Türk Dünyası; Bahtiyar Vahapzade’yi sevgi ve saygıyla uğurladı
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan’da söylenen çok güzel kelimelerden, cümlelerden biri: Vefat etti yerine, dünyasını değiştirdi.
Türk Dünyasının ünlü ve milli şairi Bahtiyar Vahapzade adını duymayan, şiirlerini okumayan, O’nun şiirlerindeki lezzeti almayan yoktur. Veya böyle biliyor, böyle olmasını istiyorum, bekliyorum.
BAHTİYAR VAHAPZADE
1925 yılında, Azerbaycan’ın Şeki (Nuha) kentinde doğdu. 1934 yılında Bakü’ye göçeden Bahtiyar Vahapzade, Azerbaycan Devlet Üniversitesinin filoloji bölümünden 1947 yılında mezun oldu. Aynı bölümde asistan olarak çalışmaya başladı.
1964 yılında ünlü Azeri şair Samed Vurgun hakkında yazdığı tezle doktorasını verdi. Mezun olduğu üniversitede Muasır Azeri edebiyatı profesörü olarak görev yaptı. Azerbaycan Parlemantosunda milletvekili olarak hizmet veren, Azerbaycan Halk Cephesinin önde gelen isimleri arasında yeralan Bahtiyar Vahapzade, Türkiye’de daha çok Varlık dergisinde yayımlanan ve Fuzuli hakkındaki eleştirilere cevap niteliği taşıyan “Yel Kaya’dan Ne Aparır?” başlıklı yazısıyla tanındı.
Türk Edebiyatı dergisinde uzun yıllar yazı ve şiirleri yayınlanan, 1975 yılında Azerbaycan Devlet mükafatına layık görülen ve kendisine “Emekdar İnce-sen’et Hadimi” unvanı verilen Bahtiyar Vahapzade, şiirin yanında uzun manzumeler veya manzum hikayeler (poema) ve tiyatro eserleri yazdı, çeşitli tercümeler yaptı. Uzun manzumeleri arasında Cezayir Milli Kurtuluş Hareketi’ne hasredilmiş “Yollar Oğullar” ve kompizatör Üzeyir Hacıbeyli’ye ithaf ettiği “Mugam” bunlardan iki tanesi olarak bilinir.
Şiirlerinin pek çoğu bestelendi. Ayrıca “İkinci Ses, Yağıştan sonra, Artığ adam, Vicdan” gibi isimleriyle bilinen tiyatro eserleri de çalışmaları ve yayınları arasında yeraldı.
Lord Byron’ın “Abidon Felinisi”ni Azeri Türkçesine çeviren Batiyar Vahapzade’nin şiirleri Sovyetler Birliğindeki bir çok dile ve bu arada bir çok Türk lehçesine, ayrıca, Almanca’ya, Fransızca’ya, Farsça’ya çevrilerek kitap halinde yayınlandı. 2002 yılında “Benim Garibim” adlı şiir kitabıyla Romanya Kültür Bakanlığı tarafından Komodor Madalyası ödülene layık görüldü.
Yayınladığı 22 şiir kitabından bazıları; Menim Dostlarım (1949), Sade Adamlar (1956), Şairin Kitaphanası ( 1961), Bindörtyüzonaltı (1970), Benim Garibim (2002) şeklinde sıralanırken, “Feryat” (manzum-1991, günümüz Türkçesine Yavuz Bülent Bakiler tarafından çevrildi), Nereye gidiyor bu dünya? (1991), İkinci Ses (1991), Özümüzü kesen kılıç-Göktürkler (1998: oyn. DT. Şinasi Sahnesi 2000-2001) oyunlarıyla da dikkat çekti.
Hakkında, Türkiye’de Mehmet Nuri Yardım “Edebiyatımızın güleryüzü” adlı yayınını 2002 yılında gerçekleştirdi.
Uzun süredir rahatsız olan, her fırsatta “Türk halkını ve Türkiye’yi çok seviyorum” diyen Samet Vurgun’dan sonra Azerbaycan’ın ikinci büyük şairi kabul edilen, yaşamı boyunca Azerbaycan’ın bağımsızlığı için mücadele veren Bahtiyar Vahapzade 13 Şubat 2009 tarihinde vefat etti.
14 Şubat 2009 tarihinde, yıllarca ders verdiği Bakü Devlet Üniversitesinin salonunda, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev başta olmak üzere, bakanlar ve üst düzey yöneticiler, Türkiye’nin Bakü Büyükelçi’si Hulusi Kılıç’ın da aralarında olduğu, çeşitli ülklerin büyükelçileri, milletvekilleri, siyasetçiler ve kalabalık bir halk topluluğunun katıldığı törenin arkasından kılınan cenaze namazından sonar Bakü’de toprağa verildi.
GÜNÜN DÖRTLÜĞÜ; Demek ki, sevirem men vetenimi / Çoh azdır “veteni sevirem” demek / Vetenin yolunda babalar kimi / Canını, ganını veresen gerek.. (B. Vahapzâde) .
***
Sınıf arkadaşları Nazlı için diyorlar ki…
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanların, yakınları, arkadaşları ve dostları için görüşlerini ortaya koymaları, ifade edip, yazmaları hatta yayınlamaları, kamuoyuyla paylaşmaları ne güzeldir.
Bu duygu ve düşünceler, ilköğretim öğrencileri arasında, sınıfları içinde, sınıf arkadaşları için olursa daha bir anlam kazanıyor, daha bir özellik ve güzellik taşıyor.
NAZLI’NIN SINIF ARKADAŞLARI
Nazlı önceki yazılarımda da belirttiğim gibi torunum. Ankara Özel Arı Okullarının, İlköğretim Okulunun 4-A sınıfında okuyor. Buz pateni sevgisi var. Bu konuda epey mesafe aldı. Hatta önümüzdeki yıllarda, önce Türkiye, sonra Dünya şampiyonluğu düşünceleri, hayalleri bile var.
Nazlı kayıtlarda torunum görünüyor… Ama o benim öncelikle arkadaşım. O’nunla her şeyi konuşuyor, tartışıyoruz… Kol kola girip, kaldırımlarda yürüyor, yürüyoruz.
Nazlı’nın, Özel Arı İlköğretim Okulu 4-A sınıfındaki arkadaşları, Nazlı için düşüncelerini yazmışlar… Minik kağıtlara, minik ellerle, sevimli yazılarıyla. Nazlı için arkadaşlarının, 4-A sınıfı öğrencilerinin (bazılarının) görüşleri şöyle efendim:
1- Sevgili Nazlı; Seni çok seviyorum. Biliniyor ki, 1. sınıftan beri arkadaşız. Seni çok ama çok seviyorum. Ayrıca çok mutluyum. Seni seven kişi (Aleyna Elisıkı,05.01.2009)
2- Nazlı, seni çok seviyorum. Sen bence dünyanın en güzel buz kızısın (Kraliçe olabilirsin). Bazen şımarabiliyorsun. Ama yinede biz bir arkadaş sayılırız (Elif Tüzün, 05.01.2009)
3- Bence Nazlı çok iyi bir kız.. Çok tatlı, canayakın, Paylaşımcı ve biraz da afacan. Arkadaşlarını seven, yardım eden, ne bileyim daha çok buna benzer şeyler. Onu çok seviyorum. Sevgiler (Duygu Naz)
4- Bence, sen Nazlı esprili bir kızsın. Şakacısın, komiksin, iyimisin. Ama bazenleri kızabiliyorsun. Ama içindeki iyilik bir çıkıyor, bir giriyor. Komiksin, hatta gülünce çok komik görünüyorsun. Duyguların ve hayallerin çok. Bu hayallerini gerçekleştirebilecek misin bilmiyorum? (Ece Toptaş)
5- Naime ablan burnunu ısırsın. Arkadaşım olursun. Nazlı zamanı iyi kullan. Lale gibi sınava hazırlan. İyi şanslar olsun Nazlı mutlu olursun inşallah. Seni çok seviyorum (Tomris Şilan Kurt, 05.01.2009)
6- Merhaba Nazlı. Nasılsın. Sen iyi birisin. Tabi kötü yanlarında var. Ama bunu sana söylersem kırılırsın. Saygılarımla. (İpek Tekiner)
7- Nazlı iyi bir arkadaş. Bazen kızıyorum. Ama çok seviyorum. Şeker düşünceli, ama yaramaz bir kız. (Selenay Çiftci).
ŞİMDİ BAKALIM
İlköğretimin 4 ncü sınıfında okuyan miniklerin, bir arkadaşı için görüşleri. Bunların içinde varolan, temellerinde bulunan sevgi. Nazlı için, arkadaşları için görüşlerini ortaya koyarlarken, sayfaya minik ellerindeki kalemlerle yazarlarken, aktarırlarken nezaket dolu dünyalarından aldıklarını toparlayıp aktarıyorlar. Kızgınlıkları yok denecek kadar az. Hatta, yer yer yok. Tertemiz dünyalarının, tertemiz duygularını anlatıyorlar, aktarıyorlar… Onların hepsini, bu satırların yazarı olarak ben de çok seviyor, sevgiyle kucaklıyorum efendim.
GÜNÜN HABERİ: Isparta’lı, Şair-Yazar Melâhat Ecevit’le Fatma Uçarlar, 21 Şubat 2009 cumartesi günü, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkçe Topluluğu öğrencileriyle bir sohbet gerçekleştirdiler. Ecevit ve Uçarlar bu sohbetde, Türk dilinin Türkiye ve dünya üzerindeki hareketliliğinden, Atatürk ve Ziya Gökalp’ın dilimize verdikleri önemden, dil konusundaki yanlışlıklarımızdan, kentlerimizdeki tabelalarda yeralan yabancı hayranlığının fazlalığından sözettiler.
***
Türkoloji alimi Kilisli Muallim Rif’at Bilge
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ülkemizde öyle değerlerimiz var ki, bilmiyoruz, hatırlamıyoruz.
Merkezi Ankara’da bulunan ve kısa adı YOYAV olan (darda kalana dost, yolda kalana yoldaş ve aç kalana arkadaş olmayı ilke edinen iyiliksever insanların yeraldığı bir yardım kuruluşu) Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı’nda, 21.02.2009 tarihinde;
- “Kilisli Muallim Rif’at Bilge” konulu bir panel vardı. Panel, Milli Eğitim Eski Bakanlarımızdan Hasan Celal Güzel tarafından yönetildi. Panele konuşmacı olarak; Dr. Uygur Tazebay, Prof. Dr. Adil Kılıç ve M.Yahya Efe katıldı.
Ertesi günü, yani 22.02.2009 tarihinde Kilis Yardımlaşma Derneği merkezinde, yine Kilisli Muallim Rif’at Bilge konulu ikinci bir anma, bilgilendirme toplantısı gerçekleştirildi.
İkinci günü yapılan toplantıya, konuşmacı olarak Dr. Uygur Tazebay, Mehmet Temel, Veli Kaya, Dr. İbrahim Ateş, H.Güner Özmen, İsa Kayacan ve M.Yahya Efe katıldı.
Her iki günde ortaya konulan, Kilisli Muallim Rif’at Bilge’yle ilgili araştırma ve değerlendirmeler gösteriyor ki;
Kilisli Muallim Rif’at Bilge; 1874 yılında Kilis’in Cadid mahallesinde doğdu. 22 Şubat 1953 tarihinde Ankara, Maltepedeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti ve Ankara Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi.
Kilisli Muallim Rif’at Bilge kimilerine göre 100 bin, kimilerine göre 3 bin kitap okudu.
Adının başına Kilis kelimesini ekleyerek, mesleği muallimliği de ilave ederek, Türkoloji dünyasının ünlü isimlerinin başında, ilk sıralarında yeralan Kilisli Muallim Rif’at Bilge, 1892 yılında Kilis Müftüsü Abdurrahman Efendi’den icazet-name aldı. 18 yaşında İstanbul’a geldi ve 1898 yılında İstanbul Darü’l Muallimin yüksek kısmından birincilikle Şahadetname alarak öğretmenlik mesleğine atıldı.
Muallim Rif’at Bey, önceleri Rüşdiye ve İ’dâdiler’de, sonraları liselerde Türkçe, Arapça, Farsça, Tarih ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. Medresetü’i Kuzat’da Ceza Kanunu, İmam Hatip Mektebinde ise Felsefe dersleri verdi.
Ayrıca, İstanbul Üniversitesi İlahiyat ve Edebiyat Fakültesinde Arap Dil ve Edebiyat derslerini okuttu. Bu arada İstanbul Hukuk Mektebinden birincilikle mezun oldu.
Kilisli Muallim Rif’at’ın başlıca eserleri sıralamasında 17 rakamı var. Bunlardan:
1- Kitab-ı Dede Korkut (Alâ Lisan-ı Ta’ife-i Oğuzan, Dresden yazmasından 1914),
2- Divanu Lugati’t Türk (3 cilt. 1 ve 2 cilt 1915, 3. cilt 1917, İstanbul, Matbaa-i Amire)
10- Evliya Çelebi Seyahatnamesinin 7. ve 8. ciltlerinin Türkçeye çevrilmesi (1928)
Bu arada ifade etmeliyim ki, Kilisli Muallim Rif’at Bilge, alanında yetişmiş Türkologların başında gelmektedir.
Bugün, Muallim Rif’at ilgili eğitim çevrelerinde bile, YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı camialarında bile ilk anda bilinemiyor, hatırlanamıyorsa bu ayıbın oralarda görev yapanlara ait olduğunu kaydetmeliyiz.
KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE’DEN
Okumaya kanmadım,
Geçen ömre yanmadım,
Kırk yıldır muallimim,
Çok şükür usanmadım.
***
Yekta Güngör Özden’den: Dünden kalan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairler, yazarlar ortaya koyduklarıyla biliniyor, hatırlanıyor...
Yekta Göngör Özden, hukukçu, şair, gazeteci. Araştırmalarıyla dikkat çekiyor... Hangi alanda, hangi konuda değerlendirme, yorum yaparsa yapsın, mutlaka gerçeklerin mutlaka doğruların varlığıyla karşılanır, karşılaşırız
Yekta Güngör bir yorum adamıdır, isim ve imzasıdır..
Ele aldığı, işlediği, hazırlayıp, şekillendirip, sonuçlandırıp, sayfa ve sütunlara aktardıklarının tümünde ifade etmek istediğimiz gerçeklerle karşılaşırsınız...
DÜNDEN KALAN
Yekta Güngör Özden’in Ocak 2009’da günyüzü gören, seçme şiirlerinin, yeni şiirlerinin yer aldığı bir kitap Dünden Kalan. 96 sayfayla İstanbul’da basılmış, günyüzü görmüş. Kitabın ilk şiiri “Doyamadık” dan;
-Doğal kavşağındayız yaşamın,
Doğumdan ölüme...
Yürüyoruz ağır-aksak,
Ve bölüne… bölüne..
Burada dört mısra, bir anlatım bütünlüğü… Gerçeklerin tümü. Doğuyoruz, yaşamın içindeki varlığımızla, doğumdan ölüme yürüyoruz. Ama bölüne bölüne..Bundan daha güzel bir anlatım, ifade ediş olabilir mi?. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
Yekta beyin şiirlerinin başlıkları da , şiirin anlatılmak istenilenin, verilmek istenilenin bütünlüğüyle ilgili ipuçları veriyor. Bunlardan; Özgün aydınlık, Suskunluk, Çözümsüzlük, Eskidi, derin, doğal, bilinmez, Ne oldu bize, Ne yapsak? Değişmez, Yitirdik, Biran gibi.
Sayfa 57’deki “Durmayacak” adlı şiirden aktarma yapalım, örneklerimizin doğruluğunu göstermek için:
- Hiç çizilmemiş bir sayfa,
Donduran yokluklarda,
Ağırlığında acıların,
Bekleyişlerin,
Kendi karanlığında.
Yekta Güngör Özden’in adressiz mektupları da vardır. Uzunca ve içi dolu. Bu konuda yazılmış bir mektup 93 ve 94 ncü sayfalarda yeralıyor:
- Yalnız sınıfın değil, okulun en güzel,
Güldükçe yanağında çiçekler açıyordu,
Çevrende belirgindi görkemli sevgi seli,
Eteğin rüzgârlarda kıvılcım saçıyordu.
*
Ne mektuplaşabildik, ne konuştuk tek sözcük,
Sınıf fotoğraflarında köşelerde kalmışız,
Ne de sen ayrılırken vedalaştık, öpüştük,
Şimdi nerelersin, alımlı-çalımlı kız?
*
Son mısradaki sorunun cevabı biliniyor: “Evlenmişsin-aile kararıyla duydum/Ağladım günler boyu, kara imiş yazgımız/Yürekten, yaşam boyu mutluluk diliyorum/Umarım bir yerlerde bir gün karşılaşırız” şeklindeki temenniyle noktalanıyor efendim.
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı yineliyorum..
***
Mansur Ekmekçi’nin yeni şiirleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mansur Ekmekçi Adana ilimiz merkezinden seslenen, şair, yazar ve araştırmacılarımızdan..
Bize ulaşan yeni şiirleri var, duygu ve anlam yüklülükleriyle karşımıza çıkan Mansur Ekmekçi, azim ve kararlılığı, mütevazılığı, şiirimiz üzerindeki, şiir yolumuzdaki yürüyüşüyle, dikkat çeken, göz dolduran isim ve imzalardan biridir. O samimi ve gerçekci duyguların sahibidir.
Yazdıklarındaki başarı, gelecektekilerin bir ölçüde haber vericisi, garantisi olarak bize döner.
Benimle ilgili pek çok şiiri var Mansur Ekmekçi’nin. Hatta ilk şiiri, biraz mesafeli ve eleştiri yüklüydü. Bu şiir 30.06.2006 tarihinin taşıyıcısıdır. Bir toplantıda benden beklediği ilgiyi görememiş, konuşma sınırlılığımızı dayanamayarak “Şair İsa Kayacan’a” başlıklı uzunca şiirinde eleştirmiş, eleştirmişti. Sonra barıştık. Bu barışma kendiliğinden gelişti.
Mansur Ekmekçi’nin şiirlerinin başlıkları bile, mısraların içinde nelerin bulunduğunu anlatır:
-Ne olur geri dön bu acı yeter,
Boşalan kalbime dolsan olmaz mı?
Sensizlik acısı ölümden beter,
Gönlünde kayboldum, bulsan olmaz mı?
Görüyorsunuz, sevdiği insanın gönlünde kayboluyor, nerede olduğunun farkında olacak, olması gereken kişiyi göreve davet ediyor, sorular soruyor.
Mansur Ekmekçi, toplumsal olayların tahlilinde bir uzmandır. Görülmeyenlerin tespitini iyi yapar: “Hele bir düş de gör, tanı dostunu/Başına geleni hal diyeceksin” mısraları söylemek istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymaktadır. “Güvenme dünyanın süsüne dostum” hatırlatması da söylemek, işaret etmek istediklerimiz arasındadır.
-Yaratıldı Havva Adem’in eşi,
Yaratılan Hakkın kulu kadındır,
Dünyada türedi erkekle dişi,
İnsanlığın doğru yolu kadındır…
Bu anlatımı, ifadeleri tesbitlerinin, tahlillerinin sonunda gördükleri, karşıolaştıkları gerçekler olarak ifade edilenlerdir. Mansur Ekmekçi, Azerbaycan’a tutkundur. “Azerbaycan, Azerbaycan-Can Azerbaycan” adlı, başlıklı şiirleri tutkunluğunun belirtileri olan mısralarıyla doludur:
-Güzel yurdumun kalesi,
Azerbaycan, Azerbaycan.
Bağında sümbül lalesi,
Azerbaycan, Azerbaycan..
*
-Her günüm, her anım seninle geçer,
Azerbaycan sana daim ağlarım.
Gönlüm seni sevdi, her yerde seçer,
Sensiz geçen günü kara bağlarım..
Mansur Ekmekçi’nin şiir dünyası öyle geniş, öyle uzunluk içindedir ki, tamamı üzerinde yorum yapmak, gezinti tamamlamak adeta mümkün değildir. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim...
Mansur Ekmekçi’nin şiir tahlilleri ve denemeleri de dikkat çeker boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.
***
Şairlerimizden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bendenizle ilgili duygularını şiirleştiren, bana gönderen dostlarımın sayısının artışı, beni sevindiriyor. Hattâ, zaman zaman sütunlarımdan bu şiirleri sizlerle paylaşıyorum. Ankara’dan Davut Cömert’in “İsa Kayacan’a başlıklı şiiri efendim:
İSA KAYACAN’A (Davut Cömert)
“Gıcık bir adamdır” öyle sanırdım,
Burdur, Tefenni’den, Eceli biri.
Profesör olmuş, böyle tanıdım,
Yazar, çizer, gündüz, geceli biri.
*
Sonra anladım ki, adamın hası,
Arkasından atan, madamın pası,
Unvanı var diye, çekenler yası,
Şerefsiz, arsızlar elinin kiri.
*
Yüz elli kitabı, nasıl gelde yaz!..
Kalemle, tırnakla, dişle, elle kaz,
Şiir güfte, beste, şarkılarda saz,
Köşe yazısında, örneğin miri..
*
Benim, bir kitaplık yazım olmadı,
Serbestte, hecede, azım olmadı,
Şairim, şirde, nazım solmadı,
Tarzıyla yazıda, şairin piri.
*
Üşenmeden yüzkırk basamak çıkar,
Şiirlerim alır, çantaya tıkar,
Başkası olsa “of-puf” der bıkar,
İnsanda lisan, olmaza çiri.
*
Yüzünden bellidir, acılar çekmiş,
Gördüğüm teminat, insanlık ekmiş,
Eşini kaybetmiş, sevgide tekmiş,
Yaşatır öldürmez, kalbinde diri.
*
Hazret-i Davut’um, Cömertlik böyle,
Gerçekler acıtır, söz ile söyle,
İsa Kayacan’dan, yandıkça öyle,
Közünde açılır, yarası iri.
*
ELİNDE TUTARSIN
İsa Kayacan, dendiğinde Türkiye’de,
Edirne’den Van’a kadar tanırlar seni.
Yurdumuzu basın yoluyla dolaşırsın,
Yeni Evliya Çelebi sanırlar seni.
*
O güzel duyguların, düşüncelerinle,
Gazetelerde, dergilerde, hep sen varsın.
Binlerce yazı, yüzü aşan kitabına,
Kırılmayan rekoru elinde tutarsın.
Özkan GÖNLÜM (Temmuz 2003)
***
Kilis’in kültürel zenginliği
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İllerimizin, ilçelerimizin, yerleşim birimlerimizin kültürel zenginlikleriyle ilgili yapılan araştırmalar, ortaya çıkarılanlar, bu bilgi ve belgelerin dışa yansıtılması için gösterilen çabalar.
Kilis ilimiz (İl) Kültür ve Turizm Müdürü Raif Tokel, kültürel ağırlıklı bilgi ve haberlerle zaman zaman bizimle birlikte oluyor. Yani değerlendirmelerinin sonuçlarını bize aktarıyor…
Geçtiğimiz yılın son ayının ortalarında, bir basın açıklaması geldi Kilis Kültür ve Turizm Müdürlüğünden. Burada, Kilis Tekke mevlevihanesinden (Tekye mevlevihanesinden) sözediliyor, bilgi veriliyordu. Birde görüntü cd.si eklenmişti basın açıklamasına. Verilen bilgilerden:
Tekke Mahallesi, Cumhuriyet Alanı’nda olan bu yapı Adliye Sarayı (eski Hükümet Konağı) ile karşı karşıya olup, ülkemizde (XIX. Yüzyılda ülkemiz topraklarında “90” tane Mevlevihane vardı) ayakta kalabilen “32” Mevlevihane’den biridir.
Evliya Çelebi’nin “Asithane-i Hazret-i Mevlana” sözüyle belirttiği “Mevlevihane” şeyh ve derviş yetiştiren büyük bir tekkedir.
Günümüze sadece mescit ve semahanesi kalan Mevlevihane’nin, Hurufat Defterleri’ndeki adı “Kilis Mevlevihane Mescididir”
Düzgün, beyaz sarı/ sarımtırak renkli kesme taşlardan yapıldığı için yöre halkı arasında “Ak Tekke/Ak Tekye” olarak bilinir.
Kare planlı olan yapı, “L” biçimli dört ayağın üzerine oturan bir merkezi kubbe ile köşelerdeki köşe kubbelerinden oluşmuştur. Dört yığma ayağa binen merkezi kubbenin ayak tablaları mukarnaslıdır. Onikigen bir kasnağa oturan bu kubbe, dışarıdan payandalarla desteklenmekte olup kurşun kaplıdır.
Semahanenin doğu ve batı cepheleri diğer cephelere göre daha farklıdır. Örneğin batı cephesinde kapı, kapı üstünde bir tane yuvarlak pencere yanında, altlı üstlü sıralanmış toplam sekiz pencere vardır. Altları düz atkılı, üstleri sivri kemerli olan bu pencereler ile kapı, yüzeysel bir niş içinde ve düz mukarnas kornişle sonlanmaktadır. Yapının güney cephesinde de aynı özellikleri taşıyan altlı üstlü sıralanmış dörder pencere; doğu cephesinde niş içinde olmayan altı pencere bulunmaktadır. Kuzey cephesi ise süssüz ve penceresizdir.
Yapıda sivri, at nalı kemerli mihrap nişi yanında doğudaki duvarda iki, kuzeydeki duvarda dört adet dolap nişi vardır.
Mukarnaslarla doldurulmuş olan mihrap nişinde çeşitli boyutlarda bitki motifleri ile süslenmiştir. Ayrıca mihrap kemerinin yan dolgularında kandil koymaya yarayan konsollar, kaval, silme, silme ile mihrap arasındaki yüzey de, bitkisel ve geometrik desenlerle süslüdür.
Günümüzde cami/mescit olarak kullanılan Mevlevihane Mescidi iki yan duvarındaki nişler, üstlerindeki mukarnaslar-yapının batı ve güney tarafındaki nişlerden düz saçağa geçişte kullanılan mukarnaslar- ve mihrabındaki desenli kalem işçiliği, iki dönemin özelliklerini yansıtan güzelliklerdir.
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Azerbaycan’da söylenen çok güzel kelimelerden, cümlelerden biri: Vefat etti yerine, dünyasını değiştirdi.
Türk Dünyasının ünlü ve milli şairi Bahtiyar Vahapzade adını duymayan, şiirlerini okumayan, O’nun şiirlerindeki lezzeti almayan yoktur. Veya böyle biliyor, böyle olmasını istiyorum, bekliyorum.
BAHTİYAR VAHAPZADE
1925 yılında, Azerbaycan’ın Şeki (Nuha) kentinde doğdu. 1934 yılında Bakü’ye göçeden Bahtiyar Vahapzade, Azerbaycan Devlet Üniversitesinin filoloji bölümünden 1947 yılında mezun oldu. Aynı bölümde asistan olarak çalışmaya başladı.
1964 yılında ünlü Azeri şair Samed Vurgun hakkında yazdığı tezle doktorasını verdi. Mezun olduğu üniversitede Muasır Azeri edebiyatı profesörü olarak görev yaptı. Azerbaycan Parlemantosunda milletvekili olarak hizmet veren, Azerbaycan Halk Cephesinin önde gelen isimleri arasında yeralan Bahtiyar Vahapzade, Türkiye’de daha çok Varlık dergisinde yayımlanan ve Fuzuli hakkındaki eleştirilere cevap niteliği taşıyan “Yel Kaya’dan Ne Aparır?” başlıklı yazısıyla tanındı.
Türk Edebiyatı dergisinde uzun yıllar yazı ve şiirleri yayınlanan, 1975 yılında Azerbaycan Devlet mükafatına layık görülen ve kendisine “Emekdar İnce-sen’et Hadimi” unvanı verilen Bahtiyar Vahapzade, şiirin yanında uzun manzumeler veya manzum hikayeler (poema) ve tiyatro eserleri yazdı, çeşitli tercümeler yaptı. Uzun manzumeleri arasında Cezayir Milli Kurtuluş Hareketi’ne hasredilmiş “Yollar Oğullar” ve kompizatör Üzeyir Hacıbeyli’ye ithaf ettiği “Mugam” bunlardan iki tanesi olarak bilinir.
Şiirlerinin pek çoğu bestelendi. Ayrıca “İkinci Ses, Yağıştan sonra, Artığ adam, Vicdan” gibi isimleriyle bilinen tiyatro eserleri de çalışmaları ve yayınları arasında yeraldı.
Lord Byron’ın “Abidon Felinisi”ni Azeri Türkçesine çeviren Batiyar Vahapzade’nin şiirleri Sovyetler Birliğindeki bir çok dile ve bu arada bir çok Türk lehçesine, ayrıca, Almanca’ya, Fransızca’ya, Farsça’ya çevrilerek kitap halinde yayınlandı. 2002 yılında “Benim Garibim” adlı şiir kitabıyla Romanya Kültür Bakanlığı tarafından Komodor Madalyası ödülene layık görüldü.
Yayınladığı 22 şiir kitabından bazıları; Menim Dostlarım (1949), Sade Adamlar (1956), Şairin Kitaphanası ( 1961), Bindörtyüzonaltı (1970), Benim Garibim (2002) şeklinde sıralanırken, “Feryat” (manzum-1991, günümüz Türkçesine Yavuz Bülent Bakiler tarafından çevrildi), Nereye gidiyor bu dünya? (1991), İkinci Ses (1991), Özümüzü kesen kılıç-Göktürkler (1998: oyn. DT. Şinasi Sahnesi 2000-2001) oyunlarıyla da dikkat çekti.
Hakkında, Türkiye’de Mehmet Nuri Yardım “Edebiyatımızın güleryüzü” adlı yayınını 2002 yılında gerçekleştirdi.
Uzun süredir rahatsız olan, her fırsatta “Türk halkını ve Türkiye’yi çok seviyorum” diyen Samet Vurgun’dan sonra Azerbaycan’ın ikinci büyük şairi kabul edilen, yaşamı boyunca Azerbaycan’ın bağımsızlığı için mücadele veren Bahtiyar Vahapzade 13 Şubat 2009 tarihinde vefat etti.
14 Şubat 2009 tarihinde, yıllarca ders verdiği Bakü Devlet Üniversitesinin salonunda, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev başta olmak üzere, bakanlar ve üst düzey yöneticiler, Türkiye’nin Bakü Büyükelçi’si Hulusi Kılıç’ın da aralarında olduğu, çeşitli ülklerin büyükelçileri, milletvekilleri, siyasetçiler ve kalabalık bir halk topluluğunun katıldığı törenin arkasından kılınan cenaze namazından sonar Bakü’de toprağa verildi.
GÜNÜN DÖRTLÜĞÜ; Demek ki, sevirem men vetenimi / Çoh azdır “veteni sevirem” demek / Vetenin yolunda babalar kimi / Canını, ganını veresen gerek.. (B. Vahapzâde) .
***
Sınıf arkadaşları Nazlı için diyorlar ki…
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İnsanların, yakınları, arkadaşları ve dostları için görüşlerini ortaya koymaları, ifade edip, yazmaları hatta yayınlamaları, kamuoyuyla paylaşmaları ne güzeldir.
Bu duygu ve düşünceler, ilköğretim öğrencileri arasında, sınıfları içinde, sınıf arkadaşları için olursa daha bir anlam kazanıyor, daha bir özellik ve güzellik taşıyor.
NAZLI’NIN SINIF ARKADAŞLARI
Nazlı önceki yazılarımda da belirttiğim gibi torunum. Ankara Özel Arı Okullarının, İlköğretim Okulunun 4-A sınıfında okuyor. Buz pateni sevgisi var. Bu konuda epey mesafe aldı. Hatta önümüzdeki yıllarda, önce Türkiye, sonra Dünya şampiyonluğu düşünceleri, hayalleri bile var.
Nazlı kayıtlarda torunum görünüyor… Ama o benim öncelikle arkadaşım. O’nunla her şeyi konuşuyor, tartışıyoruz… Kol kola girip, kaldırımlarda yürüyor, yürüyoruz.
Nazlı’nın, Özel Arı İlköğretim Okulu 4-A sınıfındaki arkadaşları, Nazlı için düşüncelerini yazmışlar… Minik kağıtlara, minik ellerle, sevimli yazılarıyla. Nazlı için arkadaşlarının, 4-A sınıfı öğrencilerinin (bazılarının) görüşleri şöyle efendim:
1- Sevgili Nazlı; Seni çok seviyorum. Biliniyor ki, 1. sınıftan beri arkadaşız. Seni çok ama çok seviyorum. Ayrıca çok mutluyum. Seni seven kişi (Aleyna Elisıkı,05.01.2009)
2- Nazlı, seni çok seviyorum. Sen bence dünyanın en güzel buz kızısın (Kraliçe olabilirsin). Bazen şımarabiliyorsun. Ama yinede biz bir arkadaş sayılırız (Elif Tüzün, 05.01.2009)
3- Bence Nazlı çok iyi bir kız.. Çok tatlı, canayakın, Paylaşımcı ve biraz da afacan. Arkadaşlarını seven, yardım eden, ne bileyim daha çok buna benzer şeyler. Onu çok seviyorum. Sevgiler (Duygu Naz)
4- Bence, sen Nazlı esprili bir kızsın. Şakacısın, komiksin, iyimisin. Ama bazenleri kızabiliyorsun. Ama içindeki iyilik bir çıkıyor, bir giriyor. Komiksin, hatta gülünce çok komik görünüyorsun. Duyguların ve hayallerin çok. Bu hayallerini gerçekleştirebilecek misin bilmiyorum? (Ece Toptaş)
5- Naime ablan burnunu ısırsın. Arkadaşım olursun. Nazlı zamanı iyi kullan. Lale gibi sınava hazırlan. İyi şanslar olsun Nazlı mutlu olursun inşallah. Seni çok seviyorum (Tomris Şilan Kurt, 05.01.2009)
6- Merhaba Nazlı. Nasılsın. Sen iyi birisin. Tabi kötü yanlarında var. Ama bunu sana söylersem kırılırsın. Saygılarımla. (İpek Tekiner)
7- Nazlı iyi bir arkadaş. Bazen kızıyorum. Ama çok seviyorum. Şeker düşünceli, ama yaramaz bir kız. (Selenay Çiftci).
ŞİMDİ BAKALIM
İlköğretimin 4 ncü sınıfında okuyan miniklerin, bir arkadaşı için görüşleri. Bunların içinde varolan, temellerinde bulunan sevgi. Nazlı için, arkadaşları için görüşlerini ortaya koyarlarken, sayfaya minik ellerindeki kalemlerle yazarlarken, aktarırlarken nezaket dolu dünyalarından aldıklarını toparlayıp aktarıyorlar. Kızgınlıkları yok denecek kadar az. Hatta, yer yer yok. Tertemiz dünyalarının, tertemiz duygularını anlatıyorlar, aktarıyorlar… Onların hepsini, bu satırların yazarı olarak ben de çok seviyor, sevgiyle kucaklıyorum efendim.
GÜNÜN HABERİ: Isparta’lı, Şair-Yazar Melâhat Ecevit’le Fatma Uçarlar, 21 Şubat 2009 cumartesi günü, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkçe Topluluğu öğrencileriyle bir sohbet gerçekleştirdiler. Ecevit ve Uçarlar bu sohbetde, Türk dilinin Türkiye ve dünya üzerindeki hareketliliğinden, Atatürk ve Ziya Gökalp’ın dilimize verdikleri önemden, dil konusundaki yanlışlıklarımızdan, kentlerimizdeki tabelalarda yeralan yabancı hayranlığının fazlalığından sözettiler.
***
Türkoloji alimi Kilisli Muallim Rif’at Bilge
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ülkemizde öyle değerlerimiz var ki, bilmiyoruz, hatırlamıyoruz.
Merkezi Ankara’da bulunan ve kısa adı YOYAV olan (darda kalana dost, yolda kalana yoldaş ve aç kalana arkadaş olmayı ilke edinen iyiliksever insanların yeraldığı bir yardım kuruluşu) Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı’nda, 21.02.2009 tarihinde;
- “Kilisli Muallim Rif’at Bilge” konulu bir panel vardı. Panel, Milli Eğitim Eski Bakanlarımızdan Hasan Celal Güzel tarafından yönetildi. Panele konuşmacı olarak; Dr. Uygur Tazebay, Prof. Dr. Adil Kılıç ve M.Yahya Efe katıldı.
Ertesi günü, yani 22.02.2009 tarihinde Kilis Yardımlaşma Derneği merkezinde, yine Kilisli Muallim Rif’at Bilge konulu ikinci bir anma, bilgilendirme toplantısı gerçekleştirildi.
İkinci günü yapılan toplantıya, konuşmacı olarak Dr. Uygur Tazebay, Mehmet Temel, Veli Kaya, Dr. İbrahim Ateş, H.Güner Özmen, İsa Kayacan ve M.Yahya Efe katıldı.
Her iki günde ortaya konulan, Kilisli Muallim Rif’at Bilge’yle ilgili araştırma ve değerlendirmeler gösteriyor ki;
Kilisli Muallim Rif’at Bilge; 1874 yılında Kilis’in Cadid mahallesinde doğdu. 22 Şubat 1953 tarihinde Ankara, Maltepedeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti ve Ankara Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi.
Kilisli Muallim Rif’at Bilge kimilerine göre 100 bin, kimilerine göre 3 bin kitap okudu.
Adının başına Kilis kelimesini ekleyerek, mesleği muallimliği de ilave ederek, Türkoloji dünyasının ünlü isimlerinin başında, ilk sıralarında yeralan Kilisli Muallim Rif’at Bilge, 1892 yılında Kilis Müftüsü Abdurrahman Efendi’den icazet-name aldı. 18 yaşında İstanbul’a geldi ve 1898 yılında İstanbul Darü’l Muallimin yüksek kısmından birincilikle Şahadetname alarak öğretmenlik mesleğine atıldı.
Muallim Rif’at Bey, önceleri Rüşdiye ve İ’dâdiler’de, sonraları liselerde Türkçe, Arapça, Farsça, Tarih ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. Medresetü’i Kuzat’da Ceza Kanunu, İmam Hatip Mektebinde ise Felsefe dersleri verdi.
Ayrıca, İstanbul Üniversitesi İlahiyat ve Edebiyat Fakültesinde Arap Dil ve Edebiyat derslerini okuttu. Bu arada İstanbul Hukuk Mektebinden birincilikle mezun oldu.
Kilisli Muallim Rif’at’ın başlıca eserleri sıralamasında 17 rakamı var. Bunlardan:
1- Kitab-ı Dede Korkut (Alâ Lisan-ı Ta’ife-i Oğuzan, Dresden yazmasından 1914),
2- Divanu Lugati’t Türk (3 cilt. 1 ve 2 cilt 1915, 3. cilt 1917, İstanbul, Matbaa-i Amire)
10- Evliya Çelebi Seyahatnamesinin 7. ve 8. ciltlerinin Türkçeye çevrilmesi (1928)
Bu arada ifade etmeliyim ki, Kilisli Muallim Rif’at Bilge, alanında yetişmiş Türkologların başında gelmektedir.
Bugün, Muallim Rif’at ilgili eğitim çevrelerinde bile, YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı camialarında bile ilk anda bilinemiyor, hatırlanamıyorsa bu ayıbın oralarda görev yapanlara ait olduğunu kaydetmeliyiz.
KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE’DEN
Okumaya kanmadım,
Geçen ömre yanmadım,
Kırk yıldır muallimim,
Çok şükür usanmadım.
***
Yekta Güngör Özden’den: Dünden kalan
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şairler, yazarlar ortaya koyduklarıyla biliniyor, hatırlanıyor...
Yekta Göngör Özden, hukukçu, şair, gazeteci. Araştırmalarıyla dikkat çekiyor... Hangi alanda, hangi konuda değerlendirme, yorum yaparsa yapsın, mutlaka gerçeklerin mutlaka doğruların varlığıyla karşılanır, karşılaşırız
Yekta Güngör bir yorum adamıdır, isim ve imzasıdır..
Ele aldığı, işlediği, hazırlayıp, şekillendirip, sonuçlandırıp, sayfa ve sütunlara aktardıklarının tümünde ifade etmek istediğimiz gerçeklerle karşılaşırsınız...
DÜNDEN KALAN
Yekta Güngör Özden’in Ocak 2009’da günyüzü gören, seçme şiirlerinin, yeni şiirlerinin yer aldığı bir kitap Dünden Kalan. 96 sayfayla İstanbul’da basılmış, günyüzü görmüş. Kitabın ilk şiiri “Doyamadık” dan;
-Doğal kavşağındayız yaşamın,
Doğumdan ölüme...
Yürüyoruz ağır-aksak,
Ve bölüne… bölüne..
Burada dört mısra, bir anlatım bütünlüğü… Gerçeklerin tümü. Doğuyoruz, yaşamın içindeki varlığımızla, doğumdan ölüme yürüyoruz. Ama bölüne bölüne..Bundan daha güzel bir anlatım, ifade ediş olabilir mi?. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
Yekta beyin şiirlerinin başlıkları da , şiirin anlatılmak istenilenin, verilmek istenilenin bütünlüğüyle ilgili ipuçları veriyor. Bunlardan; Özgün aydınlık, Suskunluk, Çözümsüzlük, Eskidi, derin, doğal, bilinmez, Ne oldu bize, Ne yapsak? Değişmez, Yitirdik, Biran gibi.
Sayfa 57’deki “Durmayacak” adlı şiirden aktarma yapalım, örneklerimizin doğruluğunu göstermek için:
- Hiç çizilmemiş bir sayfa,
Donduran yokluklarda,
Ağırlığında acıların,
Bekleyişlerin,
Kendi karanlığında.
Yekta Güngör Özden’in adressiz mektupları da vardır. Uzunca ve içi dolu. Bu konuda yazılmış bir mektup 93 ve 94 ncü sayfalarda yeralıyor:
- Yalnız sınıfın değil, okulun en güzel,
Güldükçe yanağında çiçekler açıyordu,
Çevrende belirgindi görkemli sevgi seli,
Eteğin rüzgârlarda kıvılcım saçıyordu.
*
Ne mektuplaşabildik, ne konuştuk tek sözcük,
Sınıf fotoğraflarında köşelerde kalmışız,
Ne de sen ayrılırken vedalaştık, öpüştük,
Şimdi nerelersin, alımlı-çalımlı kız?
*
Son mısradaki sorunun cevabı biliniyor: “Evlenmişsin-aile kararıyla duydum/Ağladım günler boyu, kara imiş yazgımız/Yürekten, yaşam boyu mutluluk diliyorum/Umarım bir yerlerde bir gün karşılaşırız” şeklindeki temenniyle noktalanıyor efendim.
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı yineliyorum..
***
Mansur Ekmekçi’nin yeni şiirleri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mansur Ekmekçi Adana ilimiz merkezinden seslenen, şair, yazar ve araştırmacılarımızdan..
Bize ulaşan yeni şiirleri var, duygu ve anlam yüklülükleriyle karşımıza çıkan Mansur Ekmekçi, azim ve kararlılığı, mütevazılığı, şiirimiz üzerindeki, şiir yolumuzdaki yürüyüşüyle, dikkat çeken, göz dolduran isim ve imzalardan biridir. O samimi ve gerçekci duyguların sahibidir.
Yazdıklarındaki başarı, gelecektekilerin bir ölçüde haber vericisi, garantisi olarak bize döner.
Benimle ilgili pek çok şiiri var Mansur Ekmekçi’nin. Hatta ilk şiiri, biraz mesafeli ve eleştiri yüklüydü. Bu şiir 30.06.2006 tarihinin taşıyıcısıdır. Bir toplantıda benden beklediği ilgiyi görememiş, konuşma sınırlılığımızı dayanamayarak “Şair İsa Kayacan’a” başlıklı uzunca şiirinde eleştirmiş, eleştirmişti. Sonra barıştık. Bu barışma kendiliğinden gelişti.
Mansur Ekmekçi’nin şiirlerinin başlıkları bile, mısraların içinde nelerin bulunduğunu anlatır:
-Ne olur geri dön bu acı yeter,
Boşalan kalbime dolsan olmaz mı?
Sensizlik acısı ölümden beter,
Gönlünde kayboldum, bulsan olmaz mı?
Görüyorsunuz, sevdiği insanın gönlünde kayboluyor, nerede olduğunun farkında olacak, olması gereken kişiyi göreve davet ediyor, sorular soruyor.
Mansur Ekmekçi, toplumsal olayların tahlilinde bir uzmandır. Görülmeyenlerin tespitini iyi yapar: “Hele bir düş de gör, tanı dostunu/Başına geleni hal diyeceksin” mısraları söylemek istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymaktadır. “Güvenme dünyanın süsüne dostum” hatırlatması da söylemek, işaret etmek istediklerimiz arasındadır.
-Yaratıldı Havva Adem’in eşi,
Yaratılan Hakkın kulu kadındır,
Dünyada türedi erkekle dişi,
İnsanlığın doğru yolu kadındır…
Bu anlatımı, ifadeleri tesbitlerinin, tahlillerinin sonunda gördükleri, karşıolaştıkları gerçekler olarak ifade edilenlerdir. Mansur Ekmekçi, Azerbaycan’a tutkundur. “Azerbaycan, Azerbaycan-Can Azerbaycan” adlı, başlıklı şiirleri tutkunluğunun belirtileri olan mısralarıyla doludur:
-Güzel yurdumun kalesi,
Azerbaycan, Azerbaycan.
Bağında sümbül lalesi,
Azerbaycan, Azerbaycan..
*
-Her günüm, her anım seninle geçer,
Azerbaycan sana daim ağlarım.
Gönlüm seni sevdi, her yerde seçer,
Sensiz geçen günü kara bağlarım..
Mansur Ekmekçi’nin şiir dünyası öyle geniş, öyle uzunluk içindedir ki, tamamı üzerinde yorum yapmak, gezinti tamamlamak adeta mümkün değildir. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim...
Mansur Ekmekçi’nin şiir tahlilleri ve denemeleri de dikkat çeker boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.
***
Şairlerimizden
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bendenizle ilgili duygularını şiirleştiren, bana gönderen dostlarımın sayısının artışı, beni sevindiriyor. Hattâ, zaman zaman sütunlarımdan bu şiirleri sizlerle paylaşıyorum. Ankara’dan Davut Cömert’in “İsa Kayacan’a başlıklı şiiri efendim:
İSA KAYACAN’A (Davut Cömert)
“Gıcık bir adamdır” öyle sanırdım,
Burdur, Tefenni’den, Eceli biri.
Profesör olmuş, böyle tanıdım,
Yazar, çizer, gündüz, geceli biri.
*
Sonra anladım ki, adamın hası,
Arkasından atan, madamın pası,
Unvanı var diye, çekenler yası,
Şerefsiz, arsızlar elinin kiri.
*
Yüz elli kitabı, nasıl gelde yaz!..
Kalemle, tırnakla, dişle, elle kaz,
Şiir güfte, beste, şarkılarda saz,
Köşe yazısında, örneğin miri..
*
Benim, bir kitaplık yazım olmadı,
Serbestte, hecede, azım olmadı,
Şairim, şirde, nazım solmadı,
Tarzıyla yazıda, şairin piri.
*
Üşenmeden yüzkırk basamak çıkar,
Şiirlerim alır, çantaya tıkar,
Başkası olsa “of-puf” der bıkar,
İnsanda lisan, olmaza çiri.
*
Yüzünden bellidir, acılar çekmiş,
Gördüğüm teminat, insanlık ekmiş,
Eşini kaybetmiş, sevgide tekmiş,
Yaşatır öldürmez, kalbinde diri.
*
Hazret-i Davut’um, Cömertlik böyle,
Gerçekler acıtır, söz ile söyle,
İsa Kayacan’dan, yandıkça öyle,
Közünde açılır, yarası iri.
*
ELİNDE TUTARSIN
İsa Kayacan, dendiğinde Türkiye’de,
Edirne’den Van’a kadar tanırlar seni.
Yurdumuzu basın yoluyla dolaşırsın,
Yeni Evliya Çelebi sanırlar seni.
*
O güzel duyguların, düşüncelerinle,
Gazetelerde, dergilerde, hep sen varsın.
Binlerce yazı, yüzü aşan kitabına,
Kırılmayan rekoru elinde tutarsın.
Özkan GÖNLÜM (Temmuz 2003)
***
Kilis’in kültürel zenginliği
Prof. Dr. İSA KAYACAN
İllerimizin, ilçelerimizin, yerleşim birimlerimizin kültürel zenginlikleriyle ilgili yapılan araştırmalar, ortaya çıkarılanlar, bu bilgi ve belgelerin dışa yansıtılması için gösterilen çabalar.
Kilis ilimiz (İl) Kültür ve Turizm Müdürü Raif Tokel, kültürel ağırlıklı bilgi ve haberlerle zaman zaman bizimle birlikte oluyor. Yani değerlendirmelerinin sonuçlarını bize aktarıyor…
Geçtiğimiz yılın son ayının ortalarında, bir basın açıklaması geldi Kilis Kültür ve Turizm Müdürlüğünden. Burada, Kilis Tekke mevlevihanesinden (Tekye mevlevihanesinden) sözediliyor, bilgi veriliyordu. Birde görüntü cd.si eklenmişti basın açıklamasına. Verilen bilgilerden:
Tekke Mahallesi, Cumhuriyet Alanı’nda olan bu yapı Adliye Sarayı (eski Hükümet Konağı) ile karşı karşıya olup, ülkemizde (XIX. Yüzyılda ülkemiz topraklarında “90” tane Mevlevihane vardı) ayakta kalabilen “32” Mevlevihane’den biridir.
Evliya Çelebi’nin “Asithane-i Hazret-i Mevlana” sözüyle belirttiği “Mevlevihane” şeyh ve derviş yetiştiren büyük bir tekkedir.
Günümüze sadece mescit ve semahanesi kalan Mevlevihane’nin, Hurufat Defterleri’ndeki adı “Kilis Mevlevihane Mescididir”
Düzgün, beyaz sarı/ sarımtırak renkli kesme taşlardan yapıldığı için yöre halkı arasında “Ak Tekke/Ak Tekye” olarak bilinir.
Kare planlı olan yapı, “L” biçimli dört ayağın üzerine oturan bir merkezi kubbe ile köşelerdeki köşe kubbelerinden oluşmuştur. Dört yığma ayağa binen merkezi kubbenin ayak tablaları mukarnaslıdır. Onikigen bir kasnağa oturan bu kubbe, dışarıdan payandalarla desteklenmekte olup kurşun kaplıdır.
Semahanenin doğu ve batı cepheleri diğer cephelere göre daha farklıdır. Örneğin batı cephesinde kapı, kapı üstünde bir tane yuvarlak pencere yanında, altlı üstlü sıralanmış toplam sekiz pencere vardır. Altları düz atkılı, üstleri sivri kemerli olan bu pencereler ile kapı, yüzeysel bir niş içinde ve düz mukarnas kornişle sonlanmaktadır. Yapının güney cephesinde de aynı özellikleri taşıyan altlı üstlü sıralanmış dörder pencere; doğu cephesinde niş içinde olmayan altı pencere bulunmaktadır. Kuzey cephesi ise süssüz ve penceresizdir.
Yapıda sivri, at nalı kemerli mihrap nişi yanında doğudaki duvarda iki, kuzeydeki duvarda dört adet dolap nişi vardır.
Mukarnaslarla doldurulmuş olan mihrap nişinde çeşitli boyutlarda bitki motifleri ile süslenmiştir. Ayrıca mihrap kemerinin yan dolgularında kandil koymaya yarayan konsollar, kaval, silme, silme ile mihrap arasındaki yüzey de, bitkisel ve geometrik desenlerle süslüdür.
Günümüzde cami/mescit olarak kullanılan Mevlevihane Mescidi iki yan duvarındaki nişler, üstlerindeki mukarnaslar-yapının batı ve güney tarafındaki nişlerden düz saçağa geçişte kullanılan mukarnaslar- ve mihrabındaki desenli kalem işçiliği, iki dönemin özelliklerini yansıtan güzelliklerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder