9 Ocak 2009 Cuma

“Özür dileme” hakkınız
ve yetkiniz yok!
Prof. Dr. İSA KAYACAN
2008 yılının son iki ayına dönüp bakıyoruz: Bazı sözde aydınlar veya kendilerini aydın görenler, aydın geçinenler, “Ermenilerden özür dileme” gibi bir anlayışla, fikir özgürlüklerini de öne sürerek, buradan hareket ederek, Türk Milleti adına hareket etme hakkı kendilerinde varmış gibi, hedefli, bilinçli ve bir yerlere yaranma gayretleriyle dikkat çekmeye, gündemimizde yer almaya çalıştılar.
Tarihdeki gerçekler, onların gözüne takılmıyor!.. Tarihdeki gerçeklerden hareket etme zorunlulukları ve görevleri yok!. Üstelik, Türk milleti adına Ermenilerden “özür dileme” hakkını ve yetkisini kendilerinde görüyorlar.. Nasıl görüyorlar? Şartlı ve Türk milletini küçük düşürme hedefine yönelik tavır ve hareketleriyle, yaranmak durumunda oldukları ağabeylerine, ülkelerine… Türkiye’de yaşayacaksınız, Türkiye’de para-pul, mal, mülk ve şöhret sahibi olacaksanız, sonra birlik ve beraberliğimizi hiçe sayarak, “Ermenilerden özür dileme kampanyası” başlatıp, imza üstüne imza atacaksınız!.. Bu hakkı, bu yetkiyi size kim, nerede, hangi şartlarda verdi?.
Ermeniler bizden, Türklerden, Türkiye Cumhuriyetinden özür dileyecekken, böyle olması gerekirken, gerçekler alt-yüz edilecek, ters-yüz edilecek!. Özür dileme yetkisi şahısların değil, devletlerin, hükümetlerindir.
İNTERNET ORTAMINDAN
Bana, internet ortamından indirilmiş bir doküman ulaştırıldı. Burada, bazı sözde aydınların başlattığı “Ermenilerden özür dileme” kampanyasında kimlerin adı var, kimler, AB’den ne kadar Avro almışlar? (1) Bu soruların cevapları yer alıyordu. İsimler, Prof. Dr. Ahmet İnsel, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Mine Kırıkkanat, Prof.Dr. Atilla Yayla, Şerafettin Elçi, Ertuğrul Kürkçü, Halil Berktay, Etyen Mahçupyan, Mehmet Ali Birand, Adalet Ağaoğlu, şeklinde sıralanıyor.
-“Siz, tuzu kuru diasporanın Amerikan Savaş Bakanlığına çalıştığını bilmez misiniz?.
Sizi savaş çığırtkanları sizi, güya özür diliyorsunuz, dilinizin altındakinin kardeş kanı döktürmek olduğunu artık hepimiz biliyoruz ve yutmuyoruz” (2)
1915 Ermeni tehciri nedeniyle Ermenilerden özür dileyen, “çıkma aydınlar, yapıştırılmış aydınlar” hiç zaman kaybetmeden “özür dileme” girişimlerini sürdürsünler. Hani yakışıyor da… (3)
Bunlar olup biterken, Merkezi Ankara’da bulunan Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Nazmi Bilgin; “Aslında Atatürk’ten özür dilememiz gerekmez mi? diye sordu.
BİR KAYNAKTAN
Geride kalan, gün, hafta, ay ve yıllarda Ermenilerle ilişkilerimiz konusunda ortaya konulanlardan bazı kaynaklarda yer alanlara, kısaca, özetle bakalım. Biz mi özür dileyeceğiz, onlar mı özür dileyecek?. Veya bizim mi özür dilememiz, Ermenilerin mi özür dilemesi gerekiyor?. Bakalım:
- “Anadolu’nun her köşesi şehitlerle doludur. Türkler değil, asıl Ermeniler soykırım yapmışlardır. Bir milyon insan Ermenilerce hunharca katledilmiştir. Van’da, Muş’ta, Bingöl’de, Iğdır’da, Erzurum’da ve Anadolu’nun birçok köşesinde Türkler Ermenilerin katliamlarına maruz kalmıştır” (4)
- “Bizim Ermenilerden toprak talebimiz yoktur. Asla da olmayacaktır. Ancak Ermeni komşumuzun bizden halâ kan ve toprak talebi vardır. Bu arzusunu ürünlerin ambalajlarının üzerine Ağrı Dağı resmini koyarak göstermektedirler. Ağrı Dağı Ermeniler için kara sevdadır. Halen, daha büyük Ermenistan hayali ile yaşamaktadırlar”(5)
İşte canlı bir kanıt daha: Iğdır da Ermenilerin Türklere yaptığı katliamın canlı tanıklarından 117 yaşındaki Abbas Hoca “Ermenilerin çok sayıda Türk’ü öldürdüğünü gördük. Onların, yaptıklarından dolayı Türklerden özür dilemesi gerekir” (6) diyor.
Son bölümümüz içine aldığımız iki örnek, iki açıklama gösteriyor ki; soykırımın gerçekleştiricileri Ermenilerdir, soykırıma uğrayan Türklerdir!. Hal böyle iken, sözde aydınlar hangi noktadan, nasıl hareket ediyorsunuz?. Peşin hükümle yola çıktığınız anlaşılmıyor mu, bilinmiyor mu?.
KAYNAKLAR:
1- Yılmaz Dikbaş: (Tabuta Çakılan Son Çivi, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, 5. baskı)
2- Mahiye Morgül (Zümrüt Rize Gazetesi, 21 Aralık 2008-Rize)
3- Rıza Bulut, (Burdur Gazetesi, 23 Aralık 2008)
4- Prof. Dr. Azmi Süslü,
5- Şemsettin Uzun: (Türk-Ermeni İlişkileri, 21. Yüzyıla girerken tarihe dostça bakış- Yay. Haz. Berna Türkdoğan, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, 2000-Ankara)
6- Anayurt Gazetesi, (01 Ocak 2009)
***
Türkçe’mizin günahı ne?

Prof. Dr. İSA KAYACAN
Dilimizin anlatım için var olduğu, anlaşma için yaratıldığı biliniyor. Doğru yazmak, Doğru konuşmak, doğru anlaşmak için çaba göstermek hepimizin görevi.
Merkezi Ankara’da bulunan, günlük yayınlanan “Belde” Gazetesinde, Semiha Korkmaz ve Fatma Betül Kaya’nın hazırladığı sütunlarda, 26,27 Aralık 2008 tarihlerinde görüntü olarak yayınlanan “Komikler” sütunlarına geçen duyurular vardı. Bunların içinde elle yazılanlar olduğu gibi, bilgisayar çıktılı olanlar da yeralıyordu.
Bunlar sırasıyla;
1- Satılık karalüferli daire..Tel:
2- Tembel avrat reyonu (Bir marketten)
3- Misir uni gelmiştur,
4- Osman Gazi Ünivestesinde ürüleci servisinde Ameliyata gitti. Yunus Çini sahibi Eskişehir.
5- Muazzez Abacı, TSM sanatçısı. TRT–1, 31.12.2008 yılın son günü. Saat: 20.40, Yılbaşı eğlence programı: “TRT çalışan personellerine teşekkür ederim” diye mikrofondan, ekrandan sesleniyor.
-“TRT’de çalışan personele teşekkür ederim” denmesi daha doğru değil mi?.
Bunların sayısı giderek artırılabilir. Artırmak mümkün. Siz şöyle Anadolu ya bir uzanın nelerle karşılaşırsınız, nelerle. Bu yanlışların sahipleri, fazla eğitim görmemiş olabilirler… Hiç değilse, çevrelerindeki, yakınlarındaki güvendikleri kişilerden yardım talep etseler olmaz mı acaba?.
TÜRK DİL KURUMU DUYARLI
Türk Dil Kurumu, dilimiz konusundaki yanlışlıklar için, yabancı hayranlığının zirveye ulaşmasının getirdiği sıkıntılar konusunda duyarlı. Bu kurumumuzun başkanı Prof. Dr. Sayın Şükrü Haluk Akalın yaptığı açıklamalarla, verdiği konferanslarla, sempozyumlardaki bildirileriyle, dilimizin üzerine titriyor. Sayın Akalın’dan aldığım 25.12.2008 tarih ve 2713 sayılı yazıyı aşağıya alıyorum efendim:
Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan;
Belde Gazetesinde 20 Aralık 2008 günü yayımlanan “Türkçe yaz, Türkçe oku” başlıklı yazınızı da diğer yazılarınız gibi ilgiyle okudum.
Türk Dil Kurumu, bilimsel çalışma ve araştırmalarının yanında yazınızda da belirttiğiniz gibi Türkçenin kullanıldığı alanlarda yaşanan yabancılaşmanın kaynaklandığı yasal düzenlemelerin yapılmasına kadar geçecek zaman içerisinde; belediyeler, sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları ve basın yayın kuruluşları ile iş birliği içerisinde çeşitli etkinlikler yürütmektedir. Kurumun benimsediği ilke çerçevesinde de tüm çalışmalarımız, Genel Ağ üzerinden kullanıcıların eleştiri ve önerilerine açık bir şekilde yürütülmektedir ve sizin gibi değerli bilim insanı ve yazarlarımızın Kuruma gösterdikleri ilgi bizi yüreklendirmektedir. Yazınızda şahsım ve Kurumuma yönelttiğiniz övgüler için teşekkür eder tüm değerlendirmelerinizin bizler için ufuk açıcı olduğunu, çalışmalarımızı daha iyiye götürmemizde bize güç verdiğini belirtmek isterim.
Sayın Kayacan, yazınızda verdiğiniz örnek ile sizin de dikkat çektiğiniz gibi Türkçenin doğru ve düzgün kullanımına yönelik duyarlılığın toplumun tüm kesimlerince paylaşılması gerekmektedir. Böyle bir duyarlılığın oluşması ve yerleşmesinde özellikle basın yayın kuruluşlarının, yazar ve şairlerimizin çok önemli bir sorumluluğu olduğu inancı ile bu yönde yazmış olduğunuz yazılarınız için çok teşekkür eder, saygılarımı sunarım (Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Türk Dil Kurumu Başkanı-Ankara)
***
Burdur’u gazeteciler de küçümseyemez!
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Gazeteci olmak, basın kartı taşımakla mümkün olmuyor. Yönetmeliklerin, yasaların anlatımı içine girip, “gazeteci” görünebilirsiniz.
Ancak, mesleğinizi icra ederken, yazdıklarınızla, yayınladıklarınızla beğenilen, aranılan ve takdir edilen bir kalem sahibi, imza sahibi iseniz, gazetecilik kimliğinizle örtüşen, iç içe olan bir özelliğiyle sahip olabilirsiniz.
Hiç unutmuyorum: Makale olarak yazmıştım, yakında yayınlayacağım “Siz Beni Anlayamaz sınız!” adlı kitabımda da yer alacak:
Yıllar önce TGRT’nin 13.00 haberlerinde verilen zeytin kralı Erol Evcil’in “askerliğini yapmak üzere, Antalyanın Burdur ilçesindeki Tugaya teslim oldu” şeklindeki haber Burdurlular olarak bizleri çileden çıkartmış, TGRT’nin İstanbul, Ankara merkezlerine telefon ve görüşme yağmuruna tutmuştuk.
“BURDUR DA BİLE” KÜÇÜMSEMESİ
Yaygın basının Antalya merkezli, çıkışlı “Akdeniz ekleri” var. Milliyet gazetesinin de böyle bir eki var. Antalya ve çevresindeki haber kaynaklarından, çevre illerden gelen haberler bu ek’te yeralıyor.
Burdur gazetesinin 27 Aralık 2008 tarih ve 18 bin 256 ncı sayısının manşetinde, logo üstündeki haberlerin başlağı; “Burdur’da bile ölçüm cihazı varken” Artık yeter! Bu kadarını hak etmiyoruz, şeklindeydi.
Merak edip okudum: DHA’nın Isparta muhabiri, değerli kardeşimiz Isparta’da karbonmonoksit gazı ölçüm cihazının olmadığını öğreniyor. Haber yapacak ya, kıyaslamayla örnek verecek ya.. Bu cihazın Burdur’da olduğunu, Isparta’da olmadığını nasıl ifade edecek.. Önce Burdur’u küçümseyecek. Burdur kim oluyor da, karbonmonoksit gazı ölçüm cihazı bulunuyor… Hem de Isparta’da yokken…Önce her şey Isparta’da olmalı, sıra gelirse, Isparta’lı muhabirler DHA muhabiri gibi üstün nitelikli gazeteciler izin verirse, bu cihazdan Burdur’da olmalı, olmasında sakınca yoktur!...
Böyle bir mantık, böyle bir anlayış, kıyaslama, küçümseme, gazeteci olduğunu ifade eden bir kalem sahibine yakışıyor mu? diye sormak lazım.
26.12.2008 tarihli Milliyet gazetesi ekinde yer alan bu haberle, haberi yazan şahsın ne söylemek istediğini pek anlayamadım. “Burdur’un cihazı var,” başlıklı haberin girişinde; “Burdur’da bile ölçüm cihazı varken, Isparta’da karbonmonoksit gazı ölçüm cihazının bulunmadığını öğrenen Vali Yardımcısı Tayyar Şaşmaz, 2009 yılında bu cihazın alınması için Bakanlıktan kaynak isteyeceklerini söyledi” haber girişini, Burdur gazetesindeki Milliyet gazetesi ekindeki haber görüntüsünden öğreniyoruz.
İl, ilçe ve öteki yerleşim birimlerimizdeki, medya kuruluşlarımızın muhabirlerinin seçiminde gerekli titizliğin gösterilmediğini yıllardır bilen, gören, değerlendiren ve önerilerde bulunan birisi olarak diyorum ki; DHA yetkilileri Isparta’daki muhabirleriyle ilgili genel bir değerlendirme yapıp, bu sevgili kardeşimizi uzunca bir eğitimden geçirmelidirler. Öyle, bir haber içinde yok olan bir cihazın gerekliliğini anlatmak için, komşu ilde oluşunu küçümseyerek anlatmanın gazetecilik, habercilik olmadığını, “gazeteciyim” diyenler bilmeli, anlamalı, zaman geçirmeden Burdur’dan, Burdurlulardan özür dilemelidirler.
Herkes, tanıtma kardı, basın kartı taşıyarak “ben gazeteciyim-açılın bakayım”larla bulundukları kent içinde itibar görebilirler… Ama, gazetecilikten anlayanlar yanında, gerçek manada gazetecilik yapanlar yanında, bu sun’i görüntülerini sürdüremezler, sınır tanımayışlarını kimseye anlatamazlar… Böyle biline!..
GÜNÜN HABERİ: Şair ve yazar Fatma Uçarlar, Isparta’da, “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” ve “Şöyle Giriversen Kapımdan” adlı, şiir ve deneme kitapları için 10.01.2009 tarihinde “imza günü” düzenledi.
***
Birer tutam
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanlar, birbirlerine karşı anlayışlı olup, tartışmalardan uzaklaşabildikleri andan itibaren mutluluğu yakalayabilirler veya çok yakınında yeralabilirler.
AŞKIN TARİFİ
Bu konuda değişik görüşler var. Anlatılanlar var, sonuç alıp gerçeklerin yakalanışını yaşayanlar var.
Ankara’da Balgat semtinde bir kebapçıya gittik birkaç arkadaşımla. Çıkışta bize minik bir termometrenin bulunduğu “Aşkın tarifi”nin yer aldığı bilgi yumağı verdiler. Burada “Aşkın tarifi” şöyle yazılıyor yemek yapım açısından, kebap yapım açısından:
Malzemesi:
1 adet lekesiz gönül,
1 adet açık yürek,
500 gr. güler yüz,
250 gr. tatlı dil,
100 gr. hürmet,
1 çorba kaşığı sevgi,
1 çay kaşığı hoşgörü,
1 su bardağı iyi niyet,
1 ölçek dürüstlük,
göz kararı saygı,
Hazırlanışı:
Gönüllü duygu tasına atıp güler yüz ile karıştır. Yumuşatılmış tatlı dili üzerine ilave ederken, sevgi ve saygıyı ince ince üzerine ekle.
Hürmet, iyi niyet ve hoşgörüden meydana gelen şurubu buna kat. Samimiyet ölçüsünde parçalara bölerek dürüstçe hayata diz ve yüreğinde pişmesini bekle. Yüreğinde pişirdiğin bu sevgi tatlısını karnın acıkınca değil, ruhunun hissettiği anda mangal kebabı arayarak karşıla. (Son cümle ilan reklam bölümü).
ÖZÜR YOLCUSU
Kurulan “Vicdan Mahkemesi”nde;
Duruşmalar, aylarca sürdü.
Hakim “özür dileme” cezası verdi,
Karar Yargıtay’ca onandı..
*
Kağnılarda, arabalarda, kervanlarda,
Otobüslerde, kamyonlarda, minibüslerde,
Trenlerde, gemilerde, uçaklarda,
3-G’yi arayan
Bir garip özür yolcusuyum,
“Gidiyorum, gündüz-gece”.
*
“Aramızdan Ayrılanlar”
(Mayıs 2007, sayfa: 124)
“Mezarlık Kültürümüzden Örnekler”
(Temmuz 2008, sayfa: 156)
Bazı, yazı, şiir, günün sözleri
Ve özlü sözleri için;
“Özür dilemenin dileyebilmenin,
İnsani bir olgu
Ve erdemlilik olduğu”
Gerçeğinden hareketle,
Çıktığım yolculukta,
Hangi yönden, hangi yoldan,
Hareket edersem edeyim,
Nereye gidersem gideyim,
Kime adres,
Sorarsam sorayım,
Kimden bilgi, alırsam alayım,
Bütün yollar sana çıkıyor.
Her adımım, her bakışım,
Her nefes alışım,
Senin adresini gösteriyor,
Senin kapı numaranı gösteriyor. (Ankara: 27.12.2008)
***
80. doğum yılında Prof. Dr. İbrahim
Agâh Çubukçu’nun şiir dünyası
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanlar, doğarlar, yaşarlar ve vefatla aramızdan ayrılırlar. Azerilerin deyimiyle dünyalarını değiştirirler
Yaşarken, bilgi ve tecrübeleriyle, çevrelerine, toplumlarına yararlı olanlar, iz bırakanlarla karşılaşırız. Bunların sayılarının fazla olduğunu söyleme olanağımız yoktur.
Prof. Dr. İBRAHİM AGAH ÇUBUKÇU
1928 YILINDA Adana ilimizin Kadirli ilçesinde doğdu. 1953 yılında, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Bu noktadan sonra, İbrahim Agah Çubukçu isim ve imzası sayfalara sığmayan olumluluklar, örnek alınacak bir kişilik, çevresine ışık saçan aydınlık gibi değişik tanımlarla ortaya konulmaya devam etmişti.
Çok yönlülükle herkesin gönlünde yaşayan, çevresine verdiği sevinç ve mutluluk görüntüleriyle kendisiyle barışık olmanın yollarını gösteren, bitmeyen-tükenmeyen enerjisiyle her gün kendisini yineleyen bir şair, yazar ve bilim adamının mısraları arasında gezmek kolay bir iş değildir. Bendeniz böyle bir yürekliliği gösterebilmek için uzun süredir düşündüm…
ŞİİRLERİNDE-YAZILARINDA
Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu hocanın gerek şiirlerinde, gerek yazılarında, barış, dostluk, iyi niyet, gelecek iyimserliği, insan sevgisi, gönülden gönüllere giden yolların düzlüğü, genişliği gibi özellikler, güzellikler vardır. Divanlara sığmayan şiirlerindeki anlatım, hareket noktası sonsuzluğa akıp giden duygu zenginlikleriyle dolu, dopdoludur. Hocamız, zaman zaman sorar, zaman zaman cevaplar verir. “Sor” başlığı altındaki duygularındaki gerçeklerle, sıcaklığı hemen hissedersiniz. Şöyle söze başlar hoca:
Tasavvuf ince yol, herkes bilemez,
Bu yolun halini geçenlerden sor.
Kur’an ‘ın özünü softa bulamaz,
Ak ile karayı seçenlerden sor.
İbrahim Agâh Çubukçu hoca, karanlıkların değil aydınlıkların, yanlışlıkların değil doğruların ifade edicisi, savunucusudur. Anlayamayanlara, anlamak istemeyenlere karşı verdiği derslerde yorgunluk hissetmez;
Mevlana şarap der, bu bir mecazdır,
Anlayana vahiy sırdır, icazdır,
Kimi kanatlı kuş ördektir, kazdır,
Gökteki havayı, uçanlardan sor…
Hocanın, yaratanla arasındaki iletişim nettir, açıklık içindedir. “Yaratan yaratmış varlık çözülmez/ Koyunun yediği ayran oluyor/Yaşam denizinde rahat yüzülmez/mevsimler geçiyor devran oluyor” mısralarının anlaşılamayacak herhangi bir yanı yoktur.
İbrahim Agâh Çubukçu hoca, bazen başöğretmenliğinin verdiği yetki ve tavırla, bazı sorular yöneltir, sana, bana ona, şuna. “Çöz bakalım” şiirinin ilk dörtlüğündeki soruları:
Varlık nedir, hiçlik nedir?
Tokluk nedir, açlık nedir?;
Binbir türlü güçlük nedir?
Düşün, düşün çöz bakalım…
İbrahim Agâh Çubukçu hoca, “Dünyaya gel dedin bak geldik işte/Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte/Gün gelir git dersin gideriz elbet/Sır var hem gelişte hem de gidişte”mısralarıyla, sorduklarının çözümündeki ipuçlarını göstermekte gecikmez.
“Şiir okumasını severim. Okudukça da dinlenirim. Bir şiiri okurken şairi ile dostluk başlar. Bu dostluk, şairin ifade ettiği buluşlar ve güzellikler oranında artar. Şiir böylece en etkili iletişim sağlar” diyen
Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu hocamızı, 80. doğum yılında, sevgi, saygı ve minnetle selamlıyor, sağlık içinde nice yıllara ulaşması dileklerimi sunuyorum efendim.
***
Şiirimizin geleceği
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimiz, şairlerimiz-şairelerimiz sıklıkla gündemimde yer alıyor. İstesem de, istemesem de gerçek bu.
2008 yılının son ayının, son günlerinde kültürel ağırlıklı faaliyetlerin sahibi bir derneğimizin düzenlediği “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmasına katılan şiirlerin genel değerlendirilişini yapan jürinin içinde yeraldım.
Kendi-kişisel görüşlerim olarak ifade ediyorum ki; şiirimizin geleceği pek parlak görünmüyor.
60 dolayındaki rumuzlu şiirler üzerinde yaptığım değerlendirmeyle, ümitlenemedim, üzüldüm.
GENEL OLARAK
- Şiirler sanki aceleyle yazılmış. Arkadan bir kovalayan varmış gibi, mısra, uyumsuzluklarıyla dolu olarak şekillenmişler, bitirilmişler.
- Şairlerin pek çoğu, noktalama işaretlerini yok saymış, yani noktalama yerleşimini okuyucularına bırakmışlar.
- Şiirler hiçmi hiç dinlendirilmemiş.
- Bütünüyle bakıldığında, alt alta getirilenler, mısra değil, satır olarak karşımıza çıkarılmak istenmiş, çıkarılmış.
- Bölümler arasında uyum yok.
- Pek çoğu, şiir tekniğinden uzak,
- Şiirimizin geleceği açısından ümit verenlerin sayısı çok az.
NEREYE VARILACAK?
Yazılan, yarışmaya gönderilen onlarca şiir veya şiir adıyla yazılanlar defalarca okunmasına rağmen, sinyal veren, “ben varım” diyen, diyebilen mısraların azlığından yüreğim üzüntülüydü.
Başlıklar, Atatürk veya Cumhuriyet kelimeleriyle başlamasına rağmen, şiirin bütünlüğünde buradan uzaklaşıldığı veya unutulduğu görülüyordu. Şiirin sonunda veya birkaç mısraında Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten söz edince, yer verilince şiirin tamamlanmış olduğu anlayışına kapılındığı görülüyordu.
Birinci, ikinci, üçüncü ve jüri özel ödülü alanlar arasındaki tasnif, sıralama zorluğu, yarışmaya katılanların tamamının başarılı olduğundan değil, son aşamada, süzgeçten sonra, dereceye girebilecekler olarak ayrılanların sıralamasındaki benzerliklerden, aldıkları puan yakınlığından kaynaklanıyordu.
Cumhuriyet kızı rumuzuyla “Atatürk” başlıklı şiiriyle yarışmaya katılan Fatma Şadan Bayburtluoğlu’nun şiiri dikkatimi çekenler arasında yeraldı. Bu şiirden:
Birinci dünya savaşı;
Uluslar boğaz boğaza,
Kavga dalaş/Ölüm kusuyor
Kan kusuyor savaş.
*
Ve şiirin sonunda;
*
Yeni bir vatan doğdu,
Viranede,
Adı; Türkiye.
Atatürk dedi ulusum,
Mustafa Kemal’e…
***
Dinlendirilmiş şiirler
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirlerimizin geleceğiyle ilgili endişelerimizi her fırsatta ortaya koyarken, şiirleriyle beğenilenler, beğenilen şiirleriyle hatırlananlar azda olsa vardır. Bunlardan biri, önde geleni 09 Mayıs 2005 tarihinde kaybettiğimiz, şiirimizin beş yıldızlı çınarı Ahmet Tufan Şentürk’tür. O’nun 1944 yılında yazdığı şiirlerinden birini aşağıya almak istiyorum efendim:
YOLLARIM GURBETTEN GURBETE BENİM
(Ahmet Tufan Şentürk)
*
Yıllar gelip geçti bak bir gün gibi
Her şey hatırımda sanki dün gibi
Ucu bulunmayan kör düğüm gibi
Yollarım gurbetten, gurbete benim…
*
Kış gelir kapanır yaylalar, beller
Keser yollarımı bulanık seller
Baharla sılaya dönerken eller
Yollarım gurbetten, gurbete benim.
*
Nerde güzel yurdum, şimdi ben nerde
Gözlerimde hayal hep perde perde
Gelen gelir dostlar giden gider de
Yollarım gurbetten, gurbete benim
*
Beddua etmişler, gülme demişler
Sürün dizin dizin, ölme demişler
Gittiğin yollardan gelme, demişler
Yollarım gurbetten, gurbete benim.
-
Ahmet Tufan Şentürk hocanın şiirinin ardından, yaşayan şairlerimizden Prof. Dr. İbrahim Ağah Çubukçu hocanın dörtlüklerini birlikte okuyalım:
DÖRTLÜKLER (Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu)
*
Dünyaya gel dedin bak geldik işte
Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte
Gün gelir git dersin gideriz elbet
Sır var hem gelişte hem de gidişte.
*
Sırları çözmekte akıl yetmiyor
İnsan düşünse de rahat etmiyor
Aklın ötesinde bir alem vardır
Orada çıkar yok, hayat bitmiyor.
*
Feleğin dönüyor durmadan çarkı
Evrendeki ahenk duyana şarkı
Kulak verip duymak, sezginin işi
Bilgenin bulunur, yobazdan farkı.
*
Bıktım sakal bıyık tartışmasından
Gönül mutlu haber bekler basından
Bırakın türbanı mutluluk verin
Halkımız küsmesin söz hatasından .
*
Halkın kıyafeti dillerde alet
Din kullanılırsa büyür cehalet
Açlığa çare bul güzel söz söyle
Milletin başına, gelmesin afet.
*
Aklını yitiren kabından taşar
Şeyhi ilah sanan yolundan şaşar
Bu dünyada erdem ile yürüyen
Yaşamayı bilir, güçlüğü aşar.

Hiç yorum yok: