2 Ekim 2009 Cuma

Köy Enstitüleri kapatıldı mı,
Öğretmen okullarına mı dönüştürüldü?..
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla ilgili değişik görüş ve yorumlar sürüp giderken, bu konuda yapılan yayın ve yorumlardan birinin üzerinde durarak, oradan yapacağımız alıntılarla görüşlerimizi, daha doğrusu ortaya konulan görüşlerden bölümler verelim.

Buyurun:
M. Arif Demirer. Yıllar öncesinde, Adalet gazetesindeki, yazı ve yorumlarıyla okur karşısına çıkan bir araştırmacı. Anayurt Gazetesinin 07 Eylül 2009 tarih ve 6191 nci sayısındaki köşesinde, Köy Enstitülerinin Demokrat Parti döneminde kapatıldığına ilişkin görüşlere karşılık, Rifat Serdaroğlu’nun yazdığı ve Hürriyet Gazetesi köşe yazısında Ö. İnce’nin 13 Mayıs 2009 tarihli yazısında yayımladığı “Köy Enstitüleri Kronolojisi”ne bakarak bazı görüşler ortaya koyuyor. Bunlardan;
-17.04.1940 tarihinde Köy Enstitüleri kanunu kabul edilir. 1946 yılında Bakan Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitülerinin mimarı Tonguç görevlerinden alınmışlardır. Milli Eğitim Bakanlığına Reşat Şemsettin Sirer getirilmiştir. (Peker Hükümeti, Ağustos 1946)
1947 yılında çıkarılan 5117 ve 5122 sayılı kanunlar ile öğretmene toprak verilmesi güçleştirilmiş, dağıtılmış kitaplar, aletler, hayvanlar ve malzemenin geri alınmasına karar verilmiştir.
-Öğretmen, yeni Türk köyünün yapıcısı değil, sadece okuma yazmayı öğreten tutucu bir bürokrat haline getirilmiştir. 1947 ve 1948 yıllarında çıkarılan 5012 ve 5210 sayılı kanunlar ile köylü, okul yapma yükümlülüğünden çıkarılmıştır.
-1947-48 ders yılında, Köy Enstitüleri’nin beyin kadrosunu üreten “Yüksek Köy Enstitüleri” kapatılmıştır. (Bu kurum 1942-43 öğretim yılında açılmıştı). 29.04.1947’de çıkarılan yönetmelikle öğrencilerin okul yönetimine etkin olarak katılmaları engellenmiştir.
-09.05.1947 tarihli genelge ile, kız-erkek öğrenciler birbirlerinden ayrılmıştır. 20.05.1947 tarihli genelge ile, dünya klasiklerinden yapılmış çeviriler toplattırılmış ve yakılmıştır. 1948’de öğretim programı değiştirilmiş, iş eğitimi ilkeleri kaldırılarak, enstitüler klasik okullara dönüştürülmüştür. (Yani İlköğretmen okullarına) Bütün bunlar yapılırken iktidarda tek başına CHP’nin bulunduğu bilinmektedir.
-Köy Enstitüleri DP tarafından kapatılmamış, 6234 sayılı 27 Ocak 1954 tarihli kanunla, ilköğretmen okullarına dönüştürülmüştür. Bu kanun sayesinde Enstitü çıkışlı öğretmenlerin mağduriyetleri giderilmiştir. Çünkü Enstitü çıkışlı öğretmenlerin 20 yıl aynı işi yapan ilk öğretmen okulu çıkışlı öğretmenlerin ise sadece üç yıl mecburi hizmetlerinin bulunduğu bilinmektedir. DP bu kanunla Enstitü çıkışlı öğretmenlere CHP döneminde uygulanan haksızlığı ortadan kaldırmıştır. Anılan Enstitülerin sayısının 20 olduğunu da burada kaydedelim. (Bu bilgiler, 1954 yılının Milli Eğitim Bakanı Rıfkı Salim Burçak’ın ‘On Yılın Anıları’ adlı kitabında yeralmaktadır).
Yine, M. Arif Demirer hocanın yazısındaki açıklamalarla devam edelim:
-Kanun tasarısı Mecliste görüşülürken, dikkate şayandır ki, muhalefet milletvekillerinden hiçbiri, Köy Enstitülerinin İlk öğretmen okullarıyla birleşmesine karşı çıkmamış, CHP’nin Trabzon Milletvekili Cemal Reşit Eyüpoğlu ile, yine aynı partinin Kars Milletvekili Tezer Taşkıran tasarı üzerinde defalarca konuştukları halde, tasarı aleyhinde bulunmamışlar, sadece bazı hükümlerinde değişiklik istemişlerdir. Türkiye Köylü Partisi Seyhan Milletvekili Dr. Cezmi Türk ise tasarıyı hararetle desteklemiş ve memnuniyetini açıklamıştır. Burada nokta koymak istiyorum: Gerçekler, doğrular tektir. İkincisi yoktur. Sayın Serdaroğlu, Enstitülerin kapatılma sürecinin 1946 seçimlerinden sonra, Ağustos 1946’da başladığını açıklamaktadır. DP ise, 07.01.1946 tarihinde kurulmuştur.
***
Rızâ Akdemir’den T. Turan Atasever’e,
Türkiye’ye ve dünyaya (1)

Prof. Dr. İSA KAYACAN
Mektubun, mektuplaşmanın adından söz edilmiyor gibi görünüyorsa da, gerçekler öyle değil. Bugün halâ mektuplaşılıyor, duygular, mesajlar mektuplar gönderiliyor, alınıyor. Mart 1999’da 352 sayfayla yayınladığım ve bana gönderilen 2 bin 68 mektubun yer aldığı “Bana Gelen Mektuplar” adlı kitabımdakilerle de anladım ki, mektup önemlidir, adından sıklıkla bahsedilmese de, gözlerimiz sıklıkla görmesede, mektup ve mektuplaşma vardır, var olmaya devam edecektir. “Söz uçar, yazı kalır” gerçeğini unutmayalım, yabana atmayalım.
RIZA AKDEMİR’DEN,T.TURAN ATASEVER’e
Ankara’dan, emekli valilerimizden, milli duyguların zirvesindeki söz, yazı ve hitabet ustası sayın Rızâ Akdemir’in aynı duygularla anlatabileceğim, önsözünü yazmaktan gurur duyduğum Atasever’in “Sesim” adlı şiir kitabının yayınlanışı ve kendisine ulaşması vesilesiyle Rızâ Akdemir hoca T.Turan Atasever’e bir mektup yazıyor. Yanında da yine aynı kitabın yayını nedeniyle ortaya koyduğu “Sesim” şiirini de ekleyip, T.Turan Atasever’e gönderiyor. Sayın Akdemir’in mektubu, sadece yayınlanan kitapla, T. Turan Ataseverle ilgili duygulardan oluşmuyor. Toplumsal ağırlıklı, olması gerekenlerin sıralanışıyla milli duygularımızı ayağa kaldıran ifadelerin sıralanışı olarak gördüğüm, anılan mektubu ve şiiri aşağıya aynen alıyorum:
—Sevgili Turan, aziz kardeşim; Şiirinin her kelimesi için, ilham dolu kalemini ve alnını öpüyorum. Yalnız şiirlerin değil, hayatında üstün bir san’at eseri, bir faragat örneği, bir fazilet heykeli… Pabuçların çamura bulaşmamış, elin harama ve pisliğe ulaşmamış, yolun Hakk’dan ve hakikatten ayrılmamış, kalbini hiçbir ihtirasın, hiçbir kinin dişleri ısırmamış, lisanın gıybeti, dedikoduyu kötülüğü bilmemiş.
Kalemini sevginin iyiliğin, merhametin, güzelliğin mürekkebine batırmışsın. Kelimeleri öperek alnına koymuşsun. İrfan bahçemizin çiçekleri olan kelimeler arasına, dikenler, zakkumlar katmamışsın.
Şiirinde kemâle ermiş, huzur ve barış limanına ulaşmış, bilcümle seyyiatı elinin tersiyle itmiş, müstesna bir kalbin sesi var. Şiirinde dünyaya kafa tutan şovenist bir eda değil, vatanının insanlarını ve bütün beşeriyeti kucaklayan üstün bir zihniyet var. Dağları, taşları, yıldızları, bulutları, balıkları, kuşları, ırmakları ve yaylaları ile bir vatan coğrafyasını gözler önüne sermişsin. Köylüleri var, tınaz savuran. Askeri var, sınırda nöbet tutan. Balıkçısı var “Ya Allah!” diye deryaya ağını atan. Öğretmeni var yavrumuza A’yı , B’yi belleten. Hocası var, kâinatın sahibine yönelmeyi, duayı, namazı, ibadete, fazileti öğreten.
Kızı var, Karadeniz sahillerinde fındık toplayan, halı dokuyan, gergef işleyen. İşçisi var, Zonguldak’ta toprağın beşyüz metre altında kazma sallayan. Büyüklerimiz var, kalbimizde taht kuran, adı dilimizden düşmeyen.
Can Kardeşim; Batı’nın bütün şarkıcılarını, popçularını, yıldızlarını tanıyan, bilen, seven amma yemek yerken, gece yatarken, sabah kalkarken, yola çıkarken, yoldan gelirken dua etmesini bilmeyen bir gençlik ve çürük bir zihniyet yanımızda, içimizde.. sokağımızda.
Onbinlerce, yüzbinlerce öğrenci yetişiyor, İngilizce bilen, ama anadilimizi ancak bir Ermeni aksanı ve şivesi ile konuşan, kelime hazinesi 500 Tilcik’le (!) sınırlı bir nesil..
Şiirini canü gönülden sevdim/Cüzamlı hiçbir kelimen yok/ Diken yok şiir bahçende..
İlâhi ürpertileri, âlim-ârif, hâkim insanları, fazilete ve aydınlığa giden yolları, milli ve dini bayramları, şeref dolu tarihimizi dile getirmişsin. Bunlara ihtiyacımız var. Ayakta tutan bunlar bizi..Bunlar köklerimiz, bunlar can suyumuz.
Şiirinde hiçbir zorlama kafiye, uydurma ve zıpçıktı kelime, tekrarlana, tekrarlana cılkı çıkmış teşbihler ve aşkı basitleştiren, çirkinleştiren, pespâye, cıvık salyalı iştihalar yok.
***
Rızâ Akdemir’den T.Turan Atasever’e,
Türkiye’ye ve bütün dünyaya (2)
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Kumaşın ipekten/Boyan kalbinden/Tezgâhın Allah vergisi…
Bu keşmekeş içindeki, bu bin bir türlü kavganın, ihtilafın, çekişmenin içindeki topluma ve bir yangın yerine benzeyen dünyaya sağlığı, barışı, adaleti bu eserler getirecek. Buna inanıyorum/Sevgiyi haykıran şiirlerle /Sonsuzluğu kucaklayan şarkılarla/Güzelliği, hürriyeti resmeden tablolarla, daha güzel, daha zengin, daha hür bir Türkiye’de yaşayacağız.
Allah ilhamını bol kılsın. Sevgilerle ve her kelimen için teşekkür ederek kucaklıyorum seni. Bir şiirimi gönderiyorum. (Rıza Akdemir, E. Vali, Ankara, 13.08.2009)
-“Ben Kimim” şiirinde yiğit bir kalbin sesi,
Bu yalnız senin değil, Türklerin hikayesi.
-Eğilmeyen insana mutlak çamur atarlar,
Sonra tutar sürgünler listesine katarlar.
-Üzülme baykuşlara kalsın bütün bahçeler,
Bize aziz vatanın bir dikeni yeter…
“SESİM” Şiirine
Şiirinde Fırat, Sakarya, Tunca
Dağlar uzar gider, hudut boyunca
İnsanlar sesini canda duyunca
Bir sevgi bayrağı olacak sesin.
*
Şiirin üstündür, hoştur, derindir
Bir yayla rüzgârı kadar serindir
Kılıçtan keskindir, gülden narindir
Nice asırlara kalacak sesin.
*
Şiirin toprağa, taşa sinecek
Gökten yere rahmet gibi inecek
Gözlerden süzülen yaşlar dinecek
İnsanlığa huzur sunacak sesin.
*
Gönül bahçesine güzellikler ek
Sevgiyle büyüsün binlerce çiçek
Tohumlar elbette başak verecek
Gökleri ısıtsın sımsıcak sesin.
*
Kalbinde bin türlü sevgi var, his var
Onun için bütün mevsimler bahar
Yaşayacak elbet sonsuza kadar
Zannetme ki bir gün solacak sesin..
*
Şirinde tatlı, şirin ne varsa
Şair işte böyle yazar yazarsa
Geceleyin yıldız nasıl parlarsa
O kadar ışıklı ve parlak sesin.
*
İrfân bahçemizden güller dermişsin
Türkçeye bir başka revnak vermişsin
Yüce yüce kapılara ermişsin
Gönül dergâhına bir adak sesin.
Rızâ AKDEMİR (Ankara 15.08.2009)

*
GÜNÜN SÖZÜ: Türk demek; Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene. (Mustafa Kemâl Atatürk)
***
Anlatım zenginliğiyle
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Şiirimizin, edebiyatımızın ustalarından, duayenlerinden Feyzi Halıcı hoca, şiirleriyle, dergi yayıncılığıyla, kitaplarının getirdikleriyle gönüllerimizde taht kurup oturan büyüklerimizden. Önde gelen, ilk sıralarda yeralan büyüklerimizden.
Ömrünün uzun ve sağlıklı olması dileklerimle, buradan sevgi ve saygılarımı yinelemek istiyorum.
Feyzi Halıcı hoca, “Arzuhal” şiirinde, bakışların derinlerine iniyor ve orada gördüklerinin anlatım zenginliğiyle karşımıza çıkıyor. Arzuhal’in ilk dörtlüğünde şöyle diyor:
Bakışlarımla düğüm düğüm,
Sana bir şeyler söyleyebilsem,
Sabahlara kadar düşündüğüm,
Sana bir şeyler söyleyebilsem..
Bu şiirin dört ayrı dörtlüğü daha var. Masallardan, dallardan, arzuhallerden sözediliyor. Bakışların aynı duyguda oluşu dikkat çekiliyor. Bestelerden bahsediliyor mısralar arasında. Arkasından şöyle seslenilmekte:
Desem ki boşluklar bizi sarın,
Ardında kalalım hudutların,
Diliyle tozpembe bulutların,
Sana bir şeyler söyleyebilsem..
*
Sen yemyeşil baharın ucunda,
Mevsim erguvanları avucunda,
Gül biten dizlerinin ucunda,
Sana bir şeyler söyleyebilsem..
Anlatım zenginliği içinde bize ulaşanlar .. Alabildiklerimiz, algılayabildiklerimiz. Mısralar bütünlükleri, şiirler, şiirimizin örnekleri arasında yer alanlar efendim.
GİTTİN GİDELİ
Hatice Türken Canbaba Ankara’da yaşayan şairelerimizden. Yedi dörtlükten meydana gelen, mutluluğunun temelindeki varlığın gidişiyle yıkılan dünyasındaki genel görüntülerden söz ediliyor ve bir dörtlüğünde şöyle sesleniyor:
Ağlasam da beni duyman imkânsız,
Hep ağlar söylerim, sessiz sedasız,
Dualar etsem de hepsi faydasız,
Yaşıyorum sanma, gittin gideli…
Sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyorum efendim.
KUYRUKTA
Ankara’da yaşayan şairlerimizden Ahmet Canbaba, “Kuyruk”ta adlı şiirinde, kuyrukta bekleyenlerden, sıkıntılarıyla bize ulaşan sıradakilerden söz ediyor. 10 dörtlükten meydana gelen söz konusu şiirin bir dörtlüğünde şöyle sesleniyor Ahmet Canbaba:
Ramazan da özel iftarda bile,
Davet edilmez ki fakiri gele,
Düzenbazın yaptığına bak hele,
Gene itibarlı, zatlar kuyrukta..
Sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyorum efendim.
***
Geçmişten ‘Üçüncü Yeni’ dergisi
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Neden bilmem, hep geriye bakarım… Geçmişte kalanlarla karşılaştığım zaman o günleri yeniden yaşarım.
Aralık 1966 da ilk sayısını yayınladığım Ece sanat dergisinin ciltleriyle sıklıkla merhabalaşırım.. O günün şartlarındaki sanat anlayışımı buruklukla, karışık düşüncelerle görür, samimi duygularımla eleştiririm.
ÜÇÜNCÜ YENİ
Aylık şiir dergisi: Üçüncü Yeni. Kastamonu’da yayınlandı. Elimde 9 ncu sayısı var bu derginin. Kasım 1984’e ait.
Sahibi ve sorumlu yönetmeni: Muzaffer Kader. Genel Yayın Yönetmeni: Reşat Cantaş.
Üçüncü Yeni’nin bu sayısında araştırma-yazılar, şiirler var. İmza sahipleri. İsmail Ergi, Ayhan İnal, Necdet Evliyagil, İ. Ünver Nasrattınoğlu, Mehmet Çağılcı, M. Ali Müftüoğlu, Sezai İrgi, Nadide Peker, Sait Ese, M. Yüksel Karakaş, Mehmet Önsavaş, Reşat Cantaş, İ. Agâh Çubukçu, Ahmet B. Karabacak, Metin Bektaş, Osman Kaya, Ali Turhan, Namık Funda.. Şimdi Necdet Evliyagil’in “Duymak ve Yanmak” adlı şiirinin son bölümünü aşağıya alalım efendim:
-Neyi göstermek,
Neyi tarif etmek canlıya?,
Cehennemden kurtulmak,
Günahkârlardan sıyrılmak için mi?
Gök boşluğunda elleri Tanrı’ya uzatmak..
Üçüncü Yeni’nin sonraki sayfalarına doğru yürüyoruz. Gördüğümüz şiirler var. Bunlardan biri, şiirimizin zirvesine bağdaş kurup oturan, Anadolu’nun gür sesi Ayhan İnal’a ait olan “Mutluluk Düşü” adlı, başlıklı şiir. On ayrı dörtlükten meydana geliyor bu şiir. İki dörtlüğü şöyle anılan şiirin. Buyurun:
Hür ufuklar benimdi,
Dallar-kökler hep benim.
Mutluluklar benimdi,
Yerler gökler hep benim..
*
Tanrı olsam; o anda,
Durdururdum zamanı.
Bir sen varsın cihanda,
Ey gönlümün sultanı..
Üçüncü Yeni dergisi, o yıllarda, o günlerde şiir sergisi açmış, şiir severlerle buluşmuş, buluşturulmuş.
Bugün, sararmış yapraklarıyla kitaplıklarımızda kalan, geçmişin önemli özellik ve güzelliklerini taşıyan bu dergiler, Üçüncü Yeni’ler, tarihdeki yerlerinden bizimle selamlaşmaya devam edeceklerdir..
GÜNÜN SÖZÜ: Türk demek; Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene. (Mustafa Kemâl Atatürk)
***
Gecelerin meyvaları
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Bir şiir etkinliği vesilesiyle gittiğim Çanakkale’de, bana ulaşan ulaştırılan kitaplardan biri: Gecelerin Meyvaları, adının taşıyıcısıydı.
Mustafa Gür’ün şiirlerinden oluşan 120 sayfalık şiir kitabı efendim.
Çanakkale Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı olan Mustafa Gür, 1965 yılında Çanakkale/Lapseki’de doğdu. 25 yıl Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde Hava Astsubayı olarak çalıştı ve 1983 yılında emekli oldu.
Gecelerin Meyvalari, adlı şiir kitabı, sevgi şiirleri, gece şiirleri, toplumsal şiirler, Özel ve mistik şiirler gibi bölümlere ayrılmış, sayfalara böyle yerleştirilmiştir
Mustafa Gür’ün bir önsözü var. Buranın bir yerinde;
-“Şiirlerim çoğunlukla gece yazılmıştır. Gecelerimin bana bir hediyesidir” diyerek, kitabının isminin nereden kaynaklandığını ortaya koyuyor şairimiz.
Çoğunluğu serbest türde şekillenmiş, şiirlerin.. Daha doğrusu şekillendirilmiş. Kitabın arka kapağındaki mısralar yine “gecelerden” bahsediyor. Bir bölüm:
-Gecelere sığındım yıllarca,
Ve hecelere dostça,
Meramımı geceler içinde, hecelere anlattım,
Izdırabımı, hüznümü onlarla paylaştım.
Mustafa Gür’ün şiirlerinde anlatım rahatlığı var. Zorlamadan uzak olan duygular bir yumuşaklık içinde sayfalara aktarılmış, aktarılıvermiş. Şair duydu mu, hisseti mi, yaşadı mı, duygularını aktarmada zorluk çekmez. Mustafa Gür bu genel anlatım tablosu içinde bağdaş kurup oturmuş. Tebriklerimizi sunuyoruz efendim. Sayfa 64’dan yine gece çıkışlı mısralar:
Uykusuz geceler,
İlham yüklüdür,
Şiire dönüşür,
Tüm yazılanlar.
Gerçek şiirin yolunda yürümek, her kişinin yapabildiği bir erişim değildir. Mustafa Gür, gerçek şiirin kapısına doğru yaklaşma gayretlerini sürdürüyor. Tebriklerimizi sunuyoruz tekrar.
HACER GEZER’DEN
Alanya’da yaşayan, şair ve yazar Hacer Gezer’den gelenler: Yüce sevgi ve Firuzeye mektup. Gazetelerdeki, “Sevgi yazıları” köşesinde yazdıkları, yayınladıkları bunlar.
1- Hatıraların acı olanı da bal kaymak gibi, tatlı olanı da bugün gibi yaşıyorum. Hasretim ateşten gömlek olmuştu. Zaman denilen meçhul kavram bir türlü geçmek bilmiyordu. Sevdam aklıma geldikçe, duygularımla kıvranıyor, yüreğimdeki binlerce duygu titreşimi ile kahroluyordum (Hacer Gezer, Yüce Sevgi’den)
2- Yıllar boyu araladım tülü, saadet güneşi doğarmı içeriye diye. Beyaza inat katran karası Firuze. Göz pınarlarımdan akan yaşlar kuruyacak ve gün ışığına hasret kalacağa benzer (Firuzeye Mektup’dan, Hacer Gezer)..ve Hacer Gezer’in sekiz dörtlükten meydana gelen “Aldanış” adlı şiirinden:
Uykun haram olsun gözüne,
Ömrün hazan, yaşlar dolsun yüzüne,
Yanan dağların alevi kalp özüne,
Ziyanı görenler misali…
Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan hocam: Beni ilden ile duyuran siz oldunuz. Bugünkü durumumu size borçluyum. Şiirlerimin bazı illerde arkadaşlar tarafından okunmasınıda size borçluyum sayın hocam. Türkiye’nin dört yanında adımın geçmesini siz sağladınız. Teşekkürler, saygılar. (Hacer Gezer, Alanya, 22.07.2009)
***
Ali Bozkurt’un Memed’leri
Prof. Dr. İSA KAYACAN
Ali Bozkurt Ankara’da yaşayan şairlerimizden. Duygularıyla, bu duygularının sayfalara, mısralara aktarılışıyla dikkat çeken isim ve imzalardan efendim. O’nun bir “Memed” serisi var şiirle anlatılan. Bakıyorsunuz Memed’e mektup yazıyor, bakıyorsunuz Memed’e selam veriyor, bakıyorsunuz “Nasip be Memed” diye teselli arıyor, tesellide bulunuyor. Bu şiirlerin mısraları arasındaki gezintimiz.
MEMED’E MEKTUP
Altı dörtlükten meydana gelen bir şiir. Meyve ağacının toptan yaşlanışını hareket noktası yapıyor. Fidanların boy vermesi halinde nesillerin övünme hakkının olacağının altını çiziyor. Ve şöyle devam ediyor.
Ahmedi, Mehmedi bir sürü olsun,
Ananın, babanın yüzleri gülsün,
Ata yurdumuza bereket dolsun,
Yaratan mahrum etmesin Memed.
*
Benimkisi dilek, belkide tutar,
Belki o kadarda yaratan katar,
Boy boy balalar gözümde tüter,
Sevda umudu bitmesin Memed.
Uğursuz kuşların ötmemesi dilekleriyle, yeğenlerin emminin sözünü tutması dualarıyla bu şiirini tamamlıyor Ali Bozkurt.
MEMED’E SELAM
Bu şiirde altı dörtlükten meydana geliyor. “Ya kader dedim yabana gittim/Kendi köyümün yolunu tuttum” mısralarıyla söze başlıyor şairimiz. Sonra, Eylül ayında tuttuğu dilekten, köyündeki çeşmeden su istediğinin altını çiziyor. Köstebeklerin toprağını deşmeden, yaprakların sararıp yere düşmeden gelmek istiyor, ulaşmak istiyor. Sonra devam ediyor:
Akkoca’nın poyraz yeli esmeden,
Alaztepe’nin turaçları susmadan,
Emmi dayı umudunu kesmeden,
Kısmet olursa gelirim Memed.
Toprak diyerek haykırışlarını, sonbaharda dikmek istediği fidanlarını, Memed’den gelen mektupların birer çiçek olduğunu da anlatıyor, dillendiriyor Ali Bozkurt.
NASİP BE MEMED
Üçüncü Ali Bozkurt şiiri. Altı dörtlükten meydana gelen bir şiir, duygu aktarımı. Memed’le sohbet etmeye devam ediyor şairimiz. “Yürüyüp gelecek halim kalmadı/El atıp tutacak dalım kalmadı” mısralarıyla söze başlanıyor. Hasret gidermenin kısmet olmadığının altı çizildikten sonra “suyu toprağı nasip be Memed” diye noktalanan bir dörtlükle karşımıza çıkıyor. Sonra;
Çaresiz perişan yüzüm gülmedi,
Zalim kader can bağıma salmadı,
Beklediğim haber asla gelmedi,
Murt çalışı nasip be Memed..
“BİR AŞK HİKAYESİ” FİLM HABERİ: Anayurt Gazetesinin çalışkan ve başarılı görsel yönetmenlerinden Seher Çetin’in 03 Ekim 2009 tarihinde gerçekleştirilen nikah törenleri öncesi bastıralan davetiye ilginç ve örneği az görülenlerdendi.
Davetiye: Film: Bir aşk hikayesi, Sahne: 1, Tekrar: Yok, Yapımcı: Nazife- Ömer Çetin, İlknur-Sezai Kaya. Oyuncular: Seher Çetin, Kadir Gürkan Kaya. Konuk oyuncular: Davetliler. “Bu eşsiz filmin galasında sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız” denildi. Tebrik ve mutluluk dileklerimizi sunuyoruz efendim.

Hiç yorum yok: