Ömer Türkmenoğlu’ndan:
Telafer Türküleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Irak’ta
olup-bitenler, Kerkük, Telafer, Tuzhurmatu gibi yerleşim birimlerinden gelen
her ses bizim için önem taşıyor,anlamıyla birlikte zihinlerimizde
yerleşiyor.Çoğunluğu üzüntü,burukluk, vefat haberleri.Ama az da olsa,kısa
süreli de olsa sevindiğimiz,yüzümüzün gülüşünü sağlayan haberlerle
karşılaştığımız oluyor.
Ömer
Türkmenoğlu, yumuşak, gönüller okşayan sesiyle, Türkiye’de önemli konserlere, albümlere
imza atıyor. Merkezi Ankara’da bulunan, Yönetim Kurulu Başkanlığını Dr. Şemsetin
Küzeci’nin yaptığı, Kerkük Kültür Derneğinin ilk yayını olan, Ömer
Türkmenoğlu’nun 15 parçadan oluşan, Telafer Türküleri adlı albümünün yayımı gerçekleştirildi.
Anılan
Albümün Projesi Kerkük Kültür Drneğine ait.
Koordinatör Dr. Şemsettin Küzeci.
Aranjör Ömer Türkmenoğlu,
Düetlerde vokal Cevriye Arslankoç,Fotoğraf Nükhet Türkmenoğlu,Grafik tasarımı
Hakan Pamukçu. Albümün basımı ve çoğaltımı Kerkük’te yapılmış. Koru Hastaneleri
ve Otağ Tesislerinin katkıları olmuş albümün basımında. Irak hükümet
çevrelerinden gelen bilgilere göre,Telafer ve Tuzhurmatu’nun il statüsüne
kavuşmaları için hazırlanan teklif Bakanlar kurulundan Meclise
sunulmuştur.Yazımız yayınlandığında bu iki yerleşim biriminin il oldukları
haberini de almış olabiliriz.Şimdiden hayırlı olsun diyoruz.
Ömer Türkmenoğlu’nun Telafer Türküleri adlı
albümünde yer alan ve Türkiye’de fazla bilinmeyen 15 ayrı türkünün tamamının
derleyicisi Ömer Türkmenoğlu.Yedi ayrı türkü anonim,üç türkü anonim-düet,bir
ayrı türkü Anonim-Karacaoğlan,dört ayrı türküde kaynakları belli olanlar
şeklinde bir düzenleme ile sunulmuş.Albümde yar alan Telafer türkülerinin
isimleri;Aşk elinden yandı canım,Gurbet elde ana garip dostun nesi var,Bizim
elde bahar olur,Babagürgür nar gülü Kerkük bağında, Hani leylam leylam, Şirin
Telafer, Seher mektup yolunda,Kimdi menim bağımda,Adlı gelin köylü kız,Aman
efendim aman,Sen gideli zaman geçti aradan,Amman gözlerinden,Yar köyünden gelen
kadın,U.H.Ayrılık yoksulluk bir ölüm,Çalın çeppigi çalın..
Bu Telafer türkülerinin kaynaklarının,
Onüçünün Yasin Yahyaoğlu’na, birer adedinin de Fazıl Kene ve Haşim Behzad’a ait
oldukları görülüyor. Telafer (Talafar) Türküleriyle ilgili bilgiler
sıralanırken;” Telafer, Musul iline bağlı bir ilçe olup, şehrin batısında yer
almaktadır.
Türkiye, Suriye
ve Irak üçgeninde bulunan Telafer, Irak’ın ve Orta Doğu’nun en büyük ilçesidir”
denildikten, Telafer türkülerinin diğer Türkmen bölgesindeki türkülerden biraz
farklı olduğu hatırlatıldıktan sonra;” Bu türküler Bektaşi kültüründen
etkilendiği için daha çok aşık ve ozan havalarını yansıtmaktadır. Telafer
türküleri Anadolu’ya yakınlığından dolayı Anadolu müziğinden de çok
etkilenmiştir. Aşık Fethi, Aşık Muhammet, Ali İdris Muratlı,Yasin Yahyaoğlu, İsmail
Baba,Salim Abdi, Ahmet Rıza Abbo, Haşim Behzad ve Abbas Acravi Telafer’in
tanınmış bazı sanatçılarındandır” deniliyor.
Ömer
Türkenoğlu: Aslen Telafer’li olup,Kuzey Irak Erbil’de doğdu.1995
yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve
Sahne Sanatları Fakültesi Şan Sanat Dalı’na girdi.1996 yılında Ankara Radyosu
Türk Halk Müziği ses yarışması birincisi ve aynı yıl TRT Televizyonu’nun
düzenlediği Türk Halk Müziği Ses Yarışmasında Türkiye birincisi oldu.
Ankara Devlet Opera ve Balesinde
8 yıl Solist sanatçı olarak çalıştı. Yurtiçi ve yurtdışında değişik konserler
vererek, opera aryaları ve türkülerimizi seslenirdi.
ABD İndiana Üniversitesi’nde Post
Doktorasını ünlü Tenor Carlos Montane ile yaptı.
Bilkent Üniversitesi’nden
doktorasını alan Türkmenoğlu evli ve iki çocuk babası olup, Ankara’da yaşıyor. ***
Halil Soyuer’i arıyor ve
özlüyorum
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanların vefatla aramızdan ayrılmalarından
sonra unutulmanın sıklıkla görüldüğünü, yaşandığını biliyoruz. Şayet birinci
deredeki yakınları, dostları, arkadaşları ve üyesi yada mensubu olduğu kuruluş
yöneticileri vefalıysa, ölüm yıldönümlerinde anmaların, hatırlamaların
gerçekleştirildiği, unutulmaların azaldığı görülüyor.
Edebiyatımızın bilinen, gazeteci
şair, yazar ve araştırmacılarından Halil Soyuer’in vefatından sonra geçen zaman
içinde, unutulmak bir yana, kızları Nursel ve Birsel ile oğlu Emrah, Nursel’in
eşi Hikmet Gündüz(vefalı evlatlar ve damat) başta olmak üzere Türkiye
genelindeki dostları, arkadaşları Halil
Soyuer ismi üzerinde titrediler,her fırsatta ondan söz edilmesini
sağladılar.
Halil Soyuer’in ölümünün
10.yılında, 18 Ocak 2014 tarihinde, Ankara, GMK Türk Dil Kurumu Konferans
salonunda gerçekleştirilen İlter Yeşilay’ın
sunumunu yaptığı anma toplantısı, Halil Soyuer’in kızı, E.Emniyet Müdürü
Nursel Soyuer Gündüz’ün konuşmasıyla başladı. 50.sanat yılında hazırlanmış
Halil Soyuer belgeselinin gösteriminden sonra; Abdullah Satoğlu, Prof. Dr.
Abidin Kumbasar, Dr. Agah Oktay Güner, Cemal Safi, İsa Kayacan,İsmet Sezgin, Prof.
Dr.Necdet Basa,Yahya Akengin,Yekta Güngör Özden, Prof. Dr.Muharrem Gerçeker,
Halil Soyuer’le ilgili anılarını,onun şiir, sanat, edebiyat ve gazetecilik
anlayışıyla ilgili görüşlerini dile getirdiler.
TRT saz sanatçıları eşliğinde, Elif
Avaroğlu, Kenan Güner, Tuncay Yalın üçlüsünce, Halil Soyuer’in şiirlerinin bestelenmişlerinden,” Hançer-i
aşkınla ey yâr gönlüm üzre vurma hiç” adlı eser başta olmak üzere, sözleri
Halil Soyuer’e ait öteki TSM
eserlerinden örnekler sundular.
Halil Soyuer: 04 Ocak 1921 tarihinde
Balıkesir’in Havran ilçesinde doğdu. Babası Bayburt’un Pulur Bucağından ve
Akkoyunlu sülalesinden Osman Soyuer, annesi Emine hanımdır.1940 yılında
Balıkesir Lisesini bitirdi. Şiire bu çağlarda başladı. Yetişmesinde edebiyat
öğretmenlerinin büyük etkisi oldu. İlk şiiri 1937 yılında Balıkesir Lisesi yıl
sonu dergisi ‘Alkım’da yayınlandı.
Askerliğinden sonra 1944 yılında Milli
Eğitim Bakanlığı’nda memur olarak çalışmaya başladı. Ankara Halkevi
salonlarındaki şiir günlerini, Behçet Kemal Çağlar’dan sonra hazırlayıp
sundu.1946 yılında Münevver hanımla evlendi. Bu evliliklerinden Nursel, Birsel
isimli iki kız çocukları ile Emrah isimli bir erkek çocukları dünyaya geldi.
İlk şiir kitabı 1950 yılında ‘Liman’adıyla yayınlandı.
1955 yılında memuriyetten istifa ederek
gazeteciliğe başladı. Ulus, Hakikat,
Medeniyet, Halkçı, Ankara, Telgraf, Devrim ve Adalet Gazetelerinde polis
muhabirliği, istihbarat şefliği, yazı işleri müdürlüğü ve köşe yazarlığı yaptı.
Turhan Dilligil’in yayınladığı Adalet Gazetesi kadrosundan,1982 yılında emekli
oldu. Sürekli basın kartı sahibi Halil Soyuer, pek çok şiir yarışmasında
birincilikler aldı, onlarca ödülün sahibi oldu.
Adı, Havran’da Belediye Meclisi kararıyla
bir Caddeye verildi. Balıkesir Belediyesince “Fahri hemşehrilik” ünvanına layık
görüldü. Hayatı,TRT tarafından ‘Yöremiz Türkülerimiz’adlı program içinde
yapılan çekimlerle, iki ayrı program halinde belgeselleştirildi. Hayatı değişik
kitaplar, lisans ve doktora tezleriyle sayfalara aktarıldı.
Liman(1950),Kin, Aylak insalar kenti,
Körkuyu, Akşamüstü, Anılarla şairler albümü, Gönül dağları, Sonbahar çiçekleri,
Sorma hiç, Zaman akıp gidiyor, Ankara Kabadayıları, Sevgi çiçekleri, Sevgi
burcu, Kader faslı, Yürektir sevginin adı,Sevgi bende hiç izne çıkmadı,Sevgi
seli,Sevgi bağları,Bakış Mektubu(2002),Şair Dostlarım(2004), adlı
kitaplarıyla(20 ayrı kitap)’Çaba’ adlı sanat dergisini üç yıl süreyle yayınladı.
Şiirleri İngilizce, Fransızca ve Farsçaya
çevrilen, Yedigün, Çınaraltı, Defne, Ece, Türk Edebiyatı gibi pek çok dergide
yayınlanan Halil Soyuer’in 218 şiiri, 65 ayrı bestekar tarafından bestelenerek,
TSM dünyamıza kazandırıldı.
Tahlil uzmanı ve araştırmacı
Ayhan İnal’ın “Halil Soyuer hayatı ve şiirleri(1981)” yine tahlil uzmanı ve
araştırmacı Mustafa Ceylan tarafından “Halil Soyuer’in hayatı, sanatı ve
eserleri(2000)”adlı geniş kapsamlı kitaplar yayınlandı.
17 Ocak 2004 tarihinde Ankara’da vefat
eden Halil Soyuer’in cenazesi,19 Ocak 2004 tarihinde, Kocatepe Camii’nde
kılınan öğle namazının ardından toprağa verilmek üzere doğum yeri olan Havran’a
götürüldü. Soyuer,20 Ocak 2004 tarihinde Balıkesir’in Havran ilçesinde Camii
Kebir’de kılınan cenaze namazının ardından Şehir Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Halil Soyuer’in vefatından sonra,
Ankara-Yenimahalle Belediyesince de bir parka adı verildi. Kızı Nursel Soyuer
Gündüz tarafından “Kazdağı Eteklerinden Ankara Doruklarına Babam Halil Soyuer,
Anı-Biyografi(2007)adlı kitapla, oğlu Emrah Soyuer tarafından hazırlanan “Halil
Soyuer’in Bütün Şiirleri (2014)”adlı kitap yayınlandı.
Ahmet Tufan Şentürk ve İsa Kayacan’ın birlikte
hazırlayıp Nisan 2004’de yayınladıkları ‘Armağan-3’adlı kitabın
193-194.sayfalarında ve İsa Kayacan’ın hazırlayıp Mayıs 2007’de yayınladığı ‘Aramızdan
Ayrılanlar’adlı kitabın 62 ve 63.sayfalarında yer alan Halil Soyuer’le ilgili
görüşlerden:
1- Şiiir pınarı da ayrıldı aramızdan.
Soyuer dedik onlara biz. Birimiz, ikimiz, üçümüz, hepimiz söz ustasıydı, ses
ustasıydı, şiir pınarıydı. Bozuldu denge/Anıttı yenge. Vurgun demişti ya Cemal.
Böyle vurgun da olmaz be! Yerleri cennet olsun. Evlatların, torunların, tüm
dostların başı sağ olsun (Ahmet Tufan
Şentürk)
2- Halil Soyuer Ankara’ya
geldiğimde ilk tanıdığım şairdi. Benimle yakından ilgilendi. Onda ‘Sevginin hiç
izne çıkmayışı’ şiirimizin berraklığını koruyan bir pınar gibiydi.
O’Şiirin mülkiyeti yeteneğin
üstüne kayıtlıdır’ diyerek, gerçeklerle sahtelerin ayırımını açık olarak
anlatan, beyaz saçlı bir delikanlıydı. Şiir dünyamız için,ikinci bir Halil
Soyuer gelir mi?, gelirse kaç yıl sonra gelir,bilinmez!.
Minnet ve saygıyla anıyorum.
Mekânı cennet olsun (İsa Kayacan)
***
Türkiye’nin ‘En havalı
radyosu’:
Meteorolojinin Sesi Radyosu
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ülkemizde, RTÜK kayıtlarına göre
ismi bilinen yüzlerce radyo ve Tv var. Bunların,Türk kültürüne, eğitimine,sanat
ve edebiyatına,toplumsal gelenek ve göreneklerimize TSM ve THM gibi alanlara ne
gibi katkıları var?diye bir soru sorulsa,TRT Radyo ve Televizyon kanalları hariç,kesinlikle
hepsi sınıfta kalırlar.
Hele özel radyolarda spiker diye
mikrofonların başına oturtulanların, Türkçe konusunda, tamamen kara cahil
olduklarını görüyoruz. ‘Radyo ve Tv yayınlarını RTÜK izliyor mu?’başlıklı bir
yazı yazdık. Özel radyo ve Tv.lerin yayınlarındaki sıkıntıları, reklamların
yayınının vakti saatinin olmadığını,belgesellerin-dizilerin sık sık
tekrarlarının olduğunu Kemal Sunal filmlerinin aynı kanalda 15-20 kez
yayınlandığını anlattık,Tv. kanallarının isimlerini verdik.Kimseden çıt yok.Yani
cami ne kadar büyük olursa olsun,imam bildiğini okumaya devam ediyor.
30 Ocak
2014 tarihinde,programcı,sunucu,seslendirme uzmanı ve yorumcu Zeynep Köşker’in
hazırlayıp sunduğu, Türkiye’nin ‘En havalı Radyosu’olarak kabul edilen, Devlet
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüne bağlı, ‘Meteorolojinin Sesi Radyosu’nda
‘Hayata Dair’ programına konuk oldum.Bu kuruluş yabancı olmadığım önemli bir
kamu kuruluşu.Hava tahmin raporlarının tamamı ve bütününü bu kuruluşumuz
çalışanlarından öğreniyoruz.
Hayata Dair program içinde, İsa
Kayacan’ın kısa yaşam öyküsü,Ece Köyünde Akşam adlı şiirinin
seslendirilişi,gazetecilik çalışmalarıyla rakamsal bilgiler konuşuldu. Mustafa
Ceylan’ın Burdur güzellemesi adlı şiirinden bazı bölümler dile getirildi.
Programın akışı içinde ,Burdur türkülerinden,Anan geldi,buban geldi,hadi gali
sende gel adlı olanıyla,Kezban yenge adlı olanı bant kayıtlarından
seslendirildi.40 dakikalık sürenin nasıl geçtiği anlaşılamadı.
Meteorolojinin Sesi Radyosu’nun yayın ekibi
başlığı altındaki bilgilerde pek çok isim kaydediliyor. Bunlardan, ilk
sıralarda yer alanların isimlerinden söz edelim öncelikle:
Bakan Danışmanı ve Genel Yayın
Yönetmeni Fatih Öznur,
Radyo, Basın ve Halkla İlişkiler
Şube Müdürü Ömer Faruk Çiloğlu,
Radyo Yayın ve Birim Sorumlusu
Emine Ertürk Karaaslan.
Tlf: +90 312 302 25 25.
Yazışma adresi: Kütükçü Alibey
Cad.No.4 Kalaba-Keçiören-Ankara.
Meteoroloji’nin Sesi Radyosu’nun
geçmişine dönüp baktığımızda gördüklerimizden sazı bilgi örnekleri:
Meteorolojinin Sesi Radyosu,
dinleyicilere hava durumu bilgilerini
vermek amacıyla 24 Ocak 1962 tarihinde kısa dalga üzerinden yayına
başlıyor.1962 yılından 20 Nisan 2004 tarihinde kadar kısa dalgadan yayın yapan
Meteorolojinin Sesi Radyosu FM bandından ‘Meteor FM’ adıyla 01 Şubat 2008
tarihine kadar,bu tarihten itibaren de ‘Meteorolojinin Sesi Radyosu’adıyla
sesini duyurmaya başlıyor.Bugün Meteorolojinin Sesi Radyosu 1 KW gücünde bir
vericiye sahip görülüyor.Radyo 24 saat kesintisiz yayınını sürdürüyor.
Türksat 24 uydusu üzerinden,11919
frekansından tüm dünyaya yayın yapmakta oluşu,TRT Radyoları dışında,bir devlet
radyosunun(T.Polis Radyosuyla birlikte) var oluşu, prgramların kaliteli oluşu, TSM ve THM
alanlarında yayınların dinleyiciler açısından bir avantaj olduğu görülmektedir.Meteorolojinin
Sesi Radyosunun 27 il merkezindeki yayınlarının izleme frekansları:Adana 107.2,
Afyonkarahisar 91.5,Alanya 91.9Ankara 92.4,Antalya 88.7, Bodrum 91.8,Bolu
91.5,Bursa 103.0,Çanakkale 95.0,Diyarbakır 91.5,Elazığ 96.4,Erzurum
93.5,Eskişehir 90.7,İstanbul 103.0,İzmir 92.4, Kayseri 90.0,Kocaeli 103.0,Konya
96.7,Malatya 92.4,Marmaris 92.3,Mersin 89.7,Samsun 92.4,Şanlıurfa 94.0,Trabzon
91.7,Tokat 93.6,Zonguldak 90.5,Van 105.5.
Meteorolojinin Sesi Radyosu’ndaki
programların bir zenginlik içinde olduğu görülüyor. Bunlardan Anadolu’ya
yönelik, Anadolu çıkışlı olanlar başta olmak üzere, Besteden terennüme Musiki
Divanı, Bir Dünya edebiyat, Biliyor muydunuz?.
Bir katre muhabbet, Bir konu bir
konuk, Çevre ve biz, Destanlarımız, Dış basında bugün, Efsaneler, Emeklilik ve
hayat, Ev hali, Gönül limanı, Gönül şarkıları, Gönülden gönüle şarkılar, Haftanın
gündemi, Haftanın havası, Havadan sudan muhabbetler, Hayat sanat, Hayata dair, Huzur
iklimi, İz bırakanlar, Kadir gecesi özel programı, Kelebeğin kanadından, Kıssadan
hisseler, Kitap denizi, Köşe atışı, Manevi esintiler, Masal perisi, Mavi
düşler, Mevlit kandili özel programı, Nağmeden gönüle, Öyküden türküye, Peygamberler
tarihi, Siyah beyaz şarkılar, Şifa niyetine, Şiir sokağı, Tarım saati, Türkülerin
dilinden, Yeşil radyo vd….
Bu programlar uzman kişilerce
hazırlanıyor ve sunuluyor.
Meteorolojinin Sesi Radyosu’nun yayın
akışının sürekliliğini sağlayan, üst düzey yöneticileri, yayın koordinatörleri
başta olmak üzere, her kademede çalışan personelin güler yüzlülüğüyle, erimliliğe
yönelik hizmetleriyle başarılara imza atıldığını görmekten mutluluk duyduğumu
belirtiyor, başarılarının devamını diliyorum efendim.
***
Sona Çerkez’den:
Ben dünyayı tanıyorum
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan çıkışlı yayınlar, Bakü
baskılı kitaplar bana ulaştıkça sevincim ve mutluluğum artıyor. Nedeni;
Buradaki kardeşlerimizin, dostlarımızın Türk dünyası kültürüne verdiği önemin
ortaya çıkması, netleşmesi, gözler önüne serilmesi.
Şair, yazar, araştırmacı, bilim
kadını Doç. Dr. Sona Çerkez Kuliyeva’nın yeni kitabı “Ben Dünyayı Tanıyorum”
172 sayfayla Bakü’de Günyüzü gördü, okurlarıyla buluştu, buluşturuldu.
Önsözde Bahtiyar Vahabzade’nin 28
Temmuz 1995 tarihinde Günay Gazetesinde Sona hanımla ilgili yazdığı bir yazısı,
Emektar gazeteci Flora Halil zade’nin Kaspi Gazetesinde Mayıs 2013 ‘de yine
Sona hanımla ilgili yazdığı bir yazısı alınmış, sayfalara aktarılmış.
Sona Çerkez hoca, duygularını
harmanlayıp toparlarken yorgunluk, zorlama, sıkılma hissetmiyor. Yazdıkları,
yayınladıkları bu görüşümüzü doğrulamakta…
Rahmetli eşiyle birlikte çekilmiş
bir fotoğraf ilk sayfalarda dikkat çekiyor.
Bu fotoğrafın altındaki
dörtlükteki mısralarda duygu zenginliğini ortaya koymakta...
Bu dörtlük şöyle:
Sensiz bu dünyanın tek bir rengi
var,
Gündüz de gözümde siyah gecedir..
Senin için bileydim orada bensiz,
Öteki dünyanın rengi nicedir?
1995 yılından beri, kitaplarında,
araştırma ve yazılarında, şiirlerinin mısralarında rahmetli eşi, hayat
arkadaşı, folklor ve bilim adamı Çerkez Guliyev’den sözeden Sona Çerkez hoca,
bu kitabında da değişik yıllarda yazdığı şiirlerinden örnekler, önceki
eserleriyle ilgili Türkiye’de ve Azerbaycan’da yayınlanan yazılardan örnekler,
Türkiye’de katıldığı etkinliklerin katılım belgeleri, kendisine ithaf edilen
şiirlerden seçmelerle birkaç aile fotoğrafına yer vermiş…
12 kitap yayınlayan Sona Çerkez,
yazdıkları yayınladıklarıyla, Türk Dünyasında önemli bir köprü görevini
başarıyla yerine getirmektedir. Tebriklerimi saygılarımı sunuyorum efendim.
***
Burdur’da gurur duymak
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanoğlunun bulunduğu her yerde,
sevinç, üzüntü, burukluk, mutluluk, kıskançlık, hoşgörü gibi özellikler ve
yaşam içindeki genel görüntüler yaşanır. Söylediklerimiz Burdur ilimiz
bütünlüğünde yaşayanlar için de geçerlidir.
Ancak, Burdur ve Burdurlu’nun
diğer illerde yaşayanlardan bir farkı, kendi değerlerinin farkında olmayışı
veya her başarı ve ödüllendirmelerin kendileğinden geldiğinin kabullenilip,
ilgilenilmemesi, başka illerdekilere karşı ayrı bir hayranlık duyulması, benimsenilmesi
gibi davranışların, değerlendirmelerin sık sık,görülmüş ve yaşanmış olması gerçeğidir. “Burdur’a vefanın fazla
uğramadığı”nı hepimiz biliyoruz, görüyoruz.
Bu nedenle, başlığımızdaki kelimeleri
yan yana getirdik.
Burdur ilimiz merkezinde ofset
tekniğiyle günlük yayınlanmakta olan Burdur Gazetesinin 02 0cak 2014 tarih ve
19 bin 795 sayılı sayısının 1,6 ve 7. sayfalarında, deneyimli gazeteci Hasan
Türkel’in “Şehirde ve ülkede gündem” köşesinde Uğur Gıda ve ona bağlı Doyum Makarna kuruluşunun
yöneticisi Kadir Gönülaçar’la yaptığı uzunca bir röportaj yayınlandı. Burada
başarıya giden yolun ince çizgileri ortaya konuluyor, elde edilen başarılardan Burdur
ve Burdurlu’nun gurur duyması hatırlatılmasında bulunuluyordu.
Doyum Makarna Fabrikası Uğur Gıda
Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’nin 1982 yılında adı şirkete de verilmiş olan
Uğur Velicangil öncülüğünde, Osman Yerebakan ve Kadir Gönülaçar tarafından
temelleri atılıyor.1983 yılında Burdur’da faaliyete başlanıyor. Yıllar
geçtikçe, faaliyet alanındaki genişleme gözle görülür hale gitiriliyor. 2005
yılına gelindiğinde teknolojik yatırımlarda önemli gelişmeler gözlenirken,
üretim giderek artmaya, makarna satışları iç ve dış piyasalara ulaşmaya
başlıyor. Şimdi üretilen ürünlerin yüzde
60-70’i 35 ülkeye ihraç ediliyor.Bu ülkelerin
başında,Japonya,Çin,Arnavuluk ve Afrika kıtasındaki ülkeler geliyor. İhracat
rakamı 2012 yılı sonunda 3 milyon Dolara ulaşıyor.
Bu çalışmalarla Uğur Gıda San. ve Tic. AŞ’ye
Antalya İhracatçıları Birliğinden ‘İhracatın Yıldızları 2012’ ödüllerinden
birinin Burdur’a getirilmesi sağlanıyor.
Bu ödül Antalya, Burdur ve
Isparta illerinin toplamında yapılan ihracatlar ölçü alınarak verilmiş. Anılan
ihracat başarı ödülüyle ilgili olarak Kadir Gönülaçar,” Biz bu ödülle büyük gurur duyduk, Burdur’da duymalı” diyor.
Haklı olarak bu tür ödüllerin istenildiğinde, her yerden ve her zaman alınamayacağı gerçeğinden
hareketle, bu tür ödüllerin, Burdur ve Burdurlu için övünç kaynağı olduğunun
anlatılması, duyurulması, ilgili makamların, kuruluşların, bu konudaki
duyarlılıklarının sıklıkla görülmeyişinin getirdiği üzüntüler ortaya konuluyor.
Kadir Gönülaçar öteden beri
siyasilerin Burdur’a sahip çıkmadıklarını, Burdur’un hızla göç vermesine
rağmen, Burdur’u terk etmeyip burada kaldıklarını, başarılı olan işadamlarımıza
altın madalya verilmesi gerektiğini esprili bir biçimde hatırlatıyor.
Tarım İl Müdürlüklerinin gereği
gibi çalışmadıklarını anlattıktan sonra bir soru üzerine şunları söylüyor; Biz
Burdur için elimizi değil, başımızı koyduk. Şehrimizin daha fazla gelişip
büyüyebilmesi için kamuoyu, siyasi baskı grupları oluşturulmalı.
Biz devletten bir şey
beklemiyoruz, sadece önümüzü açsınlar yeter.
Ama ne yazık ki Burdur’da zaman
zaman gelişmenin önü kesiliyor. Her şeye rağmen, Burdur için üretmeye ve
başarılara imza atıp, ödüller almaya devam etme azmindeyiz.
Makarna Doyum, Uğur Gıda San. ve
Tic. AŞ’ nin adresi: Çendik Köyü-Burdur.
Tlf: 0248 – 263 48 15, Fax: 0248
– 263 47 31
***
Mehmet Nacar’dan:
Kapıldım Gidiyorum
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bana gelen kitapların sayısındaki
artış devam ediyor. Bu beni sevindiriyor ve yeni yeni kitapların sayfalarındaki
gezintimi sürdürme fırsatı vermesi bakımından benim için önem taşıyor. Bana gelen
kitapların bir yenisi, Gaziantep ilimizden seslenen, eğitimci, şair, yazar ve
araştırmacı Mehmet Nacar’a ait olan ‘Kapıldım Gidiyorum’ adlı 168 sayfalık
anılar kitabı.
Anıların
tespiti, ,değerlendirilişi ve yazılıp sonlandırılarak, sayfalara, sütunlara
aktarılışı zor bir iştir. Herkes yaşadıklarını anılar halinde, hatırlananlar
halinde, geçmişle bugün, bugünle yarın arasında köprü görevi yapacak biçimde
toparlanışını sağlayamaz.
Bunun başarılması, başarıların
ilk sıralarında yer alan bir çalışma ve değerlendirme biçimidir. Öncelikle,
Mehmet Nacar dostumu bu özelliği ve başarısından dolayı alkışlamak, kutlamak
istiyorum.
Kitabın
ilk sayfalarından birinde ‘Merhaba’yla söze başlanılıyor. Mehmet Nacar imzalı
merhabanın bir yerinde; ” Kitapda anlattığım olayların sebep ve sonuçları,
siyasetin eğitim ve öğretim üzerindeki olumsuz etkileri, ekonomik nedenler ve
benzeri birçok konu incelendiğinde, bugün yaşanan toplumsal yozlaşmaların
nereden geldiği anlaşılacaktır” deniliyor. Bu doğru ve yerinde bir tespittir.
Türkiye’de maşallah siyasetin
girmediği, siyasetin dal kol salmadığı alan yoktur!.
Mehmet
Nacar hocanın 98 ayrı anısı yer alıyor kitabında, Bunların bazılarının
başlıkları şöyle sıralanmakta: Necip Fazıl Üstadımla tanışma, Kazara öğretmen
oldum, Gönüllü sürgün, Faciadan kıl payı, Kızlar beni kovaladı, Karda
kaybolduk, Bayrak direğine bağlı eşek, TÖB-DER’e karşı, Ayşe ve ayı müdür,
Hollandalı İsmail, Muskacı hoca, Vali Recep Yazıcıoğlu, Müdürle tartışma,
Yağmurdan kaçarken, Dostum Abdurrahim Karakoç, Emekliden sonra…
Biz zaman
geçirmeden, Nacar hocanın anılarına dönelim. Bakalım Mehmet Nacar hoca
nasıl ‘kazara’ öğretmen olmuş...
Kitabının 6. sayfası:1965-66
öğretim yılında, Kilis lisesinden mezun olmuştum. O yılların imkansızlıkları
yüzünden üniversite sınavlarına giremedim.
Eğitim Enstitüsü sınavına girdim
ama, başarılı olamadım. Sıkıntı içinde geçen bir yılın adından Kilis Kız
Öğretmen Okulu’nun fark ders sınavlarına girdim. Sınavlarda Kilis Belediye
Başkanı rahmetli Celal Varış bana yardımcı oldu. Sınavlar yirmi beş gün sürdü.
Çok sayıda kitap vardı. Rahmetli annem beni zorlayıp göndermeseydi ve bir tek
gün daha gecikseydim öğretmen olamayacaktım.
Mehmet Nacar:1949 yılında Kilis ilinin
Yavuzlu Beldesinde doğdu. AÜ-AÖF-EÖL. mezunu olan, Adana, Ordu, Kahramanmaraş,
Tokat ve Gaziantep illerinde öğretmenlik yapan Mehmet Nacar’ın şiirleri yurt
içinde ve yurt dışındaki değişik gazete ve dergilerle Tv. kanallarında
yayınlandı, yayınlanmaya devam ediyor.
Zeytin Dalı ve Kumru
dergileriyle, Yenigün ve Gaziantep 27 Gazetelerinin Yazı İşleri Müdürlüğünü
yapan Mehmet Nacar, pek çok Antolojide yer aldı.
Zeytin Dalı dergisiyle, şiir,
nesir ve anı ağırlıklı yedi ayrı kitap yayınladı.
***
Melahat Ecevit’den: Nisan
Günleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitaplar vardır yayınlandıkları günlerde
bilinir, duyulur sonra unutulur. Kitaplar vardır hem yayınlandıkları günlerde
bilinir, beğenilir, okunur, hem de
yıllar geçse de, şairinden, yazarından, imza sahibinden söz edilir .
Isparta ilimiz merkezinden seslenen, Melahat
Ecevit hocanımın, 120 sayfalık “Nisan Günleri” adlı şiir kitabı geride
bıraktığımız yıllarda yayınlandı. Merkezi Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de
bulunan, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği yayınları arasında gün yüzü gören ve
bizimle selamlaşan “Nisan Günleri” adlı kitabın yayımlanışında büyük emekleri
geçen, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği 2.Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci’nin
sunuş veya takdim mahiyetindeki değerlendirmeleri anılan kitabın arka kapağında
yer alıyor.
İlk sayfalardan birinde, Melahat
Ecevit’in biyografisi olarak verilen anlatımlar ve onun arkasındaki sayfada,
Burdurlu, rahmetli Müzeyyen Düdük annemizin, Melahat Ecevit için yazdığı
akrostiş şiiriyle karşılaşıyoruz.
Dr.
Şemsettin Küzeci, “Melahat Ecevit’in şiirlerinde aşk, ümit özlem ve vatan aşkı
gibi konular yer almaktadır” diyor. Müzeyyen Düdük annemiz; “Memnun oldum
şiirlerini okuyunca/Ezelden iffetlisin, soylusun sen” diye söze başlıyor “Alnın
açık, hürsün sen” adlı akrostiş şiirinde. Melahat Ecevit hocanım, Nisan Günleri
adlı kitabında ilk şiir olarak, Acı hatıra adını verdiği şiiriyle başlıyor. Bu
şiirin ilk dörtlüğü şöyle:
Vefasız uğruna yakma kendini,
Yaktığın ateşi söndüremezsin.
Coşkun sular gibi yıkma bendini,
Geleni geriye döndüremezsin.
Sonra Melahat Ecevit şiirlerinin mısraları
arasında gezmeye devam ediyor. Zaman zaman üzüntülerden, kırgınlıklardan, zaman
zaman mutluluğa giden yolların engebelerle dolu oluşundan dem vuruyor uzun
uzun. Uğrunda gözyaşı dökülenlerin hassaslıktan uzak oluşları karşısındaki
üzüntülerini anlatıyor mısralarında. Melahat Ecevit hocanımın, şiirlerinde ele
aldığı her konuyu başarıyla işlediğini, sonuçlandırdığını ve sayfalara aktardığını
başarı çizgisi üzerindeki yürüyüşleriyle karşılaştığımızda, onun Türk şiiri
içinde ayrı ve önemli bir yere sahip olduğunu görür, teslim eder ve alkışlarız.
Melahat
Ecevit: Ispartalı olan Melahat Ecevit beş yıllık öğretmenlikten sonra 1977
yılında İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu Almanca Bölümünden mezun
oldu. Almanya’da bulundu. Yurda döndükten sonra Noterde yeminli çevirmen olarak
çalıştı. Emekli olduktan sonra müzikle olan çalışmalarını Isparta Müzik
Cemiyetinde devam etti.
Merkezi Isparta’da bulunan Göller
Bölgesi Şairler ve Yazarlar Derneğinin
Genel Başkanlığını sürdüren, değişik gazete ve dergilerde, şiir ve
yazıları yayınlanmaya devam eden, yurt içi ve yurtdışındaki Radyo ve
Televizyonlarda kültürel programlara katılan, değişik yarışmalarda farklı
derecelerde ödüller alan, güfte yarışmalarında ödülleri bulunan, Türkiye
genelinde “Yılın şiir annesi” seçilen, Kültür Ve Turizm Bakanlığı tarafından
“Milli Şairlik” unvanı verilen Melahat Ecevit Isparta ilimiz merkezindeki
kültürel faaliyetleriyle dikkat çekmeye devam ediyor.
***
Mehmet Köylüoğlu’ndan:
Anılarım
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanoğlu, geçmişte yaşadıklarının
değerlendirmelerini yapar zaman zaman.Bu değerlendirmeler sırasında şöyle bir
mola verip dinlenir,düşünür,toparlar ortaya çıkardıklarından
etkilenir.Bunların,geçmişte yaşananlar olduğu,anılar olduğu anlaşılır.Sonra
karar verip, geçmişe aktarılmaları için çalışmaya başlar,yayın organlarında
yayınlar,kitaplaştırır bu anılarını.
Eğitimci, şair, yazar ve araştırmacı Mehmet
Köylüoğlu’da böyle yapmış. Geçmişte yaşadıklarını, gazetelerdeki köşe
yazılarından yaptığı seçmelerini 192 sayfalık “Anılarım” adıyla kitaplaştırmış.
Ve bendenize,’Bu ülke için emeklerini harcamayı görev bilen Sayın Prof. Dr. İsa
Kayacan’a arz’ notuyla imzalamış. Teşekkürlerimi sunuyorum efendim.
Mehmet Köylüoğlu, kendi imzasıyla yazıp
yayınladıklarından bir derleme demeti gerçekleştirmiş. Kısa bir sunuşuyla
merhaba diyor, okurlarıyla selamlaşıyor. Sunuşunun bir yerinde Mehmet
Köylüoğlu;”Hatıra yazmak zor bir iştir.Yazdığın her olayı,yaptığın bütün işleri
eğri-doğru demeden kaleme almaya kalkmak kolay değildir.Bu bakımdan aleyhine
yorumlanacak hadiseleri kaleme almak yürek işidir” diyor ve doğru
söylüyor.Anıların not olarak tutulması,sonra toparlayıp,değerlendirilerek
doğruluklarından şüphe edilmeyenlerin sayfalara aktarılması,öyle konuşulduğu
kadar basit,söylendiği kadar hemen ortaya çıkıveren çalışmalar değildir.
Bir özgeçmiş veriliyor, Mehmet Köylüoğlu
ailesi özetleniyor, bilgiler itibariyle gözler önüne seriliyor. Sonra bir 30
Ağustos şiiri var 11.sayfada verilen.05 Eylül 2007 tarihinde Sivas’da kaleme
alınmış. İlk mısraları şöyle bu şiirin:
Ey yüreği demirden Atatürk, kalbin
güllerden,
Her 30 Ağustos’ta arıyoruz, seni
gönülden,
İçimiz kan ağlıyor, hasretinden,
Katmerleşen duygularım az geliyor,
derinden,
Mustafa Kemal, yarattığın mucizeyi
biliyorum,
Daima yolunda, gideceğimden,
Her gün yeniden diriliyorum.
Kitap içindeki ve sonundaki
fotoğraflar,Mehmet Köylüoğlu albümünden seçmeler olarak görülüyor.Bu
fotoğraflar kitabın zenginleştirilişini sağlamış.Sayfaların çevrilmeye
başlamasıyla gördüğümüz başlıklara bakalım:49 yıllık hasret,1972’lerde Hakikat
gazetesi,Oğluma mektup,Ah.. Vefa ah,Al Bayrak Denizi onuncu yıl marşı, Ankara..
Ankara, Anne de kim ki? Antalya’da bir Vali var, Askerlik hatıralarım, Babalar
da insan, Veda mektubu vd. Yazıların, şiirlerin altında, kaleme alınış yerleri,
tarihleri var. Sivas ve Antalya kaynaklı yazıların çoğunlukta oluşu dikkat
çekiyor.
Öğretmenlik mesleğinin önemini bilen
yaşayan ve yaşatan bir anlayışla yazdıklarının satırları arasından seslenen, çalışma
hayatındaki zorlukların altından başarıyla kalkarak, gelecek kuşaklara örnek
olma başarısını gösteren, gözler önüne sergileyen Mehmet Köylüoğlu, duygu
zenginliği, araştırma ve değerlendirme titizliğiyle kaleme aldıklarını
kalıcılığı yüksek olan bir anlatımla sergiliyor, sayfalara aktarıyor. Sivas ili
hep onun yazdıkları, yayınladıklarının başında vardır.Çünkü o bir Sivas
aşığı,tutkunu ve sevdalısıdır.
Mehmet
Köylüoğlu: 1939 yılında Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinin Ericek köyünde
doğdu. Diyarbakır-Ergani ilçesindeki Dicle Köy Enstitüsüyle, Bursa Eğitim
Enstitüsünden mezun oldu. Değişik ortaokullarda öğretmenlik yöneticilik yaptı.
Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı Bağ-Kur Bölge Müdür Yardımcılığı ve Bölge Müdürü olarak çalıştı.1989 yılında
emekli olduktan sonra Dershanecilik yapan, merkezi Ankara’da bulunan Anayurt
Gazetesi başta olmak üzere, Antalya,Sivas ve Eskişehir illerindeki
gazetelerde yazdığı yazılarıyla dikkat
eken Mehmet Köylüoğlu, Antalya’da yaşıyor.
***
Siyaset ve demokrasi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Siyaset
ve demokrasi ikilisinin yan yana geldiği zaman, neler çağrıştırdığı ve nelerin
görülmesi gerektiği gibi bazı gerçekler vardır. Bunların farklı bir bakış
açısıyla ele aldıklarımızın mini bir sıralaması:
1-Siyaset derin bir denizdir. Yüzme bilmeyen
bu denizden ‘sağ’ çıkamaz.
2-Siyaset kör bir kuyudur. Suyla dostluğu
olmayanlar, bu kuyuda boğulmaktan kurtulamazlar.
3-Kalkınmanın başlatılıp gerçekleştirildiği,
dış politikanın güçlendirildiği bir dönemin mimarlarının 27 Mayıs 1960
darbesiyle yaşamaya başlayan demokrasinin katledildiği, demokrasi şehitlerinin
acılarının yaşandığı günlerden, sözde ara uyarılara,12 Eylül 1980 ihtilaline
uzanan yollarda yaşananlar, tahribatlar, demokrasinin yok edilişinin silinmeyen
izleri olarak kalmıştır.
4-Bazı Genel Başkanların, bazı siyasetçilerin
vefaları yoktur. Kadın milletvekillerinin sayılarının artırılmasına ilişkin
gayretleri göstermelik ve yetersizdir. Birlikte çalıştıkları arkadaşlarını bir
kalemde harcamaktan çekinmezler. O partiden ötekine geçmekte sakınca görmezler.
5-TBMM’de,’Egemenlik,
kayıtsız, şartsız milletindir’ yazısının bulunmasına rağmen, Milletvekili seçim
dönemlerindeki adayların, özellikle büyük şehirlerdeki adayların seçmenler
tarafından değil, genel merkezlerce tespit edilen adaylara parti amblemine oy
verilmesine ‘demokrasi kuralı’ diyerek, oylamalara devam edişimiz
anlamsızlığını korumaktadır.
6-Yüzde 10 barajı sınırlaması, yüzde 10’un
altında kalan oyların yok sayılması anlamına geldiğinden, bu alt orandaki
katılımcıların temsilinin ortadan kalkmasıyla, çoğunluk kabul edilen rakamın,
toplam çoğunluğun altında kalmış olması düşündürücülüğünü korumaktadır.
7-Bazı
siyasetçilerimizin yakınları, çalışanları, siyasetçilerin kendilerinden yetkili
ve ünlüdürler. İlk seçimlerde Milletvekili seçilirler hatta Bakan bile olurlar.
8-Görevde
bulunanlar, eski, tecrübeli siyasetçilerden ve doğrulardan ayrılmayanlardan
yararlanmak istemezler. Kendi hâkimiyetlerinin kaybolmasından, eksikliklerinin
ortaya çıkmasından korkarlar.
9-Bazı Milletvekilleri seçim bölgelerinde ayrı,
Ankara’da ayrı konuşurlar. Onların tek hedefleri oy ve tekrar seçilmektir.
10-Milletvekillerinin
bağlı bulunduğu siyasi partilerin, görüş farklılıklarının ortadan kaldırılışı,
tartışma ve konuşmalardan Kadın Milletvekillerinin rahatsız olmadığı, TBMM
Genel Kurulunda, birlik ve beraberlik içinde, tek sesli, tek oylamayla 10-15
dakika içinde biten, Milletin-Vekillerinin asıllarının önüne geçerek, maaş ve
özlük haklarının zirvelere çıkarılmasına, asıllarla büyük farklılıklar
yaratılmasına ilişkin oylamalar, unutulamamaktadır.
11-Kamu
ve özel kurumlardaki yönetici ve çalışanların pek çoğunun hedefi siyasete
girip, Milletvekili olmaktır. Çalışma ve hizmetlerinde açık ve kapalı, siyasete
göz kırpmaları, bu beklentilere dayalıdır.
***
Aytekin Aydın’dan:
İnsanlığın Işığı İslâmiyet
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Önemli saydığımız, böyle kabul ettiğimiz
konular üzerine araştırma yapıp görüşleriyle karşımıza çıkanlardan biri de,
şair, yazar ve araştırmacı, Ankara’dan seslenen Aytekin Aydın’dır. Son
araştırmasının adı “İnsanlığın ışığı İslâmiyet”adını taşıyor.
Araştırma yazısının
girişinde:”Son yıllarda İslami terminolojinin çok konuşulduğunu, İslami
değerler üzerine yazılar yazıldığını, fikirler üretildiğini görüyoruz. Bugün
İslamiyet inancı olarak ön plana çıkarılan İslam inancı acaba İslâmiyet’in
yeryüzüne, insanlığa geliş amacına uyuyor mu?Bunu anlamak için İslamiyetin
geldiği coğrafyayı ve o günkü koşulları iyi bilek zorundayız” diyor.
Biz fazla devreye girmeden,
Aytekin Aydın görüşlerini sıralayalım:
İslamiyet eşitliğin olmadığı, köleliğin
hüküm sürdüğü, halkın yoksulluk içinde yaşadığı tefeci ve otoriter yönetimlerin
egemen olduğu bir dönemde ve bir coğrafyada ortaya çıkmıştır. Gelen ayetlere
baktığımızda,net verilen bir mesaj vardır. O da yeryüzünde insanlar arasında
eşitliği sağlamak, yoksulluğu ortadan kaldırmak, otoriter düzenlere son vererek
Kur’anda anlatılan cenneti yeryüzünde hakim kılmak,zorbalığın,zalimliğin
ortadan kalktığı,adaletin sağlandığı,barış ve kardeşliğin egemen olduğu bir
dünya istiyordu.
Dünyadaki tüm doğal zenginliklerin Allahın
mülkü (Lehül mülk) olduğunu ve bunlarında tüm insanlar arasında eşit olarak
paylaşılması gerektiğini söylüyordu. Bireysel zenginliği felaket olarak
görüyor, zengin insan yerine, zengin toplum istiyordu..Bunları da Allah’ın
emirleri olarak vahiy yoluyla Peygamber efendimize iletiyor,o da bunları
anlatıyor ve tüm isanlığa yayıyordu.
Allah’ın ilk emri oku’ydu.
İslamiyetin sloganı da Fakru Ragabe’dir.Yani kölelere özgürlük.Nitekim ilk
Müslüman olanlara baktığımızda bunların tamamı köleler,yoksullar ve ezilen yoksul
kesimleriydi.Peygamber efendimizin ve sahabenin yaşamlarını incelediğimizde
onların asla kişisel zenginlik peşinde
olmadıklarını görüyoruz.
Peygamber efendimizin yaşamı
boyunca üzerine kayıtlı hiçbir tapulu mülkü olmamıştır. Ölmeden birkaç saat önce
cebinde olan yedi dirhemin de ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını
istemiştir.Allah’ın ayet ve hadislerine baktığımızda,bahsedilen fikirlerin
tamamının Allah’ın emirleri olduğunu görürüz.Bunlardan:
Hz.
Muhammet: Bir kimseyle münasebete girmek için kendisinin ibadetine
bakmayın. Dirhem ve Dinarla olan münasebetine bakın.
Hadis:
Allah resulu namaz kılarken namazı yarıda kesip hızla mescidden çıkar.
Döndüğünde bu durumun nedenini soranlara şöyle der: Evde bir miktar para vardı,
namazdayken aklıma geldi. Vallahi eğer o parayı bir gece daha elimde tutup
dağıtmasaydım, helak olacaktım.
Hadis:
Yalın ayaklıların çok olduğu bir dünyada, bir kişinin ikinci ayakkabısı
haramdır.
Hadis:
Komşusu açken, karnı tok olan bizden değildir.
Humeze
Suresi-1, 2,4. Ayetler: Yazıklar olsun sömürücülere. Onlar ki servet yığıp,
mal, para, biriktirmeye odaklanırlar. Ant olsun onlar Allahın tutuşturulmuş
ateşi olan Hutameye atılacaklarıdır.
***
Güzide Taranoğlu’nun üç
ayrı duygu anlatımı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Güzide Gülpınar Taranoğlu,
edebiyatımızın usta kalemlerinden, duayenlerinden. Şiirleri üzerindeki,
mısraları arasındaki gezintilerimiz sürerken, karşılaştığımız duygu
anlatımlarındaki zenginliklerle yüz yüze gelişimizin sürdüğünü görürüz.
30 Aralık 2013 tarihinde vefat
eden Güzide Gülpınar Taranoğlu, sevgilisi, her şeyi, mutluluğunun kaynağı,
rahmetli eşi, değerli insan Dr. Bilal Taranoğlu için duygularını bir bir
sıralarken, heyecan içindedir. Gibi, adlı şiiri bunlardan biridir.
Sonra, Duygu çelişkileri ve
Dedim-Dedi adlı şiirleri gelir gözlerimiz önüne. Okuruz mısra mısra. Düşünür,
Güzide Gülpınar Taranoğlu haklılığıyla değerlendirmelere gireriz. Dedim-Dedi,
adlı şiir anlatım, “Konuş dedim/Suçmuş dedi/Umut dedim/Saçmış dedi/Huzur
dedim/Kaçmış dedi/Akıl dedim/Taçmış dedi “mısralarıyla başlıyor, devam ediyor.
Duygu çelişkilerine bakıyoruz,
Güllerin yaprağındaki şebnemlerden, dikenlere süzülüp inen esmer akşamlardan
söz ediyor uzun uzun. Bu şiirin bir dörtlüğüyse şöyle çıkıyor karşımıza:
İnen karanlık gece yol alır yavaş
yavaş,
Hasret vuslat ikizi gönülde,
bitmez savaş,
Sellenen bir çift gözle ve de
ağrıyan bir baş.
İmdat arar gibidir, hayatın
ötesinde.
Gibi adlı, başlıklı Güzide
Gülpınar Taranoğlu anlatımı, bir başka duygu zenginliği, Dr. Bilal Taranoğlu’na
duyulan özlem yüklülüğü içindedir. Hiç kurumayan gözlerin, her dakika yaş dolu
oluşu hareket noktası yapılıyor ve bir dörtlüğünde bu şiirin şöyle
sesleniliyor:
Geçmiş günler sanki şimdi düş
gibi,
Ruhlar birden ürperiyor yaz
gününde kış gibi,
Boğazıma tıkanıyor, yediklerim
taş gibi,
Hatıralar dünyasında, gezinmekten
yoruldum,
Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun
özlü sözleri var anlam yüklü.
Bunlardan:
1-Derler ki neşe-sefa seven
gönüllerde var/ Arada hasret varsa, kalpte sevinç ne arar,
2-Aciz adam olur ki, hep çatar
acizlere/Fakat bir kabadayı görse, eğilir ta yerlere.
***
Sence Dergisinin 2. sayısı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ankara’da, Türk Büro-Sen
tarafından yayınlanan bir dergi var.
2. sayısı bize ulaşan ve “Sence”
adıyla okurlarının, ilgililerin karşısına çıkan, çıkarılan derginin Türk
Büro-Sen adına sahibi: Fahrettin Yokuş.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Cafer
Sezer,
Editör: Yasemin Güngör,
Yayın kurulunda; Nejla Öksüz, Dr.
Süleyman Güngör, Ebubekir Korkmaz, Yunus Şevki Kibar, Mustafa Yılmaz’ın görev
yaptıkları görülüyor.
Yönetim yeri: Dr. Mediha Eldem
Sk. Ankara (Türk Büro-Sen)
Dört ayda bir okurlarıyla buluşan
Sence Dergisi, pırıl pırıl baskısıyla dikkat çekiyor.
Editör Yasemin Güngör’ün “selam
ile” başlayan değerlendirme yazısının, sunuşunun bir yerinde: “Sence’nin senin
tarafından sahiplenmesi ne büyük bir mutlulukmuş, bunu yaşadık sayenizde. Bizi
kendi halimize bırakmadığınız için her bir okurumuza teşekkürler” denildiği
görülüyordu.
İçindekiler sayfalarındaki sıralamalardan
aldıklarımız:
Anne, baba, çocuk, Yargı
kararlarının uygulanmaması, Türklerin ilk cumhuriyeti, Sizin ki kaç G…?, Tarihe
vurulan damga, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Memurun kabusu: Emeklilik, Zafer ayı,
Okçuluk, Türkiye Kamu-Sen tarihi, Apolitik bir gezi yazısı, Ankara’nın “Gezisi”
Atatürk Orman Çiftliği, Kuş Gözlemciliği, Bosna Hersek, Eğitim istitastikleri
üzerine, Barış Manço, Galip Erdem” Ağabey”, Kıtap tanıtımı, Lezzet sırrı,
Beceri vd.
Sence Dergisinin masamızda
bulunan 2. sayısının kapağında yeralan bazı mısralar var dikkat çeken. Bunlar
şöyle karşımıza çıkıyor:
Bilmem ki kaç evlat,
Uyandığında her sabah,
Aşk ile selâm durur sabaha,
Gözlerinden sevgi akar,
Sarılır sıcağından coşkuyla,
Öpücükler kondurur anaya, babaya.
Sence Dergisinin 2. sayısının
sayfalarında yer alanların imza sahiplerinden: Yasemin Güngör, Prof. Dr. M.
Hamil Nazik, Dr. Evren Altay, Afşin Büyükbaş, Dr. Süleyman Güngör, Mustafa
Yiğit, Cafer Seçer, Yunus Şevki Kibar, Ahmet Demirci, Cem Orkun Kıraç, Prof. Dr.
Hayrani Altıntaş, Talat Güçlü, Türk Büro-Sen ARGE, Dilek Kapdağ.
Galip Erdem’den: Küçümseneyim, kötüleneyim, hatta lanetleneyim ne
çıkar; Yeter ki, vatanımın gül yüzü solmasın dostlar ağlamasın, düşmanları
gülmesin.
***
Birdal Can Tüfekçi’den:
Senin aşkın bana
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Yazılanlar, yayınlananlar.
Okurlarıyla buluşturulan şiirler, yazılar hep önemlilik içinde çıkıyor
karşımıza.
Muğla ilimizin Dalaman ilçesinden
seslenen buradan bizimle, okurlarıyla yazdıklarıyla selamlaşan Birdal Can
Tüfekçi’nin 31 Ağustos 2013 tarihinde kaleme aldığı, okurlarıyla buluşturduğu
“Senin aşkın bana” adlı beş ayrı dörtlükten meydana gelen şiiri var gündemimde
efendim.
Bu şiirin ilk üç dörtlüğü şöyle:
Sevda değil de bu aşk, çıkar ise
amacın,
Sendeki hesap bana, uymaz canım
bilesin.
El verirse yüreğin, kabul etse de
inancın,
Böylesi bir aşk bana, uymaz canım
bilesin.
Kalbim doğrudan yana, hilem varsa
namerdim,
Sevdalardan arındım, sen değilsin
tek derdim,
Sen mutlu ol yeter ki, kardeş der
de giderim,
Böylesi bir aşk bana, uymaz canım
bilesin.
Aklıma gelmiyorsun, çok mutluyum
bilesin,
Son yazıyor perdede, oyun bitti
gidesin,
Artık yüreğim sana, aşklı günler
dilesin,
Böylesi bir aşk bana, uymaz canım
bilesin..
Birdal Can Tüfekçi kâğıt kalemle
yüz yüze geldi mi, yazmaya başlıyor, duygularını kesintisiz anlatmaya başlıyor.
Bu çalışmalarıyla da ortaya kalıcılığı yüksek olan anlatımlar, şiirler ortaya
çıkıyor. “Senin aşkın bana” adlı şiirinin son iki dörtlüğü:
Bundan sonra bir daha anmam senin
adını,
Dilerim çıkarırsın, rezilliğin
tadını,
Sürüm sürüm süründe, hatırla bu
kadını,
Böylesi bir aşk bana, uymaz canım
bilesin.
Bağın-bahçen olmasın, çöle dönsün
yüreğin!
Dertlerin deniz olsun, budur
benim dileğim,
Rahat yüzü görme de, dilenirken
göreyim,
Senin aşkın bana hiç, uymaz canım
bilesin!
***
Melahat Ecevit’den:
Yarı yoldan dön
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Melahat Ecevit şiirleriyle
olgunlaşmış, arılaşıp durulaşmış kalem ve imza sahiplerimizin başında geliyor.
O, Isparta ilimiz merkezinden,
net, anlaşılır sesler getiriyor, yansıtıyor. ‘Yarı yoldan dön” başlıklı bir
şiiri var Melahat hocanımın masamda. Bu şiir altı dörtlükten meydana geliyor.
Gitme, kalmasın gözün arkada, uzatma yolunu yarı yoldan dön uyarısıyla söze
başlanılıyor. Olmadık duanın farkına varmak gerektiği hatırlatması da
ekleniyor.
Sonra bu şiiri iki dörtlüğünde
şöyle sesleniliyor:
Hasrete firiftar ettin başımı,
Oyuk oyuk oydun sabır taşımı,
Beraber yiyelim lokma aşımı,
Beni seviyorsan yarı yoldan dön!
Dualarım sana avuç açarken,
Sen başkasın diye ayrı seçerken,
Niye uğramadın gelip geçerken,
Beni seviyorsan yarı yoldan dön!
Ve bir başka dörtlüğünde bu
şiirin Melahat Ecevit hocanım;
Biliyorsun sensin benim baş tacım
Mal mülk, paraya yok hiç
ihtiyacım
Yalnız sana mecbur, sana muhtacım…
Şeklindeki duygu samimiyetiyle
seslendikten sonra, kalan iki dörtlüğündeki duygularını şöyle ortaya koyuyor:
Seninle ikimiz ne günler gördük,
Şimdi perdelerin hepsi örtük,
Öyle sarhoşum ki, hem de kör
kütük,
Beni seviyorsan, yarı yoldan dön
Bütün eşyalarda bir bir anı var,
Maziyi anlatan söyler yanı var,
Az kaldı sevenin çıkar canı var,
Beni seviyorsan yarı yoldan
dön!..
***
Mustafa Erol’dan: Dikenli
Yol
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür
Ajansın sahibi ve yöneticisi değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin’den gelen
kitaplardan birinin adı: Dikenli Yol.
Şairi: Mustafa Erol.
168 sayfayla, Kültür Ajansı
Yayınlarının 211. kitabı, yayını olarak Günyüzü gören ‘Dikenli Yol’un Takdim
yazısı Prof. Dr. Hanifi Vural’a Tokat’ın Akbelen Kasabasından şair Mustafa Erol
(Kerimoğlu) başlıklı ikinci takdim veya sunuş yazısı Ali Baş (Ozan Sezini) ye
ait. Bu iki imzanın görüşlerinden:
1-Kerimoğlu’nun son kitabı olan
Dikenli Yol, diğer üç eserine göre şiir estetiğine daha yakındır denebilir
(Prof. Dr. Hanifi Vural)
2-Kerimoğlu artık Yunuslaşmış,
Mevlâsını özlemeye başlamıştır. Şiirleri saf kara kovan balı gibi hoş ve
lezzetli olmaya başlamıştır (Ali Baş)
Mustafa Erol-Kerimoğlu;”Şiir
gönülden sökülür. Beyine kazılır. Dudaktan dökülür, kâğıda yazılır” görüşüyle
dikkat çekiyor.
Dikenli Yol adlı şiir kitabı
içinde yer alanların, hece vezni tekniğiyle yazılmış, kaleme alınıp sayfalara
aktarılmış olması, ayrı bir özellik, güzellik olarak dikkat çekiyor.
Kitabın ilk şiiri 9. sayfada ‘Unuttun
mu?’ başlığıyla karşımıza çıkıyor.
Sekiz ayrı dörtlükten meydana
gelen bu şiirden:
Gönlümüzde bile kurmuştuk tahtı,
Ben unutamadım, sen unuttun mu?
Yaradan adına yapmıştık ahtı,
Ben unutamadım, sen unuttun mu?.
Kerimoğlu’nun da son bir sözü var,
Sevda yolu yokuşu var, düzü var,
Gözlerinde gözlerimin izi var,
Ben unutamadım, sen unuttun mu?.
Mustafa Erol (Kerimoğlu),
şiirlerinin son dörtlüklerindeki ilk mısralarının ilk kelimelerinde adından
(Kerimoğlu’ndan) söz ediyor, kaydediyor. Halk ozanlarının genel özelliğinden
örnekler veriyor.
Şiirlerindeki konu zenginliği,
işleniş biçimi, şekillendirilişi, Mustafa Erol’un/(Kerimoğlu’nun) ayrı bir
özelliğini, farklılığını ortaya koyuyor.
Tebriklerimi sunuyorum efendim.
***
Mehmet Nuri Parmaksız’dan:
Hasretin Nârında
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mehmet Nuri Parmaksız, birbiri
ardına yayımladığı kitaplarla dikkat çekmeye devam ediyor.
Kısa adı İLESAM olan, Türkiye
İlim, Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin Genel Başkanlığı görevini
başarıyla yürütmekte olan Mehmet Nuri Parmaksız Aşka Dair duygularını ‘Hasretin
Nâr’ında’ başlığı altında toplamış.
Denemelerden meydana gelen bu
kitapla da alınan edebiyat yolculuğu mesafesindeki uzunluk dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin hocanın,
iki sayfalık bir önsözü, bir sunuşu var Mehmet Nuri Parmaksız’la ilgili,
eserleriyle ilgili. Nurullah Çetin hoca görüşlerinin bir yerinde:
“Aşk konulu bu denemeler
toplamında o, aşkı modernist bağlamda kısır bir çerçeve içine hapsolmaktan
kurtararak, çok daha geniş bir atmosferde irdeleme yoluna gidiyor” diyor.
Merkezi Ankara’da bulunan ürün
yayınları arasında Günyüzü gören kitabın adı olan ilk anlatım, ilk deneme
“Hasretin Narında” başlığıyla karşımıza çıkıyor.
Buranın bir yerinde:
“Uykularımda uykusuzluk, gözyaşımda
umut; dualarımda imansın. Sana ulaşmak için kaderim yanmaksa gülüm, razıyım ben
özleminle yanmaya, sonsuz mutluluğun adı vuslatı beklemeye” derken, açık
sözlülüğünü gösteriyor Mehmet Nuri Parmaksız, Zaten, aşkta açık sözlülük
geçerli değil midir?.
Yer yer şiirlerle de
karşılaşıyoruz Mehmet Nuri Parmaksız imzalı. 40. sayfada karşımıza çıkan,
“Geceyi gündüze boyuyorum” adlı şiir verdiğimiz örneklerden biri..
Sessiz odalardan, renkli
adalardan söz ediyor şairimiz.
Keyfine diyecek olmadığını söylüyor,
dünyayı yeniden keşfettiğini anlatıyor..
Ve arkasından şu mısralarıyla
karşımıza çıkıyor:
Kuşlar yol gösterin bana,
Geceyi gündüze boyuyorum,
Güneş doğuyor içime
Allah’a şükrediyorum..
Mehmet Nuri Parmaksız, her yeni
kitabıyla, yeni ufuklardan bakıyor uzaklara..
***
Ahmet
Tufan Şentürk güçlülüğü
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin, edebiyatımızın usta
kalemlerinden, rahmetli Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizin yazdıkları,
yayınladıkları hep güçlülük, kalıcılık içindeydi.
Bugün bu görüşlerimizin
doğruluğunu görüyor ve yaşıyoruz.
Ahmet Tufan Şentürk hocanın iki
şiiri var bugünkü yazımın gündeminde.
İlk şiirin adı 1944 yılında
kaleme alınmış “Yollarım gurbetten gurbete benim” adının taşıyıcısı, başlığının
getiricisi.
Beş ayrı dörtlükten meydana gelen
anılan şiirin iki dörtlüğü efendim:
Yıllar gelip geçti bak bir gün
gibi,
Her şey hatırımda sanki dün gibi,
Ucu bulunmayan kör düğüm gibi,
Yollarım gurbetten gurbete benim.
Beddua etmişler, gülme demişler,
Sürün dizin dizin, ölme demişler,
Gittiğin yollardan gelme,
demişler,
Yollarım gurbetten, gurbete
benim.
Bu şiirde, görüldüğü gibi hüzün
var, kırgınlık var, yaz ve kış yolların kapalı oluşundaki imkânsızlıklar var.
Başkalarının sılaya döndüğünü
gördükçe, kendisinin gidemeyişi karşısındaki burukluklar var Ahmet Tufan
Şentürk hocanın.
İkinci Ahmet Tufan Şentürk şiiri
06 Ağustos 2001 tarihinde kaleme alınan “Sen iste kurban olayım” başlıklı şiir
sütunumuzda yeralan. Bu şiir dört ayrı bölümden oluşuyor.
İlk iki mısrası: “Sokaklara gölgen
düşmüş/Güneşe kurban olayım” şeklinde başlıyor.
Sonra iki bölümündeki Ahmet Tufan
Şentürk duyguları efendim:
Dağılmış tel tel saçların,
Yay gibi hilal kaşların,
Elin, dilin, bakışların,
Yanan benim, yakan sensin,
Ateşe kurban olayım..
Gece yıldız gündüz güneş,
Yazın rüzgâr, kışın ateş,
Canımın içindeki can,
Damarımda dolaşan kan,
Sen iste kurban olayım.
***
Artvinli Âşık İbrahim
Kara’nın bir şiiri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Anadolu Basını içerisinde,
yayınlarıyla, sürekliliğiyle dikkat çeken, iz bırakan gazetelerimiz vardır.
Bunlardan biri, önde geleni,
Serhad Artvin Gazetesidir.
Serhad Artvin Gazetesi, yerel
haberleriyle, sayfalarında yer alan kültürel ağırlıklı şiir, yazı ve
araştırmalarıyla gündemimizde kalmaya devam ediyor.
Bu gazetemizin, Serhad Artvin’in
sayılarından birinde, Aşık İbrahim Kara’nın “Çanakkale’nin Kurtuluş Savaşı
geliyor” başlıklı şiiri dikkat çekti.
Beş ayrı dörtlükten meydana gelen
bu şiirin ilk iki dörtlüğü şöyle:
Çanakkale savaşının kuvveti,
İmandan, inançtan, Haktan
geliyor.
Vatan sevgisinin aşkı, niyeti,
İmandan, inançtan, Haktan
geliyor.
Atatürk beraber, Hakresurullah,
Bile bile şehit oldular vallah,
O duyguyu veren yaradan Allah,
İmandan, inançtan, Haktan
geliyor.
Sonra Aşık İbrahim Kara
mısralarıyla duygularını ortaya koymaya devam ediyor.
Allah Allah seslerinin göklerde
çınlayışı, yenilmez gülleyi yenen kuvvetin yüreklerde, gönüllerde bulunduğunu
anlatıyor uzun uzun…
Ve son dörtlüğünde şu
mısralarıyla çıkıyor karşımıza:
Âşık Kara, inanmayan yanılır,
Yanılanlar hep divanda yenilir,
Türk Milleti sonsuza dek anılır,
İmandan, inançtan, Haktan
geliyor.
Serhad Artvin Gazetesi
yöneticilerini, şiire, kültürel ağırlıklı yazılara yer verdikleri için
kutluyorum efendim.
***
Tebriz Âşıklık Geleneği ve Âşık
Edebiyatı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bana ulaşan kitap, dergi, bülten
ve öteki yayınların gelişleri farklı kanallarla oluyor, gerçekleşiyor.
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür
Ajansın kurucusu, sahibi ve yöneticisi, değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin
İvgin’den gelen kitaplardan bir yenisi, bir başkası, Nabi Kobotarian imzasının
taşıyıcısı, “Tebriz Aşıklık Geleneği ve Aşık Edebiyatı” adıyla Günyüzü görmüş,
350 büyük sayfalık kitap.
Adana’da ‘Karahan Kitabevi’nde
basılmış, yayınlanmış.
Kitabın sunuş yazısı, Ceyhan
Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’ye ait. Prof. Dr. Erman Artun kitaba dair
görüşlerini ortaya koymuş iki sayfada.
Altı bölümden oluşan kitabın
bölüm başlıklarında yer alanlar: İran Türkleri hakkında genel bilgiler,
Azerbaycan ve Tebriz’e ait genel bilgiler, Tebriz aşıklık geleneğinde biçim ve
tür, Tebriz aşıklık geleneğinde üslup, Günümüzde Tebrizli aşıklar ve
eserlerinden örnekler, şeklinde karşımıza çıkıyor, çıkarılıyor.
İran Türkleri hakkında bilgiler
verilirken, detaylı bir araştırma ve incelemenin sonuçları aktarılmış
sayfalara.
Bunlardan:
İranda Türklerin yaşadığı
bölgeler, Azerbaycan bölgesi Türkleri, Türkmen Bölgesi Türkleri, Horasan
Türkleri, Türkmenler, Kaşkay Bölgesi Türkleri, Avşar Türkleri, Halaç Türkleri,
Kaçar Türkleri, Karapapak Türkleri, Ebi Verdi Türkleri, Diğer Türk
toplulukları, satırbaşlarıyla karşılaştığımızı görüyoruz.
Kitabın arka sayfalarında,
değişik fotoğraflar yeralıyor, yayının zenginleştirilişi sağlanmış.
Sayfa 215’e bakıyoruz.
Burada, Tebriz aşıklarından
Tufarganlı Abbas’dan ve onun farklı insanları anlatan bir şiirinden
dörtlüklerin nakledildiğini görüyoruz. Altı dörtlükten meydana gelen bu
şiirden:
Ay ağalar gelin size söyleyim:
Ala garga suh terlanı beyenmez.
Oğullar atanı, gızlar ananı,
Gelinler de gaynananı beyenmez.
Nabi Kobotarian’ın bu başarılı
araştırmasından, yayınından dolayı, kutlanması, alkışlanması gerektiğini
belirtiyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
***
Ahmet
Tufan Şentürk duygularından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin beş yıldızlı çınarı
rahmetli Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimizin şiirlerinden birinin adı “Son durak”.
Bu şiir beş ayrı bölümden oluşuyor.
Ölüm temasının öne çıkarıldığı
“Son durak” daki Ahmet Tufan Şentürk anlatımları:
Toprak tohum bekler,
Yağmur bekler,
Mezarcı ölü.
Hasta yaşamak ister,
Sevmek ister,
Mezarcının çocukları,
Ekmek ister.
Ölü zengin, ölü fakir,
İmam hazır başucunda,
Ağlamak marifet değil..
Toprak alıp kabul etti,
Bir dua, bir dua daha,
Mezarcının işi bitti.
Bu kadar içten, bu kadar samimi,
bu kadar gerçekci duygularla ortaya konulanlar, ancak Ahmet Tufan Şentürk hoca
tarafından yazılırdı, yazılabilirdi.
O’nu özlüyor, özlüyorum.
Yine Ahmet Tufan Şentürk ustanın,
hocanın bir başka şiiri “Var selam söyle” adıyla karşımıza çıkıyor.
Bu şiir ağabey Mustafa Şentürk’e
ithaf edilmiş. 9 ayrı dörtlükten meydana geliyor bu şiir.
İki dörtlüğü şöyle “Var selam
söyle” nin:
Yıllar var ki ayrı kaldım
sılamdan,
Git kardeş sılama var selam
söyle.
Kavuş köyümüze dolaş beni an,
Git kardeş sılama, var selam
söyle.
O gurbet ellerde yastadır dersin,
Sıla hasretiyle hastadır dersin,
Bu gönülden kopan bestedir
dersin,
Tufan’dan sılama var selam söyle.
***
Alâeddin İkican’dan üç ayrı
şiir
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairlerimiz, yazarlarımız
anlatımlarıyla dikkat çekerler.
Duygularının dışa vurumu, dile
getirilişi, sayfalara aktarılışıdır bunlar.
Alaeddin İkican, Kırklareli
ilimiz merkezinden sesleniyor şiirleriyle araştırma ve yazılarıyla.
Üç ayrı şiiri, anlatımı var
masamda Alaeddin İkican’ın.
Duygu fartınası, Sonbahar Büyüsü
ve Muhtar dostlara adlarının taşıyıcıları bu şiirler efendim.
Muhtar dostlarına seslenirken
muhtarlığın, cesaret, azim ve irade isteyen bu alandaki hizmetlerin ortaya
çıkarılması çalışmalarının önemi üzerinde durarak bir dörtlüğünde şöyle
sesleniyor Alâeddin İkican:
Muhtar olmak istiyorsan,
Seçim kazanmak yetmez sana.
Göreve bağlı kalacaksan,
Özveri, fedakârlık gerekir
halkına..
Sonbahar büyüsü adlı şiirinde ise
şairimiz, Sonbaharın öteki mevsimlerden farklı olduğu noktasında hareket
ediyor, yazın bittiğini anlamakla, sonbaharın gelişinin anlaşıldığı üzerinde
durarak dört dörtlükten meydana gelen şiirinin bir dörtlüğünde şöyle çıkıyor
okurlarının karşısına:
Baharın ilkinde yeşerir ağaç,
Sonbaharda kalmaz ne dal, ne saç,
Tabiat bu mevsimde kalır ota
çiçeğe aç,
İşte budur, sonbaharın büyüsü.
Ve arkasından, Duygu fırtınası
içinden, karmaşıklığından seslenir Alâeddin İkican. Buradaki duyguları zaman
zaman düzensizlik içinde karşımıza çıkar.
Bazen düzelir, sıralanır
anlatımları. Bu şiirin bir dörtlüğünde de şöyle seslenir şairimiz:
Nasıl da geçiyor, koşar gibi
zaman,
Hiç anlamadım ömrüm bitti inan,
Mutlu görür, bakanlar halime,
Kimse bilmez, çektiklerimden bir
kelime.
***
Bediz Doğan’dan:
Yılmaz Güney’in
bilinmeyenleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitaplar, dergiler, gazete ve
bültenler yayınlanıyor, sonra değişik kanallarla bana ulaşıyor, ulaştırılıyor.
Bunların sayfalarındaki
gezintilerimi bu vesileyle sürdürüyorum.
Merkezi Ankara’da bulunan Kültür
Ajansın kurucusu, sahibi ve yöneticisi değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin
aracılığıyla bana ulaşan kitaplardan yenisi, bir başkası:
Bediz Doğan imzalı, 104 sayfalık
“Yılmaz Güney’in Bilinmeyenleri” adının taşıyıcısı.
Kitap, Kültür Ajans yayınlarının
192. olarak gün yüzü görmüş.
İlk iki sayfada verilen bir önsöz
var.
Buranın bir yerinde:
“1977 yılında Dünya gazetesinde
yayınlanan röportajı tekrar kaleme alıp, o yılların perde arkasını ve meydana
gelen olayları kitabımda anlatma ve okuyucuları aydınlatma ihtiyacını duydum” denişinden
anlıyoruz ki, önsöz kitabın yazarı Bediz Doğan’a ait.
Kitabın iç sayfalarına bakıyoruz,
Bediz Doğan’ın gazetecilik anıları bütünlüğü içinde Yılmaz Güney’le tanışma
arzusunun büyüklüğü ve vazgeçilmezliği noktası hareket merkezi olarak
görülüyor.
Yılmaz Güney’in Kayseri
cezaevinde tutuklu bulunduğu günlerde kendisiyle yaptığı röportajı ve
izlenimleri geniş yer tutuyor anlatımlar içinde.
Bunlar arasında, Yılmaz Güney’in
bilinmeyen ve kayıp olarak atlandırılan bir dönemine ait ortaya çıkarılanlar
görülüyor.
Kitabın 46. sayfasına bakalım ve
buradan bazı satırlar nakledelim, sonra noktamızı koyalım:
Yılmaz Güney’in 1974–1981 yılları
arasındaki yaşamı yok gibi sanki.
Güney, bu yıllar arasında hiç
yaşamamış.
Zaten yaşıyor saymıyorlardı.
Ona yaklaşan seçimlerde; “Hangi
partiye oy vereceksiniz?” diye sorduğumda; “Benim oy hakkım yok ki!”diyordu.
Evet, oy hakkı elinden alınmıştı.
Dışarıyla irtibatı yoktu.
Çok doluydu, çok şey anlatmak
istiyordu.
Siyasi görüşüyle ilgili
düşüncelerini anlatmak için soru sorunca; “Ayaküstü olmaz, zaman yetmez”
diyordu.
***
Şiir duygularıyla Güzide
Taranoğlu
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Edebiyatımızın önde gelen isim ve
imzalarından, 30 Aralık 2013 tarihinde vefat eden Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun
iki şiiri var masamda.
Bu şiirlerin adları, Doğa kanunu
ve Yüreğinle severken.
Doğa Kanununda, sevdanın en tatlı
yerinde ayrılığın hiç düşünülmediği noktasından hareket ediliyor.
Bir anda esen rüzgarla her şeyin
alt üst olduğu, tek başına kalındığı gerçeğiyle yüzleşiliyor.
Şöyle devam ediliyor:
Şu koca dünyada,
Hasret sarıvermiş dört yanını,
Bir anda acının, dertlerin
korundasın,
Lâkin hayatı,
Olduğu gibi kabullenmek
zorundasın,
Doğa kanunu var asla değişmez,
Ne aşk, ne sevgi dinlemez.
Ümitlerin, hayallerin birbir
kaybolduğu gerçeğiyle karşılaşılır, Yüreklerdeki yokluk acısının giderek
büyüdüğü, bir ömür matemin sızının hissedildiği gerçeği kabullenilir.
Arkasından, Yüreğinle severken
adlı, başlıklı şiir gelir gündemimize.
Burada kara bir hüznün
çemberinden söz edilerek yola çıkılmaktadır.
Ak yarınlara alınacak
mesafelerin, yolların zorluğu çıkar karşımıza.
Şöyle devam edilir:
Gönlünden kovamazsın,
Kararmış bulutları,
Yitirirsin usuldan,
Tüm taze umutları…
Çaresiz yüreklerin acısı,
Kolay dinmez,
İstemekle, arzuyla
Hatıralar silinmez..
Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun
özlü sözleri de var anlam zenginliği içinde yazılmış.
***
İLESAM’dan 2. grupta
gelenler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Merkez Kütüphanesine bağışladığım kitapların bir araya getirilişinde, değişik
kaynaklardan, değişik isim ve imzaların katkılarıyla gelenler oldu.
Kısa adı İLESAM olan, Türkiye
İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Genel Merkezinden, Mehmet Nuri Parmaksız ve
Cemal Tuzcuoğulları’nın katkılarıyla gelen, kitap dergilerin 2. grubunda yer
alanlar, demirbaş kaydıyla düzenlediğim listemin 3296 da başlayıp, 3358 de
biten numaralara, bu numaralar arasındaki numaralara kaydedildiler.
Sayın Parmaksız’la sayın Tuzcuoğulları’nın
bu katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.
Yukarıda kaydedilen numaralarda
yer alan, kitap ve dergilerden bazılarının (imzalarıyla sıralanışı şöyle:
Türkiye’de ve dünyada telif
hakları (M.Nuri Parmaksız, Cemal Tuzcuoğulları), Esere saygılı, korsana
karşıyız, Erdemli bir hayat için temel düsturlar (Mehmet Yaman), Hevser
(Durkadın Karagöl),
Telif hakkı ve okuma kültürü
(Cemal Tuzcuoğulları),
Kelebek Ömrü ve Süveyda’ya
Mektuplar (Mehmet Nuri Parmaksız),
Mahşerin esrarı (Mehmet Nuri Parmaksız),
Denemeler (Mehmet Nuri
Parmaksız),
Mahşere dek (M.Nuri Parmaksız),
Sevgi Rüzgarı (İbrahim Agah
Çubukçu),
Bırakıp gittin beni yaralı (Ahmet
Ünal),
Duygu şöleni (H.Tulin Şenel),
Karga haber getirdi (D. Nur Atav)
Bir dilek tuttum (Mesut Atav),
Gülpınar Dergisinde edebi
portreler (Salih Okumuş, Sabit Bayram)
Kubbealtı Akademi Mecmuası
(İstanbul),
Türk Dili Dergisi (Ankara),
Akpınar Dergisi (Niğde),
Mavisu Dergisi(Ankara, Erciyes
Dergisi (Kayseri),
Feyz Dergisi (Ankara, Yöneticimiz
ve biz dergisi(İstanbul),
Çıngı Dergisi (Kayseri),
Diyanet Avrupa Dergisi (Ankara,)
Haber Ajanda Dergisi (Ankara),
Yağmur Dergisi (İstanbul),
Bizim külliye dergisi (Elazığ),
Üslup Dergisi (Ankara),
Sence Dergisi (Ankara),
Ortanca Dergisi (Ankara),
Güneysu Dergisi (Osmaniye),
Berceste Dergisi (Kayseri),
Türk Yurdu Dergisi (Ankara),
Meclis Bülteni (Ankara),
Şanlıurfa Dergisi,
Kalkınmada Anahtar Dergisi
(Ankara),
Çözüm Haber Dergisi (Ankara)
***
İki ‘Osmancık’ şiiri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Çorum ilimize bağlı, Osmancık
ilçesinde haftalık olarak Günyüzü gören, “Osmancık” Gazetesinde yer alan
değişik makaleler ve haberler dikkat çekiyor.
165 ve 167 sayılı Osmancık
Gazetesindeki köşesinde Abdullah Keskin, Sakin Karakaş ve Mahir Odabaşı imzalı
Osmancık şiirlerinden örnekler verdi.
Sakin Karakaş’ın “Osmancık’a gel”
adlı başlıklı şiiri 9 ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin iki dörtlüğü
şöyle:
Çampınar’ın yaylasını görmek için,
Türkiye’min incisi Osmancık’a
gel.
Yol boyunca gelincik dermek için,
Karadeniz güzeli, Osmancık’a gel.
Osmancık’ın düğünleri bir başka
olur,
Düğün evine döner, tezgâh
kurulur,
Döner ve ayran, pilav üstü
sunulur,
Düğünler dernek için, Osmancık’a
gel.
Ve Mahir Odabaşı imzalı, bir
başka Osmancık şiiri…
Sekiz ayrı dörtlükten meydana
geliyor.
Abdullah Keskin’in köşesinde
“Çorum’un incisi Osmancık” başlıklı verilen şiirden de iki dörtlük nakledelim.
Oturdum sahile, seyreyledim
şehri,
Obruk Barajı çok değiştirmiş
nehri,
Sivrisinekte gitmiş, çekiliyor
kahrı,
Çorum’un incisi Osmancık…
Irmak kenarları bir güzel
şenlenmiş,
Sahile Muhsin Yazıcıoğlu parkı
denmiş,
İlçe artık makûs talihini yenmiş,
Çorum’un incisi Osmancık…
Osmancık Gazetesi
yöneticileriyle, Abdullah Keskin doğru bir yayın tercihi yapıyorlar.
Tebriklerimi sunuyorum efendim.
***
Ali Gözütok duygularından
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ali Gözütok yazdıklarıyla,
yayınladıklarıyla takdir görüp alkışlanan şairlerimizden.
İki şiiri var Ali Gözütok’un masamda.
Bunların adları: Ustası oldum ve
Kıskandılar sevgimi, olarak karşımıza çıkıyor.
Güzelce edebiyat akımının buluşma
türünde, tarzında yazılan bu şiirler duygu zenginliği içinde.
İlk şiir Ustası odlumda
anlatılanların bir bölümü:
Kara sevda yeli, kalbe dolunca,
Dermansız dertlerin, hastası
oldum.
Yâre tutsak, aşka sürgün olunca,
Viran olan gönlün, ustası oldum.
Âşıklar uykusuz eder sabahı,
Göklere yükselir, çilenin ahı,
Döşek mahzun, yastık çeker
silahı,
Yaşanan aşkların, bestesi oldum.
“Sevdim, hem öylesine sevdim
ki”lerle başlayan, kıskandılar sevgimi adlı şiir uzunca bir anlatımın ürünü.
İki dörtlüğündeki duygular şöyle
karşımıza çıkıyor bu şiirde:
İşveli bir bakış eder perişan,
Hicran yarasıyla, yürek dolar
kan.
Yıkılır bentleri, gönüller viran,
Kanayan yaramı, saran kıskandı..
Açılmayan güle, bülbül zar olmaz,
Can feda olmazsa, canan yâr
olmaz,
Sen olmazsan, sevda var olmaz,
Aşkımı sevdamı, duyan kıskandı..
Kıskananların sayısının hızla
artması, Ali Gözütok için bir anlatım zenginliğinin ortaya çıkışı anlamına
geliyor.
İnadına seviyor, arzularla
doluyor, şifa bulmaz hasta olsa da...
***
Pınar Elif Karabal’dan: 7
Mektup
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kitaplar yayınlanıp, okurlarıyla
buluştukça, buluşturuldukça, anlam ve önem kazanmaya başlıyor.
Merkezi Ankara’da bulunan, Kültür
Ajansın kurucusu, sahibi, yöneticisi, değerli dostum Prof. Dr. Hayrettin İvgin
aracılığıyla bana gelen kitapların bir yenisi, Masalların Pino’su Pınar Elif
Karabal imzasıyla, öykülerden oluşan, 112 sayfalık” 7 Mektup” adlı kitap.
Kültür Ajansı yayınlarının 218.
olarak kitaplaştırılan, bizlere ulaşan, ulaştırılan 7 mektupla getirilenler
önemlilik içinde görünüyor.
Kısa kısa cümlelerle
şekillendirilmiş, birkaç hatırlatma notundan sonra, üçüncü gün başlığıyla
verilen ilk öyküyle karşılaşıyoruz.
İlk cümleler 9. sayfadan;
Büyük saatin gonguyla beraber
elindeki kalın kitabı kapattı.
Bez ciltli kitap tok bir ses
çıkardı. Ayakucunda uyuklamakta olan kedi, biraz sinirle mırıldandı, doğrulup
gerindi.
Kitabı bırakan genç kadın, kediyi
kucaklayıp açık duran balkon kapısına geldi.
7 mektupla verilenler, bu
çerçevede kaleme alınanlar, yaşanmışlıkların ta kendisi. Anlatım yumuşak,
sonuçlar hüzün ve sevinçlerle dolu.
Pınar Elif Karabal öyküleriyle
dikkat çeken isim ve imzalarımızdan biri olduğunu kanıtlıyor.
Yonca’nın heyecanla, “Sana bir
haberim ve bir de teklifim var” deyişi, salataya uzanan babanın merakla ona
bakışı, birer yaşam kesiti olarak kitap içinden, kitabın sayfalarından bizimle
selamlaşıyor.
Sonra aynı Yonca’nın eve
geldiğinde, salonun ışıklarının açık olduğunu görmesiyle, seslenip cevap
alamayışının ardından, Baha’nın banyodan çıkıp odasına gidişi anlatımlar
arasında yer alıyor.
Arka kapaktaki yazılanlardan anladıklarımız:
Mektubun bir yol gibi oluşu, bir
öyküden diğerine gitmenin ta kendisi olduğu hatırlatıldıktan sonra, “Bazen ise
gittiği yerde, vardığı yerde meçhuldür.
Kimi ayrılığı anlatır, kimi
kavuşmayı” denilişiyle bilgilenenler, hatırlamalar sürüp gidiyor.
***
Serhad Artvin Gazetesinden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Anadolu
Basını içinde, sanat ve edebiyata önem veren, bu alandaki çalışmalardan, şiir
ve yazılardan örneklerle, sayfalarından okurlarına selam ulaştıranların sayısı
az değildir.
Bu Anadolu Gazeteleri içinde,
şiirlerle, şiir yarışmalarıyla okurlarının karşısına çıkanlar vardır.
Artvin ilimiz merkezinde günlük
yayınlanan Anadolu Basının çınarları arasında yer alma, tecrübe ve olgunluğuna
ulaşan Serhad Artvin Gazetesinde, değişik şair ve ozanların şiirleri yeralıyor
zaman zaman. Bunlardan biri, Aşık İbrahim Kara imzasıyla bize ulaşanlar,
ulaştırılanlar.
Aşık İbrahim Kara’nın “Dediler”
adlı yedi ayrı dörtlükten oluşan bir şiiri var masamda.
Bu şiirde, Mehmed Ali Birand’la
ilgili duygular mısralaştırılmış.
Bu şiirin İki dörtlüğü şöyle:
Devlet büyükleri geldi başına,
Taziye sundular, evlat, eşine,
Ortak olduk, gözden akan yaşına,
Ölüm haktan bize geldi dediler.
Doğan mezarını eşecektir,
Yaptığı görevi taşıyacaktır,
Mehmet Ali Birand yaşayacaktır,
Tarih kucağına aldı dediler.
Âşıklarımızın duygu aktarımı bir
başka coşku içinde kendini gösteriyor.
Aşık İbrahim Kara’nın
duygularındaki berraklık ve anlaşılırlık, halk ozanlarımızın önemli
özelliklerini ortaya koymakta.
Doğum günlerimizde,
törenlerimizde sevinip gülerken, cenaze törenlerinde eriyip solduğumuzu bir kez
daha Âşık İbrahim Kara mısralarında görüyor ve yaşıyoruz.
1 yorum:
Teşekürler hocam bilgileriniz için
Eticaret4
Yorum Gönder