8 Temmuz 2009 Çarşamba

Akpınar Dergisi
Prof. Dr. İsa KAYACAN

Niğde ilimiz merkezinde, Avukat, şair-yazar ve araştırmacı İsmail Özmel tarafından yayınlanan, kültür, sanat ve edebiyat dergisi “Akpınar”ın 14 ncü sayısı masamda.
44 sayfalık, pırıl pırıl baskılı bir dergi. Sahibi ve sorumlusu: İsmail Özmel. Genel Yayın Yönetmeni: Dr. Nedim Bakırcı. Yayın kurulunda 6 isim ve imza var.
Danışma kurulu (hakem heyeti) var ayrıca. Yazışma adresi: Yeni Çarşı İş Merkezi B-Blok No:1-5 Niğde Tlf-belgegeçer: 0388 233 35 45
Derginin elimizdeki sayısının içindekiler bölümüne, sayfasına bakıyoruz. Bazı seçtiklerimiz (başlık ve imzalar):
- On dördüncü sayıyı sunarken (İsmail Özmel)
- Çanakkale ne idi yahut Emperyalistler nasıl durduruldu? (Prof. Dr. Sadık Tural),
- Aşık Veysel’e sesleniş (H.Rıdvan Çongur),
- Bahar bayramı (Bayram Durbilmez)
- Yahya Kemal ve şehir edebiyatları (İsmail Özmel),
- Sevdi bizi (İsa Kayacan)
- Aklımda öyle kalmış (Yaşar Vural)
- Mevsim baharı vurdu (Sergül Vural),
Sunuştan, başyazıdan, İsmail Özmel’den: “Ezbere konuşmaktan, acele konuşmaktan, kendimizden başkasına hayat hakkı tanımamaktan nasıl kurtulacağız?. Okudukça programı yapımcıları, Türk Edebiyatı’nın İstanbul’un inhisarında olmadığını ve İstanbul’dan ibaret olmadığını, bunun bir de Anadolu yüzünün olduğunu ne zaman öğrenecekler?”. Sayfa 12 deki Bayram Durbilmez imzalı “Bahar bayramı” adlı, başlıklı şiirden:
Türk’ün geleneği, Türk’ün töresi,
Kültür dünyasında Bahar Bayramı,
Duygu coşkunluğu, sevgi halesi,
Aşkın deryasında Bahar Bayramı…
*
Durbilmez, sevgiyle dolunca sözler,
Çağlayıp akışır nehirler, özler,
Türkmen yiğitleri yaylayı özler,
Bozok Yaylası’nda Bahar Bayramı…
*
İsmail Özmel, “Yahya Kemal’le söyleşi”yor. Sayfa 25 de yer alan şiiri sayın Özmel’in. Bu sayfada bendenize ait kısa bir duygu aktarımı var. Önce İsmail Özmel’in Yahya Kemal’le söyleşi’sinden:
Çağın rüzgârıyla savruldu kader,
Tarifsiz ümitler, nice hayaller,
Zaman ağlarını böyle mi örer?
Gurbette ne zormuş günler, geceler..
*
15 ayrı dörtlükten meydana geliyor Yahya Kemal’le söyleşi. Bu şiirin hemen altında bendenize (İsa Kayacan’a) ait beş mısralık “Sevdi bizi” başlığı altında yer alanlar:
Ayrılık;
Sevdi bizi..
*
Anlaşılan;
Biz de,
O’nu sevdik!..
***
Avrasya Kurumu
Sempozyum bildirileri

Prof. Dr. İsa KAYACAN
Merkezi Ankara’da bulunan, Genel Başkanlığını Vali Ali, Prof. Dr. Bahaeddin Güney’in yaptığı Avrasya Kurumu, önemli çalışmalara imza koyuyor.
Avrasya Kurumu Sempozyum Bildirileri, adlı 190 sayfalık kitabın hazırlayıcısı, Prof. Dr. Hayrettin İvgin.
Söz konusu sempozyum Antalya’da gerçekleştirilmiş. Tam adı: 3. Nizamiden Yunus Emre’ye, K. Atatürk’ten H. Aliyev’e uzanan sevgi ve barış yolu sempozyumu.
Prof. Dr. Bahaeddin Güney’in sempozyumla ilgili önsözü var. Arkasından Prof. Dr. Hayrettin İvgin’in sunuşu yeralıyor kitap içinde, ilk-ön sayfalarda.
Sempozyum’un: Avrasya dostluk kültür sanat ve turizm kurumu (Türkiye),
- Vektör Beynelhalk İlim Merkezi (Azerbaycan);
- Bakü Asya Üniversitesi (Azerbaycan),
- Gent Kraliyet Üniversitesi (Belçika) tarafından düzenlendiğini görüyoruz.
Bildiri sahipleriyle ilgili bölüme bakıyoruz, konuları ve isimleri var. Biz isimlerden bir sıralama yapalım, bazılarının adı ve soyadından bahsedelim efendim:
- Prof. Dr. Celil Gariboğlu Nagıyev, Prof. Dr. Elçin İskenderzade, Doç. Dr. Makbule Muharremova, Gardaş Elişoğlu İsmayılov, Prof. Dr. Nail Tan, Prof. Dr. Hayrettin İvgin, Doç. Dr. Nezaket Hüseyinkızı, Orhan Kalkan, Eli Şamil vd.
BAZI CÜMLELER
Avrasya Kurumu Sempozyum bildirilerinden bazı cümleler nakledelim efendim. Buyurun:
- Gerçek hayatda baş veren çok sayılı psikolojik prosesler var ki, bugünümüzde onlara tam aydınlık getirmek ya mümkünsüzdür, ya da ki hiç mümkün değildir (Prof Dr. Celil Gariboğlu Nağıyev),
- Ömrümde yaşadığım sevinçli hallardan birini de Eskişehir’de Yunus Emre Kültür günleri zamanı Bahaeddin Güney adına salonda yaşamışam (Prof. Dr. Elçin İskenderzade),
- Hümanizmin en gelişmiş ideali ise şehirlerin oluşması, matematikle ilgili bilimlerin ve doğal bilimlerin ilerlemesiyle bağlı sanat ve ticaretin gelişimi sonucu ortaya çıktı (Doç. Dr. Makbule Muharremova)
- İki dahi insan, Türkiye Respublikasının banisi, görkemli siyasi ve harbi hadimi Mustafa Kemal Atatürk ve Azerbaycan’ın ulu önderi Haydar Alirıza oğlu Aliyev ömürlerinin sonuna kadar, halkına, devletçiliğe hizmet etmeyi özlerine şeref saydılar (Gardaş Elişoğlu İsmayılov)
- Hümanist olmak, yalnızca din ve vicdan hürriyetini savunmak, ırk ayırımı yapmamak demek değildir. İnsanların mutluluğunu, refahını, iyiliğini düşünmek, bu yolda çalışmak hümanizmin başta gelen ilkeleridir (Prof. Dr. Nail Tan).
- Genelde şiirlerde ses zenginliği; mısralar arasında aynı seslerin, hecelerin, takıların ve kelimelerin tekrarıyla sağlanır. Mısralar arasında sesli-sessiz ilişkileri kurarak çoğu zaman aynı anlamı taşıyan kelimeler mısra başlarına getirilebilir. (Prof. Dr. Hayrettin İvgin)
- Çanakkale’nin tarihiyle tanışıklık insana hem gurur, hem de kalb ağrısı verir. Kalp incinmesine neden odur ki, Çanakkale’nin her karışı vatan evlatlarının kanı ile yoğruldu (Doç. Dr. Nezaket Hüseyinkızı).
AŞIK ÖMER’DEN
Çanakkale derler yokken hesapta,
Mahşerin dünyada kurulduğu yer.
Çanakkale derler topraktan kapta,
Şehitlik şerbeti içildiği yer.
***
“Mustafa” Filmine
Turgut Özakman’ın itirazları

Prof. Dr. İsa KAYACAN

Aradan zaman geçiyor. Konu veya konular gündemdeyken yazmak, yayınlamak varken, değişik nedenlerle yazılarımızı yetiştiremiyoruz.
Hani, Ermeniler’den özür dileyen, sözde kahramanlar (!) vardı ya. Ard niyetli, bir yerlerden alınan talimatlarla yapılan “Mustafa” filmi, geldiği gibi gitti… Şimdi hatırlanmıyor belki de!.. Ama kayıtlara geçti, belgesel olma, yılların gerilerine kalma gerçekleriyle, Atatürk severlerin gözünde, gönlünde bir ayıp, bir yara bir peşin hükümlülük belgeseli olarak kaldı, hatırlandı.
Turgut Özakman hoca, Cumhuriyet gazetesinde ki yazıları arasında, seri olarak ortaya koyduğu görüşleriyle, “Mustafa” filmindeki yanlışlıklardan, peşin hükümlülüğün gerçeklerle ilgisinin bulunmadığından sözetti. Bu yazılar, merkezi Ankara’da bulunan Bilgi Yayınevi tarafından 60 sayfalık bir kitap olarak ortaya konuldu. 1,2 hatta 3 ncü baskıları yapıldı kitabın, kitapçığın. Kitapçık, Ankara’da, Bilgi Yayınevi’nde ücretsiz olarak dağıtıldı.
“Mustafa” filmi, Turgut Özakman hocanın evinde, Can Dündar’la izleniyor. Daha doğrusu, M. Ali Birand araya giriyor, Turgut Özakman’ın evine, Can Dündar teknik ekiple birlikte geliyor ve filmi birlikte izliyorlar. Konuşmalar, görüşler, değerlendirmeler var yazının, yayının, kitapçığın içinde.
Buradaki Turgut Özakman görüşlerinin karşısında, Can Dündar, “Keşke size danışsaymışım” demek inceliğini gösteriyor, bunlardan söz ediliyor, böyle söyleniyor. Bir ölçüde Can Dündar, Turgut Özakman’ın değerlendirme ve tepkilerini almış, görüşlerini değişik yayın organlarında yazmış, yayınlamış. Peki Turgut Özakman ne diyor konuyla ilgili yazılarında?. Kitapçık içinde nelerden bahsediyor?, Cümlelerinden örnekler Turgut Özakman hocanın:
- “Mustafa filmi bir belgesel mi?“ sorusuna Özakman’ın cevabı: Hayır. Bir film, bir mektuptan bir parçaya, kahramanın günlüğünden birkaç satıra yer verdiği, bazı belgesel filmlerden yararlanıldığı için belgesel olmaz.
- Can Dündar diyor ki; “Bu benim Atatürk’üm, bana ait bir Atatürk yorumu”
-T. Özakman’ın cevabı: Allah Allah. Atatürk ve dönemi, belgeselcilerin oyun parkı, yarış alanı mı?. Onun bunun Atatürk’ü olur mu?. Gerçekleri bilim ahlakı ve anlayışıyla saptayanlar için başka başka Atatürk olmaz. Maksatlılar, niyeti bozuklar, bilgisizler, gafiller, aptallar, hainler Atatürk’ü kendilerine göre anlatmaya çabalıyorlar. Doğumundan ölümüne kadar gittikçe büyüyen bir tane Atatürk vardır!.. Ötesi fasafisodur.
Bir başka bölümde Turgut Özakman hoca şöyle diyor:
- Bu mudur Atatürk?.. İnsaf! Can Dündar da, ekibi de danışmanları da, bence Atatürk’ü hiç anlamamışlar. Atatürk olgusunun yüzeyinde, uzağında kalmışlar. Bilgi yetersizliğinden kaynaklanan bazı önyargıları var ve bütün filmde hiç sevgi yok!..
- Atatürk’ün karanlıktan korktuğunu gösterir hiçbir anı, dayanak, bilgi kırıntısı yok. Atatürk’ün karanlıktan korktuğu Can’ın yorumu ya da yakıştırması. Atatürk için “karanlıktan korkuyordu” demek komik olur. Ama çekindiği, görmek yaşamak istemediği bazı şeyler vardı: Mesela kurban kesiminde, kana bakamıyor. Arkadaşlarının ölümüne zor katlanıyor. Çocuk ağlamasına dayanamıyor vb.
Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe, “Mustafa” filmiyle ilgili: “Mustafa filmini ilk defa ben teşvik ettim. Son derece berbat bir film oldu. Atatürk’ü insanlara yanlış tanıtan bir film. Bundan sonraki çocuklar o filmi seyrederse Atatürk’ü yanlış tanıyacak” dedi (Anayurt Gazetesi, 23.02.2009).
***
Eğitim Dünyası Gazetesi
Prof. Dr. İsa KAYACAN
Eğitim dünyamız çok geniş. Ülke geneline baktığımızda, ilköğretim okullarımız, liselerimiz, yüksek okullarımız, fakültelerimiz-üniversitelerimiz… Eğitim ve öğretimimizin gerçekleşmesi, daha üst noktalara ulaştırılması için, çaba-gayret sarfeden kuruluşlarımız. Hele bir de dershanelerimiz var ki, maşallah sayıları her geçen gün artıyor… Bu dershanelerimiz ne getiriyorlar, ne götürüyorlar anlayabilmiş değilim!..
BİR GAZETE: EĞİTİM DÜNYASI
16 normal sayfayla 15 günde bir yayınlanmaya başlayan Eğitim Dünyası gazetesinin Sonsöz Gazetecilik ve Matbaacılık Ltd. Şti adına sahibi: Nermin Pehlivan. Yazı işleri müdürü: Ercan Özdemir, Dizgi-grafik sorumlusu: Elif Yüksel. Telefonlar 0312 394 57 71- 0312 210 51 88 Ankara
Renkli,pırıl pırıl basımıyla ilk bakışta dikkat çeken göz dolduran Eğitim Dünyası Gazetesinin 01 Mayıs 2009 tarih 2 nci sayısı masamda. Sayfalarında şöyle bir gezmek istiyorum:
Değişik yerleşim birimlerinin milli eğitim müdürleri, bu alandaki yetkililerin açıklamaları, fotoğrafları geniş olarak sayfalarda yer alıyor. Milli Eğitim Bakanlığı görevine Nimet Çubukçu’nun başlaması üzerine, “Eğitime kadın eli” manşeti atılmış. Doğru ve yerinde.
Eğitim alanındaki sendikaların başkanlarının açıklamaları var. Bunlardan:
1- Eğit-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç: 23 Nisan gösterileri ne yazık ki çocuklarımız için yapılan göstermelik törenler olarak kutlanıyor. Çocukların gerçek sorunları tüm çıplaklığıyla vicdanlarımızı sızlatıyor. Göstermelik törenler yerine kalıcı çözümlerin alınması lazım.
2- Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu: 239 bin eğitim çalışanını ilgilendiren İLKSAN Genel Kurulu ve sandığın Ana Statüsü ve Sosyal Yardımlar Yönetmeliği’nin hukuka aykırı bölümlerinin iptal edilmesi talebiyle dava açtık..
DEVAM EDEREK
Eğitim Dünyası gazetesinin sayfalarına doğru adım attıkça, ilerledikçe gördüklerimizden bazıları: Keçiören, Yenimahalle, Altındağ, Pursaklar, ilçelerindeki eğitim çalışmaları başta olmak üzere, Ankara’daki liselerarası bilgi yarışması sonuçları, Arı okulları haberleri, bendenizin, Burdur ili Tefenni ilçesindeki Namık Kemal İlkokulunda yaptığım sohbetle ilgili yazım, Milli Eğitim Bakanlığı genel müdürlerinin isimler itibariyle biyografileriyle sıralanışı. Bunlar:
Emin Gürkan: Ortaöğretim Genel Müdürü, Emine Kıraç: Kız Teknik Öğretim Genel Müdürü, İbrahim Er: İlköğretim Genel Müdürü, Ömer Balıbey: Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdürü, Prof. Dr. Nizami Aktürk: Eğitim Teknolojileri Genel Müdürü, Remzi İnanlı: Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürü, Hüseyin Çalık: Yükseköğretim Genel Müdürü, Hüseyin Acar: Erkek Teknik Öğretim Genel Müdürü.
Özel Sevgi Koleji’nden uluslararası projeler, Çevreci okul: Batıkent İlköğretim, Yüce’de 23 Nisan coşkusu, Lise öğrencileri temizlik malzemesi üretiyor, Çankaya’nın yükselen yıldızı Anıttepe İlköğretim okulu, Kavaklıdere’den çevre andı, Batıkent’in güzide okulu KENT KOOP, TED hız kesmiyor, gibi başlıklar, bu başlıklar altında verilenler, haber zenginliğini oluşturmuş Eğitim Dünyası gazetesinin.
Ercan Özdemir “Köşebaşı”ndan sesleniyor. Özdemir başyazısının bir yerinde; “Sözleşmeli çalışma biçiminin dayattığı olumsuz koşullar, öğretmenleri mağdur etmekte. Bu statüde çalışan öğretmenlerin tamamına yakını gelecek kaygısı yaşıyor. Sözleşmeli öğretmenlik konusunun kökten ele alınarak tartışmalı ve bir çözüme kavuşturulması gerekiyor” diyor.
Eğitim Dünyası gazetesinin uzun ömürlü olmasını diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
***
Hilmi Yavuz
Prof. Dr. İsa KAYACAN

Zaman zaman, şairlerimizden, yazarlarımızdan söz ettiğim oluyor. Bu seri de onlardan biridir. Ankara’da, ki, “Altındağ’da Şiir Akşamları” programında yer alanlardan:
HİLMİ YAVUZ
1936, İstanbul doğumlu. İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu, bir süre gazetecilik yaptı, İngiltere’de BBC Radyosu Türkçe yayın bölümünde çalıştığı yıllarda (1964–1969) Londra Üniversitesi’ne bağlı University College Felsefe Bölümü’nde yüksek öğrenimini tamamladı (1968/1969 ders yılı). Dönüşünde Cumhuriyet, Milliyet, Yeni Ortam gazetelerinde (bir kısmı Ali Hikmet imzasıyla) eleştiriler, incelemeler yazdı. Uzun yıllar Mimar Sinan ve Boğaziçi Üniversitelerinde Uygarlık Tarihi ve Felsefe okuttu; Mimar Sinan Üniversitesi”ndeki öğretim görevinden emekli oldu (1991). Halen Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi (senior lecturer) olarak görev yapmaktadır. İki oğlu (Ali ve Ömer) ve birde torunu (Mercan) var.
Şiire başlayışı, lise yıllarında dönüm dergisindedir. İlk kitabı, Bakış Kuşu (1969)idi. Onu, Bedreddin Üzerine Şiirler (1975), Doğu şiirleri (1978), Yaz şiirleri (1981), Gizemli Şiirler (1984) Zaman Şiirleri (1987), Söylen Şiirleri (1989), Ayna Şiirleri (1992), Çöl Şiirleri (1996), Akşam Şiirleri (1998), Yolculuk Şiirleri (2001) ve Hurufi Şiirler (2004) izledi. Son dört kitabı dışında toplu şiirlerini Gülün Ustası Yoktur (toplu şiirler 1) ve Erguvan Sözler’de (toplu şiirler 2) (1989) derledi. Tüm toplu şiirlerinin yeni basımı ise, 2006 yılında, YKY tarafından yeniden, Büyü’sün, Yaz! Adıyla yapıldı.
Deneme ve incelemelerinden bir bölümü Felsefe ve Ulusal Kültür (1975), Roman Kavramı ve Türk Romanı (1977), Kültür Üzerine (1987), Yazın Üzerine (1987), Denemeler Karşı Denemeler (1988); Dilin Dili (1991),İstanbul Yazıları (1991),Okuma Notları (1992), İstanbul’u Dinliyorum.(1992), Geçmiş Yaz Defteri (1998), İnsanlar, Mekânlar, Yolculuk (1999),Özel Hayattan Küreselleşmeye 2000), Budalalığın Keşfi (2002), Kara Güneş (2003), Söz Gücü (2003) Bulanık Defterler (2005) ve Biz Bu Dünyadan Değil miydik? (2006) adlı yapıtlarıdır.
Üç de anlatı yazdı: Taormina (1990),Fehmi K.’nın Acaip Serüvenleri (1991) ve Kuyu (1994). Doğu Şiirleri ile 1978 Yeditepe Şiir Armağanı’nı, Zaman Şiirleri ile de 1987 Sedat Simavi Büyük Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Ceviz Sandıktaki Anılar’da (2001), ilk gençlik yıllarına ilişkin anılarını derledi.
Nobel Edebiyat Ödülü Şili’li şair Pablo Neruda’nın 100. doğum yıldönümü dolayısıyla, Neruda’nın şiirlerini Türkçe’ye çevirdiği için kendisine 2004 yılında Şili Cumhurbaşkanlığı’nın özel Şeref Madalyası verildi. Zaman gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. Bazı eleştirilerinde İrfan Külyutmaz ismini kullanıyor.
KÜLLER VE ZAMAN
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman..
Bana neler söylemek istedin?
Sözcüklere yağan kar’dın
İzini yitirdim bakışlarda
Bir külün içinden okuyuşlarda
Kar’dın, kendini küredin
*
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman..
İnce aşklarla yırtılan
Sendin, yollarla erguvan
Sunulmuş lanetli kışlardan
Aldığım belirsiz dokunuşlardan
Kopan tenini dinledin
*
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman…
Sözcüklerin ardında duran
Melektir, kendini okuyan
Söz’ün geldiği durumu
Yaprak ve külden olduğumu
Belki onlarda söyledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman
***
Azerbaycan’da
Hayrettin İvgin bibliyografyası
Prof. Dr. İsa KAYACAN

Merkezi, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bulunan, Vektor Neşirlerevi, birbiri ardına yayınladığı kitaplarıyla dikkat çekmeye devam ediyor.
Bu Neşirlerevimizin bir yayını daha gündemimde.
Adı: Prof. Dr. Hayrettin İvgin (Biyografi-Bibliyografya).
Vektor Neşirlerevi’nin genel koordinatörü, Prof. Dr. Elçin İskenderzade hazırlamış. 80 sayfalık kitap, bir Hayrettin İvgin albümü. Bilgileriyle, fotoğraflarıyla böyle bir zenginliğin ortaya koyucusu olarak görülüyor.
Hayrettin İvgin’in hayatı, öğrenimi, bulunduğu görevler, kitapları ve yayınları, bilimsel toplantılara katılımı, radyo ve televizyon programcılığı, vakıf ve derneklerdeki çalışmaları, akademik ünvanları detaylı biçimde anlatılmış, sayfalara aktarılmış.
39 ayrı kitaba imza atan Hayrettin İvgin, Türk halk bilimi ve halk edebiyatımız alanındaki kalıcı, anlamlı yayınlarıyla dikkat çeken, bilinen ve alkışlanan bir araştırmacı, yazar ve şairdir.
Sonraki sayfalarda, Hayrettin İvgin’in yer aldığı kaynaklardan bazı örnekler verilmiş.Ve Hayrettin İvgin’den hatıralar, başlığı altında verilenlere bakıyoruz. Bunlardan bazılarının başlığı-başlıkları:
-Salih Zeki Kutucuoğlu’nun konferansı, Yardımcı’ya yardımcı olmak, Kendim evlenirim, Boşuna mı Hayrettin’sin İvgin’sin?... Burada, karşımıza çıkan “Hayrettin” başlıklı Aşık Reyhani imzalı bir şiir var. İki dörtlüğünden söz edelim. Buyurun:
Kültür Bakanlığı tek umudumuz,
Al bu arzuhalim oku Hayrettin,
Kültür ile irşad olsun yurdumuz,
Salsın dört iklime koku Hayrettin..
*
Reyhani’yem şeker gibi dilin var,
Kalem arı, defter çiçek, balın var,
Bunda yalanım yok hüsn-ü halin var,
Ahlakla halimsin haki Hayrettin.
Bir başka bölüm: “Hayrettin İvgin için yazılanlardan bazıları” ana başlığıyla karşımıza çıkmakta. Bu bölümde imzaları görülenlerden bazıları da şöyle karşımıza çıkıyor efendim:
Nail Tan, Prof. Dr. Elçin İskenderzade, Gülten Çiçek, İsa Kayacan, H. Halistin Kukul, Yrd.Doç. Dr. Doğan Kaya, Ahmet Özedemir, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Şevket Beysanoğlu, Feyzi Halıcı, Tuncay Tanboğa, Vahap Okay, Ayhan İnal, Prof. Dr. Metin And, Dr. Tahir Kutsi Makal, Ali Kayıkçı, Kutlu Özen… Metin olarak yazılanlar, ifade edilenlerin imza sahipleri bunlar. Birde Hayrettin İvgin için şiir yazanlar var. Bunlardan biri, Develili Aşık Ali Çatak… Rahmetli dostumuz, Develili Aşık Ali Çatak. “Başkanım-Hayrettin İvgin”e başlığı altında beş dörtlükten meydana gelen şiiriyle Hayrettin İvgin duygularını anlatıyor.Bir dörtlüğü Develili Aşık Ali Çatak’ın efendim:
Aldım mektubunu, açtım okudum,
Hastanın gönlünü alan Başkanım.
İnceden eğirdim, sıktan dokudum,
Beni ilhamlara salan Başkanım.
Kitabın hazırlanışında, Türk Dünyası Uluslar arası İlimler Akademisinin Rektörü Prof. Dr. Elçin İskenderzade’den başka, Rafig Esgerli, Aydan Elçin ve Terane Musayeva isim ve imzaları yeralıyor.
***
Avşarların sözcüsü:
Dadaloğlu

Prof. Dr. İsa KAYACAN
Kayıtlara bakıyoruz: Dadaloğlu için (D.1785-Ö.1868 Çukurova) kaydıyla karşılaşıyoruz. Asıl adı Veli olan Dadaloğlu’nun babası Aşık Musa adında bir saz şairidir. Çukurova’da yaşayan Türkmen aşiretlerinin Avşar boyundandır.
Türk tarihinde önemli rolleri bulunan Avşarlar’ın hükümdarlar çıkarmış, beş boydan biri olduğunu hatırlayalım.
Dadaloğlu, Avşar olmasıyla her zaman övünmüş bu hususu şiirlerinde dile getirerek; Aslımı sorarsanız Avşar soyundan/Der Dadal’ım Avşar aslın bilirdi, gibi mısralarıyla dikkat çektiğini gözlemekteyiz.
Avşarlar, değişik nedenlerle zaman zaman İmparatorluğa karşı tavır almışlardır. Avşarların sözcüsü durumunda olan saz şairi Dadaloğlu, bağlı bulunduğu aşiretin duyarlılıklarını daima dile getirmiştir.
Gezgin şair, şiirlerinde adı geçen Gavur Dağları, Binboğa Ahırdağ, Engizek, Cebel-i Bereket, Karabeyaz gibi yer isimlerinden anlaşılacağı üzere Dadaloğlu; Çukurova Bölgesini, Torosları, kısaca Güney ve Orta Anadolu’nun bir çok bölgesini adım adım dolaşmıştır.
Osmanlı Devleti,kışkırtılan derebeylerini zararsız ve buyruğa bağlı hale getirmek için, Derviş Paşa komutasında Fırka-i İslahiye adlı bir ordu kurmuştu. Aşiretler Anadolu’nun iç bölgelerine götürülerek iskan edildiler. Böylece Avşar aşireti de Sivas ve çevresine yerleşti (1865).
Dadaloğlu esas ününü Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin giriştiği ve “İskan” uygulamalarına karşı çıkan eleştirilerini sert şiirleriyle ortaya koydu. Şairin Kozanoğlu gibi derebeylerinin yanında bulunduğu ve derebeyleri arasındaki çarpışmalar için de şiirler söylediği anlaşılmaktadır.
Bir söylentiden anlaşılmaktadır ki; aşiretini Sivas’ta bırakan Dadaloğlu,seksen yaşlarında beyazsakallı bir ozan olarak Çukurova’ya gelmiş, Adana pazarında saz çalarak yiğitlik günlerini yadetmiş, sonrada pek sevdiği dağlara çekilerek orada vefat etmiştir.
Dadaloğlu Türk Devletine karşı ağaların çıkarlarını destanlaştıran mısraların anlamıyla değerlendirilmiştir. Araştırmacılar; Dadaloğlu’nu, çevresinin saf Türkçesini aksettiren, milli ve mahalli karakteri kuvvetli, aynı zamanda Karacaoğlan misali aşk şiirlerini de seven bir şair olarak kabul etmenin daha doğru olacağı noktasında birleşmektedirler.
Dadaloğlu, şehirlerde yaşayan ve şiirlerinde Divan şiiri etkisi bulunan diğer şairlerden farklı, üslup ve edasıyla orijinaldir. Divan diline, klasik vezin ve şekillere yönelmeyen şair, sade Türkçe ile milli vezin ve şekillerle şiir söylemiştir.
Dadaloğlu, yiğitleri aslana, kaplana, kurda benzetirken, kadın ve kızları da selvi boylu fidana, gövel ördeğe benzetmektedir. Atasözleri ve deyimlerden de yararlanan Dadaloğlu, bazı şiirlerinde kahramanlarını karşılıklı konuşturmuştur. Dadaloğlu’nun hemen hatırlayacağımız koşmalarından birinin iki dörtlüğü:
Kalktı göç eyledi, Avşar illeri,
Ağır ağır giden iller bizimdir.
Arap atlar yakın eyler ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
*
Dadaloğlu, yarın kavga kurulur,
Öter tüfek, davlumbazlar vurulur,
Nice koç yiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
KAYNAK: Işık, İhsan (Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, Cilt: 3, Ankara, 2007)

Hiç yorum yok: