışkanlığı, yerini özlemenin çaresizliğine bırakır, sesini duyamazsın, yüzünü göremezsin ya.. İşte onun çaresi yoktur.
3. Böyledir özlemek, çaresizliktir işte. Ruhunun en kırık yerini bulup, usul usul sızar içeriye. Özlersin. Baba bu, doyulmaz sevgisine. “Çok severdim ama daha çok sevseydim. Çok değer verirdim ama daha çok değer verseydim. Çok sayardım ama daha çok saysaydım” diyesin gelir.
4. Hayattaki deneyimlerinden, dünya görüşünden, olgun kişiliğinden uzun yıllar faydalandım ama, ondan alabileceğim daha çok şey olduğuna eminim.
5. Şimdi bize düşen, emel defterini açık tutmak. Babasız yaşayacağım ikinci babalar gününde, tüm babaların “Babalar Gününü” kutluyorum.
Bir evladın, vefalı bir evladın babasına duyduğu özlemlerden satırbaşları naklettik efendim.
            ***
Birdal Can Tüfekçi’den:
Gönlümün sultanı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Birdal Can Tüfekçi, şair, yazar ve araştırmacı. Muğla ilimize bağlı Dalaman ilçemizden sesleniyor. Bugün gündemimde yedi ayrı dörtlükten meydana gelen 06 Eylül 2013 tarihinde saat 21.35’de kaleme alınan, şekillendirilen, bitirilen “Gönlümün sultanı” adlı şiiri var Birdal Can Tüfekçi’nin…
Bu şiirin ilk üç dörtlüğü:

Acımadın halime, sen gönlümün sultanı,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı harcadın,
Umutları bitirdin, duyguları yok saydın,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı harcadın!

Adını yazmışım ya, gönlümün Kaf Dağına,
Dertlerim katmerlendi, düştü gönül ağına,
Çırpınırken umutlar, bahtımın tuzağında,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı harcadın!.

Aşkımız yenildi bak, geçmişteki zamana,
Başımızdaki sevda, karıştı toz dumana,
Ne kadar anlatsam da, anlamadın sen ama,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı harcadın!..

Birdal Can Tüfekçi duygularını sayfalara aktarmaya devam ediyor. Her şeyin inada bindiğini görmekten duyduğu üzüntüleri anlatırken, sen-ben çekişmesiyle gönül sevdalarının tükendiğini, aşklarının sonunun göründüğünü, havalarının söndüğünü anlatıyor mısra mısra. Gönlümün sultanı adlı şiirinin son dörtlüklerinde ise şu duygularıyla çıkıyor okurlarının karşısına:

Yıkıldı üstümüze sevdamızın kalesi,
Çekilen bu çileler, bil ki dilin belası,
Bak şimdi çalınıyor ah! yandım havası,
Bilmedin kıymetini, sevdamızı harcadın!

Mahşere dek sürecek, diye beklerken aşkı,
Bitirdi bu sevdayı, içimizdeki kuşku,
Viraneye çevirdi, gönül denen bu köşkü,
Bilmedin kıymetini sevdamızı harcadın!..
***
        Mansur Ekmekçi şiirlerinden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şair, yazar, araştırmacı ve halk ozanı Mansur Ekmekçi’nin Adana’dan gelen şiirleriyle sohbet ne güzel. Mısra mısra, duyguların içine girmek, orada mola verip sohbetlerde bulunmak hasretle beklediklerimizin başında yeralıyor.
Nazlı yar ve Nasıl dayanalım? Adlı başlıklı Mansur Ekmekçi şiirleri sohbet konuklarımız.
Üç dörtlükten meydana gelen Nazlı yar adlı şiir, 6 beşlik hecevezniyle yazılmış kaleme alınmış. Yıllardır akıllarda kalan sevgiliden, hiç bıkılmayan Nazlı yardan bahsediliyor bu şiirin ilk dörtlüğünde, girişinde. Sonraki dörtlükler

Geçtiğin yerlere bakıp ağladım,
Talihsiz bahtıma kara bağladım,
İnleyen kalbimi yakıp dağladım,
Gel de hasretimi dindir nazlı yâr.

Can bedende mahkûm, gençlik solmadan,
Ömür mevsimlerim, hazan olmadan,
Azrail kapıya gelip bulmadan,
Gel de hasretimi dindir nazlı yar..

Ve Nasıl dayanayım? adlı, başlıklı Mansur Ekmekçi imzalı bir başka şiir.
Hep sabret diyen, tavsiyelerde bulunan sevgiliden, sonra cefa etmekten çekinmeyen nazlı yardan, yalnız bırakıp giden kalpsizden sözediliyor, bu sıkıntılara nasıl dayanılacağı soruluyor. İki dörtlüğünde de bu şiirin bu duygulara yer veriliyor Mansur Ekmekçi kalemiyle:

Sevdanı kalbime ektim,
Sabırla derdini çektim,
Kaderime boyun büktüm,
Söyle nasıl dayanayım?

Dayanamam, dayanamam,
Yokluğuna dayanamam,
Ölüm uykusuna yattım,
Sen gelmeden uyanamam.
***
Yunus Emre Kitabı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Türkmen Ozanı Süleyman Özçelik, Hatay ilimizin İskenderun ilçesinden, sıklıkla seslenen bir ozanımız. Eski yıllara ait yayınların sahibi. Zaman zaman bu yayınlardan bize de gönderiyor.
En son gönderdiği kitap, bir hazine değerinde…
Eskişehir Turizm ve Tanıtma Derneği yayınlarının 3. olarak Günyüzü görmüş, 74 büyük sayfalık, Halim Baki Kunter imzasının taşıyıcısı: Yunus Emre Bilgiler-belgeler adıyla yayınlanmış.
Türkmen Ozanı Süleyman Özçelik gönderdiği her kitabın ilk sayfalarına bazı notlar da yazıyor, açıklamalarda bulunuyor. Bu kitap için de öyle yapmış. Bazı notları var Süleyman Özçelik’in.
Birinci bölüm: Aradığımız Yunus Emre,
2. Bölüm: Yurdumuzda Yunus Emre,
3. Bölüm: Bulduğumuz Yunus Emre başlıklarıyla karşımıza çıkarken, 106 adet resim ve fotokopi bölümü de var kitap içinde
Eskişehir Turizm ve Tanıtma Derneği adına İsmail Ali Sarar imzalı bir sunuş dikkat çekiyor. Halim Baki Kunter imzalı uzunca bir önsöz, kitabın içeriği hakkında bilgi veriyor.
Önsöz’ün yazılış tarihi: 31 Mayıs 1965. Kitabın yayınlanış yılı: 1966.
Yunus’un izinde araştırmalara başlanıldığında, görülenler, karşılaşılanlar farklılık içindedir. Yunus ilk defa 1933 yılında Tire’de adını taşıyan bir cami ile bana kendini gösterdi. İzmir’de Vakıflar Müdürü olarak bulunuyordum. Yunus Emre adı ile karşı karşıya gelince baştan aşağı dikkat kesildim. Bu caminin isminden başka, Yunus’la ilgisini gösteren hiçbir belirti yoktu.
Bu anlatımlar kitabın yazarı Halim Baki Kunter’e ait. Sonra yazar Eskişehir-Sevrihisar’daki Ulu Cami kitaplığında araştırmalarını sürdürüyor. Eskişehir’den Sarıköy’e geçiyor. Yunus’un yüce huzuruna varıyor. Yunus’un mütevazı türbesinin, oraları işgal eden düşman kuvvetleri tarafından yıkıldığını görüyor.
***
Alptekin Yazar’dan:
Gözlerin vuslatımdır
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitapların hazırlanışları yayınlanışları meşakkat yüklüdür.
Yani zorluklarla karşılaşılır, yaşanır.
Şair, Yazar, Araştırmacı ve Editör Aysel Al aracılığıyla bana ulaşan kitapların bir başkası: Alptekin Yazar imzalı, şiirlerden oluşan “Gözlerin Vuslatımdır” adlı, 128 sayfayla okuyucularının karşısına çıkar.
İki sayfalık önsöz, Aysel Al imzasının taşıyıcısı. Al, önsözünün bir yerinde, “Alptekin Beyin şiirlerinde, hasret, özlem, aşk, mutluluk, hüzün, kahramanlık ve dalga dalga da sevinç var. Ama bu sevinç denizin dalgalanışı gibi küçük küçük geliyor ve gidiyor” diyor. Aysel Al tespitleri önemlidir. Bunların doğruluğunu kabul ederek yolumuza devam edelim:
Hecevezni tarzında, türüyle kaleme alınmış, kitabın sayfalarına aktarılmış şiirlerde, duygu zenginliği, anlatım bütünlüğü ve yumuşaklığı görülüyor.
Sayfa 28’deki “Burçak” adlı şiir dört ayrı dörtlükten meydana geliyor.
Bir dörtlüğü bu şiirin:

Nerdesin, söyle Burçak?,
Gözlerinse, senden sıcak…
Hep kaçarsın yine öyle,
Benden ayrı, köşe bucak.

Alptekin Yazar konu seçiminde, bunların işlenişinde zorluk çekmiyor. Ele aldığı konuların üzerine giderken, beyin yorarken, kısa bir tahlil ve sonuç bölümünü oluşturuveriyor. Sayfa 74’de yeralan “Kalbimi Yakma” adlı şiir beş ayrı dörtlükle şekillenmiş, şekillendirilmiş.
Buradan bir dörtlükle noktamızı koyalım:

Ben bu acı ile nere giderim?
Aşkıma ne derim, belli kederim,
Gönül orucumu, dille öderim,
Yâr beni götürme, fizana sürme..

Alptekin Yazar, gelecekteki şiirleriyle, kitaplarıyla daha büyük başarılara imza atacaktır.
***
İLESAM’dan gelenler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kısa adı İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinden gelen kitap ve dergiler var masamda.
Bunlar, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Merkez Kütüphanesine gönderildi.
Düzenlediğim demirbaş listesine, 1424–1508 sıra numaralarıyla kaydedildiler.
İLESAM Muhasibi, değerli dostum Cemal Tuzcuoğulları organizasyonuyla hazırlanıp, bana ulaştırılan ve Mehmet Akif Ersoy Üniversite Merkez Kütüphanesine gönderilen kitap ve dergilerden bazılarının isimleriyle ilgili sıralama:

1-     Gülpınar Dergisinde Edebi Portreler (Dr.Salih Okumuş, Sabit Bayram)
2-     Hevser (Durkadın Karagöl, Kurban Teyze)
3-     Ellibeş soruda düşünen insan (İsmail Özmel)
4-     Kültür ve tarih sohbetleri (İsmail Özmel)
5-     İçimdeki çocuk (Sevinç Doğancan Güven,)
6-     Deniz güneşi (Hikmet Özdemir,)
7-     A’dan öncesi (Vedat Fidanboy,)
8-     Harflerin dansı (Gülten Ertürk, Gülten Sultan)
9-     Yakamozlu gecelerde karanlık yüzler (Havva Gülbeyaz)
10- İLESAM Bültenleri,
11- Aydın Efesi Dergisi,
12- Yesevi Dergisi,
13- Ortanca Dergisi,
14- Erciyes Dergisi,
15- Çıngı Dergisi,
16- Kümbet Altında Dergisi,
17- Güneysu Dergisi,
18- Kardeş Kalemler Dergisi,
19- Antalya Sanat Dergisi,
20- Yağmur Dergisi,
21- Sarızeybek Dergisi,
22- Yeni Size Dergisi,
23- Yazıcı Dergisi (Azerbaycan)
24- Maki Dergisi,
25- Akpınar Dergisi,
26- Türk Dili Dergisi,
27- Esere Saygılı Korsana Karşıyız (II, M. Nuri Parmaksız, Cemal Tuzcuoğulları)
28- Türk Yurdu Dergisi,
29- Nevzuhur Dergisi.
***
Artvin’den, Muğla’dan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Artvin ilimiz merkezinde günlük yayınlanan, Serhad Artvin Gazetesinde şiirleri yayınlanan Aşık İbrahim Kara’nın bir şiiri.. Arkasından, Muğla ilimiz merkezinde günlük yayınlanan Devrim Gazetesindeki sanat sayfasının düzenleyicisi Yükselecek Demirel imzalı bir şiir var gündemimizde bugün efendim.
“Teşekkür” adlı şiiriyle, Aşık İbrahim Kara, Başbuğ temsilcisi Devlet Bahçeli’nin kongredeki konuşması için teşekkür ediyor. Altı dörtlükten meydana gelen şiirinin iki dörtlüğünde şöyle diyor:

Türk Milleti geçmişlere ayıktır,
Hoşgörüye, barışlara uyuktur,
Bu dünyada üstünlüğe layıktır,
Büyük lider, konuşmana maşallah..

Âşık Kara sizi görmek isterim,
Seksenbeş yıl Türkiyemi izlerim,
Vatanıma hep duadır sözlerim,
Kongrede konuşmana teşekkür..

Yükselecek Demirel dostumuzun “Ölümsüzlük başlıklı şiiri dört ayrı bölümden oluşuyor. Güneşin görülüşüyle, şaşırmalarının varolmaya başlamasıyla, gözünün seğrimesiyle umutların sevgilide olduğunun anlaşıldığı gerçeğinden hareket ederek söze başlanıyor. Tutunulan doğrulara uzanan çizgilerde, doğrulara uzanan yolların aynı noktada birleştiği anlatılıyor. Ölümsüzlük adlı şiirin bir bölümündeki duygular şöyle karşımıza çıkıyor Yükselecek Demirel anlatımıyla:

Yalnızlığa kurgulu bir sabah düşün,
Bir yanda kahır, çaresizlik bir yanda,
Buz tutmuş içim-dışım üşüyorum..
Kırsam diyorum zincirini uzanmaların,
Yalnızlığa binbir lanet içimde,

O duvar gözlerini geçmeyi düşünüyorum. 

Hiç yorum yok: